Sen, keskin ucu arayışında ilerlerken, arkandakiler
çok ileri gittiğini düşünürler. Onlar keskin ucun çok gerilerinde kalmışken,
sana ‘aşırı’ veya ‘deli’ derler. Oysa sonradan, bir kişinin deliliği, bir
başkasının sağ duyusu olabilir.
David Icke
Söyleyeceğim şeylerin doğru olduğunu biliyorum, peki nasıl mı? Yirmi yıl önce, Orwell tarzı bir global devletin varlığı henüz belli bile değilken bildiğim gibi... Değil bilimsel bir akademide çalışmayı, herhangi bir okul sınavına bile girmeden gerçeğin illüzyonsu doğasını nasıl anlamışsam aynı şekilde bildim. ‘Onlar’, 1990’dan beri bana bilmecenin parçalarını veriyor, çeşitli yöntemlerle altını çizeceğim bilgileri aklıma koyuyor ve bunları birleştirmemi sağlıyorlar. Bunu canlı rüyalar görerek, önüme çıkardıkları insanlardan, önüme getirdikleri bilgilerden ve geçirdiğim kişisel deneyimlerden öğrendim. Hiçkimseyi bunların doğruluğuna ikna etmeye çalışmıyorum. İnsanlar neye inanıp inanmayacaklarına kendileri karar verecekler. Eminim her zamanki gibi çoğu reddedecek, belki de her zamankinden daha fazla alaylara maruz kalacağım, ama hiç önemli değil, artık hiç aldırmıyorum. Diğerleri, yani ‘uyanmış’ olanlar ise, güçlü önsezileri ile bunun doğru olduğunu zaten anlayacaklardır. Herkes neye inanacağı konusunda kendi ‘yargıç’ı olmalıdır.
2009-2010’da, ‘İnsanoğlu Artık Dizlerinin Üzerinden Kalk’ adlı kitabımda Ay ile ilgili bölümleri yazarken, başıma ilginç olaylar geldi. ‘Keystroke/Tuş vuruşu’ denilen teknoloji programı, kontrol sisteminin bilgisayara yazdığım her harfi bilmesini sağlıyor. Ay ile ilgili ayrıntıları vermeye başladığımdan beri her gece, elektromanyetik alanlarla bombardıman ediliyordum. Yakın dostum, çok isabetli bilgiler aktaran bir medyum olan Carol Clarke, beni ve kitabımı gözden düşürmek, sağlığımı bozmak ve odaklanmamı zayıflatmak amacıyla İllüminati şebekesinin saldırılar yapmayı planladığını söylemişti. Ay ile ilgili keşifleri yazdığım ve kontrol sisteminin foyasını ortaya çıkarmaya yaklaştığım için bir tepki alacağım belliydi. Carol yanılmamıştı. Gece yarısı veya sabaha karşı, sanki başıma dürtülen bir enerji varmış gibi başımda bir titreşimle uyanıyordum. Duygusal olarak öyle olmamı gerektirecek hiçbir şey olmamasına rağmen kalbim fazlasıyla hızlı çarpıyordu. Yatağınızda gayet sakin yatarken kalbinizin deli gibi çarpması garip bir duygu. Odaya baktığımda enerji toplarının ve kıvılcımların büyük bir elektronik örümcek gibi biçimlere girdiğini gördüm. Bir keresinde dönen kocaman bir enerji çemberinin ortasında örümcek biçiminde havai fişek vardı. Bir başka seferinde odada, büyük bir ‘pervane/ışığa gelen kelebek’ benzeri bir ‘böcek’ uçuyordu. Açık turuncu renkteydi ve büyük beyaz benekleri vardı. O zaman çok güldüm. Her gece odama yöneltilen elektromanyetik ışınlar nedeniyle çok canlı rüyalar görmeye başladım. Artrit/romatizmam iyice arttı, eklemlerimi hareket ettirmem iyice zorlaştı. Sabahları çoraplarımı ve giysilerimi giymem günlük bir mücadele oluyordu. Ellerim o kadar kötüleşmişti ki klavyedeki tuşlara sadece iki parmağımla vurabiliyordum. Diğer parmaklarımdan hiç hayır gelmiyordu. Elektromanyetik saldırılar sürdüğü için Carol, beni kanser yapmaya çalıştıklarını söylüyordu, bu doğru olabilirdi, çünkü herşey gibi kanser de bir frekans/ düşünce/ enerji, üstelik de zaten teknoloji sürekli olarak hepimize bunu uyguluyor. Sisteme karşı koyan birçok kişi, ya birdenbire kalp krizinden, ya da kanserden öldü. Canları cehenneme, bu iş bitene kadar ben hiçbir yere gitmiyorum. Beni ortadan kaldırmak veya gözden düşürmek için de planlar yaptıklarını duyuyorum, ama bir kez daha söylüyorum; “Bana bulaşma ahbap, yoksa fena olursun!” 20 yıl önce gelen mesajlarda benim için ne diyordu? “Şiddetle muhalefet görecek, ama onu korumak üzere hep burada olacağız!”
Örneğin ‘Ay’ ile ilgili bu gibi bilgilerin bilinmesi sistemin hiç hoşuna gitmez; insan bedeninin % 60-70’i su... Ve ‘Ay Matriksi’nden yapılan yayın, metafiziksel evren seviyesinde, su aracılığı ile dünyaya ve insanlara, bir ‘sahte realite bilgisi’ şifrelemiş. Çoğu kişi, suyun elektrik için çok iyi bir iletken olduğunu sanır, ama bu tam anlamıyla doğru sayılmaz, çünkü su ancak tuz ilave edildiği zaman etkin bir iletken olur, yani iletkenliği sağlayan; suyun içindeki kimyasal özelliktir. Ne kadar ilginçtir ki, dünyanın da % 97’si deniz, yani tuzlu su. Yine ilginçtir ki, insanların yiyecekleri, özellikle de İllüminati şirketlerinin ürettiği işlenmiş gıda, çoğunlukla ve alabildiğine tuzlu! Üstelik bu yiyecekler, insanların tükettiği %75’lik tuz oranını oluşturuyor. Doğal olarak bu oran, vücudun ihtiyacından çok daha fazla. Bunun bir sonucu olarak da bedende ihtiyaçtan daha fazla su tutuluyor.
Genel olarak bütün bu anlattıklarım belki kabus gibi gelebilir. Bunu çok iyi biliyorum, ama hepsi nasıl gözlemleyeceğinizi seçmenize bağlı. Bu bilgileri dehşet verici bulabilirsiniz, bu da beyninizdeki ‘r-kompleks’i, yani ‘sürüngen beyin’inizi aktive eder korkarsınız, ama kimbilir, belki de tam tersine, beyninizdeki perdenin kalktığını ve hala birşeyler yapabileceğinizi düşünürsünüz. Bana gelince, bırakın dehşete düşmeyi, yüzleştiğimiz şey ne ise ondan da, bizi köle etmeye yönelik duygusal baskıdan da hiç korkmuyorum. Güç bizde ve her an bu uykudan uyanıp gerçek bilincimizi ve müthiş potansiyelimizi kullanabiliriz. Titreşimsel bir değişim oluyor ve gittikçe çoğalan bu titreşimler insanları uzun süreli uykularından uyandıracak. 1990 yılında yazmış olduğum kitabın adı ‘Gerçek’in Titreşimleri’ idi. Afrika Zulu öğretisindeki ‘Hayat Ağacı’ da denilen ‘Yüksek Bilinç’, insanların kendi gerçek benliklerine dönerek yüksek enerjilerle birleşmelerini istiyor. Kollektif uyanış, iskambil kağıtlarından oluşmuş olan korku evini yerle bir edecek. Korkmayın, çünkü burada, çok daha güçlü olan güçler de çalışıyor.
Uzun bir zaman önce ‘They live’/‘Onlar Yaşıyorlar!’ adlı bir film izlemiştim. Konu ve ayrıntılar şimdi dünyada resmedilen tablo ile o kadar aynı ki... Yapımcılığını ve yönetmenliğini John Carpenter’ın yapmış olduğu film 1988’de gösterime girmiş. John Carpenter’ın filmografisindeki ‘bilim kurgu’ ve ‘korku’ temalarını görünce, dünyada neler olup bittiğine dair epeyce bilgi sahibi olduğu anlaşılıyor, ama tabii ki o bunu şiddetle inkar edecektir. Carpenter, yine ‘içeriden’ birisi olan George Lucas’ın, ‘Yıldız Savaşları’ filminin özel efektlerini yapmış. ‘Onlar Yaşıyorlar!’ filminde, dünyayı ele geçirmiş olan dünya dışı bir ırkın, insan formuna girerek ve gerçek insanların arasına katılarak dünyayı kontrol altında tutmaları teması işlenmiş.
Film, korkunç bir ekonomik çöküşün ardından işsiz ve evsiz insanların çadırlarda ve derme çatma barınaklarda yaşadığı bir sahneyle başlıyor. Polis devleti, acımasız kanunlarla yürütülüyor. Direnişçiler, kendilerini kontrol edenlerin kim olduklarını keşfedince, insan figürlerinin ardındaki insan olmayan varlıkları görebilmek için kendi geliştirmiş oldukları ‘özel gözlükler’ kullanıyorlar. Reklamlar ve basılı yayındaki bilinçaltına yönelik mesajları görmek de, ancak bu gözlükler sayesinde mümkün oluyor. Reklamlardaki mesajların hepsi; ‘İtaat et’, ‘bağımsız düşünce yoktur’, ‘uyu’, ‘otoriteyi sorgulama’, ‘hayal gücünü kullanma’, ‘boyun eğ’, ‘tüket’ gibi emirleri içeriyor. ‘Para’ için, tamamen bilinçaltına yönelik ‘Senin Tanrı’n budur’ sözü kullanılıyor. Dünyadışı varlıklar, yeraltındaki tesislerdeki elit insanlar ile birlikte, yüzeydeki popülasyonu manipüle ediyorlar. Birçok insan, bu yeraltı tesislerinden başka gezegenlere kaçırılıyor veya ışınlanıyorlar. Filmdeki ana karakter, dünyadışı varlıkların insanları, kendilerini kontrol eden varlıkları hissetmemeleri için bir çeşit transta veya uykuda tuttuklarını, bunu da bir çeşit yayın ile sağladıklarını farkediyor. O filmde bu, TV istasyonunun tepesine yerleştirilmiş olan bir cihazdan gelen sinyal ile sağlanıyor, bizim dünyamızda ise bu sinyal Ay’dan geliyor! Filmde TV istasyonundan verilen sinyal kesilir kesilmez insanlar dünyadışı varlıkları görmeye başlıyorlar. Maskesi düşenlerin başında A.B.D. Başkanı, iş dünyasından ünlü kişiler, hukukçular, TV spikerleri geliyor. Eğer bu filmdeki dünyadışı varlıkların yerine Sürüngenleri, TV kulesinin yerine de Ay’ı koyarsanız, neler olduğu konusunda sembolik bir fikir edinebilirsiniz. Arzu edenler filmi ‘They Live’ yazıp YouTube’dan izleyebilirler.