2 Temmuz 2013 Salı

David’i Anlatanlar (Activist Post)

2012 Ağustos,  'Activist Post’tan...
Yazan:  ‘Illuminati Watcher’

David’ Icke’ın ‘Ay Matriksi’ teorisi öyle bir noktada ki, insanlar onun deli olduğunu düşünüyorlar. Oysa Icke’ın teorilerindeki gelişmeleri izleyen ve bilenler, onun çok daha derinlerdeki anlayış seviyelerine ulaşmış olduğunu bilirler. Ve eğer onun, ‘şekil değiştiren sürüngen’ bilgilerini sindirebilmişseniz, ‘Ay Matriksi’ teorisini  de rahatlıkla anlayabilirsiniz.

‘Ay Matriksi’ teorisi, Icke’ın ‘görünürdeki gerçek’ hipotezine dayanıyor. Bu hipotezinde, dünyamızın olağanüstü üstün bir bilinç tarafından yaratıldığını ve amacının da bizim, özünden gelmiş olduğumuz ‘Tek bilinç’in ötesini de deneyimlememizi sağlamak olduğunu söylüyor. Ona göre bizler, bu fiziksel gerçekliği deneyimliyor, fiziksel bedenlerimiz öldüğü zaman da, belirli koşullar çerçevesinde  o  ‘Tek’ liğe geri dönüyoruz. Bu durumda bütün fizik kanunları da, birer yazılım programından ibaret oluyor.


Deneyimlemekte olduğumuz ‘görünürdeki gerçek’ dünya, aslında deneyimlememiz için tasarlanmış olan alem değil. Bu bedenlenmiş dünyevi deneyimin tam potansiyeline tam anlamıyla ulaşamıyor, hatta bunu anlayamıyoruz bile, çünkü sadece ‘beş duyuya dayalı gerçek’i algılayabiliyoruz. Daha birçok başka duyu ve yeteneklerimiz de var, ama onlara ulaşamıyoruz.

Bu kavram,  bazı  spiritüel medyumların, ölmüş olanlarla iletişim içersine girdikleri zamanki örneklerle ifade edilebilir. Birçok kişi medyumları, şarlatan olarak görüyor. Oysa bazı samimi ve meşru medyumlar, bu yeteneği kullanabiliyorlar. Bu yetenekler hepimizde var, ama bunlara nasıl sahip olup doğru biçimde nasıl kullanılacağımızı bilmiyoruz. Neden mi? İşte, ‘Ay Matriksi’ kavramı tam burada devreye giriyor.

Icke’a göre, sürüngenler bizim algıladığımız birçok frekansımızı kapatmışlar, tıpkı Internet’teki güvenlik duvarı gibi...  Bu ‘güvenlik duvarı’ ‘Ay’dan yayınlanıyor ve bizim fiziksel bedenimizdeki belirli yetenekleri bloke ediyor, ama biz bunu bilmiyoruz.  Kara delikler belirli bir frekansta tınlıyor/rezone oluyor, böylelikle güneş tarafından fotonlar halinde yayılan farkındalığın yayılmasını etkiliyorlar. Bu da şu soruyu getiriyor:  Güneşten yayılan fotonlar ne yapıyor da bedenimizi etkiliyor ve bizim yeteneklerimize erişmemizi engelliyor?

Chi/Ki denilen bir kuvvet var. Bu kuvvetin kaynağı olan enerji ağı da beden boyunca akıyor. Star Wars (Yıldız Savaşları) filminden bir benzetme yapacak olursak, bedenimizde akan hayat enerjisi  çevremizdeki canlı veya cansız herşeyle bağlantı halinde. Bu enerji ağı bedenimize akupunktur noktalarından girip, dokularımızın içinden akıyor. Hastalıklar da bu akupunktur noktaları düğümlendiği zaman oluşuyor. İşte bu ‘Ki’ enerjisinin, foton enerjisi olduğu düşünülüyor. Foton enerjisi atomik işlemlerle oluşuyor  ve biz de bu kavramı ‘ışık’ olarak algılıyoruz.  ‘Ki’nin foton enerjisi olup olmadığını bilemem, ama Icke kitabında bunu bütün ayrıntılarıyla anlatmış. Böyle olduğunu düşünecek olur ve bedenimizin hayat enerjisini foton enerjisi olarak alırsak, o zaman güneşten yayılan foton enerjisi ile beden formunda deneyimlemekte olduğumuz ‘yaşam’ arasında bir bağlantı olduğunu söyleyebiliriz.

