Yazan: ‘Illuminati
Watcher’
David’
Icke’ın ‘Ay Matriksi’ teorisi öyle bir noktada ki, insanlar onun deli olduğunu
düşünüyorlar. Oysa Icke’ın teorilerindeki gelişmeleri izleyen ve bilenler, onun
çok daha derinlerdeki anlayış seviyelerine ulaşmış olduğunu bilirler. Ve eğer onun,
‘şekil değiştiren sürüngen’ bilgilerini sindirebilmişseniz, ‘Ay Matriksi’
teorisini de rahatlıkla anlayabilirsiniz.
‘Ay
Matriksi’ teorisi, Icke’ın ‘görünürdeki
gerçek’ hipotezine dayanıyor. Bu hipotezinde, dünyamızın olağanüstü üstün bir
bilinç tarafından yaratıldığını ve amacının da bizim, özünden gelmiş olduğumuz ‘Tek
bilinç’in ötesini de deneyimlememizi sağlamak olduğunu söylüyor. Ona göre bizler,
bu fiziksel gerçekliği deneyimliyor, fiziksel bedenlerimiz öldüğü zaman da,
belirli koşullar çerçevesinde o ‘Tek’ liğe geri dönüyoruz. Bu durumda bütün
fizik kanunları da, birer yazılım programından ibaret oluyor.
Deneyimlemekte
olduğumuz ‘görünürdeki gerçek’ dünya, aslında deneyimlememiz için tasarlanmış
olan alem değil. Bu bedenlenmiş dünyevi
deneyimin tam potansiyeline tam anlamıyla ulaşamıyor, hatta bunu anlayamıyoruz
bile, çünkü sadece ‘beş duyuya dayalı gerçek’i algılayabiliyoruz. Daha birçok
başka duyu ve yeteneklerimiz de var, ama onlara ulaşamıyoruz.
Bu
kavram, bazı spiritüel medyumların, ölmüş olanlarla
iletişim içersine girdikleri zamanki örneklerle ifade edilebilir. Birçok kişi
medyumları, şarlatan olarak görüyor. Oysa bazı samimi ve meşru medyumlar, bu
yeteneği kullanabiliyorlar. Bu yetenekler hepimizde var, ama bunlara nasıl
sahip olup doğru biçimde nasıl kullanılacağımızı bilmiyoruz. Neden mi? İşte,
‘Ay Matriksi’ kavramı tam burada devreye giriyor.
Icke’a
göre, sürüngenler bizim algıladığımız birçok frekansımızı kapatmışlar, tıpkı
Internet’teki güvenlik duvarı gibi... Bu
‘güvenlik duvarı’ ‘Ay’dan yayınlanıyor ve bizim fiziksel bedenimizdeki belirli
yetenekleri bloke ediyor, ama biz bunu bilmiyoruz. Kara delikler belirli bir frekansta tınlıyor/rezone
oluyor, böylelikle güneş tarafından fotonlar halinde yayılan farkındalığın
yayılmasını etkiliyorlar. Bu da şu soruyu getiriyor: Güneşten yayılan fotonlar ne yapıyor da
bedenimizi etkiliyor ve bizim yeteneklerimize erişmemizi engelliyor?
Chi/Ki denilen bir kuvvet var. Bu kuvvetin
kaynağı olan enerji ağı da beden boyunca akıyor. Star Wars (Yıldız Savaşları) filminden
bir benzetme yapacak olursak, bedenimizde akan hayat enerjisi çevremizdeki canlı veya cansız herşeyle
bağlantı halinde. Bu enerji ağı bedenimize akupunktur noktalarından girip,
dokularımızın içinden akıyor. Hastalıklar da bu akupunktur noktaları
düğümlendiği zaman oluşuyor. İşte bu ‘Ki’ enerjisinin, foton enerjisi olduğu
düşünülüyor. Foton enerjisi atomik işlemlerle oluşuyor ve biz de bu kavramı ‘ışık’ olarak
algılıyoruz. ‘Ki’nin foton enerjisi olup
olmadığını bilemem, ama Icke kitabında bunu bütün ayrıntılarıyla anlatmış.
Böyle olduğunu düşünecek olur ve bedenimizin hayat enerjisini foton enerjisi
olarak alırsak, o zaman güneşten yayılan foton enerjisi ile beden formunda
deneyimlemekte olduğumuz ‘yaşam’ arasında bir bağlantı olduğunu söyleyebiliriz.
Çin
enerji sistemi ve astronomi konusunda uzman değilim, sadece bu önermelerin
doğru olduğunu düşünecek olursak, biraz bu teorinin ayrıntılarına girip Icke’ın ne demekte olduğunu anlamaya
çalışalım.
Icke,
‘Ay’ın, başka boyutlardan varlık ve enerjiler açısından, boyutlar ve yoğunluklar
arasında bir kapı olduğa inanıyor. Dünya
dışı varlıklar, ‘Ay’ı üs olarak kullanarak, evrenden gelen sinyalleri
zaptedince, ‘insan bedenli bilinçler’ olan bizler, Yaratıcı’mızın bizim tam
olarak deneyimlememizi istediği şeyi değil,
bu dünyadaki görünürdeki gerçekliği
deneyimliyoruz. Icke, dünyamızda yer alan bütün acı ve üzüntülerin
sorumlularının, bu dünya dışı sürüngen varlıklar olduğunu iddia ediyor. Onlar
bizim beş duyumuzun ötesindeki herşeye sızıp, bizim deneyimlemekte olduğumuz
dünyayı manipüle ediyorlar.
Sürüngenler
bizi bu beş duyu hapishanesine hapsetmişler, çünkü bu çok düşük yoğunlukta bir
deneyim. Düşük frekanslı deneyimlerde bölünmüşlük, savaşlar, anlaşmazlıklar
ve duygusal travmalar var. Bütün bunlar da paraya tapan, hep savaşla doyan bağnaz
ülke veya insanlar tarafından yaratılıyor. Yüksek frekans deneyimleri ise,
hepimizin bağlı olduğu uyum, ahenk ve anlayış oluyor, yani özgürce akan hayat enerjisi ‘Ki’ gibi... Bu
yüksek bilinç hali, ‘Altın Çağ’ denilen zamanlarda, antik uygarlıklar
tarafından anlaşılmış. Zaten çeşitli gizemlerin oluşturulmuş olduğu zamanlar da
o zamanlar. Mısır’daki Giza piramitleri veya Güney Amerika, Bolivia’daki Puma
Punku kayaları, hep eski uygarlıkların, aslında bizlerin farkına varmamızı
istedikleri bilgilerin birer ifadesi.
Icke,
Einstein’ın, ışık hızı teorisinin de yanıltmaca olup, sürüngen sistemin oluşturduğu
güvenlik duvarının bize empoze ettiği bir hız sınırlaması olduğunu, bu hız
engelini aşabildiğimizde, ‘Ay Matriksi’nden kurtulabileceğimizi ve UFO’lar ile sürüngenlerin,
boyutlar-arasında bu şekilde yolculuk yaptıklarını anlatıyor. Bu nedenle ışık
hızına yaklaştıkça bazı garipliklerle karşılaşıyormuşuz. Aslında bu, algılayıcı
tarafından gözlemlenebiliyormuş, oysa biz güvenlik duvarı nedeniyle bunları
algılamayı bırakın, daha anlayamıyoruz
bile. Önceleri ben de, Icke’ın bu
teorisinin mesnetsiz olduğunu düşünüyordum, ama haberlerde bir İtalyan fizik
profesörünün izafiyet teorisine karşı olduğunu duydum. Tartışmalı da olsa,
madde parçalarının ışık hızından daha büyük hızlara ulaştırılabileceğini iddia
etmiş. Bu gözlemin daha sonra doğru olmadığı kanıtlandı, ama bu gibi
çalışmalar, Einstein’in teorisine, ‘karşı teoriler’in de araştırıldığını
gösteriyor.
Icke’ın
bu sürüngenlerin oluşturduğu güvenlik duvarı iddiasını destekleyen anahtar
unsur, kara madde. ‘Kara Madde’ye ‘ kara’ denmesinin nedeni, teleskopun veya
insan gözünün algılayamaması. Kara madde; kızıl ötesi, mor ötesi, radyo, x
ışınları veya gama ışınları gibi elektromanyetik radyasyon yaymıyor,
dolayısıyla tespit edilemiyor, zaten adı da bunun için ‘kara’ veya karanlık,
yani görünmüyor. Kara madde, güvenlik
duvarına göre bizim bildiğimiz frekans
menzilinden farklı bir konumda. Bizim
saptayabildiğimiz spektrum, bütün evrenin
sadece yüzde 0.005’i oluyor,
dolayısıyla görünürdeki ışık da minicik bir oran olarak kalıyor. Bu durumda
kara madde, evrenin bizim saptayamadığımız çok büyük bir bölümü olduğuna göre,
o zaman bir güvenlik duvarı veya görünürdeki gerçek realite de olmayacak birşey
değil.
Ay
ile dünya arasındaki bağlantı kristalli yapıya sahip. Dünyanın her yerinde kuartz kristalleri var ve
belirli bir frekansa göre dalga formları üretiyorlar. Dünyadaki kristaller
alıcı verici niteliğinde, yani bir çeşit naklen yayın sinyalleri. Bu sinyaller
güneşin fotonları. Ay bu bağlantıyı ‘hack’leyip, bize kendi mesajını
gönderiyor, bizim anten özelliğindeki DNA’larımız da o sinyalleri alınca, duyu
ve duygularımız manipüle edilmiş oluyor.
Aynı şekilde anten özelliği taşıyan bedenlerimiz, tükettiğimiz gıda,
kirlilik, aşılar, müzik, görüntüler, filmler vs yoluyla bizi korku/endişe hali
ile ürettiğimiz düşük frekansta tutuyor. İşte bu enerji de sürüngenleri
besliyor.
Ancak,
Icke’ın yolculuğunu anlayarak izleyebilmesi için okuyucunun aşması gereken bir
cesur adım daha var. O, sürüngenlerin, bizim korku, felaket, savaş, şiddet vs
gibi negatif kavramları deneyimlediğimiz
zaman yaydığımız bu düşük frekanslı enerjilerle beslendiğine inanıyor. Yani
bedenimiz bu deneyimleri yaşadığı zaman, vücudumuzdan belirli bir frekans
menzilinde yayılan negatif enerji, bu şekil değiştiren sürüngen varlıkları
besliyor. Bunu bir besin olarak kullanıp, şekil değiştirerek bizim boyutumuza
geçip manipüle ediyorlar. Sürüngenler bizim ‘İllüminati’ olarak bildiğimiz
hibrid soyu yaratmışlar ve bunlar üzerinden bu boyutta faaliyet gösterebiliyorlar.
Hibridlerin nispeten farklı bir beden/DNA oluşumu var ve onlar, normal insan
ırkına oranla, daha doğrudan manipüle oluyorlar.
David
Icke’ın ‘Ay Matriksi’ teorisinin anahatları bunlar. Burada fazlasıyla özet
olarak anlattım, bu nedenle daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere kitabın
tamamını okumalarını öneririm. Doğru ya da yanlış, kanaatim, hala bu konunun
belirsizlik içersinde olduğudur. ‘Ay Matriksi’
teorisini bir yana koyacak olursak, ayın insan davranışlarını etkilediği
eskiden beri bilinir. Icke, Ay’ın, bizi
‘Bütün Olan’a bağlayan ‘Üçüncü Göz’ümüz olan
(pineal) epifiz bezinin belirli yeteneklerini engelleme gücüne sahip
olduğunu düşünüyor. Eski Mısırlıların aslında yaptıkları da aynı gerçeği
destekliyor: Onlar da üçüncü göz olarak epifiz bezine tapıyorlardı.
Icke’ın ‘Ay Matriksi’ teorisi çok uzak bir
ihtimal gibi görünebilir, ama en azından olasılığı araştırma açısından bir yol
açma niteliğinde olduğu kesin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder