13 Şubat 2013 Çarşamba

Gerçek'in Titreşimleri - XIV - Teknolojik zararlar


2013 için ufak bir tavsiye...

Şu lanet olası cep telefonundan biraz uzak durun!




Eğer yukarıdaki görüntüyü korkunç buluyorsanız çok iyi, çünkü bu, çok ciddi bir durum. Şimdi çocuklarının ve kendilerinin sağlığını düşünenler için çok önemli bir zaman. Burada, benim ‘sessiz soykırım’ adını verdiğim birşeyden söz ediyoruz. Eğer insanlar bunun farkına varmazlarsa sonuçlar felaket olabilir...

Yıllardan beri milyonlarca insanın maruz olduğu elektromanyetik kirlilik ve bozulmaya dikkat çekmeye çalışıyorum. Şimdi İngiliz TV sunucusu James Russell’ın bu konuyu mercek altına alan nefis bir belgeseli var. Şimdi burada, insanların nasıl bir baskı ve kontrol altında olduklarını kapsamlı bir şekilde ele alacağım. Bu aptallıktan veya sorumsuzluktan oluyorsa tabii ki daha da kötü, ama derinlerde, gölgelerin arasında, insan bedenine, zihinsel ve duygusal sağlığına karşı açılmış olan elektromanyetik savaş son derece soğukkanlı, acımasız ve kasıtlı eller tarafından yürütülüyor...

Gölgelerdeki kişiler, yaptıkları şeyin felaket boyutlarındaki etkisini çok iyi biliyorlar, çünkü bu etkiyi, George Orwell’in 1984 kitabında sözünü ettiği insan nüfusunun azaltılması planına uygun olarak yaptılar. Onların maşası durumundaki zavallı bilgisiz kişiler, dünyaya, kendilerine ve kendi çocuklarına ne yapmakta oldukları hakkında en küçük bir fikir sahibi bile değiller, buna anne babaların büyük bir çoğunluğu da dahil. 

Ancak bilgi sahibi olmamak, sorumsuzluk suçu için bir mazeret değil, çünkü gerçek ortada. Bütün mesele çoğu kişinin, yüzleşmek istemediği bu gerçekle karşılaşmamak için başını öbür tarafa çeviriyor olması. Gerçekten isteyerek, ya da istemeyerek içinde bulundukları bilgisizlik, sadece belirli bir süre için geçerli, nasıl olsa sonunda gerçekle yüzleşecekler! Şimdi de artık zamanı geldi...

O zaman şimdi ve şimdiye kadar olanlar nedeniyle daha henüz hiçbir şey görmedik. 



‘Gerçek’in ve insan bedeninin asıl doğası hakkındaki bastırılmış bilgi; oluşum ve etki arasındaki malum bağlantının, sırf anlayış yetersizliği nedeniyle saklanmış olduğunu anlatıyor. Doktor ve bilimadamları arasında bile, gerçekte insan organizmasının ne olduğu hakkında fikri olmayanlar var. 

Onlar ve dünya nüfusunun çoğu, insan bedenini sadece et ve kemik, katı ve fiziksel olarak görüyor. Ancak beden bir hologram olduğu için, bu da aslında bir illüzyon. Biz bedeni, dalga formunu ve elektromanyetik alanları, holografik illüzyona deşifre ediş şeklimizle bağlantılı olarak, ‘katı’ görüyoruz. 

Bütün fiziksel realitede olduğu gibi, beden; beş duyu ve bilinç tarafından taşınan enerji halindeki, gördüğümüzü sandığımız aleme kurgulandığı zaman bilginin, beynin arkasındaki sadece birkaç santimetre küp olarak algılandığı formda var oluyor. 

Fiziksel beyin bile, asıl beyin olan bilgi/enerji alanı dışavurduğu zaman oluşan illüzyonsu bir hologram. Fiziksel realite, sadece onu var olmaya deşifre ettiğimiz zaman var olur. Bu nedenle, neyse ki biraz daha ‘farkındalığı olan’ bilimadamları, gördüğümüzü sandığımız dünyanın veya alemin, sadece gözlemlendiği zaman var olduğunu kabul ediyorlar. 

Bu da doğru, ama burada deşifre kelimesini kullanmak daha doğru, çünkü gözlemleme eylemi; dalga formu ve elektromanyetik enerjiyi, ‘holografik realiteye deşifre etme eylemi’ oluyor.

Hologramlar, dalga formu bilgi alanlarından yansıtılan bilgi alanları, yani herşey enerji frekanslarının farklı ifadeleri oluyor. Bir duvar ile bir nehir arasındaki fark, enerji alanlarının frekanslarından kaynaklanıyor ve onların şifrelenmiş olan bilgisi de, tıpkı bir bilgisayar programının ekranda bir görüntü oluşturmak üzere farklı veri şifrelerini kullanmasına benziyor.

İnsan bedeninin temel yapısı da, bir dalga formu alanı. Deşifre işlemi bunu, ‘elektrik/ elektromanyetik bilgi’ şeklinde, ‘dijital’ ve ‘holografik olan’a dönüştürüyor. Varlığın bu farklı seviyeleri, birbiriyle etkileşim içersindedir ve birbirlerini ya bozar, ya da düzeltirler. Bütün ‘Hayat’ın, elektromanyetik bir varlık seviyesi vardır, dolayısıyla herşey, bozuk bir elektromanyetik alandan etkilenir.

Eğer dalga formu veya elektromanyetik alan bozulursa, tamamen bunun bir yansıması olan hologram da bozulur. Bütün dünyadaki milyarlarca insanın elektromanyetik kirlilik ve bozulma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu konusuna geri dönecek olursak, ‘uzman’ların, yüksek gerilim hattı , nükleer santral veya trafo yakınında oturan insanlarlarda, genel popülasyona oranla daha fazla kanser vakasına rastlanması arasında bağlantı kurmamaları veya kurmak istememeleri karşısında söyleyecek kelime bulamıyorum. 

Bu ‘uzman’ların çoğu cahil moronlar ise, diğerleri, daha da kötüsü, şirketin parası için ruhunu satan profesyonel yalancılar oluyor. Sistemin programlanmış personeli için, insan sağlığı ve çekilen acılar değil, enerji, iletişim, biyotek ve ecza firmalarının karı çok daha önemli. Ancak tavşan deliğinin derinliklerindeki gerçek, paranın çok daha ötesinde...Bunu kısaca açıklamaya çalışacağım.

Yüksek gerilim hatları, cep telefonu baz istasyonları/komünikasyon direkleri ile insan sağlığının mahvedilmesi arasındaki bağlantı çok basit. Bu hatlar ve direkler, insanların elektromanyetik alanlarını bozan çok güçlü elektromanyetik alanlar yaratıyorlar. İnsanların elektromanyetik alanları, yani enerji meridyen hatları, Çinlilerin verdiği isimle ‘ki’ etkilenince, bedendeki enerjinin normal akışı engelleniyor, akışta düğümlenmeler oluyor ve kanser gibi hastalıklar oluşuyor. 

James Russell’ın filmi ‘Rezonans-Frekans varlıkları’, insan elektromanyetik ortamının, cep telefonları, cep telefonu alıcı verici ve diğer komünikasyon direkleri, evlerdeki kablosuz telefonlar, kablosuz Internet, bilgisayarlar, mikrodalga fırınlar, radarlar, uydu ve uydu TV, yeşil ışık lambaları ile inanılmaz derecede kısa bir sürede nasıl değiştiğini belgesele aktarmış. 

Şimdi de, dünya çapında yayılması sağlanmakta olan, her ev ve iş yerine koyulacak bir başka elektromanyetik alan yayıcı ‘akıllı sayaç’lar piyasaya sunuldu. Malum bir de, sistematik olarak geleneksel ampüller yasaklandığı için, yerine ekonomik, radyasyon yayan ‘yeşil’ ışık helezoni ampüllerin kullanılması zorunlu kılınıyor. 

Yirmi yılı aşkın araştırmalarımdan sonra, bütün bunların kesinlikle tesadüfen değil, soğukkanlılıkla tasarlanmış, planlanmış ve programlanmış olduğu sonucuna varmış bulunuyorum. Olanlar, sadece maksimum kar elde etmek için insan sağlığını hiçe sayan açgözlü ve sorumsuz şirketlerin işi değil. Çekirdeğin en iç kısımlarında uygulanması istenen plan, kâr elde etmekten çok, kitle katliamı. 

İnsanların elektromanyetik alanları, gittikçe artan teknolojik bir elektromanyetizma ile bombardıman ediliyor, sonuç ise fiziksel, zihinsel ve duygusal bir mahvoluş. Bu son derece açık seçik bir sebep- sonuç ilişkisi..

James Russell, bu filmi kendisi finanse etmiş. Doğrusu, birilerinin rahat koltuklarından kalkıp da doğru olduğunu bildikleri birşeyleri yapmaları çok memnuniyet verici. Bunu herkes yapmalı, ama çok az kişi yapıyor, bu yüzden de şimdiye kadar hep ‘kötüler’ kazandı.

Film, son 25 yıldır elektromanyetik ortamın nasıl değişmiş olduğunu gösteren istatistiklerin verildiği bir tablo ile açılıyor. 1980’lerin ortalarında nüfusun yüzde 3’ü cep telefonu kullanıyordu. Şimdi ise, özellikle de ‘gelişmiş dünya’da sayı yüzde yüze ulaşmış durumda. Milyarlarca insan cep telefonu kullanıyor. 

Bunun nedeni, insanların uzun vadedeki sonuçlar hakkında bir fikirlerinin olmaması. Veya “medikal profesyoneller ve cep telefonu endüstrisindeki personelin fikri yok” diyelim. Aslında gerçekleri bilenler, sonuçların ne olacağını veya hali hazırda ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Zaten bu sonuçlar da, bütün bu olanların ne olduğu hakkında... 

Elektromanyetik spektrum
Cep telefonları, elektromanyetik spektrumun mikrodalga bandında çalışıyorlar. Bu aynı mikrodalga fırının, zaten radyasyonlanmış olan gıdayı yeniden radyasyonlaması gibi. Hiç mikrodalga fırını kafasına geçirip gezecek kadar güvenli bulan kimse var mı? O halde? 

İşte cep telefonunu kulağına tuttuğu zaman insanlara olan bu... Süpermarkette çalışanlardan, taksi şoförlerine kadar, genç, yaşlı çalışan bütün insanlar, gün boyunca cep telefonlarını sürekli olarak kulaklarına yapışık halde tutuyorlar. 

Böylesi tam bir ‘bilişsel uyumsuzluk’, yani iki, ya da daha fazla zıt inancı, aynı anda tutma hali. Kısaca bu durumda; “Mikrodalgaları beynime tutarken, bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum, ama bana zarar gelmez” diyoruz. Yaptığım şu yorumun korkunçluğuna bakın. Zaten sistem de bunu istiyor. Bir mobil iletişim ağı kuruyorsun, insanlar senin teknolojini kafalarına tutuyorlar, sen elektromanyetik spektrumun en tehlikeli olanını kullandığını biliyorsun, çünkü emellerini gerçekleştirmenin en iyi yolu bu! 

Bu kadar aptallık olabilir mi? Dünyadaki hükümetler, şirketler, tıp, bilim ve güvenlik kuralları, bunların hepsi ne yapıyorlar? Yani bütün bu potansiyel tehlikeyi bilmiyorlar öyle mi? 

Tıpkı elektromanyetik bir denizde yüzen elektromanyetik balıklar gibiyiz. Denize olan ne ise, aynısı balıklara da olur. Bütün balıkları birden nasıl hedef alabilirsiniz? Bunu yapamayacağınızı bildiğiniz için, balıkların içinde yüzdükleri denizi hedef almak gerekir. Peki bütün insanların hepsini birden nasıl hedef alırsınız? Aynen bu şekilde. 

Elektromanyetik komplonun ardında 4 ana amaç var:
  1. Nüfusu azaltma planı çerçevesinde insan sağlığına zarar vermek. Bununla ilgili, genetik olarak değiştirilmiş gıda, içme suyundaki florid, gıdalardaki kimyasal katkı maddeleri, ilaçlar ve sağlığa ve bağışıklık sistemine zarar verici bir sürü maddeyi içeren uzun bir liste var.
  2. Beyin dalgaları faaliyetlerini, elektromanyetik iletişim alanları ile senkronize etmek. Böylece düşünce ve algılamaların, bireysel ve kollektif insan zihnine doğrudan bu şekilde gitmesi sağlanır. 
  3. İnsan bedeninde ve dünyanın enerjisinde öyle olumsuz bir elektromanyetik bozukluk yaratılır ki, beş duyu realitesinde hapis kalır, bütün gelişmiş farkındalık halinden koparılır, düşünce, algılama ve önsezileri, sadece sistemin bilgi kaynaklarına bağımlı kalır. 
  4. Diğer boyuttan varlıkların, dünyanın atmosferini ve elektromanyetik durumunu değiştirip, kendileri için daha uygun olacak hale getirmeleridir. Bu onların, bizim realitemizde daha uzun kalabilmelerini sağlayacak, böylece maşa olarak kullandıkları elit soy ailelerinin kadın ve erkek bireylerini kullanmalarına gerek kalmayacaktır. 
İnsan sağlığına yapılan saldırı zaten kendisini gösteriyor. Cep telefonunuzu kulağınıza dayadığınız zaman, beyninizin o tarafı ısınmaya başlıyor ve ne kadar uzun konuşursanız o kadar çok ısınıyor. A.B.D. İlaç istismarı Ulusal Enstitüsü’nün direktörü olan Dr. Nora D.Volkow, beynin, resmi güvenlik sınırlamalarının çok altındaki mikrodalga seviyelerinden bile olumsuz etkilendiğini açıklıyor. Pekala, aşağıdaki resimlere bir bakın, başka birşey söylemeyeceğim...


Soldaki resim: Zararlı cep telefonu radyasyonuna maruz kalmamış termografik kafa görüntüsü.
Sağdaki resim: 15 dakikalık bir telefon görüşmesinden sonraki termografik kafa. Sarı ve kırmızı alanlar, sağlığı olumsuz etkileyen termal etkiler. 

Bana göre son derece şoke edici, ama risklerden habersiz birçok cahil ana babanın, eline cep telefonu verdiği çocukların ortalama yaşının 8 oluşu da çok acı bir gerçek! Üstelik çocuklar, büyüklere oranla çok daha büyük bir tehlike içersindeler. 

Radyasyondan gıdaya, herşey için verilen güvenlik sınırları, samimi olarak insan sağlığı düşünülerek hazırlanmış falan olamaz. Bu sınırlamaları hükümetler tayin ettikleri için, bunların hepsi, yine aynı şebekeler tarafından denetlenen şirketlerin getirdiği sınırlamalar oluyor. 

James Russell’ın filminde daha bir ‘uyanmış’ durumdaki bir bilimadamının dediği gibi; eğer kimsenin hız limitini aşmayacağından emin olmak isterseniz, saatte 1000 mil hız sınırı koyabilirsiniz. 

Dolayısıyla cep telefonlarının iddia edilen güvenliliği, SAR/Spesifik Absorbsiyon Oranı denilen birşeyle ölçülüyor. Bunun, insan bedeninin hangi miktarda elektromanyetik enerji absorbe ettiğini tanımladığı iddia ediliyor. En popüler mobil telefonlar da SAR’ın maksimumuna göre ayarlı olduğuna göre, bu SAR limiti de güvenlik bakımından hiçbir işe yaramıyor demektir. Bütün bunlar, şimdi anlatacağım nedenler yüzünden çok sayıda insan için ölümcül olacaktır.

SAR limiti, 10.000 kişinin, karakteristik kafasına dayanılarak yapılmış olan ‘SAM hayalet kafa’ kullanılarak yapılmış, ama öyle rastgele kişiler kullanılmamış. Bu çok önemli, çünkü kafatası ne kadar büyük ve kalın olursa beyine mobil telefon radyasyonundan daha çok korunma sağlanıyor. 

SAM kafası, rastgele seçilmiş kafalara göre yapılmış, (tamam, biz de inandık). James Russell’ın filminde belirtildiği üzere, sekiz yaşındaki bir çocuktan nispeten daha büyük ve kalın kafası olan Amerikalı askerlerinin kafalarına dayalı. SAR’ın güvenlik oranı, bunu göz önüne almadığına göre, o zaman mobil telefon kullanan çocukların beyinleri, SAR limitlerinin çok üzerindeki radyasyon seviyesine maruz kalıyor demektir. 

Peki bu yıl Noel Baba çocuklara kaç cep telefonu getirdi dersiniz? 

Güvenlik standartları Non İonize Radyasyon Korunma Uluslararası Komisyonu tarafından belirleniyor. Bu organizasyonun kullandığı ‘yararsız’ ve ‘bağlantısız’ kelimeleri son derece değişken... Yani beyine ve insan bedenine gelen potansiyel etkileri göz önüne almıyor ve sadece ısınma etkisine bakıyor! Oysa o zaman bile limitler gözle görülür bir şekilde ölümcül seviyede...

Bir başka mobil telefon güvenilirlik ve koruma organizasyonu da İngiltere’de yerleşik Mobil Telekomünikasyon ve Sağlık Araştırması kurumu. Bence bir kuruluşun adının önüne ‘Araştırma’ kelimesini koymak, Afrikalı diktatörlerin ülkelerini şiddet ve terörle yönetirken, kendilerine demokrat demelerine benziyor. Yani isim, sadece göstermelik ve sahte bir realite algılaması sağlama amaçlı. Bu organizasyon, kötü şöhretli bir bilimsel çalışmayı, başından sonuna kadar finanse etmiş. Birçok bilimadamı da buna alet oluyor. Hepsi satılık ruhlar. Endüstrinin finanse ettiği araştırmalar cep telefonlarının güvenli olduğunu söylerken, samimi dürüst kişilerin yaptığı bağımsız araştırmalar ise bunun tersini söylüyor. 

Cep telefonlarının uzun vadedeki etkilerini daha yeni görmeye başladık, çünkü kanserlerin oluşması yıllar alıyor ve insanlar yaygın olarak cep telefonu kullanmaya 1990’lı yıllarda başladılar. Sözde çalışmaların çoğu, bu zaman ölçeğini hesaba almıyor. Bu sanayinin kesinlikle bunun farkında olduğu besbelli, çünkü artık gelecekteki bir yasal eyleme karşı, küçük bir uyarı yazısı koymaya başladılar.

İsveç, Orebro Üniversite Hastanesi’nde epidemioloji ve onkoloji profesörü olan Dr. Lennart Hardell, mobil telefonlar ve beyin kanseri arasındaki bağlantının kapsamlı bir araştırmasına başkanlık etmiş. Çalışmada beyin kanseri olan 2000 kişinin cep telefonu kullandıkları zamanki seviyeleri tespit edilmiş ve beyin tümörü riskini önemli derecede arttırdığı görülmüş. Cep telefonlarının beyine yakın kullanılmaları, yavaş yavaş intihardan başka birşey değil! 

Ancak sağlığa etkisi bundan da öteye gidiyor. Yani komplonun amaç listesi hep aynı hedefe odaklanıyor. Beyinin ortasındaki epifiz bezine... Epifiz bezini boz, hedefi onikiden vur! Epifiz bezinin bütün yönlerden saldırı altında olmasına şaşmamak lazım. Diş macunları ve içme suyundaki florid dahil, her çeşit elektromanyetik güç insanların üzerine salınıyor...

Epifiz endokrin sisteminin ana bezlerinden birisi olup, hipofiz bezi ile birlikte çalışır. Beyindeki, aynı zamanda ‘üçüncü göz’ de denilen, beş duyunun ötesindeki algılamalara açılan özelliği oluşturur. Kontrol sistemi bunun hiçbirini istemiyor, çünkü manipülasyonun ana amacı bu, böylece insanların farkındalığını izole edip, sadece beş duyu realitesinde tutacak. Şimdi.. florid görevini yaptıktan sonra artık epifiz bezi bilgiyi algılayabilir mi? 

< Epifiz bezi, burada, floridli ürünler nedeniyle floride olmuş.
Gölgelerdeki varlıklar, insan toplumunu yönetirlerken tam olarak planlamış oldukları buydu. Dişler için faydalı olduğuna dair koca bir yalan uydurdukları florid, aluminyum sanayinin bir atık maddesi olup içme suyuna katılıyor. 

Epifiz bezinin ‘gelişmiş farkındalık’a katkılarından birisi de DMT/ dimetiltriptamin salgısı olup, zihni daha da büyük farkındalığa açar. Ayahuasca ve sihirli mantarlar gibi psikoaktif iksirlerde DMT vardır. Peki insan algılamasında epifiz bezi çalışmazsa sonuç ne olur? Gelişmiş algılamanın kapısı tamamen kapanır.

Epifiz bezinin çalışmamasının başka yaygın sonuçları da vardır, sağlık, hatta yaşam için büyük bir tehdit oluşturur. Epifiz, hipofiz ve endokrin sisteminin diğer bezleri ile iletişim içerisindedir. Bunlar hipotalamus, tiroid, paratiroid, adrenalin ve üreme bezleridir. Kalbin de çok önemli bez fonksiyonları vardır. Bu bezler sistemi, her bir hücre, organ ve beden işlemini etkiler ve ruh hali, büyüme, doku, metabolizma, cinsel fonksiyonlar ve üremeyi, hormon dediğimiz kimyasalların salgılanması yoluyla düzenler. Endokrin bezleri, sinir sistemiyle uyumlu bir şekilde çalışmak üzere dizayn edilmiştir. Holografik varlığı, enerji varlığın en derin seviyelerine bağlayan çakra girdap sistemi ile de doğrudan bir etkileşim içersindedir. Çalışmayan endokrin bezleri çakraların çalışmasını bozar veya tam tersi olabilir. 

Düzgün çalışmayan bu bezlerin gövdelerindeki kaos ve kıyımı bir düşünün. Epifiz bezi elektromanyetik olarak hedef alındığı zaman bunlar olur ve vurucu etki bütün sistemi bozar. Aynı şey günlük ritm için de geçerlidir. Yaşıyan organizmalarda günlük beden ritmi uykuyu, hormon salgılarını, beyin dalga faaliyetlerini, hücre üretimini ve gece gündüz devresini düzenler. Bu ritmler ciddi bir şekilde bozulursa ciddi hastalıklar oluşur. ‘Jet lag’, günlük ritm karıştığı zaman meydana gelir. 

Epifiz bezi, bir pirinç tanesinden biraz daha büyüktür, ama hayat, farkındalık ve sağlık açısından hayati önemi vardır. Epifiz bezi, melatonin hormonu salgılar ve sentezler, ama sadece karanlıkta. Bu günlük ritmin bir parçasıdır.

Epifiz bezi ışığa çok duyarlıdır ve ışık az olursa daha çok melatonin salgılar. Melatonin, uyku sırasında kanser hücrelerini ‘mopp’lar. Bu nedenle karanlık bir ortamda uyumak önemlidir. Gece lambası da olsa ışıkta uyumak veya odanın dışında sokak lambası bile olsa, melatonin üretimini ciddi bir şekilde engeller. Çalışmalara göre, kanser vakalarına, gece çalışıp gündüz uyuyan kişilerde daha çok rastlanır. Gece uykusu olmazsa melatonin olmaz. Gece çalışmaları, genel olarak günlük ritmi da bozar. Gece vardiyası çalışması göğüs kanserini yüzde elli çoğaltır. Göğüs kanserine yakalanmış ortalama kadın sayısı, o yaştaki kadınlar için gereken melatoninin sadece yüzde 10’una sahiptir. Prostat kanseri olanlarda ise normal melatonin seviyesi yarıdadır. Aynı şey otistik çocuklar için de söz konusudur.

Beyin, hücre tahribatını geceleri onarır. Hergün yarım milyar hücreyi yeniler. Melatonin bunun için çok gerekli, inanılmaz derecede güçlü bir antioksidan olup, sağlıklı hücrelere saldıran milyonlarca serbest radikal-onarma işlemi sırasında arta kalan elektronlarla mücadele eder. Bu saldırılar kansere yol açabilir, oysa melatonin bunun oluşmasını engeller.

Melatonin yaşlanmaya ve kansere karşı da bir ajandır. Melatoninin seviyesi düşünce bağışıklık zayıflığı, uyku bozukluğu ve kalp problemleri gibi rahatsızlıklar başlar. Bütün denge, tıpkı ip cambazının ipin üzerinde yürümesi gibidir. İnsan bedeni için de aynı şey söz konusudur. Ufak bir dengesizlik olduğu anda, cambaz elindeki denge sırığı ile birlikte aşağıya düşer. 

Teknolojik olarak üretilmiş olan elektromanyetik alanlarla olan ise, öyle ufak bir bir rahatsızlık gibi değil, insanlık tarihinde hiç olmamış birşey! İnsan hayatı ile ilgili çılgınca bir deney yapılıyor. Milyarlarca insanı yok etmek için büyük bir soğukkanlılıkla hesaplanmış bir plan uygulanıyor...

Melatonin üretimi, sağlıklı bir hayat için o kadar önemlidir ki, eğer teknolojik kaynaklardan kaynaklanan elektromanyetik alanlara maruz iseniz, sadece karanlıkta uyumak da yeterli olmaz. Bunun sebebi, epifiz bezi için ışığın da karanlığın da birer tetikleyici olmasıdır. Melatoninin üretilmesi veya üretilmemesini aktive eden unsur ise, ışık ile karanlık arasındaki ‘frekans farkı’dır. 

Karanlık ve ışık, elektromanyetizmanın farklı ‘hal’leridir. Dolayısıyla melatoninin salgılanmasını ya da salgılanmamasını sağlayan, bizim algıladığımız şekliyle ışık ile karanlık arasındaki görsel fark değil, budur. Bu çok bağlantılıdır, çünkü teknolojik olarak üretilmiş elektromanyetizma, epifiz bezini, gecenin yarısında bile gün ışığında olduğuna inandırır ve bu olduğu zaman da melatonin üretimi durur.

Çalışmalar, asıl konunun bu olduğunu teyit ediyor. Buna hayvanlar ve böcekler de dahil. Elektromanyetik alanlar, melatonin üretimini bloke ediyor.

Yeryüzü ve insan beden aklının, farklı frekanslar arasında uyum içersinde olması gerekir. Dünyanın elektromanyetik rezonansı Schumann Titreşim Boşluğu olarak bilinir. Bunu Alman fizikçi Winfried Otto Schumann keşfetmiştir. ‘Boşluk’ kelimesi ile, dünyanın yüzeyi ile üst atmosfer tabakalarından ‘İonosfer’ arasındaki elektromanyetik ortam kastedilir. Schumann rezonansı çok düşük frekans/ ELF 6-8 Hertz oranını kapsar. Yani insan beyin faaliyetleri ve biyolojik sistem ile aynıdır, Schumann rezonansının frekansı olan 7.83 Hertz’de bir araya gelirler. İnsan beyni meditasyon, sakinlik, gevşeklik ve yaratıcılık hallerinde, alfa dalgaları yayar, ama bu dalgalar anksiyete ve stres yaratır ve immün sistemi etkiler. 

Bunun nedeni, hologramın her parçasının, bütünün küçük versiyonları olması olmalı... Dünya mini bir evren, insan bedeni de mini dünya/evren. Bu durumda dünya ve insan bedeni uyumlu bir rezonans içersindeler. Tabii bunun başka nedenleri de var. 

7.83 Hz frekansı, yunus balıklarının biyolojik rezonansı, örneğin Schumann’ın Münih Üniversitesi’ndeki selefi Dr.Herbert König, memelilerin beyin dalgalarının 6-8 Hz. olduğunu tespit etmiş. Hayatı tek bir birleşik frekansa bağlayan egemen bir frekans düzeni var, bunun vasıtasıyla ‘bilgi’ formundaki varlıklar ile düşünce dalgaları ve alanları arasında iletişim kurulabiliyor. Doğal düzeni bozan ‘Kontrol Sistemi’, dünyanın elektromanyetik alanını manipüle ederek bu uyumlu birliği hedef alıyor. Kontrol sistemi Schumann rezonansını, ortak ve uyumlu bir osilasyondaki biyolojik hayatı bozan bir ses çatalı gibi çalışıyor. Belirli bir nota çalmak için, kemanın iki ya da üç telini çekersiniz. Başkası başka bir nota çalar veya hiç ses çıkmaz, ama çoğunluğun gücü diğerlerinin de aynı şekilde titreşmesini sağlar.


Beyin faaliyetlerinin dış etki ile bozulması da aynıdır. Bu fenomene Frequency Following Response/(FFR) diyorlar. Beyin, teknoloji ile üretilmiş frekanslarla bozuluyor. Ritim sabit ve yeterince güçlü ise, bunu müzik de yapıyor. Sonra da insan düşünce ve algılamasını etkilemenin bütün kapıları açılıyor. 

Şimdi elektromanyetik alıcı-verici teknolojisi labirentinde olanlar bunlar... İnsan toplumunu gün geçtikçe daha fazla zehirliyorlar. Adım adım bir frekans hapishanesi inşa ediyorlar, çünkü bu onlar için, insan beyin ve bedenini, dünya gezegeninin elektromanyetik rezonansı ile uyumlu bağlantısından koparmak için çok gerekli.

James Russell’ın filminde vurgulanan çalışmalar, Schumann rezonansının, teknoloji tarafından üretilen elektromanyetik oluşum ile yok edilmeye çalışıldığını teyit ediyor. Bir kez bunu başarırlarsa, zihin, beden ve duygusallığın çeşitli seviyelerinde birbiri ile bağlantılı etki tepkiler ile insan frekansı, kaybolmuş küçük bir çocuğa benzeyecek. Fizikçi Wolfgang Ludwig şöyle diyor: “Bir şehrin çevresinde veya içinde rezonans ölçmek imkansız hale geldi. Cep telefonlarının oluşturduğu frekans kirliliği yüzünden ölçümlerimizi denizde yapmak zorunda kalıyoruz.”

İnsanların,deney yapılması için teknolojik olarak Schumann rezonansından koparılmaları ile derhal fiziksel, zihinsel ve duygusal etkiler baş gösteriyormuş. Bir raporda ise şöyle deniliyor: 

“Erling Andechs’teki Max Planck Davranış Psikolojisi Enstitüsü’nden Prof.R.Wever, manyetik alanlardan tamamiyle temizlenmiş bir yeraltı bunkeri yaptıklarını ve gönüllü öğrencileri dört hafta süreyle hermetik sızdırmazlığı olan ortamda tuttuklarını anlattı. Öğrencilerin günlük ritmleri değişti ve duygusal stres ve migren ağrıları oluştu. 7.8 Hz. frekansı uygulanınca belirtiler kayboldu. Aynı tür şikayetler, Schumann dalgalarından yoksun olan, ilk kez uzaya çıkan ilk astronot veya kozmonotlarda da görülmüştü”. 

Fransız virolojist Luc Montagnier, HIV virüsünü tanımlamış ve 2008’deki Nobel Fizyoloji ödülünü bir başka bilimadamı ile paylaşmış olan bir bilimadamı. Ancak asıl önemli keşfi DNA’nın, çok düşük, 7.83 HZ frekansındaki elektromanyetik dalgalar yoluyla iletişim kurabildiği imiş.

Bence bunu ilk keşfedenin onun olduğundan şüpheliyim, çünkü bilim dışından da bunun çoktan farkında olanlar vardı. Ben bile 2003 yılında çıkan “Tek Gerçek Sonsuz Sevgi, gerisi hep İllüzyon” adlı kitabımda, DNA iletişimi ile ilgili bilgiler vermiştim. 

Ancak yine de, bu iddiaları ifşa eden ilk bilimadamı olarak, ‘Kurulmuş’ bir bilimin kollektif algılamasının, bir bezelye büyüklüğündeki kutuya rahatlıkla sığacağını göstermiş oldu. Bulguları tahmin edileceği gibi dikkate alınmadı, ama gerçekliğini koruduğu kesin. 

Bu, DNA’nın frekans iletişimini bozan teknolojik olarak üretilmiş elektromanyetik alanların, mutasyona neden olarak, hatta insan hayatının sürmesini bloke ederek insan genetik yapısını bozduklarını gösteriyor. Zaten sistemin de bütün istediği bu.

Kuşlar, böcekler, hayvanlar ve insanlar, dünyanın manyetik alanı ile etkileşim içindeler ve bu prosesin ortasında da günlük ritmi ve gece gündüz melatonin devresini dengeleyen kriptokrom molekülü var.

Kriptokromlar, insanlar da dahil olmak üzere bazı canlıların, manyetik alanları hissederek seyretmelerini sağlıyor. Bu gerçek, California Üniversitesi’nde fizik ve astronomi profesörü olan Thorsten Ritz’in, bir çeşit bülbül üzerinde yapmış olduğu çığır açıcı araştırmalarla teyit edildi. Kriptokromlar, kuşlar ve balina gibi memeli hayvanların, uzak mesafelere göç edip geri dönebilme yeteneklerinin sebebini oluşturuyor. 

Kriptokromlar, arılara ve diğer böceklere de aynı seyretme özelliğini sağlıyorlar. Arılar, A.B.D. dahil bütün dünyada Koloni Çöküşü diye bilenen bir bozukluk yaşıyorlar. Bunun önemini vurgulamakta yarar var: arılar, diğer bitki hayatları gibi, insanların temin ettikleri gıdaların yüzde 70’ine polen yayıyorlar. Ayrıca açıklanamayan nedenlerle balina ve yunusların, kitleler halinde kumsallarda öldükleri vakaları var. Bana göre, bunun nedeni, hayvanların seyir sistemlerinde oluşan elektromanyetik bozukluk ve bütün bunların hepsi birbirleriyle bağlantılı.

Fizik profesörü Thorsten Ritz, kuşları, radyo frekans alanlarına maruz bırakarak seyir yetenekleri üzerinde deneyler yapmış. Sonuçlara göre, bu manyetik alanlar sadece kuşların göç özelliklerini bozmakla kalmamış, çünkü bu frekanslar ayrıca, çok düşük yoğunlukta, yani resmi olarak halkın güvenlik limitinin altında oluyormuş. Bunun, diğer hayvan ve böcekleri de kapsayan bir durum olduğu görülüyor. 

Manyetik pusulaları olan uzun bir canlı listesinde kuşlar, kelebekler ve tabii ki arılar var. Koloni çöküşü adı verilen bozukluk, yetişkin arıların gidip de geri dönmeyerek bütün koloniyi hareketsiz hale getirmelerinden ibaret.

Dr.Jochen Kuhn, Almanya’daki Koblenz-Landau Üniversitesi’nde bazı testler yapınca, hatanın insan teknolojisinde olduğunu, bulguların da konuyu teyit ettiğini ortaya çıkarmış. Dr.Kuhn, mobil telefonu dört arı kovanına yerleştirmiş, ama diğer dört kovana koymamış. Kullandıkları telefon, mobil telefonun direğinin mini versiyonu olup, baz istasyonu ile etkileşimde olan telefon gibi çalışıyor. Bu telefon direkleri şimdi şehirlerin her yerinde var, hatta en izole yerlerde bile sayıları gittikçe artıyor. 

Dr.Kuhn , arıların normal bir şekilde, içinde mobil telefon olmayan kovanlara döndüklerini, içinde mobil telefon olan kovanlara ise dönemediklerini gözlemlemiş. Bulgular bundan daha açıklayıcı olamazdı herhalde...

İnsanlardaki kriptokromlar da, kuşlar ve böceklerdeki gibi çalışıyor. Dünyanın elektromanyetik alanının navigasyonunu içgüdü ile yapıyorlar veya buna da ‘yön duygusu’ deniyor. Deneylerde insanların başına mıknatıs takıldığı zaman yön duyguları bozuluyor. 

Mobil telefon ve diğer elektromanyetik komünikasyon direkleri, artık toplumu iyice kirletmiş durumda. Apartman bloklarının, okulların, ofislerin, sinemaların, sağlık kliniklerinin, spor merkezlerinin çatılarına serbestçe yerleştiriliyorlar, çünkü şirketler bunları herkesin sağlığını hiçe sayarak yapıyorlar. 

İngiltere’de, bir mobil telefon baz istasyonu/ direği çevresine dağılmış olan 18 evli küçük bir kasabadaki çeşitli vakalarda hep aynı belirtiler ve hastalıklar baş gösterdi; göğüs kanseri, başka kanser hastalıkları, üreme problemleri ve ağır başağrıları. Mobil telefon direkleri çevresinde yaşayanlar arasında kanser vakalarının, depresyon ve çeşitli rahatsızlıkların sayısındaki artış, artık çok yaygın bir gerçek oldu. 

Elektrosensitivite olarak bilinen rahatsızlık ise gittikçe artan elektromanyetik alanlardan kaynaklanıyor. Belirtileri uykusuzluk, baş dönmesi, başağrıları, kasılmalar, tutulmalar, endokrin hastalıkları, özellikle tiroid etkileri, iç kanama ve kanser. Bu tür hassasiyeti olan çok kişi sağlıkları olumsuz etkilendiği için elektromanyetik teknolojiden uzak bölgelerde yaşamayı tercih ediyorlar.