Çin enerji sistemi ve astronomi konusunda uzman değilim, sadece bu önermelerin doğru olduğunu düşünecek olursak, biraz bu teorinin ayrıntılarına girip  Icke’ın ne demekte olduğunu anlamaya çalışalım.

Icke, ‘Ay’ın, başka boyutlardan varlık ve enerjiler açısından, boyutlar ve yoğunluklar arasında bir kapı olduğa inanıyor.  Dünya dışı varlıklar, ‘Ay’ı üs olarak kullanarak, evrenden gelen sinyalleri zaptedince, ‘insan bedenli bilinçler’ olan bizler, Yaratıcı’mızın bizim tam olarak deneyimlememizi istediği  şeyi değil, bu dünyadaki  görünürdeki gerçekliği deneyimliyoruz. Icke, dünyamızda yer alan bütün acı ve üzüntülerin sorumlularının, bu dünya dışı sürüngen varlıklar olduğunu iddia ediyor. Onlar bizim beş duyumuzun ötesindeki herşeye sızıp, bizim deneyimlemekte olduğumuz dünyayı manipüle ediyorlar.

Sürüngenler bizi bu beş duyu hapishanesine hapsetmişler, çünkü bu çok düşük yoğunlukta bir deneyim. Düşük frekanslı deneyimlerde bölünmüşlük, savaşlar, anlaşmazlıklar ve duygusal travmalar var. Bütün bunlar da paraya tapan, hep savaşla doyan bağnaz ülke veya insanlar tarafından yaratılıyor. Yüksek frekans deneyimleri ise, hepimizin bağlı olduğu uyum, ahenk ve anlayış oluyor, yani  özgürce akan hayat enerjisi ‘Ki’ gibi... Bu yüksek bilinç hali, ‘Altın Çağ’ denilen zamanlarda, antik uygarlıklar tarafından anlaşılmış. Zaten çeşitli gizemlerin oluşturulmuş olduğu zamanlar da o zamanlar. Mısır’daki Giza piramitleri veya Güney Amerika, Bolivia’daki Puma Punku kayaları, hep eski uygarlıkların, aslında bizlerin farkına varmamızı istedikleri bilgilerin birer ifadesi.

Icke, Einstein’ın, ışık hızı teorisinin de yanıltmaca olup, sürüngen sistemin oluşturduğu güvenlik duvarının bize empoze ettiği bir hız sınırlaması olduğunu, bu hız engelini aşabildiğimizde, ‘Ay Matriksi’nden kurtulabileceğimizi ve UFO’lar ile sürüngenlerin, boyutlar-arasında bu şekilde yolculuk yaptıklarını anlatıyor. Bu nedenle ışık hızına yaklaştıkça bazı garipliklerle karşılaşıyormuşuz. Aslında bu, algılayıcı tarafından gözlemlenebiliyormuş, oysa biz güvenlik duvarı nedeniyle bunları algılamayı bırakın, daha anlayamıyoruz  bile.  Önceleri ben de, Icke’ın bu teorisinin mesnetsiz olduğunu düşünüyordum, ama haberlerde bir İtalyan fizik profesörünün izafiyet teorisine karşı olduğunu duydum. Tartışmalı da olsa, madde parçalarının ışık hızından daha büyük hızlara ulaştırılabileceğini iddia etmiş. Bu gözlemin daha sonra doğru olmadığı kanıtlandı, ama bu gibi çalışmalar, Einstein’in teorisine, ‘karşı teoriler’in de araştırıldığını gösteriyor.

Icke’ın bu sürüngenlerin oluşturduğu güvenlik duvarı iddiasını destekleyen anahtar unsur, kara madde. ‘Kara Madde’ye ‘ kara’ denmesinin nedeni, teleskopun veya insan gözünün algılayamaması. Kara madde; kızıl ötesi,  mor ötesi, radyo, x ışınları veya gama ışınları gibi elektromanyetik radyasyon yaymıyor, dolayısıyla tespit edilemiyor, zaten adı da bunun için ‘kara’ veya karanlık, yani görünmüyor. Kara madde, güvenlik duvarına göre bizim bildiğimiz   frekans menzilinden   farklı bir konumda. Bizim saptayabildiğimiz spektrum, bütün evrenin  sadece  yüzde 0.005’i oluyor, dolayısıyla görünürdeki ışık da minicik bir oran olarak kalıyor. Bu durumda kara madde, evrenin bizim saptayamadığımız çok büyük bir bölümü olduğuna göre, o zaman bir güvenlik duvarı veya görünürdeki gerçek realite de olmayacak birşey değil. 

Ay ile dünya arasındaki bağlantı kristalli yapıya sahip. Dünyanın her yerinde kuartz kristalleri var ve belirli bir frekansa göre dalga formları üretiyorlar. Dünyadaki kristaller alıcı verici niteliğinde, yani bir çeşit naklen yayın sinyalleri. Bu sinyaller güneşin fotonları. Ay bu bağlantıyı ‘hack’leyip, bize kendi mesajını gönderiyor, bizim anten özelliğindeki DNA’larımız da o sinyalleri alınca, duyu ve duygularımız manipüle edilmiş oluyor.  Aynı şekilde anten özelliği taşıyan bedenlerimiz, tükettiğimiz gıda, kirlilik, aşılar, müzik, görüntüler, filmler vs yoluyla bizi korku/endişe hali ile ürettiğimiz düşük frekansta tutuyor. İşte bu enerji de sürüngenleri besliyor.

Ancak, Icke’ın yolculuğunu anlayarak izleyebilmesi için okuyucunun aşması gereken bir cesur adım daha var. O, sürüngenlerin, bizim korku, felaket, savaş, şiddet vs gibi negatif  kavramları deneyimlediğimiz zaman yaydığımız bu düşük frekanslı enerjilerle beslendiğine inanıyor. Yani bedenimiz bu deneyimleri yaşadığı zaman, vücudumuzdan belirli bir frekans menzilinde yayılan negatif enerji, bu şekil değiştiren sürüngen varlıkları besliyor. Bunu bir besin olarak kullanıp, şekil değiştirerek bizim boyutumuza geçip manipüle ediyorlar. Sürüngenler bizim ‘İllüminati’ olarak bildiğimiz hibrid soyu yaratmışlar ve bunlar üzerinden bu boyutta faaliyet gösterebiliyorlar. Hibridlerin nispeten farklı bir beden/DNA oluşumu var ve onlar, normal insan ırkına oranla, daha doğrudan manipüle oluyorlar.

David Icke’ın ‘Ay Matriksi’ teorisinin anahatları bunlar. Burada fazlasıyla özet olarak anlattım, bu nedenle daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere kitabın tamamını okumalarını öneririm. Doğru ya da yanlış, kanaatim, hala bu konunun belirsizlik içersinde olduğudur. ‘Ay Matriksi’  teorisini bir yana koyacak olursak, ayın insan davranışlarını etkilediği eskiden beri bilinir. Icke,  Ay’ın, bizi ‘Bütün Olan’a bağlayan ‘Üçüncü Göz’ümüz olan  (pineal) epifiz bezinin belirli yeteneklerini engelleme gücüne sahip olduğunu düşünüyor. Eski Mısırlıların aslında yaptıkları da aynı gerçeği destekliyor: Onlar da üçüncü göz olarak epifiz bezine tapıyorlardı.

Icke’ın ‘Ay Matriksi’ teorisi çok uzak bir ihtimal gibi görünebilir, ama en azından olasılığı araştırma açısından bir yol açma niteliğinde olduğu kesin...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım