İnsanlar inanılmaz bir ölçekte uyanıyorlar, bunu benim çalışmalarıma gösterilen ilgiden anlıyorum. 1990’da bana söylenilen ilk şeylerden birisi, yani ‘Gerçek’in titreşimleri’nin konusu, insanlığın uyanışı idi. Şimdi bunun her geçen gün daha arttığını görüyorum. Hepimizin bildiği, ama unutmamız için manipüle edilmiş olduğumuz ‘gerçek’e uyanıyoruz. Umarım benim geçirdiğim deneyim, insanların kendilerini bulmalarına yardımcı olur. Bunu herkes yapabilir. Bunun için ‘özel’ olmamız gerekmiyor, çünkü zaten çok ‘özel’ iz, sadece bunu anlamamız gerekiyor. ‘Akıl’ın egemenliğindeki ‘bilinç’e bağlandığınız veya bağlanacağınız için alay edilmekten, lanetlenmekten korkmayın. Önsezileriniz ne diyorsa onu dinleyin, çünkü ‘bilinç’iniz konuşuyor, yani ‘Sessiz Ses’. Onu izleyin ve macera başlasın...
İnsanlık bir çatal ağzında ve artık hangi yöne gideceğimizi kestirmek için haritaya bakacak halimiz kalmadı. Zor bir seçim yapacağız. Yolun birisi, düşüncelerimiz de dahil olmak üzere bütün hayatımızı kontrol edecek olan faşist bir diktatörlüğe götürüyor. Diğer yol ise özgürlüğe ve bizim bildiğimiz dünyada şimdiye kadar hiç yaşanmamış bir özgürlüğe ve potansiyele taşıyor. Kısacası, hapishane ile cennet arasında bir seçim yapmak gerekiyor.
Eğer bir hortum geliyorsa en etkili hareket ne olur? Başınız kuma gömüp, kendinizi onun gelmediğine inandırmaya çalışırsınız değil mi? Bu belki geçici bir çözüm olabilir, ama hortum hala geliyor ve kafanız kumda da olsa, bacaklarınız hala açıkta.. Bilmemek iyi bir çare gibi görünebilir, ama sonuç? En iyisi hortumun geldiği gerçeğini kabullenip ayağa kalkmak ve göğüslemek. Bunu yaparak durumu kontrol altına alıyor, felaketten korunmak için kendinize güç veriyorsunuz.
Bugün insanoğlunun seçimi bu olacak. Unutmayın, bilmemek geçici bir çözüm olabilir, ama sadece geçici bir çözüm...Dünya asla göründüğü gibi değil ve bu yolculukta benimle birlikte buraya kadar gelmiş olanlar için bile daha karşılaşılacak büyük sürprizler var. Bütün bu koşullar çerçevesinde öncelikle bilmemiz gereken birşey de, kendimizi hissetmemizin, kendimizi düşünmekten daha önemli olmasıdır.
Göğsümüzde, kalp çakrası denilen bir hissetme merkezi vardır. İşte ‘Sevgi’yi, tam anlamıyla burada hissederiz. Önsezilerimizle bizim için doğru olanı hissettiğimiz yer ise, mide bölgesindeki ‘solar pleksüs çakrası’dır. Sözlere veya açıklamalara gerek duymadan, bizim için doğru olanı hep buradan hissederiz. Burada bizimle konuşan önsezilerimiz olup, ‘yüksek benliğimiz’le bağlantılıdırlar. Bugünlerde, ne zaman aklım ve önsezim arasında bir seçim yapmak zorunda kalsam hep önsezimi seçiyorum. Neden o belirli yere gittiğimi veya neden o alanda bir araştırma yapmam gerektiğinin açıklamasını yapamıyorum, sadece öyle yapmamın daha doğru olduğunu hissediyorum. Uyanmış bile olsa, bazen insan aklı günlük programlamalardan etkileniyor, dolayısıyla da önsezinin neden o fikri beğenmediğine dair uzun bir sebep listesi arıyor; “Arkadaşlarım ne düşünür? Ya sonu böyle ya da şöyle olursa? Öyle yapma aptal herif!”...
Hissetme merkezi bu baskılara maruz kalmıyor, çünkü o bu fiziksel dünyanın manipülasyonunun çok ötesindeki bir bilinç ve biliş seviyesine bağlı durumda. Spiritüel yeniden doğuş geliştikçe, uyanmakta olanların hissetme merkezi çok güçlü bir şekilde yeniden aktive oluyor. Önsezi de, geleceğin rehberi durumunda tabii. Bu bizi her zaman rasyonel aklımızın istediği yere götürmüyor, ama bizim ve dünyamız için en hayırlı olana yöneltiyor. 1990’dan beri rasyonel aklımı izlemiş olsaydım, hala TV stüdyosunda spor programı sunuyor olacaktım. Bu işi yapanlar alınmasınlar, sadece artık bana göre bir iş olmadığını anlamış olduğum için, hala o işi yapıyor olmak fikri bile bana korkunç geliyor.
Günlük hayatımızda, gözlerimizi ve aklımızı manipüle eden ve yanlış yönlendiren mesajlar labirentinden kurtulmamızı sağlayacak olan önsezilerimizdir. Bu hissetme merkezi hassas olursa, neyin doğru neyin yanlış olduğunu iç güdüsel olarak hissederiz. Kişiler, zihinleri açılıp uyandıkça, dogma ve lüzumsuz bilgilerden arınıp önsezilerini daha güçlü bir şekilde hissedeceklerdir. O zaman ‘akıl’, kenara çekilir. Tabii ki denge açısından onun da görevi vardır, ama egemen olmamalıdır. Programlanmış algılamalarla betonlaşmış bir akıl, önsezilere engel olur ve bizi yüksek anlayış seviyelerinden koparır. Bu gibi koşullarda hissetme merkezi, uyuyan bir volkan veya faal halde olmayan bir yanardağ gibi kapalı durur. Bazı ‘Yeni Çağ’cıların inandıkları gibi, ‘dünyadaki herkesin ne için geldiler ise onu yapmakta oldukları’ iddiasını kabul etmiyorum. Hepimiz kendi yüksek benliklerimizin seçmiş olduğu koşullara doğuyoruz, ama hayatımız sürdükçe, eğer kendimizi programlamalara kaptırır, hissetme merkezimiz olan kalp çakramızın bizi yöneltmesine engel olursak dümensiz bir gemiye benzer ve başarmamız gereken görevleri tamamlayamayız. Eminim, bu seferki gelişim sürecine enkarne olup, büyük roller üstlenmiş olan birçok varlık/kişi, programlanmış akılları tarafından yüksek seviyelere o denli kapatılmışlar ki, ne yapmaya gelmişlerse onu yapmakta olan birçok kişiyi lanetliyor veya onlara gülüyorlar. Ancak bu durum hızla düzeltilebilir. Yüksek seviyelerden gelen akıntının bizi yönetmesine izin verirsek, diğer enerji alanları, yani insanlar, yerler ve durumlar ile oluşan manyetik etkileşim bize, kişisel ve kollektif olarak gelişimizi sağlayacak olan desteği, deneyimi ve fırsatları çekecektir. Bu akış ve rehberlik, sorumluluğumuzun elimizden alınması değildir. Rehberlik dışarıdaki bir güçten gelmez. Kendi yüksek benliğimizden gelir. Yani, çok boyutlu kendimizden. Onunla güçlü bir şekilde bağlanırsak, programlanmışlıktan derhal kurtuluruz. Birçok kişi bana ne yapmaları gerektiğini soruyor, ben de hep aynı cevabı veriyorum; kimse için en iyisinin ne olduğunu ben bilemem, sadece benim için en iyisinin ne olduğunu bilirim. Ne yapmanız, nereye gitmeniz, ne düşünmeniz veya söylemeniz gerektiğini en iyi bilen sizsiniz. Kalbiniz size ne söylüyor? Tamam, işte o ne diyorsa onu yapın...
‘Human Race Get Off Your Knees’ ve ‘And the Truth Shall Set You Free’ kitaplarından...