13 Aralık 2013 Cuma

Gerçek'in Titreşimleri - XXVII

Eğitim borçları

Üniversiteye falan gitmedim... Zihinsel olarak okulda da pek az bulundum. Sınıfta hep pencere kenarına geçer, sürekli olarak hayallere dalardım. Futbol oynadığım zamanlar hariç, okul hayatımla ilgili pek az ayrıntı hatırlıyorum.

Sınıfın ön kısmında duran birisi durmadan konuşup, tebeşirle tahtaya birşeyler yazar, ben dalgın bir şekilde pencereden dışarıyı seyrederken de mutlaka “Icke, bu tarafa bak ve uyuma!” derdi, ama doğrusu ya, hayal kurmak onun anlattıklarından çok daha cazip gelirdi. Aynı nedenle sınavlarda da hep başarısız olurdum. Sadece yazmayı, hayal kurmayı ve takım için futbol oynamayı severdim, gerisi ise hiç bana göre değildi. Herhalde o zaman bile sisteme baş kaldıran bir asiymişim. Sırf beni adam etmek için ‘başkan’ bile yaptılar. Öbür çocuklar buna çok şaşırmışlardı, çünkü başkanlara okul kurallarını uygulama yetkisi verilir ya. Benim gibi bir asiyi içeriye aldıklarını sanmalarına çok gülerdim. Tenefüslerde çocukların okul binasına girmeleri yasak olduğu için İngiltere’nin o buz gibi soğuğunda dışarıda bekletilmeleri gerekirdi, ama ben hepsini içeriye alırdım. Ne yani, soğuktan donsalar mıydı? Son derece saçma birşeydi. Sonunda okul hiyerarşisi, beni okulun katı kurallarıyla yola sokamayacağını anladı.

1950’li yıllarda İngiltere’de okul eğitimi

22 Kasım 2013 Cuma

davidicke-turkce.blogspot.com 1 yaşında


Bugün davidicke-turkce.blogspot.com'un yıldönümü...


Geçen yıl, 22 Kasım 2012’de açılan ‘David Icke Türkçe Blog’ bir yılını doldurdu. Bu blogu açarken, sadece David Icke’ın verdiği bilgileri içermesi ve kendimizinki de dahil, hiçbir yoruma yer verilmemesi kararı almıştık. Mümkün olduğu kadar, uzun ve sıkıcı gelebilecek düz yazılardan kaçınmamız gerektiğinin de bilincindeydik.  


Bilindiği gibi David Icke’ın orijinal web sitesinde bile hergün, kendi verdiği bilgileri içeren yazılar değil, kendi çalışmaları ile ilgili bilgiler, videolar ve dünyanın çeşitli yerlerinden derlediği ‘gerçek haber’ler yer alıyor. David makalelerini ise, sitesine abone olanlara gönderdiği bültenleri yoluyla ulaştırıyor. Bu durumda blogu beslemek için bizim yapabileceğimiz tek şey de, henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan ‘David Icke kitapları’ndan ve haftalık bültenleri için yazdığı makalelerinden yararlanmak oldu.


Konudan,  önce David Icke’ın kendisini haberdar etmeyi uygun gördük. David için, bilginin kitlelere ulaşması herşeyden daha önemli olduğu için hiçbir sorun çıkmadı. Blogda okuduğunuz yazılar, bazen yazının altında da belirtilmiş olduğu gibi, çeşitli kitaplarından alıntılardan ve sitesine abone olanlara gönderdiği bültenlerin çevirilerinden sağlandı. Bu arada,  herzamanki yoğun temposunda da olsa blogumuzu David de ziyaret edip teşekkür etti.



David Icke Türkçe blog’da, ne yazık ki David’in kendi web sayfasının hızını yakalayamadık. David’in 3 tane uzun videosunun çevirisi hazır olmakla birlikte, alt yazı hazırlanması zor olduğu ve uzun sürdüğü için, çok kaçınmış da olsak, ne yazık ki kaçındığımıza yakalandık ve hep düz yazılara kaldık. Ancak yine de, spiritüellikteki ‘yürekten gelen sese kulak verme’ önsezisi ile bunu sürdürdük. İşin en hoş yanı, bizden kaynaklanan bütün bu olumsuzluklara rağmen ortaya, okuyucunun ne kadar azimli ve sabırlı olduğu çıktı! 


Blogda da okumuş olduğunuz gibi David Icke, Mayıs 2013’de başlatmış olduğu bir kampanya ile  dünyada bir ilke imza attı ve sadece web sitesini izleyen, dünyanın her köşesinden insanların büyük desteği ile, şirket medyasına karşı, 24 Kasım 2013’te, İnternet üzerinden, sadece ‘halkın sesi’nin yayınlanacağı bir  TV ve Radyo kanalını faaliyete sokmak üzere neredeyse ‘imkansız’ olanı başardı! Teknik profesyonel personel hariç, kendisi de dahil, herkesin gönüllü olarak çalışacağı ‘Peopel’s Voice/Halkın Sesi’ TV ve Radyo kanalının yayını, Londra ve Los Angeles’taki stüdyolardan yapılacak ve sadece ‘Halkın Sesi’ olacak. Ayrıntıları David videosunda anlatıyor, ama sizlere blogda sunulacak olan video, henüz altyazı çalışmaları aşamasında, ama zaten David’in, blogdaki  bu konuyla ilgili yazıları da yeterince açıklama içeriyor, dolayısıyla ilgilenenler o yazılara tekrar bir göz atabilirler. 


People’s Voice/Halkın Sesi adlı bu TV-Radyo kanalı İngilizce olduğu için, blog okuyucusu doğal olarak fazla ilgi göstermiyor. Ancak gözden kaçan çok önemli bir nokta var. Bu, global bir TV-Radyo Yayını ve dünyadaki bütün insanların sesi olacak, dolayısıyla da bir dolu gönüllü sayesinde dil problemi aşılacak. ‘Halkın Sesi’, dünyanın çeşitli noktalarından ‘doğru’ haberleri dünyanın her yerine ulaştıracağı gibi, dünyanın her yerinden insanları da dünyaya açacak, ruhsal araştırmalar ve ‘uyanma’ konularıyla ilgili müzik yapan müzisyenleri, yazarları, ressamları, film yapımcılarını,  sanatçıları ve şirket medyasının görmezden geldiği nice yeteneği, bütün dünyaya  tanıtacak. Bu, birçok gönüllünün sayesinde ve ayda bir kere,‘1 İngiliz Pound’u bağış karşılığında ayakta tutulmaya çalışılan çok büyük bir organizasyon ve iyi niyetini belli eden herkese açık.


Blog yöneticileri olarak bu potansiyeli sağlamayı gönlümüz çok istiyor,  ancak tabii ki bunun bir fizibilitesi var, dolayısıyla da öncelikli olan, bir yılını doldurmuş olan blogumuzun hangi aşamada olduğuna dair bir değerlendirilme yapılması. Bu değerlendirmeyi de, kısa bir süre sonra hep birlikte yapmayı arzu ediyoruz.  Onun için bizi izlemeye devam edin...


Çoğu kişinin David Icke’a sormak istediği kim bilir ne kadar çok soru vardır. Buna biz de dahiliz, ancak Web sitesini bütün dünyadan en az 3 milyon kişinin izlediği, dünya çapındaki bir gönüllü Radyo-TV Kanalı’nın organizasyonunun başında olan, sürekli olarak kitaplar yazan,  sitesine abone olanlar için her hafta websitesinden makaleler ve bültenler yayınlayan David Icke’ın 7/24 çalıştığını düşünecek olursak, insanlara teke tek ulaşmasının imkansız olduğunu görebiliriz.  Bilindiği kadarıyla David, fazlasıyla kalabalıkların içinde görünse de, yapı olarak hep kendi kabuğunda kalmayı tercih eden bir kişilik, dolayısıyla her fırsatta da; “Bilgi orada, ona ulaşmak ve öğrenmek mümkün, bu sadece bir seçim ve niyet meselesi.” diyor .


David Icke’ın sağladığı bütün bilgileri, elimizden geldiği kadar blogumuz aracılığı ile aktarmaya, blog okuyucusunu da  David Icke ile ilgili gelişmelere mümkün olduğu kadar yakın tutmaya çalışıyoruz. Bu bağlamda sizlere, David’in Türkçe’ye çevirmiş olduğumuz ‘İnsanoğlu artık Dizlerinin Üzerinden Kalk, Aslan Artık Uyumuyor’ adlı yaklaşık 700 sayfalık, inanılmaz bilgiler içeren kitabının basılma aşamasına girdiğini ve David Icke’a bir Türkiye sunumu sağlamak için de çalışmalar içerisinde bulunduğumuz haberlerini verebiliriz.


Bugün blogumuz birinci yaşına girerken, henüz gönlümüzün istediği koşulları yakalayamamış da olsak, bütün bu bilgileri bizimle paylaşırken öncelikle göstermiş olduğunuz sabır ve hoşgörü için hepinize ‘Sonsuz Sevgi’ lerimizi ve teşekkürlerimizi sunuyoruz.


‘davidicke-turkce.blogspot.com’ekibi

21 Kasım 2013 Perşembe

Gerçek'in Titreşimleri - XXVI



David Icke’ın 29 EYLÜL 2013’tarihli makalesi



DAHA GİDİLECEK ÇOK YOL VAR... AMA ARTIK AKINTI YÖN DEĞİŞTİRDİ...

     
Bütün biçimleriyle global komplo hakkında insanları uyarma konusunda çalışmalar yapanlar açısından, şu son birkaç hafta son derece umut verici geçti. Geçmişi düşünecek olursak, hatırladığım kadarıyla şimdiye kadar ilk kez, en azından şimdilik, devasa bir askeri taarruz veya bir savaş oyunu, kamuoyunun gücü ile beslenerek engellendi, yani ‘bilgi’ değiştirildi...


Herşey bilgi. Evren de bir bilgi. Evet, evren de şifrelenen ve deşifre edilen bilgiler ile etkileşime giren bir bilgi... İşte bu yüzden tiranlığın global şebekeleri ve kontrol sistemi, öncelikli  olarak bilgiyi ve algılamayı hedef alıyor. Bu , ‘Algı Yanılması’ veya ‘Algının kandırılması’ şeklinde açıklanabilir. Zaten yeni kitabımın adı olarak da özellikle bunu kulllandım. Dikkatinizi çekerim; şirket medyasını kendi egemenlikleri altında tutarken bunu, sırf kontrol altında tutmuş olmak için yapmıyorlar. Amaçları çok daha derinleri hedefliyor. Bu, insanların verecekleri tepkiyi manipüle edebilmeleri açısından çok önemli, çünkü aldatma programı ile, insanoğlunun zihinsel hücrelerini kendisinin inşa edeceği şekilde algılamasını sağlayacaklar. İnsan zihninin algılama özgürlüğünü kapalı kapıların arkasında, işte böyle tutuyorlar ve  sonsuza kadar da tutmayı planlıyorlar.

30 Ekim 2013 Çarşamba

David Icke bize evini gezdiriyor

David Icke, malvarlığı ve kazancı hakkında çıkan dedikodulara yanıt veriyor. Bize yaşadığı yeri anlatıyor; arabasını gösterip evini gezdirerek yaşam amacını anlatıyor.




22 Ekim 2013 Salı

Gerçek'in Titreşimleri - XXV

ORGANİK GIDA TÜKETMEK ve KOLON TEMİZLİĞİ
‘UYANMIŞ’ OLDUĞUNUZU GÖSTERMEZ
ama ‘Uyanmamış’ olduğunuz anlamına da gelmez

(David Icke’ın, Nisan 2012’de, bir konferans için gitmiş olduğu Havai’den yazmış olduğu makale)



Hawai bir cennet... Veya burası için, ‘dünyanın farklı yerlerinde yaşayanlara oranla' bir 'cennet’ demek daha doğru olur herhalde. Honolulu gibi ana merkezlerden uzaklaşıp ormanlara, muhteşem kırlara, masmavi deniz ve bembeyaz kumsala ulaştığınız  zaman ‘Avatar’ filmini izler gibi oluyorsunuz. Ancak, ne yazık ki bu cennette de sorunlar var. Çoğu kimse bu sorunlarla yüzleşip uğraşmak istemiyor, tabii bunu yapmadıkları sürece  sorunlar da bitmeyecektir. Bazıları ise cennetin elden gitmekte olduğunun fazlasıyla farkında ve yüzleşmeleri gereken gerçekleri inkar etmeyi tercih edenleri uyarmaya çalışıyorlar.


Psikolojik hapishanenin en büyük göstergesi ‘inkar’ etmektir. Kişiler, görerek ve bilerek, yüzleşmeleri gereken gerçeği şiddetle inkar ederek kurtulacaklarını sanırlar, oysa bu onları, onun da varlığını inkar ettikleri kontrol sisteminin güçsüz birer piyonu haline sokar.  İnkar, bütün inanç sistemini ve her çeşit insanı enfekte eden bir ‘donma’  titreşimi olup, ‘kendini kandırma’ şeklinde tezahür eden en büyük sahtekardır.

3 Ekim 2013 Perşembe

Gerçek'in Titreşimleri - XXIV


David Icke, ‘Zamanının Çok Ötesindeki Adam’...

‘Amazon Kitap’ta, David Icke’ın kitaplarının tanıtımı için kullanılmış olan ifade şöyle;

David Icke, dünyanın en aykırı yazarlarından olup, yaşamının yaklaşık çeyrek asırlık bölümünü,  evrenin sırlarına, ‘gerçek’e ve  dünyayı manipüle eden güçler ile ilgili gizeme açıklık getirmek için yaptığı çalışmalara harcamıştır. Bir zamanlar,  İngiltere çapında alaylara maruz kalmış, uzun süre ciddiye alınmamış ve ortaya koymuş olduğu gerçekler kabul görmemiş olan Icke’ın açıklamaları, bugün sürekli olarak teyit ediliyor ve artık o, ‘zamanının çok ötesinde olan bir kişi’ olarak tanımlanıyor.

David Icke ise şöyle diyor: 

“Çocuklar açlıktan ölüyor, bankalar, ‘kredi’ denilen,  aslında var olmayan bir parayı ödünç veriyor, dünyanın her yerinde, halka suni ekonomik krizlerle kemer sıkma politikası uygulanıyor. Eğer ‘akıl’lılık bu ise, ben ‘deli’ olarak algılanmaktan çok memnunum...


Ya sizin algılamanız nasıl? Sadece ağacın dalını mı görüyorsunuz, yoksa ormanı mı?


9 Eylül 2013 Pazartesi

Gerçek'in Titreşimleri - XXIII

Bugünlerde, hiç kimsenin hayatında, şimdi yaşamakta olduğumuz duruma ve neler yapılabileceğine odaklanmaktan daha önemli birşey olamaz. Kendi hayatlarımız, çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatları hep bu odaklanmaya dayalı. Benim yaşım 60’ı geçti, nasıl olsa bu zihinsel esir kampında onlarca yıl yaşayacak değilim, ama onlar için endişeleniyorum, dolayısıyla bu realitede geçirdiğim her dakika, onların bu kabusa yakalanmamaları için çalışmakla geçiyor. 


Bizi sadece, ‘zavallı aciz ben’ inancı ile besleyen Matriks programından kurtaracak olan kendi ‘benlik’ algılamamızı tamamen değiştirmemiz lazım. Matriks bizi, sadece bedenlerimiz, isimlerimiz ve işlerimiz olduğuna inandırmak istiyor. Matriks’e istediğini vermeyi bırakıp, ona hiç istemediği bir şeyi vermeye başlasak nasıl olur? Biz bedenlerimiz, isimlerimiz ve işlerimiz değiliz, onlar sadece bizim deneyimlemekte olduğumuz bir takım kavramlar. Bizler, sadece o deneyimleri yaşayan birer ‘Sonsuz Bilinç’ veya ‘Sonsuz Farkındalık’ız. Kimliğimizi ‘beden aklı’ndan ‘bilinç’e dönüştürürsek, bakış açımız ve farkındalığımız da ‘beden aklı’ndan ‘bilinç’e döner. Gözlemlediğimiz farkındalık noktasından algılayınca da, zihinsel olarak değil, bu dünyada sadece fiziksel olarak bulunuyor oluruz. Daha önceden görememiş olduklarımızı görürüz, hatta insanların zihinsel özgürlüğü için yapılabilecek şeylere de katkımız olur.

13 Ağustos 2013 Salı

Gerçek'in Titreşimleri - 22 - Sürüngen Beynimiz

R-Kompleks/Sürüngen Beynimiz...

Bütün insanların son derece önemli sürüngen genetikleri vardır, en önemlisi de bütün bilimadamlarının kullandıkları ismiyle ‘R-Kompleks’, yani ‘Sürüngen Beyin’dir. ‘Contact/Temas’ filminin esinlenilmiş olduğu kitabın yazarı olan Amerikalı kozmolog Carl Sagan, ‘Cennetin Ejderhaları’ adlı kitabında sürüngen genetiğinin insanlar üzerindeki etkisini anlatır. Ona göre insan doğasının sürüngen birimini, özellikle de törensel ve hiyerarşik davranışları görmezden gelmek çok yanlıştır, çünkü tam tersine bu örnek, insan doğasının tam olarak nasıl olduğunu anlamamıza yardımcı olur. (Carl Sagan, aslında bilimin nasıl politize edilmiş olduğu hakkındaki gerçekleri fazlasıyla biliyordu, özellikle de sürüngen genetiğinin insan davranışı üzerindeki etkisini tam olarak tespit etmişti). 


Araştırmacı Skip Largent ise bunu, ‘R-Kompleks’ başlıklı Internet makalesinde şöyle açıklamış:

30 Temmuz 2013 Salı

Gerçek’in Titreşimleri - XXI

Hapishanemizin gardiyanları kendimiziz...


Global komplo hakkında bütün okuduklarımızdan sonra, özgürlüğü yakalamak çok uzak bir olasılık gibi görünüyor olabilir, oysa aslında sadece bir düşünce ötemizde...

Özgürlüğümüz düşüncemiz, düşüncemiz de özgürlüğümüz. Özgürlük istiyorsak, bu sadece düşünce şeklimizi ve kendi hakkımızdaki düşüncelerimizi değiştirdiğimiz takdirde gerçekleşecektir. Kendi gerçek ve sonsuz potansiyelimizden sistematik olarak bizi kopartan kimdir? Kendimiz… Siz, ben, hepimiz.

18 Temmuz 2013 Perşembe

Gerçek’in Titreşimleri - XX

Sen, keskin ucu arayışında ilerlerken, arkandakiler çok ileri gittiğini düşünürler. Onlar keskin ucun çok gerilerinde kalmışken, sana ‘aşırı’ veya ‘deli’ derler. Oysa sonradan, bir kişinin deliliği, bir başkasının sağ duyusu olabilir.
David Icke


Söyleyeceğim şeylerin doğru olduğunu biliyorum, peki nasıl mı? Yirmi yıl önce, Orwell tarzı bir global devletin varlığı henüz belli bile değilken bildiğim gibi... Değil bilimsel bir akademide çalışmayı, herhangi bir okul sınavına bile girmeden gerçeğin illüzyonsu doğasını nasıl anlamışsam aynı şekilde bildim. ‘Onlar’, 1990’dan beri bana bilmecenin parçalarını veriyor, çeşitli yöntemlerle altını çizeceğim bilgileri aklıma koyuyor ve bunları birleştirmemi sağlıyorlar. Bunu canlı rüyalar görerek, önüme çıkardıkları insanlardan, önüme getirdikleri bilgilerden ve geçirdiğim kişisel deneyimlerden öğrendim. Hiçkimseyi bunların doğruluğuna ikna etmeye çalışmıyorum. İnsanlar neye inanıp inanmayacaklarına kendileri karar verecekler. Eminim her zamanki gibi çoğu reddedecek, belki de her zamankinden daha fazla alaylara maruz kalacağım, ama hiç önemli değil, artık hiç aldırmıyorum. Diğerleri, yani ‘uyanmış’ olanlar ise, güçlü önsezileri ile bunun doğru olduğunu zaten anlayacaklardır. Herkes neye inanacağı konusunda kendi ‘yargıç’ı olmalıdır. 

14 Temmuz 2013 Pazar

Halkın Sesi'nden son gelişmeler ve davetler



‘Halkın Sesi’ için dünyadan haberler vermek/sunmak mı istiyorsunuz? 

Evet ise, deneyimleriniz ve özgeçmişiniz ile report@thepeoplesvoice.tv ’ye yazın.

2 Temmuz 2013 Salı

David’i Anlatanlar (Activist Post)

2012 Ağustos,  'Activist Post’tan...
Yazan:  ‘Illuminati Watcher’

David’ Icke’ın ‘Ay Matriksi’ teorisi öyle bir noktada ki, insanlar onun deli olduğunu düşünüyorlar. Oysa Icke’ın teorilerindeki gelişmeleri izleyen ve bilenler, onun çok daha derinlerdeki anlayış seviyelerine ulaşmış olduğunu bilirler. Ve eğer onun, ‘şekil değiştiren sürüngen’ bilgilerini sindirebilmişseniz, ‘Ay Matriksi’ teorisini  de rahatlıkla anlayabilirsiniz.

‘Ay Matriksi’ teorisi, Icke’ın ‘görünürdeki gerçek’ hipotezine dayanıyor. Bu hipotezinde, dünyamızın olağanüstü üstün bir bilinç tarafından yaratıldığını ve amacının da bizim, özünden gelmiş olduğumuz ‘Tek bilinç’in ötesini de deneyimlememizi sağlamak olduğunu söylüyor. Ona göre bizler, bu fiziksel gerçekliği deneyimliyor, fiziksel bedenlerimiz öldüğü zaman da, belirli koşullar çerçevesinde  o  ‘Tek’ liğe geri dönüyoruz. Bu durumda bütün fizik kanunları da, birer yazılım programından ibaret oluyor.

24 Haziran 2013 Pazartesi

David'i Anlatanlar (Zen Gardner)

29/05/2013
Yazan: Zen Gardner
                   

'David Icke' Etkisi...

Alternatif veya ‘Gerçek Hareketi’nden bir kişi var ki, o da çok saygı duyduğum ve beni oldukça derinden etkilemiş olan David Icke’tır. Onun cesur, gözükara, hatta ‘Gerçek’ ve ‘Sevgi’ ile ilgili ana prensipleri açıklarkenki heyecanlı, bazen küstah, ama çok güç verici, daima iyimser sonuçlara taşıyan tutumu ile, kişisel uyanışımı o kadar etkiledi ve canlılık sağladı ki, bunu kelimelerle anlatmak çok zor. 

Yine de deneyeceğim. Bu aralar bu cesur, kocaman yürekli adama teşekkürlerimi ve minnettarlığımı bir kez daha sunmak istedim. 

Onun hikayesi de hepimizinki gibi. Alay edilmesi, geçirdiği değişim ve bilgilendirmek için verdiği mücadele. Birçok kişi belirsizlik içersinde kekelemelik aşamasındayken, onun oluşturduğu örnek birçoğumuzun yolunu açtı. Bu, ‘birisi diğerinden daha iyi’ anlamına gelmiyor, ama cesur birisi çıkıp da dudak büken muhaliflerin olduğu bir toplumda konuşulması imkansız bigileri vermeyi sürdürüyorsa, bu oldukça dikkate değer bir durumdur. 

21 Haziran 2013 Cuma

Halkın Sesi, Uluslararası TV-Radyo

21 Haziran 2013

Başardık!


Halkın Sesi, 200.000 Pound’u aştı! 30 Haziran’daki son hedefimize ulaşmak için 10 günümüz var. Bu miktar; birinci sınıf, 24 saat sansürsüz, yıldızlarının ise sadece ‘bilgi’lerin olacağı bir ‘Dünya/ Uluslararası TV-Radyo istasyonu için gerekli olan teknoloji ve uzman kadro için kullanılacaktır.

