26 Ocak 2013 Cumartesi

Gerçek’in Titreşimleri - XIII

Peru, Nisan 2012


Bu inkar edilebilecek birşey değil, kesinlikle mevcut ve dünyaya hakim...Ama güç de, onlarda değil, bizde...



Hayatımı tümüyle değiştirmiş olan ilk Peru ziyaretimi 1991’de yapmıştım. 20 yıl sonra yapmış olduğum iki haftalık ikinci geziden ise yeni döndüm. Bu sefer ziyaretin odaklandığı belirli bir nokta olmadı, ama enerji açısından beni çok farklı bir konuma taşıyan olağanüstü anlar ve deneyimler yaşadım.



Yeniden Peru’dayım –benim
deneyimimde burası,
dünyadaki en güçlü enerjiye
sahip olan topraklar.
Birkaç gün önce eve döndüğümden beri bir gariplik hissediyorum. İki ayrı dünya veya iki ayrı realitenin arasında kalmış gibiyim. Kendimi çok farklı hissediyor ve birçok şeyi farklı görüyorum, ama henüz bunun ne olduğunu açıklayamıyorum. Her ne oldu ise, açıklığa kavuşmadan önce, şimdiye kadar olanlarla bir bütünlük sağlanması gerekiyor herhalde.

1991’de de bana çok derinden birşeyler olduğunu biliyordum, ama ‘turkuvaz period’um başlamadan haftalar önce de birşeyler olmuş, ne olduğunu tam olarak anlayabilmem için de aradan aylar geçmişti. 

Turkuvaz giysilerimi çıkaralı çok zaman oldu, zaten bu kez görüntümde birşey olacağını sanmıyorum, ancak yine birşeylerin değişmiş olduğu çok kesin görünüyor. Genellikle erken kalkarım ve sabahları çalışırım, oysa döndüğümden beri sabah 10:30’a kadar uyuyorum ve sürekli olarak bir uyku halim var.

Şu anda masamda oturuyorum, ama burada değilim. Çok çılgınca gibi, ama ‘benim’ okuyucularımın çoğunun, bu duyguyu anlayacağını biliyorum. Pekala, bedenim burada, peki ben? Hiç de öyle görünmüyor. Asıl ‘ben’ burada oturan bedenime başka biryerden bakıyor.

Gezinin üçüncü gününde otel odasındayken, birdenbire odayı katederken düz yürüyemediğimi hissettim. Zaten Peru’dan göndermiş olduğum videolardan birisinin konusu da buydu. Üç dört dakika süreyle, düzgün yürümeye çalışırken, zorlayıcı bir güç ile, bir sarhoş gibi sola doğru meyil ediyordum. Sonra bayılacağımı, o yüzden de kendimi yatağa atmam gerektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Tam o yöne doğru yöneldiğimde, gariplik, başladığı hızla sona erdi. Durup bana neler olduğunu anlamaya çalışırken kafamda bir ses; “Beynini kaydırdık-bu andan itibaren ‘gerçek’i eskisi gibi deşifre etmeyeceksin” diyordu.

California’da yaşayan medyum arkadaşım Monica Sepulveda o günkü e-mail’inde, benim için bir mesaj aldığını, “Artık bildiğin 3.boyuta veda et” dendiğini yazmıştı. O deneyimden sonraki bir buçuk saat boyunca bu ‘dünya’da veya ‘gerçek’te değildim. Bu ‘gerçek’e başka bir ‘yer’den bakıyor gibiydim. Gezinin geriye kalan süresince hep birşeylerin değişmiş olduğunu hissettim, ama eve döndükten sonra dahası da vardı.

1991’de herşeyin değiştiği
Sillustani'deki o nokta.

Gezi programına göre 15. ve 16. Yüzyıllarda Inka İmparatorluğu’nun başkenti olan Cusco’ya, dağın tepesinde yer alan ‘kayıp şehir’ Machu Picchu’ya, deniz seviyesinden 13.000 ft. yükseklikteki Titikaka gölüne ve Puno’ya gittik. 1991’de hayatımı değiştiren müthiş deneyimi yaşamış olduğum Sillustani, Puno’da yer alıyordu ve gittiğimiz her yerde enerji son derece hoş ve güçlüydü. Gezinin sonuna doğru aklımızdan çıkmayacak en belirgin anı, Bolivya’daki Tiwanaku veya Tiahuanaco denilen antik sit alanını gezmek üzere sınırı geçişimiz oldu. Oradaki enerji ‘hoş’ olmaktan başka herşeydi...

Eğer aranızda, insan düşünce ve duygularının enerji alanlarını etkilediğine inanmayanlar varsa buyursunlar Tiwanaku’ya gitmek için Peru-Bolivya sınırını geçsinler. İki ülke arasındaki nehir köprüsünü geçerken, kendinizi kesinlikle farklı bir boyuta veya cehenneme geçer gibi hissediyorsunuz. Peru kalbinize dokunuyor (kalp çakrasına), ama Bolivya tam karındaki, duygusal çakranıza vuruyor. Gruptaki hemen hemen herkes aynı ‘vay be!’ duygusunu deneyimlemiş. Zaten Bolivya sınırındaki üniformalar da bu negatif enerji ile etkileşim içersindeydi. Herhalde hepsi de ‘espri anlayışı bypass operasyonu’ geçirmiş oldukları hastaneden yeni çıkmış olmalıydılar!

Tiwanaku’daki tapınaktaki enerji sadece ‘korkunç’tu.
Çeşitli milletlere mensup turistlerin ülkeye birkaç saatliğine giriş yapması gibi basit bir işlemin gerçekleştirilmesi asırlar kadar uzun sürdü. Bolivya tarafındaki sınır kasabası pislik içerisindeydi. Sınırdan Tiwanaku’ya 40 dakika süren yol boyunca da birisi polis, diğeri askeri iki kontrol noktasında hem gidişte hem dönüşte durdurulduk. “Bolivya’ya bir polis devleti gelecek” diye kehanette bulunacak biri çıkarsa haberi olsun çok geç kaldı. 
Tiwanaku enerji açısından berbat bir yer. Bu negatif enerjiyi, ‘tanrıları’, bana göre ise ‘sürüngen’ enerjiyi çağırmak üzere insan kurban etme törenlerinin yapıldığı dünyanın birçok yerinde hissetmişimdir. 


Tiwanaku’daki tapınağın tören meydanındaki duvarlarından insan yüzleri çıkıyordu. Bu , törenlerde enerjinin doruğa yükseldiği anda gelen tanrıları sembolize ediyor olmalıydı. Bugün önemli Satanik ritüellerde de bu tür şeyler oluyor. Tiwanaku’dayken bizim gruptaki kişiler de aynı enerjiyi karın bölgelerinde hissetmişler. Böylece insanların aynı ‘tanrılar’ tarafından köle edilmiş olduklarının anlaşılması açısından oldukça önemli bir konu açığa çıkmış oluyor.

İnsan enerji alanına ve holografik bedenine nüfuz eden ana çakra noktaları, farklı frekanslara rezone olur. Potansiyel olarak en yüksek ve güçlü enerji merkezi kalp çakrası, en düşük enerji merkezi de, karındaki duygusal çakradır. Karın çakrası da çok güçlü olabilir, ama bu ancak kalbin farklı titreşimi ile sağlanabilir. 

Kalp çakrası ile karın çakrası farklı iki realiteyi, özgürlüğü ve köleliği temsil eder. Kalp çakrası bizi ‘içsel akıl’a veya ‘biliş’e, ‘bilinç’in gelişmiş seviyelerine, ‘gerçek benlik’e, duygusal karın çakrası ise, ‘sürüngen ırk’ tarafından manipüle edilmiş olan bizleri düşük frekanslı duygusal ‘hal’lere bağlar. Ben buna bilimadamlarının, ‘deşifre etmediğini söyleyip, tam olarak ne işe yaradığını çözememiş oldukları DNA’nın % 90’lık bölümüne implant edilmiş olan biyolojik duygusal yazılım programı’ diyorum. 

Genel olarak insan toplumu özellikle; korku, stres, tedirginlik, endişe, suçluluk, alınma gibi duygularla bu duygusal programları tetikleyecek şekilde yapılandırılmış. Duyguları nerede hissederiz? İngilizcedeki, karından gelen korku için kullanılan. ‘b... korkusu’ sözü de buradan gelir. Duygusal çakranın enerji dengesizliği, barsaklar ve kolondan gelen sıkıntılar şeklinde baş gösterir. 

Bu duygular arasından ‘alınma’, göğüs bölgesinde hissedilir, önce kalp çakrasını baskılar, kişide kalbin gerçek ‘akıl’ı olmazsa, benliğine, beyinin hakim olduğu duygusal çakra egemen olur. Şimdi insan ırkının büyük bir özelliğini tarif etmiş oldum. Tesadüf mü dersiniz? Asla. Global komplonun bütün amacı kalp çakrasını baskılamak, duygusal çakra ve beyin aklı ile de istediği realiteyi kabul ettirmektir. 

Peru’nun, ‘kalp’ yerlerini gezdik, grubun tamamı da bunu yansıttı. Bu realite ile etkileşimin ana noktası kalp çakrasıydı, çünkü bu, düşük frekanslı duyguların ürettiği enerji alanlarına dayalı kontrol ‘Matriks’’inin duvarlarının çok ötesi ile rezone olur. 

Bolivya sınırını geçip düşük frekanslı karın çakrası merkezli Tiwanaku’ya ulaşıncaya kadar kahkahalar, iyimserlik ve neşe dolu, yani kalp çakrası merkezli duygular içersindeydik. Enerjideki değişim, grubun halinden o kadar belliydi ki, dönüşte otobüste herkese hissettikleri değişikliği anlatmalarını rica ettim. 

Çok sempatik bir İrlandalı olan Mark, Tiwanaku’ya gidinceye kadar son derece keyifli ve huzurlu olduğunu, ama orada kendisini çok öfkeli ve sabırsız hissettiğini, özellikle fotoğraf çekerken de, önüne geçen herkese bağırıp çağırmak istediğini anlattı. Bu, komployu o kadar güzel anlatıyordu ki. 

İnsanlık bir zamanlar kalp merkezli bir toplum imiş. ‘Avatar’ filminde olduğu gibi avcılar gelip, gerçeğin algılanmasını kalp çakrasından, karın çakrasına geçirip, insan genetiğini ve davranışlarını manipüle etmişler.İnsanların tepki ve davranışlarına bir bakın. Çok çeşitli şekillerde tetiklenip duygusal tepkiler oluşuyor: Korku, açgözlülük, alınma, kıskançlık, stres v.s. Amaç, insanı kalp merkezinden, yani ‘bilinç’ten uzaklaştırıp Matriks’e, yani düşük frekanslı duygulara çekmek.

Uzun zamandır bunun farkındaydım, ama Peru’da kalp merkezinden, Tiwanaku’daki düşük frekanslı merkeze geçince herşey çok net bir şekilde belirginleşti. Enerjinin, zihinsel hal ve davranışlar üzerindeki etkisi son derece açık. ‘Kalbini aç’ veya ‘Kalbinden konuş’ sözleri sadece ‘Yeni Çağ’ mantraları olmaktan daha öte anlamlar taşıyor. Veya bu, hangi derinlikteki ‘gerçek’ten söz edildiğine bağlı olabilir. Aslında ‘kalbini aç’ demek, ‘kalbinin özgürlüğe açılan frekans kapısını aç’ demektir. 

Birkaç dakika sessizce oturup göğüs bölgenizin merkezine odaklanın, orası tam kalp çakrasıdır. Açılmasını söyleyin, sonra da enerji akışının hareketini hissedin. Eğer karın bölgenizde herhangi bir duygu hissedecek olursanız dikkatinizi kalp merkezine yöneltin. Düşük frekanslı duygu, kalp enerjisi ile bağlantıda iken o ‘negatif hal’de varlığını sürdüremez. Bu, istemediğiniz duygusal enerjiden kurtulmak için iyi bir yöntemdir. Dikkatinizi kalbinizde odaklayabilirseniz daha net, daha kesin algılamalarınız olur, önseziler yoğunlaşır. Bu kadar basit olabilir mi? Oh, evet, bu kadar basittir.


Kalp hastalıklarından kaynaklanan ölümlerin bu kadar çok olmasının nedeni stres ve aşırı baskının, kalp enerji noktasındaki fiziksel kalp üzerine yaptığı darbe etkisidir. 

