18 Şubat 2014 Salı

Gerçek'in Titreşimleri - XXXI

Çıkmaz sokak gibi göbekli kavşak, dön dön dur ...
...uyanış, ama farkındalık değil

‘Büyük Farkındalık’tan değil, ‘Büyük Uyanış’tan söz ediyorum. İkisi arasında muazzam bir fark var. Eğer uyanışı, farkındalığa taşıyacak olan yola devam edilecekse bunun doğru bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bir bakıma, bilince tam açılmak, benim ‘beden aklı’ dediğim mercekten bakarken de mümkün.  Bunu anlayabilmek için sadece ‘ölüme yakın deneyim’ veya ‘bedeninin dışına çıkma deneyimi’ yaşamış olan kişilerin yorumlarını okumanız yeterli. O zaman bu yaşadığımızı sandığımız ‘katı’ illüzyonsu dünyadan, titreşimsel olarak sadece bir göz kırpma mesafesinde olan realitenin ne kadar gelişmiş ve farklı olduğunu kavrayabilirsiniz. 

Milyarlarca insan  din, bilim, akademi, tıp, eğitim, cennet-cehennem, hayat-ölüm gibi sayısız realitelere boğulmuş olan sahte bir holografik dünyaya deşifre etmek üzere bize titreşimsel olarak dayatılan ve gittikçe yaklaşmakta olan  Matriks’in farlarının ışığına yakalanmış durumda. Kendilerinin isimleri, aileleri, hayat hikayeleri, ırkları, sınıfları ve gelir düzeyleri olduklarını sanırlarken, aslında  bütün  insanlar, önlerine gelen veya gelmeyen illüzyonları deneyimlemekte olan veya olmayan  birer ‘Bilinç’ veya ‘Sonsuz, Herşeyi Bilen Bilinç’ler.

‘Beden aklı’ndan daha fazla gelişebildiğimiz zaman, orada bankerler-madenciler, siyah-beyaz, çobanlar-sürüler, öğreten-öğretilen ve bütün diğer bölünme veya ayırım illüzyonlarının hiçbirisi yok. Biz insanlar ise, bu çılgın sistematik algılama manipülasyonu dünyasında  kim ve nerede olduğumuzu unutmuşuz. Bu da insanları; günlük hayat dediğimiz,  bizi holografik ‘gerçek dünya’ ya deşifre eden sahte realiteyi yapanların kucağında tam bebekler gibi uyutuyor. İnsanlar neye inanmaları gerekiyorsa ona inanıyor, neyi izlemeleri söyleniyorsa onu izliyor, neye tezahürat göstermeleri söylenirse onu tezahürat göseriyor, kimi yuhalamaları söyleniyorsa onu yuhalıyorlar. Sanırım bunun için kullanılacak  en yaygın terim ‘sürü’ zihniyeti...

3 Şubat 2014 Pazartesi

Gerçek’in Titreşimleri - XXX

David Icke’ın, 15 Aralık 2013 tarihli makalesi


(Yukarıdaki resme atfen)
Ulaşamayacağımız hiçbirşey yok’ diyorlar...
Doğru, "Bilinçliliğin" dışında...

1968’da John Lennon şöyle demiş:
Sanırım toplumumuz, çılgınca amaçlar için çılgın kişiler tarafından yönetiliyor. Bunu onaltı ve oniki yaşında iken anladım, öyle sürdü gitti ve hayatım boyunca bunu farklı şekillerde ifade ettim.
Her zaman aynı şeyi söylüyorum, ama şimdi hepsini bir cümle haline getirdim; manyaklar tarafından, manyakça amaçlar için manyakça yönetiliyoruz. Acaba birileri bizim hükümetimizin, Amerikan hükümetinin, Rus veya Çin hükümetlerinin ne yaptığını bir kağıda yazarak ifade edebilir mi? Ne yapmaya çalışıyorlar, ne yaptıklarını sanıyorlar? Ne yaptıklarını sandıklarını gerçekten çok merak ediyorum. Galiba hepsi çılgın, ama malum, bunu ifade ettiğim için çılgın diye kendim ilan edilebilirim, zaten en çılgınca olan da bu!”

Hepsi çok doğru, hatta şimdi olanlar açısından tamamen doğru... John Lennon’ın bu söyledikleri, geçenlerde gazetede aşağıdaki şu başlığı okuyunca aklıma geldi:
Amerikan hükümetinin casusluk ajansı uzaya ne gönderdi? ‘Ulaşamayacağımız hiçbir şey yok’ diye övünen ‘çok-gizli’ grubu, yörüngeye özel sınıf bir roket oturttu.”
Bu casus roketin, resimde de görüldüğü gibi üzerindeki logoda bile ‘Ulaşamayacağımız hiçbir şey yok’ yazılı. Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın inanılmaz ölçekteki gözetlemelerinin ifşa olmasından pek de rahatsız görünmeyen Ulusal Keşif Dairesi, üzerinde büyük bir hızla çalıştığı total kontrol sistemini, dünyayı sarmış kızgın bir ahtapot şeklinde sembolize ederken, bir de amaçları ile böbürleniyor!
Atlas 5 roketi, Vandenberg Hava Kuvvetleri üssünden fırlatılıp, alçak yörüngeye oturtuldu ve içerdiği teknoloji konusunda da pek az ayrıntı verildi, ama Ulusal Keşif Dairesi Amerika’nın istihbarat toplayan uydularını işlettiğine göre, acaba bu roketin görevi ne olabilir?
Ulusal Keşif Dairesi ayrıntılar üzerinde sessiz kalıyor, ama fırlatmayı Twitter’dan canlı olarak verdiler çünkü, Orwell planının yeni bir sahnesinde, halkın, kendilerinin casuslukta hangi mertebelere geldiklerini öğrenmesini istiyorlar. Bu nedenle Edward Snowden’in Ulusal Güvenlik Teşkilatı ile ilgili ifşaatları, iddia edildiği gibi onlar açısından bir felaket olmadı. Oyunun ikinci perdesi ise; insanların, kendilerinin ne kadar yoğun bir şekilde gözetlenmekte olduklarını bilmelerini sağlamak, çünkü kayıt altına alınıp gözetlendiklerini bilirlerse kontrol sistemine karşı gelmekten iyice korkup, daha da çok boyun eğecekler.
Amerikan Sivil Özgürlükler Birliğinde politika analisti olan Christopher Soghoian şöyle bir Tweet atmış: “ @ODNI’ye bir tavsiye: Bu kitlesel casusluk avını önemsizmiş gibi göstermeye çalışıyorsunuz, ama bu logo hiç size yardımcı olmuyor.”
Ama önemli bir noktayı kaçırmış. Ulusal Keşif Dairesi’nin sözcüsü Karen Furgerson, özgürlük prensibine ve özel hayatı koruma haklarını çiğneyen bu logoyu şöyle savunmuş:
NROL-39, becerekli, adapte olabilen ve oldukça akıllı bir hayvan olan ahtapot ile sembolize ediliyor. Amblemin açıklaması şöyle; “A.B.D.’nin düşmanları nereye saklanırlarsa saklansınlar onlara ulaşılabiliriz. ‘Ulaşamayacağımız hiçbir yer yok’ ifadesi, bu görevi tarif ediyor, ülkemize ve dünyanın her yerinde kahramanca savaşarak ülkemizi koruyan askerlerimize ne kadar değer verildiğini vurguluyor.
Bu inanılmaz derecede gerçek dışı bir beyan olup, aslında gerçeklerden son derece kopuk bir algılama, hatta benim nazarımda delilikten de öte! En azından bilinçsizliğin en uç derecesinde diyebilirim, yani tam bir çılgınlık...
Bugün gördüğümüz dünyayı ve bilinen insanlık tarihini anlamak için anahtar kelime: ‘bilinç’sizlik’! Karen Furgerson ahtapotun çok akıllı bir yaratık olduğunu söylüyor. Eğer öyleyse, o halde Ulusal Keşif Dairesi’ni yöneten ve işletenler için kullanılacak en son sembol bir ahtapot olmalıydı... Kendileri yaman ve şartlara uygun olabilirler, ama ne yazık ki zekaları için bunu söyleyemeyeceğim.

Modern insana baktığımız zaman onun ruhunun bir çeşit fakirlikten muzdarip olduğu gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz. Bu da, çok açık bir şekilde, bilimsel ve teknolojik yoğunluk ile ters düşüyor.
Kuşlar gibi havada uçmayı öğrendik,
Balıklar gibi denizde yüzmeyi de öğrendik,
Ama dünyada ‘kardeşler’ gibi yürümeyi öğrenemedik!

Martin Luther King Jr.


Dünyanın her yerinde insanların büyük bir çoğunluğu ‘bilinç’li değil, çünkü dünyanın düzeni ‘bilinç’li olmamak üzere manipüle edilmiş. Özgürlüklerimizi korumak için gözlem altında tutulmamız gerektiğini söyleyen de bu aynı ‘bilinç’sizlik... Bir bilgisayar programının bile herhalde bundan daha fazla özgür düşüncesi vardır.
Bilinçsizliğin tanımlarından birisi de şöyle: “Bilinçli farkındalığın veya düşüncenin olmadığı zaman ortaya çıkan”... Bu, insanların içinde bulunduğu zor durumu az çok açıklıyor. Bedenin hareket ettiği, ama zihnin hiçbir rolünün olmadığı tam bir ‘uykuda gezme’ çeşidi.
Cidden merak ediyorum, acaba kaç kişinin, programlanmış beden akıllarının, ‘enter tuşuna bas’ gibi olmayan orijinal bir duygusal tepkisi veya tek bir bilinçli düşüncesi var? Farklı kültürlerden de olsalar insanların aynı koşullarda, hem de ne kadar benzer bir şekilde tepki gösterdiklerine bir dikkat edin. Kültürlerinde ve inançlarında farklar olabilir, bu bir ‘kültür programı’, ama çoğu aynı ‘insan’ programı...
Gerçeğin doğası ve kendini anlama duygusu açısından asıl ‘bilinç’siz olan ise ‘sistem’in arkasındaki gücün ta kendisi... Yani sistemin çalışma şekli; insanlığı kendisininden de ‘bilinç’siz bir hale getirme tuzağına düşürmek. Yani körler diyarında tek gözlü olan, kral oluyor...
‘Algılama Yanılgısı’ adlı son kitabımda bu gizli güç hakkında her zamankinden daha ayrıntılı bilgiler verdim, ama temel olarak bu; farkındalığın enerjetik olarak bozulması. Bir dereceye kadar herşey farkındalık ve zaten enerjinin kendisi de farkındalık! Dolayısıyla enerjetik bozulmanın da bir farkındalığı var, ama bu durumda o da bozulmuş farkındalık oluyor... Psikopatlar farkındalık açısından kendi varlıklarının farkındalar, ama bunun ötesinde, onların farkındalıkları veya kendilerini ve realiteyi algılamaları o kadar büyük bir dengesizlik içinde ki, kendilerini tam olarak empati ve pişmanlıktan yoksun, anti-sosyal kişilik bozukluğu olan, saldırgan, sapık ve kriminal/suçlu şeklinde ifade ediyorlar.
Bu enerjik bozulma, holografik yansıma yoluyla malum formda insanların aurik alanlarına doğrudan hakim olarak zihinsel ve duygusal durumlarını manipüle ediyor, dolayısıyla da davranışlarını etkiliyor. Büyük çapta veya daha az ölçüde sahiplenilmiş kişileri size tek tek gösterebilirim. Kuzuların Sessizliği’ndeki Hannibal Lectors gibi en çok sahiplenilmiş psikopatlar belli de, çoğu kişinin algılaması o kadar çarpık ki, insanlardan ikincil hasar olarak bahsedebiliyor veya kendi gözetleme ve baskısını da,“Ulaşamayacağımız hiçbir şey yok’ sözleri, ülkemize ve bütün dünyada ülkemize kahramanca hizmet eden ve koruyan askerlerimize verilen değeri ifade etmektedir” şeklindeki sözlerle meşru kılmaya çalışıyor.
Yaşadığımızı sandığımız realiteyi, psikopat zihinin en önemli özelliği olan ‘empatiden yoksun oluş’ yarattı. Empati, bir toplumu bir arada tutan , birbirlerini kollamalarını sağlayan spiritüel bir yapıştırıcı gibidir. Bir toplumunun empati duyguları silinirse o toplum, ‘biz’, ‘onlar’ ve ‘hep ben, ben, ben’ seviyesine düşer.
Neyse ki kollektif şuurda hala insanlarda muazzam bir empati var, ama ne yazık ki toplumu politik, ekonomik ve askeri yapının kademelerine sızmış olanlar yönlendiriyor ve tabii meydan da psikopatlara kalıyor.
Gizli manipülatörleri temsil eden özel olarak melezleştirilmiş malum soyun sahiplenilmesi bu bozulmayı ‘insan’ formuna dönüştürdü ve bu soyun küresel kontrol komplosu, bozulmayı askeri-endüstriyel-politik yapıların hepsine doldurdu. Yeryüzündeki ‘hayat’ denen aracın şoförü bu olunca, tabii dünya da bu durumda oluyor.
Bu bozulmanın dengesi insanların ‘sevgi’ dedikleri şey. Dolayısıyla tarih boyunca karşımıza hep, ‘herşeyin cevabı sevgidir’ teması çıkmış. ‘Sevgi’nin tanımı ve algılanması bozulmaya maruz kalmış, bu nedenle de ‘sevgi’ şimdi sadece ‘fiziksel çekim’ olarak tanımlanıyor.
Oysa en derin anlamıyla ‘sevgi’, sonsuz gerçeğin en derin ifadesidir, yani ‘Var Olan Herşey’olan farkındalık ve bilinç..Yani Tek Gerçek Sonsuz Sevgi-gerisi hep illüzyon... Bağlantı, beden aklı ile değil, kalp yoluyla kurulur.
Zihninizi açmak, programlanmış realitenin büyüsünü bozacaktır, ama kalbimizi açmak bizi ebediyen özgür kılacaktır. Açık zihinli, ama kalplerini açamamış çok kişi tanırım. Dolayısıyla onlar benim entellektüel spiritüellik dediğim ‘durum’da olurlar, yani tüm kalp ile bağlanamaz, sadece o duruma gelirler.

Yeni Çağ, bu entellektüel spiritüellikle dolu. Bu nedenle güzel hikayeler anlatan, ama çok farklı hayatları olan kişilerle karşılaşırsınız. Böyle kişilerle çok yakın sayısız deneyimim oldu, bu Yeni Çağ’da salgın bir hastalık gibi.

Kalbinizi gerçekten açar ve sonsuz benliğinizle bağlantı kurabilirseniz, gerçeği, tek gerçeği, yani hepimizin ‘Bir’, ‘Sonsuz Sevgi’ olduğumuzu, gerisinin illüzyon olduğunu hatırlarsınız...
Önce kendi olma duygunuz, buna bağlı olarak da deneyimlediğiniz herşey değişir.
Farkındalığınızı geliştirdikçe, sadece bölümleri değil, bütünü görürsünüz ve noktalar birleşmeye başlar. Rastgele kişiler ve olaylar olarak düşündüğünüz herşeyi, artık kesintisiz bir bir dokuma gibi, olduğu gibi görürsünüz.

Farkındalığınız geliştikçe bakış açınız ve odaklanmanız da değişir. Sadece beş duyuya dayalı illüzyona odaklanmak yerine boyutlar kateder, dünyayı farklı bir gözle görürsünüz. Artık insan hayatının programlanmış algılaması solmaya ve sahte bir realite inşa etme gücünü kaybetmeye başladı.

Bu genişlemenin, kalbin ve zihnin bu açıklığı, enerji rezonansının yüksek frekansı ile ifade ediliyor. Artık bu parazitsi bozulma tarafından işgal edilmiş olan düşük frekanslı alemlerden etkilenmeyeceğiniz gibi, varlığınıza da sahip olunamayacak.

Komplo araştırma alanı, parazitsi güçlerin varlığını kuşatır da, vasıtasıyla onların pençesinden kurtulursak, gerçek anlamda açık kalpli ‘sevgi’, bütün problemi ortaya çıkaracak ve sonsuz özgürlüğün yolunu açacaktır.

Komplo araştırma topluluğundakilerin çoğu birçok açıdan, en az ifşa ettiği komplo kadar ‘bilinç’siz. Beş duyu alemini farklı şekillerde görüyorlar, ama deşifre ettikleri dünya ve her iki tarafın da beş duyusu, neredeyse aynı illüzyonun ifadeleri.

İnsanlar komplonun gerçek derinliğini ve nereden geldiğini iyice anlayıncaya kadar, sebep için hiçbir şey yapılmayıp birşey sadece belirtilerle düzeltilmeye çalışılırsa nereye varılabilir ki? Gerçekle yüzleşme günü geliyor, işte o zaman elimizde bütün bu saçmalığa son verecek araçlarımız olacak...

Paylaşım