Hiçbir kar amacı gütmeyen ‘Halkın Sesi’, daha yayına bile girmeden bir fenomen oldu!

http://www.indiegogo.com/projects/the-people-s-voice

Halkın Sesi, Uluslararası TV-Radyo

David Icke’ın Websitesinden duyuru...
6 Haziran 2013

Vay be!

Hayatımın hiçbir döneminde, dünyadan bu kadar sel gibi güçlü bir destek gören bir olay görmemiştim. 30 günlük bir süre koymuşken, 100.000 Pound’luk hedef sayıya sadece 6 gün gibi bir sürede ulaştık! 

Bu demektir ki yayına giriyoruz! Ve eğer destek bu seviyede sürerse 30 günlük süre içersinde, ‘şirket medyası’ ile ‘en üst kalite iletişim teknolojisi’ düzeyinde rekabet edebiliriz. Bu sayede, anında HD resim kalitesinde canlı yayın gerçekleştirebilir, yeterli fonu sağlayabilirsek, aşağıdaki linkte belirtilen seviyede bir teknoloji ile hizmet verebiliriz. 


Bu destek sürerse içerik, program kalitesi ve hız sağlayacak prodüksiyon için gereken personeli de temin edebiliriz. Birkaç hafta önce şekillenmiş olan bir fikir bu kadar müthiş bir destek gördüyse, herhalde etkisi de müthiş olacaktır. 

Lütfen hiç unutmayın. Benim bu paranın tek kuruşu bile benim cebime girmeyecek. Ben de çalışanlardan birisi olacağım, ama hiç para almayacağım. ‘Halkın Sesi’ , hiçbir kar amacı gütmeyen bir girişim olup, her bir kuruşu, daha fazla izleyici, daha fazla bilgi ve daha fazla kalite içermesi için harcanacaktır. 

Kasım ayında yayına başlamak üzere ihtiyacımız olan minimum miktara ulaştık bile. Bu miktarı ne kadar yükseltirsek, ilk günden itibaren o kadar daha iyi ve etkin oluruz.

İngiltere ve A.B.D.’nden birinci sınıf sunucuların yer alacağı ekipte İngiltere’nin ünlü sunucularında Sonia Poulton ve Russell Brand, Amerika’dan Luke Rudkowski ve Avustralya’dan Max Igan yer alacaklar. Ayrıca müzik, belgesel ve ‘gerçek’in doğası konularında programlar gerçekleştirmek üzere daha birçok kişi ile görüşmeler yapılıyor.

Halkın Sesi-Yarı yol

Rüya devam ediyor. ‘Halk’a ciddi bir ses verebilmek için gerekli olan teknoloji ve personel ile seslenecek TV ve Radyo istasyonuna doğru hızla yol alıyoruz. 150.000 Pound’luk hedefimize ulaştık, şimdi de 20 Haziran’a kadar 200.000 pound’luk bir hedef koyduk.

Bu miktarın en güzel tarafı, ancak verebilecekleri kadarını veren bir sürü insanın olması. Her zamanki gibi, en fazla katkıda bulunanlar en aza sahip olan insanlar oldu. 

Birçok kişi şunu soruyor: “Peki biz ne yapabiliriz?”

Yapacakları şey şu: Ben ve Sean, bütün riski üzerimize aldık, kendini bu işe adamış olan bir ekiple birlikte bu rüyayı gerçekleştirmek için bekliyoruz. Parası bol olup bir fark yaratmak isteyenler için söylüyorum- yapacağınız tek şey bir katkıda bulunmak, zaten o zaman ‘ben ne yapabilirim?’ diye sormaya bile gerek kalmaz. 

Neden halkın, ‘halkın sesi olmayı reddeden şirket medyası’ ile aynı seviyede bir teknolojisi ve iletişim potantiyeli olmasın? Medya profesyonellerinden oluşan bir ekibimiz var ve şirket medyasının ödemelerinden çok daha düşük ücretler ile, şirketin karı için değil, aynı standart ve kalite ile, ellerine tutuşturulan hep aynı şarkıların metinlerini değil, sadece ‘gerçek’i aktarmak için çalışacaklar ve bu istasyonun yayına başlaması için de çok sabırsızlanıyorlar. 

Bunu yapmak için bir fona ihtiyaç var ve bu miktarın 300.000 Pound kadar olacağını tahmin ediyoruz.

Ben hiçbir ücret almadığım gibi almamaya da devam edeceğim, ama bu olayın istediğimiz kalitede gerçekleşmesi ve dünyadaki halkın farkındalığını sağlamak için sizin desteğinize ihtiyacımız var. ‘Özgürliğin Sesi’nin, ‘Bastırmanın Sesi’ ile rakabet edebilmesi için aynı teknolojiye sahip olması gerekiyor. 

Şimdiye kadar bizi bu miktara taşıyanlar, verebilecekleri kadarını vermiş olanlar. Peki bu miktarın tamamını verseler bile sarsılmayacak olanlar neredeler? 

Bu kişilere sesleniyorum: Ya katkıda bulunun, ya da sesinizi kesin!

Bu bir oyun değil. Burada çocuklarınızın ve torunlarınızın tehlikede olan geleceğinden söz ediyoruz.

A.B.D.’nden çok az katkı geldi, oysa hedefimize ulaşabilirsek, oraya da odaklanacaktık. Unutmayın, burası sadece İngiltere’deki olayları kapsayan Londra’da yerleşik bir istasyon olmayacak. Bütün kıtalardan bütün kıtalara yayın yapacak ve rengi, inancı, kültürü ve dini ne olursa olsun bütün dünyayı bir araya getirecek bir araç olacak.

Despotizmin dünyadan silinmesi için insanlar barış içinde, aynı amaç için bir araya gelmeliler. Bunu yapabilirsek, iskambilden yapılmış ev çöker ve az sayıdaki grup, çok sayıdaki grubu yönetemez hale gelir. 

20 Haziran’a kadar hedefimiz 200.000 Pound.

Eğer bu hedefe ulaşırsak birisi Londra, diğeri A.B.D.’de , iki yayın birimi kuracağız. Şimdilik hergün A.B.D. ve İngiltere’den, hedefe ulaşırsak Avustralya, Orta-Doğu, Afrika ve dünyanın dört köşesinden yayın yapacağız. Sıcak gelişmeleri sunacak bir muhabir ve kameraman sayesinde haberler, HD kalitesinde, stüdyodan anında verilebilecek. (Sky News ve diğer şirket medyası kanalları gibi).

Boston bombalanması veya Londra’daki Woolwich olayları gibi olayları düşünün. Bu ekipmanla ekibimizi hemen oralara gönderip gerçekte neler olduğunu öğreneceğiz. Olay yerinde görgü tanıkları ile yapılan görüşmeler, ‘şirket medyası’ sansüründen geçmeden sunulacak.

Ne kadar çok katkıda bulunursanız, o kadar daha büyük ve o kadar daha iyi yayınlar gerçekleşecektir. Bu, kar amaçlı bir girişim değildir, her kuruş istasyonun varlığının sürdürülmesi için kullanılacaktır.

30 Haziran’a kadar hedefimiz 300.000 Pound.
O zaman bu ‘Halkın Sesi’ değil, ‘Aslan’ın Kükremesi’ olacaktır. 

Haydi, bunu yapabiliriz ve bu fırsat karşımıza bir daha çıkmayabilir. Yakalamak için henüz fırsatımız varken bu fırsatı yakalayalım.
Çalışmayı biz yapacağız, riskleri biz alacağız, ama bunu, fark yaratacak ölçekte yapabilmemiz için sizin desteğinize ihtiyacımız olacak.

Sizce ‘Halk’ın bir ‘Ses’e ne kadar ihtiyacı var?



13 Haziran 2013 Perşembe

Gerçek'in Titreşimleri - XIX

(Bundan 3 yıl önce, David Icke’ın yazmış olduğu 28 Mart 2010 tarihli yazı)

‘Gerçek’in Titreşimleri, kontrol sistemine son verecek!

Belki  henüz öyle görünmüyor olabilir, ama sizi temin ederim,  kontrol sistemi çöküyor. Belki çılgınca gelebilir, ama gün geçtikçe bu kendini daha çok belli ediyor.

Tabii ben deliyim ya, çok şükür. Bu 'çok akıllı' dünyada akıllı olmayayım teşekkürler, ‘deli’ kalmayı tercih ediyorum.

Realite, dolayısıyla da kontrol sistemi, ‘çoklu seviyeli’ olarak çalışıyor, biz de ‘görünen ışık’ frekans menzilinde, sadece holografik alemi görüyoruz. Beden aklımız deşifre edemediği için de, akıl bilincimiz bunu reddediyor. Oysa realite ve varoluş, insanların algılama menzilinin sonunda bitmiyor.

4 Haziran 2013 Salı

David Icke’ın websitesinden Duyuru: Halkın Sesi




HALKIN SESİ
Şirket Medya’sının hiç dokunmadığı bilgi, olay ve görüşlerin yayınlanacağı özgür ‘Dünya Internet TV ve Radyo istasyonu’ Not: Lütfen unutmayın, 100.000 poundluk hedefimize ulaşamazsak, katılımlarınız tam olarak geri ödenecektir.

‘Halkın Sesi’ nedir?
Dünyadaki düzgün insanların, gözetleme tiranlığı ve baskısına karşı  ‘Ne yapabilirim?’ sorusu çok soruluyor. ‘İnsanlar seslerini duyurabilmeliler!’ dendiğini ne kadar çok duyuyoruz.
İşte, ‘Ne yapabilirim?’ sorusuna verilecek bu  cevap, insanların sesinin duyulabileceğini garanti edecek.
Yaklaşık çeyrek asırdır dünya çapında,  sırlar ve bastırılmış bilgileri aktarıyorum.  Yirmi yıl gazete, radyo istasyonları ve BBC televizyonunda çalıştım.  Alternatif medya konusunda da yeterince tecrübem var.
Şu bir gerçek ki; şirketlerin sahibi olduğu günlük medya, size asla gerçeği  de söylemez, dünyada gerçekten neler olduğu konusunda bilgileri de ifşa etmez.  Yani şirketler ve hükümetler, sahibi oldukları medya yoluyla kendilerini  ifşa edecekler öyle mi? Şaka mı ediyorsunuz?  
İşte nu nedenle şirket medyası, halkın ilgisi doğrultusunda hizmet vermez, sadece  efendisi olan şirketlere  ve hükümetlere hizmet eder.  Açıkçası, şirketler halkın sesini duyurmaz, dolayısıyla bunu kendimiz yapmalıyız. Bu bizim için iyi bir fırsat ve bu çöküş, ekonomik bir tiranlığa dönüşmeden, gözetleme baskısı da- insanlık adına geriye kalmış ne varsa- arkamızdan kapıyı kapatmadan önce davranmakta yarar var.
Yayına başlamamız için aylar içersinde en az 100.000 pound bulmamız lazım. Bu sayının üzerindeki herhangi bir rakam ise ‘Halkın Sesi’ni,  gittikçe daha büyük, daha iyi ve daha etkin hale getirecektir. Rüyalar gerçek olabilir ve bu rüya da bu ölçü oranında realiteye dönüşebilir.
Bu benim rüyam.  Bu suretle protestoların ötesine geçilebilir, medya  bypass yapılabilir. Şirket medyası, sansür nedeniyle araştırmayı reddeder. Oysa  dünya insanlarının, dünya olayları hakkında  gerçeklerin anlatıldığı özgür bir mikrofon ve kameraya, doğrudan erişimleri sağlanabilir.
‘Halkın Sesi’ Londra’dan yayınlanacak, ama bu bir ‘dünya’ istasyonu olacak. Bunda hepimiz biriz, bir araya gelmeli, birlikte konuşmalı, dünyadaki uyanış için birlikte çalışmalıyız.
Hergün, İngiltere, A.B.D., Avustralya/Yeni Zelanda, Afrika ve her yerdeki sunucularla gerçekleştireceğimiz kaliteli bir yayın programımız olacak.
Ne yayınlayacağız?
Şirket medyasının görmemezlikten vey a duymamazlıktan geldiği, özellikle de Orta ve Yakın Doğu’daki insanların vereceği doğru bilgiler ve deneyimlerinin sesini duyurmak istiyorum.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Pulitzer Ödüllü Alice Walker kalemiyle David Icke


19 Mayıs 2013 Pazar

Pulitzer ödüllü yazar Alice Walker, ‘Desert Island Discs’ programında David Icke’ı destekledi.


“Issız bir adada kalmak zorunda olsaydınız, yanınıza hangi kitabı alırdınız?” sorusuna Alice Walker, “David Icke’ın ‘İnsanoğlu Artık Dizlerinin Üzerinden Kalk’ adlı kitabını alırdım” diye cevap verdi.
Liam O’Brien




Pulitzer ödüllü yazar Alice Walker, BBC Radio 4’ün, ‘Desert Island Discs’ programında İngiliz yazar, komplo teorisyeni David Icke’ın çalışmalarını destekledi.

Isısz bir adada kalacak olursa yanında hangi kitabı götüreceği sorusuna, ‘Mor Renk’ adlı kitabın yazarı Walker, ‘Icke’ın ‘İnsanoğlu Artık Dizlerinin Üzerinden Kalk, Aslan Artık Uyumuyor’ adlı kitabının adını verdi.  750 sayfalık kitapta David Icke, insanların zihinlerinin ‘Ay’dan nasıl kontrol edildiğini anlatıyor. Icke’ın iddiasına göre ‘Ay’ aslında devasa bir uzay gemisi ve oradan insanlara ‘sahte bir realite yayını’ yapılıyormuş ve bu tip bir manipülasyon, Matrix film üçlemesinde tasvir edildiği şekilde çalışıyormuş. 

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Gerçek'in Titreşimleri - XVIII

Ruhumun gücü, kalbimin de inancı var...


YouTube’da Rod Stewart’ın ‘Kalbin inancı’ diye bir şarkısına rast geldim. Şarkının sözleri, bilinen nedenlerle, kimi pek de hoş olmayan bir sürü anıyı geri getirdi, ama onu tam zamanında duydum diyebilirim, çünkü yaklaşık çeyrek asırdır bir araya getirmeye çalıştığım ‘bilgi’nin ulaşmasında artık bir dönüm noktasına gelindi. Şarkıda şöyle diyor; “Oradan buraya çok uzun bir yol katettim. Çok da zaman aldı”...

1991’de yaşamış olduğum, beş duyu normlarına göre ‘kendi kendini yok etme’ sürecim başladığından beri uzun bir yol katettim. Realite duygumdaki muazzam değişim ve dönüşümle hangi gezegende olduğumu bile anlayamayacak kadar büyük bir bocalama içersindeyken, ülke çapında kitlesel alaylara maruz kaldığım günler çok geride kalmış gibi görünüyor.

İngiliz halkının büyük bir çoğunluğunun izlediği bir ‘prime time’ sohbet programına davet edildiğim zaman, insanlar zaten gazetelerde benim ‘akıl’ sağlığım ile ilgili haberleri çoktan okumuşlardı. 

Gazete sütunlarında, geçirmekte olduğum süreci bir ‘çöküntü’ olarak değerlendiriyorlardı, oysa aslında ben tam anlamıyla bir ‘dönüm noktası’ndan geçiyordum. Realite duygumdaki kırılma beni bu alemin ‘gerçek’i sınırlı olarak algıladığı illüzyondan kurtarıp, başkalarının göremediklerini görmemi sağlamıştı. 

Böyle birşey olduğu zaman ise alay edilmekten, kınanmaktan ve ‘farklı’ kelimesinin karşılığı ‘deli’ olarak nitelendirildiği için de, delilikten daha başka bir senaryo ile karşılanmazsınız. Aynı şey benden önce de birçok kişiye olmuş, ama aralarında benim kadar kesintisiz bir şekilde, acımasızca saldırıya uğrayan var mıdır bilemiyorum. Bu arada sakın yanlış anlaşılmasın, ‘Başkalarının göremediklerini görmeye başladım’ demekten amacım, kendime bir pay çıkarmak veya böbürlenmek değildir. Her zaman belirttiğim gibi, hepimiz aynı ‘Sonsuz Bilinç’iz, dolayısyla da aynı ‘özel’liğin farklı ifadeleri oluyoruz. 

Benim, ‘suların kırılması’ olarak nitelendirdiğim bu ‘uyanış’ herkese açık... Bu illüzyon ve aldatma dünyasındaki programlanmış ve hayatımız boyunca süren algılamadan kaçmak, sadece bir seçim meselesi. Bugün dünya çapında birçok insan aynı deneyimi yaşıyor, ben de kendi yaşamış olduğum bu çok uç deneyimden edindiğim tecrübe ile onlara cesaret vermek istiyorum. 

Emin olun ‘deli’ falan değilsiniz. Bilakis ‘bilinç’leniyorsunuz. 
‘Buna değdi mi?’ diye soracak olursanız, ‘her bir saniyesi ile değdi’ derim.

Şarkıda şöyle diyor; “Yolumu bulabilmek için uzun bir gece oldu, hep karanlıkta yol aldım”. Evet, aynen bu sözleri yaşadım sanki, ama o zamanlar içinde bulunduğum karanlık ve acı verici süreci, şimdi ulaşmış olduğum noktadan geriye bakınca çok daha iyi değerlendirebiliyorum. 

Geri dönüp bakmak, algılamanın başka bir ifadesi. O zamanlar hiçbir anlamı yokmuş gibi görünen ve tek bir deneyimi içeren o tek noktayı diğer noktalarla birleştiriyorsunuz. Hayat size ihtiyacınızın olduğunu sandığınız şeyi vermiyor. Benim olayımda ben realiteyi anlamak ve insan toplumunu yöneten güçleri anlamak istiyordum. O zaman, ‘gerçek’in gizlendiği algılama motiflerini kırıp bana içinde yaşadığım dünyanın doğasını gösterecek bir ‘karanlık’tan geçmem gerekiyordu. Yaşamış olduğum deneyimler karanlık mıydı, yoksa bir armağan mı? Bugünkü tecrübeme göre ikincisi, yani bir armağandı, ama o zaman da şimdi söylediklerimi söyleyemezdim. Yıllarca hayatımın hergünü bir kabus olmuş, midemin üzerinde hep kurşun gibi bir ağırlık hissetmiştim. 

Gittiğim her yerde benimle alay ediyorlardı, söylediğim herşey bir delinin sözleri olarak kabul ediliyordu. Çocuklarım bile okulda diğer çocukların alaylarına maruz kalıyor, sürekli olarak rahatsız ediliyorlardı. Ne yapmış olabilirdim? Bu hal daha nereye kadar sürecekti? Bana neler oluyordu? 

*Vampirler aramızda dolaşıyor
*Kraliçe, Blair ve Obama birer sürüngen
*Dünya, dünyadışı varlıklar tarafından yönetiliyor

Haydi David Icke, sen git bisikletine bin!

Şimdi bütün olanları anlıyorum ve deneyim ile farklı bir ilişkim var, ama tabii o zaman yoktu. Tıpkı şarkının sözlerinde söylenen şeyleri yaşıyordum. ‘Yolumu bulmaya çalıştığım uzun bir gece’...Ve şimdi aynı şeyleri yaşayan birçok kişinin, ne demek istediğimi çok iyi anladıklarını biliyorum.
Ama bakış açısı da çok önemli. Çok zorlu deneyimler yaşadım, ama çevreme bakınca, fiziksel ve zihinsel hastalığı olan yakınlarını kaşıkla besleyen, yıkayan, giydiren, tuvalete götürüp getiren, bütün o duygusal travmaları yaşayan kişilerin de çok büyük zorluklar yaşadıklarını görüyorum. Başka öyle büyük zorluklar da var ki...


Lütfen hayatınızın ne kadar zor olduğunu bir daha söyler misiniz?

Öğreniyoruz, ama aslında yaptığımız hatırlamak, yani hatırlıyoruz. Asıl önemli olan deneyim değil, içimizdeki deneyimi yargıladığımız veya algıladığımız bakış açısı. Ne demek istediğimi kendi başımdan geçenlerle açıklayayım: Buraya, tam olarak yapmakta olduğum işi yapmak için geldim. Hayatımdaki bağlantılı olayları gözlemlediğim zaman bu çok iyi anlaşılıyor. Bu olaylar, ana rahmini terkettiğim andan itibaren başladı ve şimdi bulunduğum yere getirdi. Hepsi, benim etkili olup olmayacağımın anlaşılması için hazırlanmıştı. Yavaş yavaş dünyanın doğasını kavramak üzere, insan benliğimin önünde oluşmuş olan ‘unutma’perdesini aralama mücadelesinin içine girdim. Hatırlamama yardımcı olacak deneyimler geçirmem gerekiyordu. Bu deneyimler çok çeşitliydi, ama sembolik olarak kulağıma hep fısıldıyorlar, hatta çoğunlukla bağırıyorlardı; “Hatırla! Kim olduğunu hatırla! Nerede olduğunu hatırla! Nereden geldiğini hatırla!” Herkesin deneyiminde aşağı yukarı aynı temalar yer alır, ama püf noktası bize ne anlatılmak istendiğini anlayıp, ‘zavallı, aciz ben, zaten herşey beni bulur’ sendromuna yakalanmamaktır. 

Bunca yıllık hayatımda rastladığım, tanıdığım sürekli olarak boomerang gibi gönderilip geri gelen, sadece kendi eylemlerinin sonuçları olan deneyimleri yaşamış birçok kişi var. Bu sonuçlar birer ceza değildir. Çok basit bir şekilde; “Hey ahbap, kendine bir bak, hayatın berbat, çünkü onu o hale getiren kendinsin!”derler. Hayatımızda sürekli olarak yer alan ve hiç hoşumuza gitmeyen şeylere baktığımız zaman, bunlardaki ortak paydanın kim olduğunu görmemiz lazım.

Öyle zamanlar olur ki, ‘herşeyi görebilme armağanı’ve ‘dönüşüm’ bizlere, hayatımızın mahvolduğunu düşündüğümüz bir formda verilir. Çoğu zaman gözlemlemiş olduğum üzere insanlar, bu benliğini yeniden bulma veya farkındalığına kavuşma fırsatını ellerinin tersiyle itip, içinde bulundukları kötü durumun suçlusu olarak, makinalı tüfeği tutan kendi elleri hariç, bütün yönleri ateşe tutarlar. 

O zaman ne olur? Hayat onlara daha da büyük bir ipucu verir, batağa gittikçe daha çok batmaya başlar; ‘bu ne kadar daha sürecek?’ diye sormaya başlarlar. Kişi, yaşamakta olduğu kötü deneyimin nedenini anladığı anda herşey değişir, hücrenin veya kobayın içinde durmadan koştuğu kafesin kapıları birdenbire açılır! İnsanlar bu kobay kafesine ‘hayat’ diyorlar. Oysa sürekli olarak döne döne aynı eylemler yer alıyor ve realite bu şekilde algılanıyor: Hep aynı şeyi yaparsanız, hep aynı şeyi elde edersiniz.

Hep hızlı, daha hızlı koşuyorum, ama hiçbirşey değişmiyor, bu nasıl oluyor? 

Benim göremediğim, sizin gördüğünüz birşey mi var?

‘Matriks’ filmindeki Merovenj karakterin söylediği gibi; ‘Sadece tek bir sabit evren var. Tek gerçek o. Nedensellik. Aksiyon, reaksiyon. Sebep, sonuç.’ Evet, aynen insanların bu realitede deneyimlenmekte oldukları gibi...

Oysa bazen armağanlar, bize kabusların ardında o kadar güzel bir şekilde saklanmış olarak sunuluyor ki. O anda kullanacağımızı bilmesek bile o işi yapacak gereçler veriliyor. Ben de şimdi yapmakta olduğumu şeyi yapıyor olacağımı bilerek doğmadım. Önce bir futbolcu, gazeteci, TV sunucusu ve Yeşiller Partisinde bir politikacı olacağımı sanmıştım, ama şimdi neden bu yapmakta olduğumu yaptığımı biliyorum. 

Yaşadığım bir dizi olayın, ‘uyanma’m için birer hazırlık olduğunu biliyorum. Yapmam gereken şeyi yapabilmem için duygusal açıdan çok güçlü olmam gerekiyordu ve bu nedenle de beni bu yola iten çok büyük zorluklar yaşadım. Onların hepsini çileli zorluklar olarak deneyimledim, ama sonra tamamı birer armağana dönüştü. 

Çok kolay bir hayatım olabilirdi, beni bütün zorluklardan ve hoş olmayan deneyimlerden koruyan, hep benim için birşeyler yapan birileri olmuş olsaydı ne olurdu? 1991’deki kitlesel alaylara ve istismara, hatta acımasız yaklaşımlara maruz kaldığım zaman perişan olur, herhalde sonunda ormana falan kaçardım. Bunun yerine durmadan acımasızca dalga geçildiğim, üniversitelerdeki konuşma turlarına başladım. Böylece hayat tecrübem beni daha güçlü hale getirdi. ‘Alay edilme turları’nın sonunda daha da güçlü, daha da mücadeleci bir hale gelmiştim. 

Bunlar kesinlikle hoş deneyimler değildi, ama kendim ve dünya hakkında daha fazla farkındalığa doğru büyük adımlar attıran armağanlar almıştım. Eğer deneyime bu açıdan bakılacak olursa, onu tek bir nokta olarak algılamak çok daha kolaylaşır. Hoş ya da değil, bütün deneyimler birer basamaktır, yolculuğun kendisi değil. Zaten aslında bu da bir ‘yolculuk’ değil, bir varlık ‘olmak’tır.

Sakın vazgeçeyim deme!

Kalbin inacı olarak inanç genellikle din ile özdeşleştirilir, ama bence inancın kötü kaderle de ilgisi yoktur, programlanmış olduğunuz birşeye olan inançla da...Kalbin inancı, kendinize olan inancınızdır. 

Peki ‘kendi’niz nedir? Öz benlik çok katmanlıdır ve eğer algılamamıza ve bakış açımıza özbenliğin en özü değil de, bu katmanlardan biri hakim olacak olursa, o zaman gözlemlemdiğimiz şey veya deneyimimiz hatalı, algılamamız da sınırlı olur.

‘Sonsuz Olan Herşey’e en güçlü bağlantımız kalp ile sağlanır. Kalp, bu realitede herşeyin merkezindedir. Zaten sistem de bu nedenle korku, nefret, savaş, hayal kırıklığı, alınma, gücenme gibi duygularla kalbin gücünü azaltmaya çalışıyor. Kalp bir kez kenara itilirse, algılama konusunda beyin rakipsiz kalır. Kalbin sağladığı diğer boyut bilgeliği olmadığı takdirde de algılamasının sistem tarafından programlanması pek kolay olur. Beş duyuya neyi algılaması söylenirse onu algılar, o zaman anlatma işini kim yapar, sistem mi kalp mi? 

A.B.D.’ndeki Kalp Matematiği Enstitüsü, kalbin gerçek doğası ve fonksiyonunu araştırma konusunda önde giden bir kurum. İnsanların ‘realite duygusu’ konusunda, kalp girdabı veya kalp çakrasının çok büyük bir öneminin olduğunu teyit ettiler. İnsan enerji alanındaki en güçlü elektromanyetik alan kalbe ait. Kalpten beyne giden sinirler, beyinden kalbe giden sinirlerden daha fazla. Bedendeki akılın odağı beyin değil, kalptir veya en azından öyle olmalı.

Kalp de bir çeşit beyin sayılır. Kafamızdaki beyinde olduğu gibi, kalbin de farklı tiplerde 40.000 nöronu ve nöron aktarıcısı varmış. Kalp beyni hem bağımsız olarak işlev görüyor, hem de kafadaki beyin ile iletişim kuruyor. Kalifornia’daki HeartMath LLC’nin başkanı olan Deborah Rozman şöyle yazmış;

“Psikolog olarak çalışırken, bir konuda tereddüt yaşayan hastalarıma ‘Kalbiniz bunun için ne söylüyor?’ derdim. Genellikle iki ayrı sandalye kullandığım bir tekniğim vardı. Hasta kalbiyle konuşurken birinde, beyni ile konuşurken de diğerinde oturturdum. Sanki iki ayrı kişi konuşuyor gibi olurdu. Kalpten konuşan, içten doğal duygularla konuşurdu. Beyin ise görüşler, korkular ve yapılması veya yapılmaması gereken şeylerden söz ederdi. Hastalar gerçeği bulana kadar birçok kez sandalye değiştirirler, genellikle de sonunda öz benliğin; kalbin daha önsezi ve aklıselim sunan sesi olduğunu anlarlardı. 

O zaman kalp toplumu ile insanların manipüle edilmiş oldukları beden aklı çeşitlilikleri arasındaki fark ortaya çıkıyor. HeartMath Enstitüsü, kalbin enerji alanı ile, beyin ve merkezi sinir sistemi arasında uyum ve elektromanyetik uyum olduğu zaman, kişinin, çok daha yüksek seviyedeki bir farkındalığa ulaştığını saptamış. Bu üçlü bağlantı için hayati önemi olan şey; enerji uyumu ve kalbin dengesi.

Benim şimdiye kadar olan yolculuğumun temeli bu, yani kalbin bilgelik ve biliş kaynağı olduğunun farkına vardım. Bize ne düşünmemizin söylenmesi önemli değil, nasıl hissettiğimiz önemlidir. Yani önsezi ne hissediyor, ne biliyor?

Önsezi kalpten gelir. Elimizi kalbimizin üzerine koyar ve “Kalbim öyle söylüyor, içimden öyle geliyor, biliyorum”deriz. İşte bu beden dili, önsezisel olarak ‘biliş’in kaynağıdır. Beyin düşünüp herşeyi halleder, ama kalp ‘bilir’, çünkü o, ‘bilen’ farkındalık seviyeleri ile bağlantılıdır.

Şarkıda dediği gibi; “Kalbimin götürdüğü yere gidiyorum...”

Size kalp ile beyin arasındaki algılayış farkı hakkında güzel bir örnek vereceğim. Politikacılar, medya ve halk arasında, Afganistan, Irak ve Libya’daki masumların bombalanmasının uluslarası yasaya veya Orta-Doğu ve Yakın-Doğu’daki insanların pilotsuz uçaklarla bombalanmalarının yasal olup olmadığına dair tartışmalar var.

Bu konuya çalışmak beyinin işi. Kişinin beyni, hiç tanımadığı veya hakkında hiçbirşey bilmediği diğer beyinlerin verdikleri, ‘bu koşullarda masumlar bombalanabilirler’ kararına güvence arıyor. Güvence vermişler mi? Birleşmiş Milletler'in 1987 tarihli ‘Masumları Acımasızca Bombalayın Anlaşması’nın 345689/97847/ 58968 no’lu belge, 896 no’lu madde, 47.alt madde, 20.paragrafı gereğince ne yazıyorsa vermiş oluyorlar... Oh, pekala o zaman, yasal olduğu sürece masumlar da bombalanabilirler... 

Oysa kalp yasa masa dinlemez. Bu sadece koyu renk takım elbise giymiş suçluların kendi suçlarını örtmek için kendi kendilerine lütfettikleri bir yasa. ‘Lehte oy kullananlar kazandı’ ifadesi, suçlu olmayanların karşı oy vermelerine karşın, daha fazla suçlunun, bazı suçları diğer suçlulardan daha yasal hale getirmek için oy vermeleri anlamına gelir. 

Bu, A.B.D.başkanının kendisine ve dostu olan kitle katliamcıları ve savaş suçlularına, bir kalem darbesiyle çalışan başkanlık emri ile yasal izin vermesidir. Beyin bu eylemi yasal görmekte, oysa kalp bu kendini kandırma eyleminden etkilenmemektedir. 

Kalp, kağıtlar, maddeler ve emirler görmez. Kalp, ölüler, sakatlanmış insanlar ve paramparça olmuş hayatları görür. Kalp, kağıt işlerini de onaylamaz, aldatmanın ne kadar titizlikle kelimelere dökülmüş olduğuna da bakmaz.

Kalbin temel kriteri; hak, adalet ve şefkattir.
(Duyduğuma göre, size bomba atmalarına engel olmak için bombaladığınız insanlar size bomba attıklarından, siz de onları bombalıyormuşsunuz. Sadece ‘şimdiye kadar nasıl gitti’ diye sormak istemiştim).

Bu deyiş, beynin nasıl düşündüğüne ve akıl işi olmayan eylemleri nasıl haklı çıkarmaya çalıştığına çok güzel bir örnek oluşturuyor. Kalp ise, birilerini bombalamanın ne kadar aptalca olduğunu net bir şekilde görüyor. Bizim kişisel ve kollektif deneyimizde de, her tepki her nedeni izledikçe, kalp bize gerçeği gösteriyor ve görmemiz için de bas bas bağırıyor. Bu kısır döngüyü sadece biz kırabiliriz- kalplerimizle...

Kendi hayat deneyimim, hayatla farklı bir ilişki kurmamı sağladı. Uzun yıllar bu gerçeği ‘evim/yuva’m olarak değil, işim olarak görmüştüm. Algılamanın en yüksek seviyesinde, bir görevi yerine getirmek için ‘yuva’dan geldim ve görevim bitince yine ‘evim’e/yuva’ma döneceğim. ‘Sonsuz’ olduğunuz zaman her yer yuva, ama ben burada odaklanmanın ana noktasını ve farkındalığı kastediyorum. Bu algılamayı değiştirir değiştirmez herşey değişti. Olağan insan duygusu bakımından artık bir ‘hayat’a ihtiyacım kalmamıştı. İş ve aile dışında, insanların ‘sosyal hayat’ dedikleri şeye hiç gereksinimim yoktu. 

Yalnız yaşıyorum ve yalnız yaşayacağım, çünkü çalışıyorum. İnsanlar bana ailemin dışında ne ile ilgilendiğimi soruyorlar, cevap; hiçbirşey... Bu ofiste çalışan adama, neden ofiste çalışmaktan başka birşey yapmadığını sormaya benziyor. Ama adam çalışıyor, nasıl başka birşey yapabilir ki? Belki çalışmanın dışında eğlenmek veya vakit geçirmek için ne yaptığını söyleyebilir, ama benim olayımda bu aşama ancak burayı terkettiğim zaman gerçekleşecek. O zaman gelene kadar benim çalışma alanım bu alem olacak. 

Hoşçakalın – ‘evime/yuvama’ dönüyorum.

Şarkıda dediği gibi; “Ruhumun gücü var ve hiç kimse beni eğip bükemeyecek.”

Ruhun bu gücü, bir kez daha tekrarlayalım, kalpten gelir. Kalp karşılıklara veya eylemlere karar verecekse kendisi için sonuçları düşünmez. Neyin doğru, haklı ve doğru olduğunu bilir ve yapar. Sonuçları düşünmek; doğru, haklı veya adil olanı yapamama olasılığını göz önüne almak olur. Kalp bunu hiç yapmaz, onun hiç sonuçları göz önüne almakla ilgisi yoktur. 

Benim göz önüne aldığım tek şey, birşeyin en iyi şekilde nasıl yapılacağıdır, birşeyi yapmak veya yapmamak değil. Tiranlığı ortaya çıkarmak için mücadele etmek gerekiyorsa edilir. Baskıya boyun eğmeyi reddeden, asla eğilip bükülemez. Tehditler ve aşağılamalar ne olursa olsun, sonunda baskı kırılır. 

Eğer hep bir ayağınızı diğerinin önüne koyup ilerler ve durdurulmayı reddederseniz mutlaka bir yerlere varırsınız, bu kadar basit. Korkar, alaylara maruz kalmaktan tırsar, sonuçları göz önüne almaya kalkarsanız sorunlar başlar ve gücünüz sisteme teslim olur. 

Tiranlık korkuya, aşağılamaya dayalıdır ve ikisine de boyun eğmezseniz sistemin gücü olmaz, çünkü onun gücü illüzyondur. Bu tıpkı çocukken, çocuk bahçesinde size kabadayılık eden çocuğun gözünün içine, gözünüzü hiç kırpmadan baktığınızda, onun ‘anneeee!’ diye eve kaçmasına benzer. Bunu yaparsanız ve tiranlığın arkasında duranlara dair gerçeği bilirseniz, o zaman size hesap vermesi gereken onlar olur, siz değil. 

Wembley’deki sunumumdan beri muazzam enerji değişiklikleri yaşıyorum. Öyle bir noktaya ulaştım ki, kalbimin inancı ile ‘herşeyi’ yapabilirim, ‘istediğim’ yıldıza ulaşabilirim. O kadar ki, o zaman o kadar uzak değil, şarkıdaki sözler gibi; “Sonunda benim de günüm gelecek”.

David Icke, Mart 2013


26 Nisan 2013 Cuma

Gerçek’in Titreşimleri - XVII





Bir ninnide yukarıda yükseklerde, gökkuşağının bir yerlerinde bir ülke bulunduğunu ,
Gökkuşağının bir yerlerinde, görmeye cesaret edebildiğin rüyaların da gerçek olduğunu duydum...                  

Somewhere over the rainbow” adlı şarkıdan...

 En azından bazı insanların, artık bu deli saçması titreşimsel tımarhane hücresinin illüzyonları ve kandırmacasının ötesinde yatmakta olan asıl realiteyi görebiliyor olmaları çok iyi. Bu dünya holografik bir illüzyon, ama ‘sonsuz realite’  bambaşka birşey. Yıllardan beri söylediğim ve yazdığım gibi hayatı, varoluşu ve varlığı kapsayan tek cümle şu:

Tek Gerçek Sonsuz Sevgi- Gerisi Hep İllüzyon...

Bundan on yıl kadar önce basılmış olan kitabımın adı buydu. Ve ne kadar güzel ki, şimdi de, benden başka birisi daha ‘sonsuz realite’nin, ‘Sonsuz Sevgi’ olduğunu teyit eden bir deneyim yaşamış, hem de bunu hatırlıyor ! Şimdiki realitemiz o ‘norm’un saptırılmış bir hali.

Hep kitaplarımda ve Wembley’deki sunumumda, bu saptırmanın nereden çıktığını,  realitemizin neden bu kadar dengesiz ve delice olduğunu, bu frekans menzilinin ötesindeki, ‘gökkuşağının ötesindeki cennet’ olarak ifade edilen alemi  anlattım.

Bu son örneğin, anlatmaya ve okunmaya değer oluşunun nedeni şu; bunu teyit eden kişinin, bütün hayatı boyunca  ‘hepsi bu dünyada, başkası yok’ inancında olup, sonsuz bilinç’ten kuşkulu, iyice betonlaşmış dogmatik bir zihine sahip Amerikalı bir beyin cerrahı oluşudur.  Birgün bu cerrahın beyni, yedi gün süreyle duruyor ve sonra geri geliyor. Ancak, geri gelen kişi, gitmiş olana hiç, ama hiç benzemiyor.





Dr. Eben Alexander, 15 yıl boyunca Harvard’da beyin cerrahı olarak görev yapmış, kendi ifadesiyle geleneksel bilimin çok hararetli bir savunucusu ve beden ölümünden sonra hayat olduğu düşüncesine de şiddetle karşı çıkan bir kişi imiş.

Ona göre, bilinci yaratan beyindir ve beyin görev yapamaz hale gelirse bilincin sürmesi mümkün değildir. Bu, bir kurgu olan bilimin, başından beri insanları gerçek sonsuz benliklerinden koparmak için tasarlamış olduğu bir saçmalık. Kitaplarım çok  kalın, konuşmalarım da çok uzun sürüyor, çünkü bu manipülasyonun dokusunu açığa çıkarmak için kurulacak o kadar çok bağlantı var ki...Örneğin, önce insanları zihinsel ve duygusal olarak köleleştirmiş olan ‘büyük  komplo’nun bilinmesi lazım. İnsanlar aldatılıyorlar ve cehaletleri yüzünden aslında kim olduklarını hatırlayamıyorlar. Komplonun da bütün amacı bu.

Kendi gerçek ve sonsuz doğasının farkında olan insanlar asla köle edilemezler, oysa kendisini sadece adı, işi, geçmişi, kültürü, ırkı veya gelir düzeyi ile tanımlayan insanların köle edilmesi ise çok kolaydır...

İkinci grup, realiteyi, beş duyuya dayalı, ‘görünen ışık’ denilen çok küçük bir frekans menzilinden deşifre ederken, sonsuz farkındalığına açılmış olanların çok daha gelişmiş vizyonları ve dünyanın yalan, aldatma ve sahte algılamalarını çok daha derinliğine görebilen önsezileri olur.    

Farkındalığın en baskılanmış hali, akademisyenlerin ve geleneksel ‘bilim’ adamlarının benimsemiş oldukları normlardır.  Eğitim sistemine girdikleri andan itibaren ellerine bir ‘realite şarkı notası’ verilir, üniversite sürüp, bilim veya tıpta akademisyenliğe geçerken de, vida gittikçe sıkılır da sıkılır.




"Öğrenmeme müdahale eden tek şey eğitimim... "Albert Einstein

Kişiler şarkının notasını sürdürürlerse, iyi işler, ünvanlar ve prestij ile ödüllendirilirler ve gerçek olan- olmayan, mümkün olan- olmayan, akıllıca- çılgınca herşeyin ‘ses’i olurlar.  Söyledikleri şeyler için kanıta-dayanağa gerek yoktur, çünkü kesin olan tek şey vardır, o da sistemin pek iyi bildiği,  pek sevip hep uyguladığı; ‘hiçbirşeyin sorgulanmaması’ gerekliliğidir.

Bu da insan nüfusuna,  “akademisyen/doktor/bilimadamı herşeyi en iyi bilir” şeklinde yayılır. Onlar neye inandıklarını söylemektedirler, ama o da aynen sistemin istediğidir. Zaten akademisyen/doktor/bilimadamları,  endoktrine edilmiş olan normların dışına çıktıkları takdirde işlerini, ünvanlarını, prestijlerini ve sistemin sağladığı yüklü gelirlerini kaybedeceklerini çok iyi bilirler.

Eben Alexander işin yüksek gelir kısmı ile motive olanlardan değilmiş, ama ona da gençliğinden itibaren şiirin, ‘bilim hep en iyisini bilir’ mısrası ezberletilmiş.  Gerçekten üzgünüm, ama bu pek doğru değil... Geleneksel bilimin tamamı bir insan olsaydı, bence ancak köyün aptalı olabilirdi.    

Bu tam, sistemin programlayıp da satmaya çalıştığı bir ‘realite ve hayatın doğası propogandası’. Birisi çıkıp da bu normlara kafa tutacak olursa veya ölüme yakın deneyim yaşamışsa veya ‘gerçek’i bilirse, derhal deli, sahtekar, şarlatan veya yalancı olarak damgalanır.   

Ama ne pahasına olursa olsun onların normlarını savunursanız,  kocaman eviniz ve  bütçeleriniz hep finanse edilir. 
         

"Sezgi aklı kutsal bir armağan, mantık aklı ise onun hizmetkarıdır. Öyle bir toplum yarattık ki, armağan unutuluyor ve hizmetkar onurlandırılıyor." Albert Einstein

Dr. Eben Alexander, ‘Cennetin Kanıtı’ adlı kitabında, ölüme yakın deneyimler yaşamış olan hastalarının, diğer realitelerdeki deneyimlerini önceleri nasıl görmezden gelmiş olduğunu şöyle anlatıyor: 


“Bence hepsi sadece birer rüyaydı. Bu insanların sık sık anlattıkları öbür dünya deneyimleri nasıl oluyordu? Bildiğimi iddia etmiyordum, ama bildiğim birşey varsa o da hepsi beyine dayalı birşeydi. Zaten bütün bilinç beyine dayalıdır. Beyniniz çalışmazsa bilinciniz de olmaz...  Çünkü bilinci  yaratan ve üreten makina beyindir. Makina bozulursa bilinç durur. Beyin işlemlerinin asıl mekaniği gizemli ve çok karmaşıktır, bütün mesele bu. Fişi çekersiniz TV ölür. Ne kadar eğleniyor olursanız olun, gösteri biter...”

            Gelgelelim Dr. Eben’in beyni durduğu halde gösteri devam etmiş!

Benim uzun zamandır anlatmaya çalıştığım ve savunduğum görüşüm ve iddiam şudur; beyin bir biyolojik bilgisayardır, ama bilinci yaratmaz ... Beynin rolü yaratmak değil, bilincin taşıdığı bilgiyi veya veriyi deşifre etmektir. Bu yüzden beyin ne kadar çok bilinç işlemi yaparsa, farkındalık bir o kadar artar ve deneyimlenmiş realite olarak dışavurur.

Beyinin en yaratıcı fonksiyonu, işlemlediği veriyi veya bilgiyi deşifre etmeyi  seçmektir. Neyi seçip deşifre ederse kişinin deneyimlediği realite o olur.

Aslında global komplonun tamamı, beyni, son derece kısıtlı bir realiteyi deşifre etmeye dayalıdır. Böylece insanların farkındalığı sınırlanmaktadır. Kapalı zihinleri kitleler halinde kontrol altında tutmak kolaydır, çünkü beyindeki bilginin çoğunu bloke edebilirler, ama gelişmiş bilince açık zihinler ise  tamamen farklıdır. 




Bu resim, sistemin empoze etmek için çok uğraştığı aklı sembolize ediyor. Birinde bilinç; bir izleyici. Burada realiteye, algılamaya, dolayısıyla da eylem ve davranışa, beynin yaptığı bilgisayar işlemi karar veriyor.  Bu tıpkı İnternet’e girdiğinizde, nereye gideceğinize, klavyeyi kullanan sizin değil,  bilgisayarın karar vermesine benziyor.

Bu, herşeyi bilen, hiç sorgulamayan ‘akademisyen, doktor, bilimadamı aklı’dır, ama aslında sisteme aittir. O olmadan sistem var olamaz.  Bu, Einstein’ın ‘rasyonel akıl/mantık’ dediği algılama halidir, ama aslında doğru olan kelime rasyonel değil! Doğru kelime ‘irrasyonel/mantıksız, yani akıl dışı’ olmalı-burada mantık, akla bahşedilmiş oluyor. Akıl, kendi bildiği uzlaşmaz sonuca ulaşmadan önce, elindeki bütün bulguları değerlendirmeyi  reddediyor. 



Ama bu resim uyanmakta olan zihni sembolize ediyor. Algılama imkanını; ‘Sonsuz İmkan’, ‘Sonsuz Olasılık’ veya ‘Mümkün Olan Herşey’e genişletiyor ve ‘Sonsuz Realite’nin, sevgisi ve bilgisi yoluyla ‘Hep Bil’meye taşıyor. Orada herşey birbirine bağlı, herşey ‘Tek’ ve hiçbir  ayırım veya bölünme illüzyonu yok. Einstein buna; ‘sezgisel akıl’ diyor. Bense ‘bilen’ akıl, ‘bilen’ zihin demeyi tercih ediyorum, ama yine de farkındalık hali, akıl hali değil. Bu, akılın çok ötesindeki bir ‘bilinç’...

İnsanların lisanında bu çeşit akıl;  ‘başına buyruk’, ‘mistik’, düşünenden de öte, ‘bilen’veya ‘bilge’ olarak  değerlendiriliyor. Ne yazık ki bu tür insanlar, tarih boyunca hep dışlanmış, alay edilmiş, lanetlenmiş, hapsedilmiş, hatta öldürülmüşler.

Kapalı zihin, açık zihinden korkar, çünkü anlayamadığı veya işlemleyemediği herşeyden korkar. Gölgelerde saklananlar ; cahilleri, bilinçli olanlara karşı manipüle ederler, çünkü bu ‘kabal’, uyanmakta olan insanların gizli potansiyelinin sonuçlarının ne olacağını çok iyi bilir. İşte bu yüzden cehalet her fırsatta bilinçli olanı bastırmak veya çökertmek için yollar ararlar. 



