5 Kasım 2012 Pazartesi

Gerçek’in Titreşimleri- III


David Icke’tan,’Gerçek’in Titreşimleri (III)

Hayatı tam anlamıyla deneyimlemiş insanlar, programlanmış DNA ve artık saklanamayan gerçekler...
Yolumda cevaplar arayarak ilerledikçe, çoğu kişinin algıladığı şekliyle bu ‘dünya’yla olan bağlantım gittikçe daha azalıyor. Aynı şekilde bize ‘gerçek’olduğu söylenen ‘norm’ları da gittikçe ciddiye almaz oluyorum.
Toplumun, bizim hayatı ve dünya olaylarını görmemizi istediği ‘gerçek’ artık benim için hiç öyle değil. Malum, bunların hepsi illüzyon, ama şimdi bunun, son derece yoğun bir şekilde manipüle edilmiş bir illüzyon olduğunu daha iyi anlıyorum. Düşünün, insana ait olduğu sanılan, oysa aslında implant edilmiş duygusal tepkiler ve düşünceler var. Bunu başka bir kaynaktan tetikliyorsunuz ve o insana, o bunu hiç anlayamadan, ömrünü tamamlatıp gönderiyorsunuz.
Kim olduğunuzu hatırlayın’ adlı son kitabımda ayrıntılı olarak açıklamış olduğum gibi ‘insan bedeninin aklı’;  genetik olarak ‘değersiz’ bulunan veya ‘protein kodlamayan DNA’ye yerleştirilmiş olan biyolojik yazılım programları ile eşdeğer.  Ve bunlar, binlerce yıl önce programlanmış...
İnsan olmayan varlıkların, köle ırk yaratmak üzere insan toplumunu veya insan formunu manipüle etmeleri, zamanında dünyada yer almış bütün antik toplumların görsel  kayıtlarında veya efsanelerinde bütün canlılığı ile anlatılıyor. Sadece yerler ve isimler değişiyor, ama ana tema hep aynı.  Bunlara Hristiyanlıkta ‘Şeytan’, Sümerlerde ‘Annunaki’, Çin, Doğu ve Orta Amerika’da ‘Yılan tanrılar’, Afrika Zulularında ‘Chitauri’, Gnostic/Aydınlanmış kültürlerde ‘Archon’lar, İslamiyet’te de ‘Cin’ deniliyor.
Bunlar sadece, tamamen olmasa da ağırlıklı olarak egemen olan aynı güçlere verilen isimler. Onlar insan ırkını, insanların beş duyu ile algılayamadığı bir frekans menzilinden, hibrid soy aracılığı ve teknoloji ile yaratılmış, benim ‘Kim Olduğunuzu Hatırlayın’ adlı kitabımda ‘Saturn-Ay Matrix’i’ adı ile ifade ettiğim, bir ‘rüya dünya’ ile manipüle ediyorlar.
Bilim, konuştuğunuz bilimadamına bağlı olarak ‘değersiz’ veya ‘protein kodlamayan  % 90-98 oranındaki DNA’yı, ‘değersiz’ olarak nitelendiriyor, çünkü dediklerine göre görülebilir bir fonksiyonu yokmuş!


İnsan DNA’sının yüzde 98’inin bir işe yaramadığı, dolayısıyla da dikkate alınmaması inanılmaz derecede saçma bir yaklaşım. Bugün, ‘protein kodlamayan’ terimi, sadece biraz olsun aklı olan herkesin çok saçma bulduğu bu iddiaya ait saçma bir terim olarak kalıyor. DNA ile ilgili ‘değersiz’ olan birşey varsa, o da bu inanç, ya da bu iddiadır!
Açık zihinli olmayan bilimadamlarının bildiklerini sandıkları DNA’nın,  % 2-10 oranındaki küçücük miktarının yapısına benzemeyen ‘protein kodlamayan DNA’yı inceleyen nispeten daha açık zihinli bazı bilimadamları, onun kendine özgü bir dili olduğunu söylüyorlar. Ben de diyorum ki; ‘yüksek bilinç’ine açılmamış veya ‘uyanmamış’ diyebileceğimiz insanların algılamalarını ve duygusal tepkilerini çalıştıran programların hepsini içeren, aslında bu protein kodlamayan DNA!
‘Yüksek bilinç’ine açılmamış veya ‘uyanmamış’ terimini, realiteyi algılama bakış açıları hala biyolojik bilgisayar bedenlerinde hapsolmuş durumda olan insanların, beş duyu ile kısıtlı realiteleri için kullanıyorum. Oysa bütün insanlar aslında sonsuz/ebedi varlıklar.
İnsanların çoğu bu durumda. Ancak sonraki satırlarda açıklayacağım üzere bu durum gittikçe daha çok gözle görülür bir biçimde gelişim gösteriyor. Beden aklımızda hapis kaldığımız sürece, düşünce ve duygularımız hep, protein kodlamayan DNA yoluyla çalışan yazılım programlarımızın egemenliğinde olacak.  İşte birçok kişinin düşünce ve duygusal reaksiyonlarının önceden tahmin edilmesini sağlayan da bu...
Carl Jung ve diğerleri, insan kişiliğini 12 ana model ve birleşimine indirgeyebileceklerini iddia ediyorlar. Zaten astroloji de aynı temaya dayalı, gerçekten de 12 astrolojik işaret ve kişilik türü var. Bunların hepsi, Çin kaynaklı I-Ching’de olduğu gibi birbirleriyle bağlantılı.
Oysa ‘Sonsuz Bilinç’, ‘Sonsuz İmkan’, ‘Herzaman var olan, var olmuş olan ve var olacak olan’ veya ‘Yüksek benlik/Ruh’u, asla 12 ana model veya birleşime bölemezsiniz. Bu saçmalıktan da öte birşey olur. Peki psikolologların, psikyatristlerin sözünü ettikleri bu tanıma cevap ne olur? Tabii ki, bilgisayar programları!

(Dört farklı temel kişilik)
Soldaki kadın : Bardağın yarısı dolu!   
Sağdaki adam: Bardağın yarısı boş!
Alt soldaki adam: Yarısı dolu.Hayır bir dakika bekle, yarısı boş.Yok yok, yarısı..Soru neydi yahu?
Alt sağdaki adam: Hey, ben cheeseburger sipariş etmiştim!



22  yıl önce başlamış olduğum ipuçlarını izleyerek vardığım sonuç, insanların, beden akıllarının ötesindeki ‘Yüksek Benlik/Bilinç’lerine açılamadıkları sürece, bu programların hep onların gerçeği algılama ve davranışlarını yöneteceği oldu. Genetik manipülasyon yoluyla insan DNA’sına programlar yerleştirmiş olan aynı dünya dışı varlıklar, yazılıma kodlanmış tepki ve algılamaları tetiklemek için ‘hibrid soy’u kullanarak, kendi kontrolleri altında tuttukları bir insan topluluğu yarattılar.
Bu realitedeki herşey gibi, insanların izledikleri beden aklı ve programlar da belirli bir frekans menzilinde çalışıyorlar. Manipüle edilmiş insan topluluğunun yapısı ve çalışması, hedef kitlenin, beden aklı veya beş duyu gerçeğinin içine hapsedilip düşünce ve duygularına egemen olan programların frekans menzilinde tutulması suretiyle sağlanıyor.
Bu nedenle beden aklı egemenliğinden kurtulup, ‘Yüksek Bilinç’ veya ‘Büyük Farkındalık’ aşamasına geçenler, bilgisayar programının hakimiyeti altında olanlardan çok daha farklı bir algılama içersine giriyorlar.  Yine aynı nedenle programlanmış algılama, ‘aydınlanmış’ kişileri,  ‘deli’ veya ‘tehlikeli’ görüyor. Programlanmış akıl, tıpkı bir bilgisayarda olduğu gibi, kendisine programın içermediği bir şeyi söylenirse bunu algılayamıyor ve ‘olanaksız’ olarak değerlendiriyor.  
‘Olanaksız’olarak değerlendirmek, bilgisayar programının, programın ötesindeki daha büyük gerçeği algılayamaması demek oluyor. Bilgisayarın içinde olmayan bir programı ekrana getirmeye çalışırsanız boşa uğraşmış olursunuz. Tıpkı bilgisayarın içinde o programın olmaması gibi, insanlar da ancak mevcut programa göre algılama yapabiliyorlar.
Çoğu insanın davranışı,  kişisel ve kollektif deneyime verdikleri duygusal tepkiye göredir.  Bir süre önce;  korku, öfke, kızgınlık, depresyon gibi, ‘düşük frekanslı duygular’ diye adlandırdığım duyguların hepsinin, bu ‘beden aklı programı’ndan kaynaklandığını farkettim!


Kayıtlardan, ölüme yakın deneyim yaşamış olan kişilerin, bedenlerinin dışına çıktıkları zaman, beş duyu gerçeğinde yaşamış oldukları gibi duygular hissetmediklerini öğrendim. Dolayısıyla bu duyguların, sadece ‘beden aklı’ denilen yazılım programında mevcut olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.  
Beş duyu boyutunun ötesindeki boyutta bulunan ‘insan olmayan varlıklar’ın, düşük frekanslı enerji ile beslendiklerini, dolayısıyla bizim bol bol ürettiğimiz bu düşük frekanslı duyguların, onlar açısından müthiş bir güç ya da besin kaynağı olarak kullanılmakta olduklarını yıllardan beri anlatmaya çalışıyorum. Bu varlıklar, protein kodlamayan DNA’ya bu tür duygusal tepkileri yüklüyor, sonra insanları bu  tepkileri vermek için tetikliyor, yani onları birer güç veya besin istasyonu haline getiriyorlar!
Hatırlarsanız, Matrix filmindeki Morpheus karakteri, elindeki pili Neo karakterine göstererek Matrix’in insanları, bilgisayarla yaratılmış olan bu rüya dünyasında kontrolü altında tutarak, tam birer pile dönüştüreceğini anlatır.   

Matrix, burada tarif ettiğim gibi, arka arkaya implant edilmiş algılama ve duygu programları ile çalışıyor. Matrix bir alt-realite, yani ‘Evren’ dediğimiz balonun içindeki balon. Matrix’in kendi fizik kanunları var, tıpkı bilgisayar oyununu oynayanlar için koyulmuş kurallar gibi.  Matrix’in ötesindeki gerçek,  bizim burada deneyimlemekte olduğumuz gerçekten çok farklı...
Uzun süre önce edinmiş olduğum izlenim itibariyle, Einstein’ın iddia ettiği gibi ışık hızı, ‘mümkün olan en yüksek hız’ değil. Aslında ‘yaya kalır’ bile diyebiliriz. Bence ışık hızının asıl önemi şu: Işık hızı, Matrix’in dalga biçimindeki bilgi yapısının dış frekans bariyeri oluyor. İşte bu nedenle, ‘Gerçek’e yaklaştığınız zaman garip şeyler meydana geliyor.
Çin’deki bilgisayar sisteminde, Çinlilerin Internet’e aynı zamanda erişim sağlamalarını durdurmak için bir güvenlik duvarı var. Bence, bizim gerçek realitemizi öğrenmemizi engellemek için de aynı şey yapılıyor. İnsanların beden bilgisayarının hafızası veya ‘aklı’ da aynı şekilde ‘hack’lenmiş durumda.
Durum böyle olunca, DNA alıcı verici sistemi ve genetik yapı yoluyla sahte ‘gerçek’i, yani gerçek olduğunu sandığımız rüya dünyayı veya fiziksel dünyayı  deşifre ediyoruz. Eğer zihnimizi ‘Sonsuz Bilinç’e açıp, bu yüksek bilincin alemine doğru açılırsak, o zaman bu bilgisayar programından ve bu illüzyondan kurtulabiliriz.
İşte bu nedenle kontrol sistemi insanların Sonsuz Bilinç’lerine uyanmalarından çok endişe ediyor. Yeterli sayıda insan bunu yapabilirse oyun biter! Şimdilerde, benim ‘Gerçek’in Titreşimleri’ dediğim frekans değişikliğinin eşiğindeyiz. Bu gittikçe daha belirgin bir hal almaya başladı, çünkü eskiden kapalı olmasına karşın, şimdi  hızla açılmakta olan nice insanın zihni, artık farklı bir benlik gerçeğini deneyimliyor.
Şu bir gerçek ki, farklı kişiler farklı hızlarda uyanıyor, hatta birçoğu işin başında bile değil, ama bu herşeyin, ama herşeyin tümüyle yeniden değerlendirileceği yolunu açıyor. Yani, sistemin yarattığı algılama koşullarına göre verilen manevi hükümlerin ve şimdiye kadar yaşamlarımızdan edinmiş olduğumuz deneyimlerin hepsinin yeniden değerlendirilmeleri gerekiyor, çünü belki de bunlar, özellikle de insan uyanışının değişimine katkıda bulunmak üzere buraya özel olarak gelmiş olanların bakış açısından, bizim olduğunu sandığımız değerler değil.
Bu özel olanların, fazlasıyla zor birer hayat yaşamış olmalarının veya ‘hata’lar yapmış olmalarının bir nedeni var, ama acaba onlar gerçekten ‘yanlış’lar veya  ‘hata’lar mı yapmışlar? Büyük bir olasılıkla bunun böyle olmadığını düşünüyorum, çünkü zaten ‘yanlış’ veya ‘hatalı’sözleri çok sübjektif olup, tamamen muhakeme eden kişinin bakış açısına bağlı kavramlar oluyorlar. Neye göre yanlış veya hatalı?   
Bir kişinin ‘yanlış’ı veya ‘hatası’, bir başkası açısından yararlı bir deneyim oluşturabilir. Bu tamamen gözlemcinin algılamasına bağlı birşey. İllüzyonlarının arasından ağır ağır güçlükle ilerleyerek onların aslında ne olduklarını görmeyi başarmış ‘bu gerçekteki bir deneyim’i yaşamaktan daha büyük bir armağan olamaz.
Özellikle ve öncelikli olarak, insanlığın uyanışına katkı sağlamak üzere buraya gelmiş olanların bu ‘gerçek’e mümkün olduğunca hızlı bir şekilde uyum sağlamaları gerekiyor. Tabii ki buna, normal veya programlanmış realitenin büyüsünü ve bilgisayar aklının genetik yapısını çalıştıran duygu ve algılama programlarını bozmak da dahil oluyor. Ancak biliyoruz ki bu genellikle, korkularımızla yüzleşmemizi sağlayan büyük duygusal kriz veya deneyimlere yol açabiliyor.
Bunu gerçekleştirerek, birer yazılım programı olan korku ve diğer duygularımızı denetim altına alıp, sistemin kendimizi ve dünyayı algılamamız  üzerindeki hakimiyetini yıkabiliriz. Program etkisini kaybeder  ve işte o zaman ‘Yüksek Bilinç’in, ‘Yüksek Benlik’imizin, yazılım programlarının geveziliği içersinde boğulmuş olan sevk edici huzurlu sesini ‘duyma’ya başlarız.
Sessizce oturup, kafamızın içinde sürekli olarak gürültü eden ‘akıl gevezesi’ni dinlerseniz, gürültünün ‘siz’ yani ‘Yüksek Bilinç/Yüksek Benlik’iniz olmadığını farkedersiniz. O,  protein kodlamayan DNA yoluyla çalışan yazılım programının bitmek bilmeyen  ‘vıdı-vıdı’sıdır.
Hatta bu ‘akıl gevezesi’, sadece bir durum veya senaryoyu düşündürerek bile duygusal tepkileri tetikleyebilir, çünkü zaten duygusal programların tetiklenmeye bile ihtiyaçları yoktur, onları imgelemek bile yeterli olabilir. Bir an, sizi gerçekten çok korkutan veya deneyimlemekten dehşet duyacağınız birşey düşünün, böyle birşey daha olmadan, ortada hiçbirşey yokken bile bedeninizin ‘duygu programı’ hemen devreye girip tepki gösterecektir.
İnsanlar genellikle başkalarının deneyimlerini, zihinlerine yüklenerek programlanmış olan maneviyat veya algılama normları ile değerlendirirler. Oysa asıl hikaye çok farklı olabilir.
Linda ile 29 yıl evli kaldım. Eğer bu sürmüş olsaydı hayatım mutlaka çok daha kolay olurdu, ama şartlar bunu engelledi ve bunun sonucu olarak ikimiz de çok duygusal zorluklar yaşadık. Ancak bugün ikimiz de ‘ne isek o’yuz, yani deneyimlerimiz nedeniyle, çok daha bilinçli ve duygusal olarak çok daha güçlü bir hale geldik.
1990’larda yaşadığım, bütün ülkenin alaylarına maruz kalmak korkunç birşeydi, ama başkalarının benim hakkımda ne düşüneceği endişemi yok etti. Toplumun benim olmamı istediği ‘ben’den ziyade, gerçek ‘ben’ olmamı anlamam için özgür kıldı.
Bazen çok acı verici ve toplumun mahkum ettiği deneyimler, benim ‘hayatı tam anlamıyla deneyimlemiş olan insanlar’ dediğim insanları yaratıyor. Tabii ki bu ancak deneyimin, algılamalarının genişlemesine izin verdikleri takdirde olabiliyor.
‘Hayatı tam anlamıyla deneyimlemiş olan insanlar’, ‘orada’ olup, ‘gereken’i yapmış ve gereken ‘malzeme’yi dolaplarına doldurmuş olan kişiler...
Oğlum Gareth de, birçok zorluktan sonra hayatı tam anlamıyla deneyimledi, bu sayede de algılaması çok daha güçlü, dolu ve derin bir insan oldu. Bunu yaptığı müziğe aktarıyor, karşısına çıkan zorluklarla yüzleşip hesaplaşabiliyor. Eğer doğru bir şekilde kullanacak olursanız, deneyimler gerçekten neyin doğru, neyin olmadığını gösteriyor, böylece duygusal enerjinizi ve zamanınızı boşa harcamıyorsunuz.
Hayatı tam anlamıyla deneyimlemiş olan kişinin yolculuğu, duygusal ve algılama programlarının kontrolünü yenmeye odaklı. Böylece Matrix’in, insan yaşamındaki çalkantılar ve ‘norm’lar açısından, çok da ciddiye alınmaması gerektiğini görmemiz ve bize söylenmiş olanın çok daha ötesinde duran, daha önemli bir kapıyı çalmamız lazım...  

İşte bu, hayatı tam anlamıyla deneyimlemiş olan bir insan yüzü, ama her zaman bu çizgilerin olması gerekmiyor. Sadece algılamanızı genişletip, Matrix programından çıkma deneyimini yaşayın yeter.
1990’lı yıllarda, insan toplumuna neler olduğu konusunda  ilk uyanmaya başladığım sıralarda dünyaya karşı çok öfkeliydim. Hatta bu, gerçeğin boyutlarını anlamamdan bile çok önceydi.
Bir fark yaratmak amacıyla beni iten gücün kaynağı haksızlığa karşı duyduğum öfke idi. Yıllardan beri hiç öfke duymuyorum. O tayfun, o fırtına kendi kendini yok etti, hatta ‘kurtuldum’ bile diyebilirim. Hele son yıllarda yaşantıma hep bir sakinlik hakim ve bilseniz hayatı yaşamak için o kadar güzel bir yol ki...
Yapmakta olduğum iş açısından son derece hırslıyım ve her zamankinden daha güçlü bir şekilde yönleniyorum, ama fark yaratmak için beni iten güç öfke değil. O zaman hiç yaşamak istememiş olduğum deneyimlerim sayesinde, şimdi hayatımın belirli bir aşamasına geldim.
Sizi öldürmeyen ne ise, daha güçlü kılıyor ve sizi sahte bir gerçeğin içine kapatan duygusal algılama programlarını, tamamen kontrolünüz altına almanızı sağlıyor. İşte bu yüzden ‘hayatı tam anlamı ile deneyimlemiş olan insanlar’ı seviyorum. Darbeler alıp düşüyor, yeniden doğruluyor ve yollarına devam ederken hayatlarını algılama şeklini değiştiriyorlar.
İnsanlık tarihinde tam zirve noktasındayız ve ‘Gerçek’in Titreşimler’i, görmek isteyen gözler tarafından sınırsız şekilde görülebiliyor.  1990’da, ‘medyum’ ve ‘kanal’olan kişiler aracılığı ile bana verilmiş olan mesajlarda  ‘Gerçek’in Titreşimleri’nin insanlığı büyük kitleler halinde uyandıracağı, saklanmış olan herşeyin yüzeye çıkacağı bildirilmişti.
Şimdi bu, kollektif ve bireysel biçimlerde gerçekleşiyor, hatta sahte kişilikler ardına saklanmış kişiliklerin maskesi düşüp gerçek yüzleri ortaya çıkıyor. Çoğunlukla bazı kişilerin başkalarını incitici nitelikteki bazı eylemleri, kendilerini yok ediyor, ama ellerinde değil. Hep sinyaller veriliyor, ama onlar, sonuçları alıncaya kadar gerçekleri göremiyorlar, zaten sonra da çok geç oluyor.   

Öğrenmek deneyim kazanma, gerisi ise sadece bilgidir... Albert Einstein

Son zamanlarda bunu yapan çok kişi gördüm. Konuyu açtığım zaman cevapları, ‘
Evet, ben de farkettim’ oluyor. Bunun, ‘Gerçek’in Titreşimleri’nin bir tezahürü olduğuna eminim, saklı kalmış olan herşey yüzeye çıkıyor. Sanıyorum başka görünüp başka çıkan kişilerle ilgili, kendi hareketlerinin sonucunda maruz kalacakları büyük sürprizlerle karşılaşacağız.
Gerçek’in Titrşimleri’nden bireysel de olsa, kollektif de olsa kaçış yok. Bunu kontrol sistemi de görecek. Sistem artık o kadar küstahlaştı ki, eylemlerini, kendini  göstere göstere, yüzümüze karşı açıktan açığa sürdürür hale geldi.
Bu büyük bir hata...Ya da acaba ‘deneyim kazanmak’ da diyebilir miyiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım