30 Temmuz 2013 Salı

Gerçek’in Titreşimleri - XXI

Hapishanemizin gardiyanları kendimiziz...


Global komplo hakkında bütün okuduklarımızdan sonra, özgürlüğü yakalamak çok uzak bir olasılık gibi görünüyor olabilir, oysa aslında sadece bir düşünce ötemizde...

Özgürlüğümüz düşüncemiz, düşüncemiz de özgürlüğümüz. Özgürlük istiyorsak, bu sadece düşünce şeklimizi ve kendi hakkımızdaki düşüncelerimizi değiştirdiğimiz takdirde gerçekleşecektir. Kendi gerçek ve sonsuz potansiyelimizden sistematik olarak bizi kopartan kimdir? Kendimiz… Siz, ben, hepimiz.

Bir toplumun düzeni, insan düşüncesini yansıtır. Eğer korku dolu veya suçluysak, alınmış, küsmüş veya nefret ediyorsak sorumluluğu almaz hep başkalarına veririz. Zaten bugünün sistemini de hep o düşünce motifleri yaratıyor. Oysa sevgi ve saygı duyar, bağışlayıcı olursak o zaman; kendi akıl kontrolümüzü ve sorumluluklarımızı geri almak istiyoruz demektir, toplum o zaman da bu düşünceleri yansıtır. Bütün bozukluklar; içimizden, düşündüklerimizden ve kendi hakkımızdaki duygularımızdan kaynaklanıyor. Fiziksel dünyada olan herşey, bir düşüncenin veya düşüncelerin bir sonucudur. Düşünce değişirse fiziksel dünya da değişir. İçerdeki devrim, dışarıdaki devrim olur. Dünya, insan aklının bir aynasıdır, kendi realitemizi kendimiz yaratırız. Dünyaya, hayatınıza bir bakın, o zaman kendi benliğinizin derinliklerini görürsünüz. Bize olanlar için başkalarını suçlayıp suçluyu dışarıda aramak çok kolaydır, oysa o deneyimleri kendimiz çekmişizdir, bu yüzden cevap içimizdedir, dışarıda değil. 

Evrenden ve benliğimizin yüksek seviyelerinden manyetik enerjiyi absorbe ediyor ve bu enerjiyi sürekli olarak çakra sistemi ile dünyaya yayıyoruz. Bu enerji içimizden geçerken bizim enerji motiflerimizi alıyor, tabii ki bu da tam olarak bizim fiziksel, duygusal, zihinsel ve spiritüel varlık halimizi yansıtıyor. Bilinçaltı; hem de gözümüzün önünde, insanlarda, yerlerde ve deneyimlerde kendi olma duygusunu yansıtan, kendisinin fiziksel bir modelini yaratıyor. Her gün her dakika çevremizde, kendimiz sandığımız bir manyetik görüntü oluşturuyoruz. O motife cevap veren deneyimi manyetik olarak kendimize çekerek realitemizi yaratan bu. Eğer her zaman fakir kalacağınızı düşünürseniz, çevrenizde yarattığınız manyetik enerji o olacak, bu da size fakirliği getirecektir. 

Kendinize ve tanıdığınız kişilere bir bakın. Bir süre, sizin de, çevrenizdekilerin de, dünya ve kendiniz ile ilgili ne kadar çok negatif ifade kullandığınıza bir dikkat edin: ‘Bunu yapamam’, ‘Bunu asla yapmazdım’ gibi şeyler söyleriz. Ana tema ‘Bu işi yapacak kadar iyi değilim’dir. Sonuç olarak da başarısız oluruz, çünkü beklediğimiz odur. Bu, belirli bir noktaya kadar anlaşılabilir tabii, çünkü dinler, eğitim ve medya ile hep ‘günahkar’ ve ‘değersiz’ olduğumuz mesajları almışız. Ufak tefek kel bir adamsan değerin yok. Fabrikada çalışan bir işçi isen, takım elbiseli adamın yanında değersizsin. Gayrimeşru doğmuşsan, resmi ebeveyni olanların yanında değersizsindir. 

Bu, hiç bitmeyen bir imaj listesidir, uzayıp gider. Kendimizi hep kaybeden, değersiz birer insan sayarız. Aslında bütün bunlar çok saçmadır, ama çocukluktan itibaren yeterince sık söylenince, oldukça ikna edici bir saçmalık olur. Hatta denilebilir ki; akıl manipülasyonunun en güçlü ve en etkili yolu budur. Bizden daha iyiler, bize kendimizi değersiz hissettirebilirlerse, yayacağımız enerji alanı, yani yarattığımız fiziksel realite o olur. Bilmeden böyle yaparak; bütün zihnimizi ve dünyayı, herkesi ve herşeyi kontrol altında tutan bu realiteyi yayan sisteme altın tepside sunuyoruz. 

Yıllarca önce gazetecilik yaparken, eş veya sevgilileri tarafından şiddet görmüş olan kadınların kaldığı bir sığınma evini ziyarete gitmiştim. Görüşmelerden sonra konuştuğum, partnerleri tarafından şiddet gören kadınların sayısı, o zaman beni çok şaşırtmıştı. Şimdi şaşırmıyorum, çünkü artık nedenini biliyorum. Kadınların, kendilerinin suçlu olduklarını düşündükleri sebep her neyse, onlara cezayı o getiriyordu. Kadınlar, ilk şiddet gördükleri partnerlerinden önce de kendilerine saygı duymuyorlardı. (Tabii ki bu kesinlikle, çektikleri sıkıntıları önemsememek veya adamların yaptıklarını mazur görmek anlamına gelmiyor.) Adamlar da kendileri hakında düşündüklerini yansıtıyorlar, çünkü nefret ve şiddet uygulayan kişiler de bunu, kendilerine olan nefretlerinden yapıyorlar. Bu iki içsel dengesizlik birbirine çekiliyor, çünkü kadın kendisini aşağı gördüğü için cezalanmayı hak ettiğini düşünüyor, adam da kendi içindekileri görmemek için başkalarını cezalandırmak istiyor. Önceki şiddet içeren ilişki, kadın kendisini sevmeme duygusundan kurtuluncaya kadar tekrarlana tekrarlana sürüyor. Erkekler için de aynı şey söz konusu. İlk görüşte aşk, ilk görüşte nefret. Bütün tepkiler bu işlemin birer sonucu. 

Burada biraz aile bağlarına da değinmek gerekiyor. Anne babalarının zihinsel ve duygusal egemenliğinden ayrılmış olanlar dışında, hala çocukluklarında almış oldukları mesajların etkisi altında olan birçok yetişkin var. Tabii ki bu mesajlar negatif değil. Fiziksel hayatımızın ilk yıllarındaki tek bilgi kaynağımız, doğal olarak çoğunlukla anne babalarımızdan gelmiştir ve dünya hakkında bize anlattıkları da onların kendi düşünceleridir. Onlar bunları, kendi bilgilerine ve kendi anne babalarından öğrendiklerini ekleyerek yansıtırlar. Büyük anne, büyük babalarımız negatif olsalardı, bu bize de bir şekilde geçmiş olurdu. Bu kasıtlı veya kötülük olsun diye değil, çoğunlukla yanlış değerlendirmeden kaynaklanır. Tıpkı bizler gibi, anne babalarımız da kendi yetiştirilme tarzlarının birer ürünüdürler. Her madur durumdaki nesil, istemeden de olsa, madur durumdaki yeni nesili yetiştirir, ama bu kısır çember kırılabilir, zaten şimdi de bunu yapmamız gerekiyor. Bu aşamada anne babalarımızın şartlanma motiflerini kıracak ve çocuklarımıza özgürlük geçireceğiz. 

Zihin kontrolü ve insanlar arasındaki sınıf, iş, cins, ırk ve inanç ayrılıkları çok arttığı için, çoğunluğun çocukluktan edindiği mesajlar son derece negatif oluyor. Eğer kadınsanız çocukluktan itibaren erkeğe hizmet etmeniz gerektiğine inandırılmışsınızdır. Kendi kariyeriniz mi? Kocanızınkinden ne haber? Hep kocasının gölgesinde kalan kadının realitesi o olunca, kendine de öyle bir hayatı çeker, yani öyle bir realite yaratır. Eğer yoksulluk ve işsizlik ortamında doğmuşsak, çocukluğumuz boyunca veya yetişkinliğe kadar, hayatımızın hep öyle olacağına ikna edilmişizdir. Bu çemberden kurtulmanın asla bir yolunun olmadığını düşünürüz ve bu bizim realitemiz olur. Bundan kaçabileceğimizi hiç düşünmeyiz, tabii ki ne bekliyorsak kendimize de onu çekeriz. Olanlara itirazımız olmadığı için, realitemiz de öyle kalır. Afrika, Asya, Orta ve Güney Amerika’daki yoksullar için de aynı şey söz konusudur. Bu koşullara doğan çocuklar, doğal olarak hayatın sadece böyle olduğuna inanırlar, çünkü başka birşey görmemişlerdir. Büyürler, sonraki nesillere geçirdikleri kavram da, ‘Batı’nın zengin, kendilerinin ise fakir olduğu gerçeği’dir. Sonuç olarak gerçekten yoksul kalıp hep istismar edilirler, çünkü çektikleri manyetik realite odur. Yarattığınız zihin ürününüz her ne ise, fiziksel realiteniz de hep o olur. 

İşte manipülatörler de en çok buna bayılırlar…

2004’te çıkan ...and the Truth Shall Set You Free/ ‘Ve Gerçek Sizi Özgür Kılacak’ kitabından...

Paylaşım