Tiwanaku’dan Peru’ya dönerken aynı konuyu içeren başka bir durağımız daha vardı. Burası, Hayu Marca bölgesinde, bir zamanlar ‘Şeytan’ın Kapısı’ olarak tanınan bir yerdi. Daha az çarpıcı resmi bir adı da var, ama ürettiği enerjiye bakılırsa, ‘Şeytan’ın Kapısı’ isminin verilmesi çok isabetli olmuş. 


Bölge, ‘Tanrıların Şehri’ olarak da biliniyor ve resmi adının anlamı itibariyle de buranın bir ‘boyutlararası kapı/yıldız geçiti’ olduğu söyleniyor. ‘Puerta de Hayu Marca’, yani Tanrıların Kapısı. Allah allah, o zaman bunlar ne tanrısı oluyorlar böyle?

Yeni Çağ akımcılarının çoğu bu yıldız geçitlerinden söz ederler, ama şöyle bir soru var: Bu tür kapılar ne tür boyut ya da realitelere açılıyor? Sorularda dikkatten kaçan küçük, ama önemli nokta budur. Bu, ‘Tanrıların Kapısı’ başka bir realiteye açılıyorsa, o zaman çok teşekkür ederim ben almayayım, oralar kesinlikle benim ziyaret etmeyi düşündüğüm bir yer değil.



Oraya ulaştığımızda karanlık basmak üzereydi ve çok kısa bir süre sonra ortalık zifiri karanlığa dönüştü. Herkes fotoğraf çekmeyi sürdürüyordu, ama resimlerde bir çeşit ışık çıkıyordu. Herhalde resimlerin çekiliş şekliyle ilgili bir sorun vardı, ama tabii bu benim tahminim, aslında kimse ne olduğunu pek anlayamamıştı. Oradaki enerji alanında bir sürü faaliyet olduğu kesindi. Bunu hissediyordunuz ve açıkçası çoğu da pek hoş değildi. 

Arkadaşımın çekmiş olduğu benim resmimde bile kamera, bedenimin bir kısmını kaydetmiş, yarısını almamıştı. Mutlaka bunun fotoğrafçılık açısından bir açıklaması vardır, ama bu arada belirteyim, ben kesinlikle böyle daha iyi çıkmışım. Aslında bu resim, bedenin ne kadar akışkan olduğunu sembolize ediyor. Yani hepsi illüzyonsu sübtil bir hologram ve bizim fiziksel olarak algıladığımız da sadece bir mikro frekans oluyor.

Ben, efsanede ‘kapı’dan biraz ilerideki, ‘kapı’nın ‘muhafızları’ olarak bilinen kayaların yanına giderken gruptakilerin çoğu ‘kapı’nın kendisine doğru yöneldiler. ‘Kapı’, gerçekten büyük bir kaya kütlesinin ortasında bir pencere veya gerçek bir kapı görünümüyle yer alıyordu. Yanında da ikiz kuleleri veya mason tapınaklarındaki iki sütunu hatırlatan iki çatlak vardı.

Ben ilerideki kayalarda oturmayı tercih ederken, diğerleri ‘kapı’yı inceliyorlardı. Bir ara o taraftan gelen bir takım çığlıklar duyuncaya kadar o yöne gitmek gibi bir niyetim de yoktu. Perulu rehbere o sesin bir vahşi hayvana ait olup olmadığını sordum, cep telefonu ile çok meşgul olduğundan algılayıp ilgilenmedi bile. Oysa ses çok ilgimi çekmişti. Bunun üzerine ‘kapı’ya doğru yürümeye başladım. Az sonra o taraftan gelen birisi o tarafa gitmememin daha iyi olacağını, çünkü orada ‘kötülük’ olduğunu söyledi. Anlaşılan birisi kötü bir deneyim geçiriyordu. 

Adımlarımı hızlandırıp neler olduğunu anlamak istedim. Kayadaki çatlaklardan birinde oturmuş olan bir adamın çevresine birikmiş gruptan bazı kişiler, onu rahatlatmaya çalışıyorlardı. Bağırtılar o adamdan geliyor, huzursuzluk içinde başını bazen tutuyor, bazen sallayıp, sanki rahatlamaya çalışıyordu.

Yıllar içersinde bu tür şeylere daha önce de tanık olmuştum. Sanki içine ‘birşey’ girmişti. Oradakilere onu o kayadaki çatlaktan çıkarmalarını söyledim. Gruptakiler onu biraz geriye çekmeye çalışırlarken sıkıntısı devam ediyordu. Ona saldıran her ne ise, çıkarılmadıkça içinde kalacaktı. Grupta bulunan ‘David Icke Books Ltd.’den Linda Atherton, adamın çevresinde bir halka oluşturmayı teklif etti ve ona enerji vermeye başladılar. Bunun kalp enerjisi olması gerektiğini vurguladım, çünkü bu tür entiteler/varlıklar kalp enerjisinin alanında barınamazlar. Onların enerji alanı düşük frekanslı duygulardır, bu yüzden de insan toplumunun sürekli olarak o enerjiyi üretmesi için olayları ve insan genetiğini manipüle etmişlerdir. Eğer insanlar bu realiteyi kalp enerjisi ile doldururlarsa, avcı ırk bu realiteyi terk edecektir.

Grubun oluşturmuş olduğu çemberin içine girip ellerimi adamın taç çakrasına-başına koydum. Negatif varlıklar buradan girerler ve çıkacakları nokta da yine orasıdır. Bazılarının ifadesine göre ellerimi başına koyar koymaz adam sakinleşmiş. Bunun sebebi, negatif varlığın, adama negatif enerjiyi empoze etmeyi bırakıp, çemberdeki insanların ve benim ellerimin oluşturduğu pozitif enerji alanından kendini kurtarmaya odaklanmasıydı. Adam yerde yatarken ben çömelip ellerimi taç çakrasına koydum ve tek kelime ile ‘gitmesini’ emrettim. Birkaç dakika süreyle ellerime yapışan güçlü bir manyetik alan hissettim ve birden benim içimden geçip başımın tepesinden çıktı. Saniyeler içersinde bunlar olurken, adam kendine geldi. 

Bunlar, elektromanyetik varlıklar ve kendilerini insanların elektromanyetik veya aurik alanlarına bağlıyor, oradan da zihinsel, duygusal ve fiziksel davranışlarını etkiliyorlar. Bu yüzden negatif varlık bedenden çıkarken, ellerime yapışan güçlü bir elektromanyetik alan oluştuğunu hissettim. 

Politika, bankacılık, iş dünyası, medya, ordu ve benzeri kuruluşlardaki kişilerin içine girmiş olanlar da aynı negatif varlıklar. Onlar oldukça acımasızlar, ama terime dikkat ediniz, ‘kalpsiz’ demiyorum, onların kalbi var, ama onlara sahip olmuş olanların kalbi yok.

Fazlasıyla ayrıntılı olarak defalarca yazmış olduğum üzere, hibrid soyun genetik yapısı, bu varlıkların kendilerine sahip olmalarına, genel nüfusun frekans yapısından daha fazla uygundur. Ancak az ya da çok, enerji yapısı uygun olan herkese sahip olabilirler, bu nedenle de bu konuda çok uyanık ve dikkatli olmak gerekir. 

Hibridlere veya uygun olan kişiye sahip olan entitenin elektromanyetik alanı, o kişilerin özellikle büyük bir öfke veya duygusal değişim anlarında egemen olur. O zaman dışarıdan gözlemleyen kişiler, o anda insan olanın değil de, sahip olan entitenin enerji alanını deşifre eder ve insan olanın, insan olmayan bir şekle dönüştüğünü görürler, buna da ‘şekil değiştirme’ denir. 

Bu entiteler, bütün antik toplumlarda ve dinlerde, yazılı olarak veya efsanlerle kulaktan kulağa kayda geçmiştir. Bunlara Gnostik’te ‘Arkon’lar, İslam aleminde ‘cin’ler, Hristiyan aleminde ‘şeytan’, Zulularda ise ‘Chitauri’ adları verilir. Her zaman değil, ama çoğunlukla sürüngen şeklindedirler. Hepsini birleştiren ana tema, çeşitli adlar altındaki bu entitelerin insan psişik alanını işgal edip, davranış ve algılamalarına sahip olmasıdır. 

Bu entiteler, ‘Kontrol Sitemi’ne hizmet etmek üzere seçilmiş olan kişilere, gizli cemiyetlerin Satanik ritüelleri sırasında sahip olurlar. Masonlara katılan bir kişi, ritüellerin garip ve delice olduğunu düşünür, ama bu ritüellerin bu entitelerin hedefe bağlanmalarını sağlamak üzere özel olarak tasarlanmış olduğunu bilemezler. Sonrasında ise, karakterleri yavaş yavaş, ama kesin bir şekilde değişmeye başlar. 

Yeterince değişince, yani yeterince ‘kalpsiz’ leşince, acımasız birer politikacı veya bankacı olmaya başlarlar veya gizli şebekelerin kendileri için planları her ne ise, ona doğru yöneltilirler. Genel nüfustan kişilerin buna en çok açık oldukları zamanlar, aşırı depresyon veya diğer düşük frekanslı enerji üretme dönemleridir. Uyuşturucu bağımlıları veya alkolikler ise bu iş için kapıyı tamamen açık tutarlar. Sahip olunmuş olan bir kişi ile seks ilişkisinde bulunmak da bu yolu açabilir, çünkü enerji bağlantısı sayesinde bu entitelerin, yani bu negatif varlıkların geçebileceği karşılıklı bir manyetik alan oluşmuş olur. 

O geceki deneyimden iki gün sonra, gruptan birkaç kiş ile birlikte, gündüz gözüyle görmek üzere oraya yeniden gittik. Bölgedeki kayaların oluşum şekli gerçekten görmeye değermiş! Bense doğrudan ‘kapı’ya gittim.

Bir süre o enerji alanında oturduk. Genel kanıya göre, enerji son derece negatif ve ‘kötü’ idi. Bölgenin yerlileri bize, ‘hazırlıklı’ gidilmediği takdirde, oranın insanı çıldırttığına dair efsaneler bulunduğunu anlattılar. Evet püf noktası ‘hazırlıklı olmak’. Yani kişilerin, enerji alanlarını bu entitelere kesinlikle açık tutmamaları gerekiyor.

Bölgenin fazlasıyla negatif olduğu anlaşılmıştı, ama aynı zamanda dünyanın enerji hattı üzerinde de büyük etkisi vardı. Resmi bir kurum adına sit alanınına muhafızlık yapan iki kişi, ‘ley hattı’ veya ‘meridyen’ denilen enerji hattının, bu ‘kapı’ kayaları, bizim ziyaret etmiş olduğumuz Cusco, Machu Picchu, Sillustani ve Tiwanaku ile birleştirdiğini anlattı. Geçen yirmi yıl boyunca birçok sit alanında yapmış olduğum birşeyi yapmaya karar verdim, ama bu kez içimden geçen her zamankinden daha güçlüydü.

Aslında herşey çok basit ve ne yaptığınızı biliyorsanız ve kendi enerji gücünüz ile uyumlu iseniz bunu herkes yapabilir. Kapının önünde durdum ve ‘Kötülük’ün orayı terk etmesini emrettim. Söylemiyorsunuz, emrediyorsunuz, çünkü insanların devasa gücü karşısında onlar sadece kısa pantalonlu küçük çocuklar kadar güçsüzler. Şeytani güçler, sadece biz onlara o gücü verirsek güçlü olabiliyorlar. Bu yüzden bizi güçsüz olduğumuza inandırmak şeklinde bir manipülasyon yapıyorlar. Hepsi bir zihin oyunu ve bunun bilincinde olmamız lazım. (Resimde görülen çiçekleri oraya başka birisi bırakmıştı).
Negatif varlıklara orayı terketmelerini emrederken, hem kalp çakramdan kalp/sevgi enerjisinin akışını açtım, hem de ellerimden sevginin kozmik gücü ile uyum veya ahenk geçmesini istedim. Üç dört dakika sonra ‘kötülük’, varlığını sürdüremeyeceği farklı bir titreşime geçti. Gruptaki diğer kişiler arkam kayaya dönük olarak ne yaptığımı bilmiyorlardı, ama ne olduğunu hissettiler. 

Gruptakiler değişimi hissettiklerini söylediler. Belki de oradaki negatif enerji binlerce yıldır oradaydı. Ama zaten artık önemi de yok. Daha güçlü bir şekilde nasıl vurgulayacağımı bilemiyorum; güç bizde, ‘kötülük’te değil! İnsanlar bunu yeterince anladıkları zaman, bu iskambilden yapılmış ev çökecek. 

Gün ışığında, ‘Kapı’nın arka tarafına geçerken bizi daha başka sürprizler de bekliyordu. Öncelikle hepimiz, kayanın öbür tarafında da aynı ‘kötü’ enerjiyi hissettik. Bir kez daha, aynı işlemi gerçekleştirince birkaç dakika içersinde enerji değişti. Bir kez daha vurguluyorum; güç onlarda değil, bizde! 

Kayalığın diğer tarafına biraz uzaktan bakınca oldukça şaşırdık, çünkü kayaların oluşumu tıpkı bir dinozor veya ejderhaya benziyordu.


Bu resim, dostum Neil Hague tarafından çekildi. Orayı canlı olarak yerinde görmek kadar etkili olmayacağını biliyorum, ama en azından bir fikir veriyordur mutlaka. Kafa kısmı solda, beden bölümü ve kuyruk kısmı sağa doğru uzuyor.

Burası dinozor veya ejderhanın kuyruk kısmı. 
‘Şeytan’ın Kapısı’ bu kısmın arkasında yer alıyor. 

...ve bu da dinozor veya ejderhanın baş kısmı.

Dahası da var; bu kısma başka bir açıdan bakacak olursanız bir insan başı görünümü oluşuyor. İnsan boyutları olarak bakarsanız bir çift el bile görebilirsiniz. Yarı insan, yarı sürüngen? Hımmm. Galiba bu kavramı daha önce de duymuş gibiyim... Ertesi gün ‘kapı’ya, bu sefer bir gün önce bizimle birlikte gelmemiş olan grubun diğer üyeleriyle birlikte geldim. İlk gelmiş olduğumuz geceki enerjinin değişmiş olduğunu hissettiklerini söylediler. Bu kez beraberimizdeki rehber de değişmişti ve öncekinden daha bilinçliydi. 

Burası olağanüstü bir yer, orası kesin. Kayalık oluşumlarını, özellikle de ejderha gövdesini açıklamaya gelince, fiziksel açıdan bakılacak olursa, rüzgar ve yağmurun oluşturduğu erozyon sonucunda tesadüfen bu görüntü ortaya çıkmış olabilir. Ancak fiziksel diye bir şey yok... Bu sadece bizim, dalgaboyu verisini önce elektrik, sonra dijital ve holografik olarak algılamamızın bir tezahürü. Bu durumda eğer veri/bilgi alanını, dalgaboyu saviyesinde insan biçiminde bir kayalık olarak implant ediyorsanız, o zaman gözlemci veya bakan veya gören kişi, holografik realite yoluyla onun tıpkı bir ejderha olarak deşifre edecektir. 

Benim, o kötü sürüngen enerjisini hissettiğim ejderha biçimindeki kaya oluşumu bir rastlantı mıydı? ‘Kapı’ ve kaya oluşumu, enerji hattının frekansını kesinlikle engelleyici bir pozisyon oluşturuyordu. Buna benzer yerler bugün, dünyanın birçok yerinde; nükleer güç santralleri, anayol kavşakları v.s. şeklinde, insan nüfusu için yararlı olabilecek enerjiyi baskılamayı hedef alıyor. Avrupa’nın en büyüğü, İngiltere, Wiltshire’deki Avebury kaya çemberinin, çevrede bir sürü yer olduğu halde otoyolu tam ortasından geçirerek, enerjiyi engelliyorlar. Bu da kesinlikle tesadüf değil.




Orayı üçüncü ziyaretimde, tam bu konular hakkında gruba birşeyler anlatıyordum ki birilerinin şaşkınlıkla gökyüzünü gösterdiğini farkettim. Gökte birdenbire tam başımızın üzerindeki buluttan bir gökkuşağı belirdi.





...Ve dostum Neil Hague kamerasıyla aynı bulutların arasından kafaya benzeyen bu görüntüleri yakaladı.


Tabii ki, hayalgücümüz çok çalışıyor olabilir, ama üç ziyaret sırasında orada yaşamış olduğumuz gariplikleri de elimizin tersiyle itmek herhalde çok saçma olurdu. Daha önce de çeşitli kereler belirtmiş olduğum gibi ; dünya bizim inanmamızın istendiğinden çok daha farklı. Hatta diyebilirim ki, bize söylenenle ilgisi bile yok!

Bu arada bu seyahatle ilgili, orada olanları içeren birçok videonun, YouTube’da izlenmek üzere hazırlanmakta olduğunu da belirtelim..

Paylaşım