               Şimdiye  kadar hep böyle oldu- ama bu sefer değil. Oh, yoo, BU SEFER DEĞİL....

Eben Alexander’ın deneyimine geçmeden önce, yıllardır  realite hakkında,  kitaplarımda ve geçen yıl Wembley’deki sunumumda anlattıklarımı özetlemekte yarar var.

*Herşey aynı ‘Sonsuz Farkındalık’, aynı ‘Sonsuz Bilinç okyanusu’ ve bütün ayrılmalar, bölünmeler birer illüzyon. ‘Kişi’ dediğimiz ise, ‘Sonsuz Farkındalık’ veya ‘Sonsuz Bilinç’ içersinde sadece geçici birer odaklanma,  yani okyanustaki, birer damla.

*Bu bilinç okyanusu ‘Mümkün Olan Herşey’, yani heryerde ve hiçbiryerde ‘Sonsuz Olan’.

*’Sonsuz Olan’ın ana hali, sonsuz dinginlik ve huzur. Bazıları buna ‘hiçlik’ veya ‘boşluk’ diyorlar. Burada cevap da, bilen de, bilinen de, rüya gören de, rüyanın kendisi de hepsi aynı...

 *Hepimiz geçici odaklanmalarız. (Ben Charlie Jones, ben Mary Smith)
*Odaklanmamız seçimimize bağlı, seçtiğimiz büyüklükte de olabilir, sonsuzlukta da. Kendimizi Charlie Jones veya Mary Smith olarak da,  adı Charlie Jones veya Mary Smith olan geçici bir deneyim yaşamakta olan Sonsuz Farkındalık/Sonsuz bilinç olarak da  algılayabiliriz.



*Beden bilgisayarı biyolojik bir bilgisayar sistemi.  Bu sistem dikkati, geleneksel bilimde ‘görülebilen ışık’ şeklinde ifade edilen çok küçük bir frekans menziline odaklıyor. Bu menzil o kadar küçük ki, ‘Sonsuz Var Oluş’a oranla körlük gibi birşey.



*DNA çok daha engin bir realite ile etkileşim içersinde olan bilgi veya ‘veri alıcı- vericisi’dir.( Ben buna ‘kozmik internet’ diyorum.) Ve  DNA’nın ayarlı olduğu frekans dalgası da, ‘bilinç’li zihin olarak deşifre olup, deneyimlenmekte olan realiteye hükmeder.

*’Zaman’ ve ‘uzay/yer’, bizim realitemiz olarak deşifre olmuş olan illüzyonlardır. O minik frekans menzilinin ötedesinde zaman/uzay/yer yoktur.

*Dünyanın, bundan çok daha farklı, çok daha az yoğunlukta enerjisi olan, titreşen, canlı renkleri, beklentisiz-şartsız- koşulsuz sevgisi ve sınırsızlığı ile ancak rüya diyebileceğimiz başka frekans seviyeleri de vardır.


*  Wembley’deki sunumumda ‘archon’lar veya ‘cinler’ diye bahsettiğim güçler, (‘Reptilians’a bkn.) dünyanın realite seviyesini gaspedip, şimdiki haline saptırarak sahte bir alt realite yaratmışlar.  Aslında bu, birşeyin çok kötü bir kopyasını yapmak gibi birşey. Bu gaspetme;  ‘deneyimlenmekte olan realite’ olarak deşifre etmemiz için bize yoğun bir şekilde empoze ediliyor.

*Yani deneyimlemekte olduğumuz gaspedilmiş bir realite var ve bu da insanların ‘cehennem’ dedikleri enerji kaynağından yansıtılıyor. Yani şimdi bizim bu realitemiz,  ‘cehennem’in holografik bir projeksiyonu. Kısaca biz cehenneme gitmiyoruz,  zaten cehennemdeyiz! 



Cehenneme hoşgeldiniz, Nüfus: 666


Agnostikler, yani ‘bilinirci’ler, mistik veya şaman kişiler olup, hep baskılanmış, hatta zamanında en büyük güç olan Roma kilisesinin emirleriyle katledilmişler. Onlar, Mısır’daki Büyük İskender Kütüphanesinde bulunan yarım milyon yazılı parşömenden esinlenmiş kişiler. Vatikan’ın arşivlerinde olduğu kesin olan bu belgeler, ya yok edilmiş ya da kilise tarafından çalınmış.

Agnostikler, 1244’te Güney Fransa’daki Montsegur kuşatmasındandan sonra kitleler halinde katledilmiş olan Katar’larmış. Anlaşılan Agnostikler, Roma kilisesinin varlığını tehdit eden birşeyi, yani benim burada anlatmakta ve Wembley sunumumda bahsetmiş olduğum bilgileri biliyorlarmış.

1945’te, Mısır’da Nag Hammadi’de yaşayan bir köylü tarafından, çok sayıda  agnostik metin keşfedilmiş. Bunlar deri ile bağlanıp kapalı bir kaba saklanmış. Tarih M.S. 350-400 yıllarından kalma gibi görünüyor, ama orijinal metinlerin M.S.100’e dayandığı düşünülüyor. 




Bu, İskenderiye’deki Büyük Kütüphaninin yangınından önceymiş, ama o zaman bile metinlerin temsil ettiği bilgiler milattan çok öncelere, hatta bizim zamanı algılayışımıza göre, tarih öncesine  dayanıyormuş. Metinler, Pagan agnostiklerin çalışmalarıymış, sonradan ortaya çıkan Hristiyan agnostiklerin değil. Agnostiklerin bildiği ve inandığı bilgiler, 13 el yazması kitap ile 50 adet metin olarak derlenmiş.

1945’te Mısır’da bulunmuş olan bu metinlerin tercümelerini okuduğum zaman, büyük çapta,  benim araştırarak edinmiş olduğum bilgilerde olduğu gibi, insanları yöneten ve manipüle eden gizli gücün varlığından söz etmekte olduklarını gördüm.

Nag Hammadi’de bulunmuş olan metinlerin beşte birinde, ‘archon’ denilen insan olmayan  manipülatörlerden söz ediliyor. Bunlar insan zihnine nüfuz edip, insanların ‘gerçek’i  algılamalarını yönetiyorlar. Bu metinlerde sürüngen varlıklar var, bunlara bugün ‘Archon’ları temsilen ‘Greys’(Gri’ler) deniliyor. ‘Gri’ler, henüz oluşmamış bir bebek veya fetusunki gibi grimsi derisi ve sabit siyah gözleri olan varlıklar şeklinde tarif ediliyorlar. Bu arada bu bilgilerin, 2000 yıl önce yazılmış olduğunu da hatırlatalım.

Nag Hammadi metinlerinde John II. ‘archon’lar hakkında şöyle diyor: İnsan düşüncesinin, kendilerininkinden daha üstün olduğunu gördükleri için insanların psikolojik ve algılayış fonksiyonlarına egemen olma yolları aradılar. Onların memnuniyeti acımsı, güzellikten yoksun, zaferleri ise kötü yola götüren aldatmaya dayalı, çünkü kendi yapılarında hiçbir ilahi yön yok.
           
Archon’lar/Sürüngenler/Gri’ler; benim ‘yaratıcılık’ diye adlandıracağım özellikten yoksunlar. Doğrudan hiçbirşey yaratamıyor, ama yaratılmış olanı evirip çevirip bozuyorlar. Agnostikler onları, ‘görünürdeki gerçek’lik duygusu yaratıp insanları manipüle ederek aldatma konusunda çok ‘usta’olarak tanımlıyorlar. Dünyayı ‘hack’leyerek, gaspederek, gerçek dünyanın defolu bir holografik kopyasını yapmışlar. Onların dünyası, ‘cehennem’ tanımına tam uyuyor, oradan yansıttıkları da çoğu kişi için dünyanın cehennemsi şimdiki hali...

Wembley’deki sunumumda, robota benzeyen ‘archon’ların, insan toplumuna dönüştürülmüş olan karanlık, iç karartıcı, makinaya benzer dünyalarını sembolize etmek için bu iki resmi kullandım.  





Karanlık, kasvetli, mekanik olduğu gibi, hiçbir ilham veya yaratıcılık duygusu taşımıyor ve büyük çapta ölüm ve çürümüşlük kokuyor.

Dr.Eban Alexander’ın 2008’de yaşamış olduğu deneyime gelince. Birgün bu doktor, birdenbire e-koli menenjite yakalanıyor ve beyni tahrip oluyor. Derhal acile alınıyor, ama beyninin ve omurilik sıvısının tamamen iltihaplanmış olduğu görülüyor. Yaşama şansı ise neredeyse hiç yok. Mucizevi bir şekilde yaşasa bile hayatının sonuna kadar bitkisel hayatta kalacak. Sonuç olarak onun için herşey bitmiş görünüyor.


Ailesi, yedi gün boyunca, hiçbir hayat veya bilinç belirtisi göstermeyen Dr.Eben’in başında beklerken o, bir zamanlar hiç dikkate almamış olduğu ‘realite’nin alemlerine inanılmaz bir yolculuk yapıyor.

 O ve birçok başka akademisyen, doktor veya bilimadamı, buna benzer milyonlarca ölüme yakın deneyim hakkında, ‘beyinin nörolojik koşullara bir tepkisi’ şeklinde baştan savma açıklamalar yapmışlar. Ama bu açıklamalar, Eben Alexander’ın deneyimine hiç uymamış! Çünkü, bu tür fantazilerin kaynaklandığı söylenen beyinin o bölümü, yedi gün boyunca tamamen kapalıymış, yani şalter inmiş, hiç çalışmıyor, dolayısıyla da hiçbir rüya/fantazi üretmiyormuş. Doktor Eben’in beyninin sadece en ilkel kısmı çalışır durumda olup, onun tamamen ölmesi için gereken çizgiyi geçmesine sadece bu engel oluyormuş.

Eben’in bilinci, artık çalışmayan beyinden kopup, perilere, meleklere karışmış. Bedenin dışındayken ilk  deneyimlediği realite pek de iç açıcı değilmiş. ‘Cennetin Kanıtı’ adlı kitabının bu bölümünde şöyle anlatıyor: “Burası sanki ‘görünür bir karanlık’ gibiydi. Sanki çamurun içine batmış gibiydim, ama sanki camın içinden bakıyormuş gibi görebiliyordum.”

Dr. Eben’in burada bir farkındalığı var, ama kendini tanımlama bilinci yok. Buna ‘Solucan gözüyle görünen alem’ demiş. Sonra uzaktan, ama güçlü bir şekilde ritmik bir tıkırtı, biraz kalp çarpmasına benzeyen, ama daha karanlık ve mekanik-sanki bir metali başka bir metale vurma sesi veya dev bir örse vuruluyormuş gibi sesler duymuş...O kadar güçlü vuruşlar ki, dünyayı veya çamuru veya nerede ise orayı titretiyor gibi... 



Bence burada Dr.Eben, ‘archon’ların alemine girmiş. Yani gaspedilmiş olan dünyanın kötü kopyası bize işte buradan yansıtılıyor.  Eğer insanlar, çok düşük enerji seviyesi ile ölmüşlerse buradan kurtulamıyorlar.  Sonra da, ya orada kalıyor, ya da şimdi bizim deneyimlemekte olduğumuz dünyanın bu kötü kopyasına yeniden enkarne oluyorlar. Sözünü ettiğim bu yolculuğu, yaşadığımız bu dünyada,  ‘ruhunu şeytana satmış’ diye ifade ettiğimiz, yani insanlığı manipüle eden archon-sürüngen soy ve onlarla bağlıntılı kukla kişiler yapıyorlar...   


Ölüme yakın deneyim yaşamış olan kişilerin ortak teması, ucunda bir ışık olan bir tünelden geçip çok önceden ölmüş olan yakınları veya başka varlıklarla karşılaşmaları, sonra da sonsuz bir sevgi, huzur, sevinç ve neşe realitesi deneyimlemeleri. Bence bu tünel bilincin, ‘archon’ların düşük frekans menzilinden korunarak  çıkışını sağlayan, yani kurtuluşa iten veya çeken bir çeşit girdap noktası.



Dr.Eben ise bu tünel deneyimini yaşamamış. Bunun yerine, kendisini bilinçten kopuk ‘yaşayan bir ölü’ olarak tarif etmiş. İlk bulunduğu yerde iyi olduğunu sanmış, az önce terketmiş olduğu dünya da dahil, hiçbirşeyi hatırlamadığını da sadece çok kısıtlı bir farkındalık içersindeyken algılamış.

Buradayken bir insan değildim. Hayvan da değildim. Sanki önceden vardım ve aşağıda birşeydim, o kadar.  Sadece kızıl kahverengi ebedi bir denizdeki yalnız bir farkındalık noktasıydım...” diye anlatıyor.

Kopukluk azalmaya başlayınca, farkındalığa doğru bir dönüş oluşmuş. Derken ortam bu sefer biraz ürkütücü olmaya başlamış. Doktor Eben, burada yanından geçen, kendisine kaygan ve dikenli derileri ile sürtünen sürüngen veya solucan gibi yaratıkları tarif ediyor.

Karanlığın içinden çirkin ve ürkütücü suratlar çıkıyormuş. Sanki yeraltında çalışan bir cüce ordusunun demirle örse vurması gibi sesler halindeki ritim gittikçe artıyormuş. Sonra bir koku almış, biraz dışkı-biraz kan-biraz kusmuk gibi. Dr.Eben kitabında bunu, “Biyolojik bir koku, başka bir deyişle biyolojik ölüm kokusu, biyolojik yaşam kokusu değil...”diye anlatıyor.

Bu, archon-sürüngenlerin, bizim dünyamızda da, elit soyun ajanlarının alemi. Ölüm, kan dökme, çürüme ve acı verme obsesyonu içersindeler. Bunların hepsi, bu archon-sürüngenlerin beslendiği düşük frekanslı enerji ile ürüyor. Dr.Eben’in tarif ettiği alem bu.

Bu varlıklar, mezarlıklara ve ölülerin bulunduğu yerlere dadanıyorlar. Frekans açısından bizim realitemize yakınlar ve bazen etkileşim olabiliyor, bu yüzden bazı insanlar ‘hayalet gördüm!’ veya ‘gölge gibi birşey gördüm!’diyorlar. Hayaletlerle ilgili temaların tek açıklaması bu değil kuşkusuz, ama onlardan birisi.


Satanik ritüellerde bu alemdeki varlıklarla bağlantı kuruluyor. Çok güçlü ritüeller bu varlıkları, özel enerji alanlarının kullanılması yoluyla bizim realitemize getirebiliyor. Tanrılara insan kurban etme ayinleri, Dr.Eben’in ‘Solucan gözüyle görünen alem’ olarak tanımladığı alemi, ölüm ve terör enejisi ile besliyor.

İnsanlar korku, terör ve ölüm enerjisi üretmek için ne kadar çok manipüle edilirlerse, bu alem daha iyi besleniyor  ve insanlara bir o kadar daha düşük frekanslı enerjiler ürettiriyor.  

Dr.Eben kitabında, ritmik bir şekilde tekrarlanan donuk, iç karartıcı, kükrer gibi ürkütücü, ama aşina gelen sesler duyduğunu anlatıyor. Tıpkı insan satanistlerin,  ‘archon’ realitesinden yansıyan ritüelleri gibi.

Önemli bir nokta daha var; kendilerine ‘medyum’ diyen bazı kişiler, bu ‘archon’alemine geçip, manipülatif ve doğru olmayan zırvalara kanal oluyorlar. Gerçek medyum veya kanal kişiler ise farkındalıklarını iyice geliştirmiş olup, bu ‘archon’ tipi tımarhanenin çok ötesindeki,  çok daha yüksek frekanslara bağlanabiliyorlar.




Kimse korkusuna yenik düşmesin, bu ‘cehennem’, ‘Sonsuz’ olanın geriye kalan kısmında, ancak  filin üzerindeki bir sinek gibi kalır. Bütün güçlerin en güçlüsü;  nefret değil, acı çekmek değil, ‘cehennem’ bile değil, ama ‘Sonsuz Sevgi’nin gücü... Tek Gerçek ‘Sonsuz Sevgi’, gerisi hep illüzyon. Evet, buna özellikle ‘karanlık taraf’olarak algıladığımız kavram da dahil.

Onların gücü mü? Şaka mı ediyorsunuz? Onların gücü, sadece bizim onların gücü olarak algıladığımız kadar var. Eğer onları  bizde olmayan güce sahip olarak algılarsak, çok güçlü olurlar. Oysa insanoğlu olağanüstü bir güce sahip...

Şimdi ayrıntılara girerek Dr.Eben Alexander’ın kitabını okuyacak olanların zevkini kaçırmayalım, ama özet olarak şunu diyebiliriz ki; girmiş olduğu cehenneme benzeyen alemden, güzel bir kız formundaki ışık ve sonsuz sevgi tarafından kurtarılıyor ve kız onu,  sonsuz sevgi, huzur, mutluluk ve ‘Tek’ olunan sonsuzluğa geçiriyor. “Gördüğüm en güzel dünyaydı” diye yazmış kitabında. “Kendimi doğuyor gibi hissediyordum, ama bu, yeniden doğmak gibi değildi, sadece doğuyordum.”

Dr.Eben realitesine hakim olma gücünü hatırlayınca, ‘archon’ alemine yeniden girip, isteyerek çıkmış ve artık orada görmüş ve deneyimlemiş olduklarından korkmuyor. Gerçek, yüksek benliğinin gücüne kavuşmuş.

‘Fizik’biliminin saçmalık olduğunu farketmiş. Bedenini terkettikten sonra zamanın olmadığını, bilincinden sorduğu soruya derhal bir cevap geldiğini görmüş. Onun ne demek istediğini çok iyi anlıyorum- ben de buna benzer bir deneyim yaşadım. ‘Zaman’ diye birşey yoktu. Ne zamandır söylüyorum, zaman, manipüle edilen kötü kopya bir realitede deşifre edilen bir kurgu...

Bu da başka bir ölüme yakın deneyim geçirmiş bir kişinin anlattıkları:

..en başından beri herşey, doğumum, atalarım, çocuklarım, karım, herşey aynı anda bir araya gelmişti. Kendim ve yakınlarım hakkındaki herşey çevremdeydi. Şimdi düşündüklerini de, önceden düşündüklerini de, şu anda olanları da hepsini görüyordum. Zaman yok, olaylar zinciri yok, sınırlama, mesafe, süre, yer yok. Aynı anda istediğim yerde olabiliyordum.

Sanıyorum, aşağıdaki şu resim, Dr.Eben Alexander’ın deneyimini yansıtabilir.


Wembley’deki sunumumda, yıllardır yazdığım kitaplarımın konusunu sembolize etmek için bu resmi kullandım.
Realitelerin en gerçeği; durgun, dingin ve sessiz,   ‘Var Olan Herşey’. Eben Alexander, ‘Öz’ veya ‘büyüleyici bir karanlık’ dediği  deneyimi şöyle tanımlıyor: “En saf sevginin doğduğu, herşeyin ‘bil’indiği alem”.

Onun ne demek istediğini çok iyi anlıyorum, ben de orada bulundum...

 Ona rehberlik ederek ‘archon’ aleminden çıkaran kız bir ‘ışık’ şeklinde görünmüş ve ‘şartsız- koşulsuz sevgi’ olan gerçek realite hakkındaki iletişim sözlerle değil, düşünce yoluyla olmuş. Eben Alexander’a şunlar söylenmiş:

-Seviliyorsun, değer veriliyorsun, ‘bağır’a  basılıyorsun.
-Korkacağın hiçbirşey yok.
-Yanlış yapacağın hiçbirşey yok.

Kuşkusuz,  ‘Sevgi’ herşeyin temeli.” diye yazmış  Dr.Eben. “Dünyada bile, kötülükten daha çok sevgi var, ama dünyada, varoluşun yüksek seviyelerinde asla mümkün olmayacak bir şey olan, kötülüğün güç kazanmasına izin veriliyor, göz yumuluyor. Yaratıcının, kötülüğün bazen üstün gelmesine izin vermesi, bizler gibi varlıklara tanınan özgür irade lütfunun gerekli bir sonucu oluyor. Evrenin her tarafına küçük çaplı kötülükler saçılmış, ama bu; iyilik, bereket, umut ve koşulsuz sevgi ile dolu olan evrenin tamamı ile kıyaslandığında,  tıpkı alabildiğine uzanan bir kumsaldaki bir kum taneciğine benzer.


Diğer boyutun ana dokusu sevgi ve teslimiyettir. Bu niteliklere sahip olmayan, hiçbir şekilde orada olamaz.   



"Sevgi ve bir evrenin doğuşu."

Ben de dahil olmak üzere birçok kişi, sürekli olarak acı ve üzüntü veren manipüle edilmiş realitede yaşıyoruz. Çoğunlukla algılamasak da ‘O’ hep orada. Sessizlikte derinlemesine düşündüğümüz zaman  bunu somut bir şekilde hissedilebiliriz. Bazen bağrından geldiğimiz, hep sevgi, huzur ve mutluluğun olduğu ‘Sonsuz’luğa olan özlemimizle yüreğimizde bir sızı olur.


Haberin en güzeli ise döneceğimiz yerin orası oluşu. Ancak şimdi işimiz şu; kollektif  olarak kalbimizi ve zihnimizi açıp içimizi, bizi de, ‘archon’ları da özgür kılacak olan sevgi ve farkındalıkla doldurmamız lazım.

Dr.Eben Alexander, beyni durduktan yedi gün sonra, doktorların şaşkın bakışları arasında gözlerini açtı. Oysa o durumda ölmesi gerekiyordu, belki de en iyi ihtimalle bitkisel hayat yaşardı. Ama öyle olmadı. Beyni yeniden yüklenip geçiş süresi tamamlandığı zaman,  fiziksel beyni ve bedeni gitmeden önceki ile aynı kaldı, ama o artık aynı kişi değildi.

Böyle bir mucize nasıl mı oldu?

‘Tek Gerçek Sonsuz Sevgi- gerisi hep illüzyon’...





Yazar, 'Proof of Heaven: A Neurosurgeon’s Journey into the Afterlife' (Cennetin Kanıtı: Bir Beyin Cerrahının Öte Alem Yolculuğu)
 03/29/2013 12:42’de blogunda çıkan yazıdan...

Yaşadığımız evrende herşey birbiriyle bağlantılı. Bedeninizdeki her bir atom ve o atomları oluşturan her bir atomaltı parçacık, evrendeki bütün diğer atomlarla ve bütün parçacıklarla alabildiğine ve doğrudan bir ilişki içersinde. Bu evren katı, sübtil maddeden değil, enerjiden, enerji de ‘bilinç’ denilen birşeyden oluşmuş.  Bilinç hiçbirşeyden oluşmuyor, çünkü bütün maddeselliği aşıyor. Yine de ‘bilinç’in birşeyden oluşmuş olduğunu tasavvur etmekte ısrar edersek, o madde ‘Yaratıcı’nın kendisi olur.
Kesinlikle ve gerçekten hepimiz Yaratıcı’nın yansımalarıyız. Ancak ne yazık ki çoğunlukla bu gerçekten  habersiziz. ‘O’nunla olan yakınlığımızın, ‘O’nun sürekli bizimle olduğunun bilincinde değiliz. Günlük bilincimizin seviyesindeki,insanların ve cisimlerin dolanıp durduğu bu bölünme dünyasında, sürekli olarak birbirimizle etkileşim içersindeyiz, ama aslında hep yalnızız.
Ama ayrı cisimlerin bu soğuk ve ölü dünyası bir illüzyon. Bu aslında bizim yaşadığımız dünya değil. Bizim yaşadığımız dünyanın, bizim algılayamayacağımız kadar çok boyutları var. Bilincin, ruh ve ‘öz’ün sadece gerçek değil, fiziksel olandan da gerçek olduğu bir dünya var ve fiziksel bedenlerimizi terkettiğimiz zaman dünyadaki ‘zaman’la bizi bağlayan bütün sınırlamalar ortadan kalkacak. 

Paylaşım