Bütün bunlar olurken, 25 yıldır doğal elektromanyetik düzenin düşünülerek yapılmış olduğuna dair hiçbir inandırıcı resmi araştırma sonucu da yok, bu olumsuz sonuçlardan koruyacak bir önlem de... Elektromanyetik enerji çok kısa bir sürede milyon katı arttı. Radyolojik Korunma Kurulu’nun eski bir belgesinde, radyoaktif ortamın 50 yıldır milyonlarca kere artmış olduğu ve gün geçttikçe de artmakta olduğu belirtiliyor. 

Hatta şimdi, bilimsel analizler yapmak, etkileri doğru düzgün ölçebilmek için, bir kontrol popülasyonu bulmak için çabalıyoruz, çünkü mobil bir telefonunuz yoksa bile veya bir mobil telefon direğine yakın oturmasanız da, bir şekilde yine teknolojik elektromanyetizmaya maruz kalıyorsunuz. Herkes sigara içerse, sigara içmenin kansere neden olduğu anlaşılabilir mi?

Unutmayın, mobil telefonlar 1980’lerde ortaya çıktı , ama 1990’larda hangi aşamaya geldi. Onların durmak istedikleri nokta da şimdi bulunduğumuz nokta değil, daha fazlası, yani her hafta, her yıl daha fazla cep telefonu kullandırmak ve çevreye daha fazla mobil telefon direkleri kurmak.

Burada anlatmak istediğim şu ki; Kontrol Sistemi’nin belgelerindeki planda hedeflenen, nüfusun 7 milyardan, yarım ila bir milyara indirilmesi. Bunu zaten genetiği ile oynanmış gıdalar, yiyecek ve içeceklerdeki kimyasal katkı maddeleri, içme suyundaki florid, uçakların bıraktığı kimyasal metalik artıklar, aşılar, ilaçlar, yaşlılar için ötenazi, savaşlar, ekonomik krizler, açlık ve daha birçok yolla sağlıyorlar.

Ancak, bunların en önde geleni radyasyon. Bunu kitaplarımın çoğunda ayrıntıları ile anlattım. Örneğin Fukushima olayı, ‘Kim olduğunuz Hatırlayın’ adlı kitabımda da anlatmış olduğum üzere kesinlikle bir kaza değildi. İnsanların yaşadıkları dünyanın elektromanyetik ortamını, radyasyona maruz bırakmak için çok önemli bir katkıda bulundular. Elektromanyetik bozukluk her an biraz daha arttırılıyor.

Buna Alaska’daki HAARP ağı da dahil. Atmosferin ‘İonosfer’ tabakasına çok güçlü radyo dalgaları göndererek radyoaktivite yayıyor, sonra bu dalgaları sektirip dünyaya geri , yani Schumann kavitesinin yer aldığı toprak ile ionosfer arasındaki elektromanyetik kaviteye gönderiyorlar.

Sonra, A.B.D.’ndeki ‘GWEN sistemi’ gibi iletişim şebekelerinin direkleri, 200 mil arayla birbirleriyle iletişim içersindeler ve tüm Amerika boyunca bütün toprağı kaplayan müthiş bir elektromanyetik alan oluşturuyorlar. Bir başka görünmeyen elektromanyetik cani de, acil servisler ve yasal kurumlar için kullanılan TETRA komünikasyon sistemi. İşte Kontrol Sistemi’nin muhteşem elektromanyetik bozukluk sağlama yolları bunlar, çünkü bunlar işlerini insanların görmediği bir alemde gerçekleştiriyorlar.

Yaklaşık çeyrek asırdır benimle o kadar çok dalga geçtiler, o kadar çok alay ettiler ki, artık hiç aldırmıyorum. Popülarite kazanmak için değil, ‘gerçek’i bulmak için araştırıyorum. Her ne kadar inanılmaz da görünse, keşfettiğim konuların hepsi doğru ve gerçek, bu yüzden ne olursa olsun bunları insanlara anlatmaya çalışıyorum...

Şimdi en sonunda, dünyadaki olaylar ve kişisel deneyimleri sayesinde çok sayıda insan, gözlerini bu gerçeğe açıyor. Bu ‘gerçek’, bu ‘realite’ şudur:

İnsanlar, kendileri ve dünya açısından sahte bir algılama ile manipüle ediliyorlar. Bunu yapan, çok çeşitli şekiller alabilen insan olmayan bir güç, ama en basit anlamıyla bozuk bir enerji formu ve düşük seviyede bir spiritüel farkındalık... Spiritüel açıdan bir bunama ‘hali’. Ancak bu, teknolojik ve gerçeği manipüle etme bakımından çok kurnaz... 

Bu güç, insan gözünün algılayamayacağı bir boyutta yer alıyor. Zaten bütün ‘yaratılış/varoluş’ da insan gözünün algılayamayacağı boyutta, ancak bunlar, insanların algılamasını, insan toplumunu doğrudan insanların akıllarını; büyük devletler, büyük bankalar, teknoloji devleri, ‘Büyük Ecza’, büyük gıda şirketleri, büyük petrol şirketleri, büyük enerji şirketleri ve büyük medya kuruluşlarının sahibi olan veya bunları yöneten ailelere hakim olarak manipüle ediyorlar.

Farklı boyuttaki ‘efendi’lerinin planlarına göre hizmet eden bu aileler, yasaları yürürlüğe sokturuyor, dünya ve üzerinde yaşayanlar arasındaki frekans bağlantısını ve dünyanın elektromanyetik düzenini bozmak için gereken teknolojiyi empoze ediyorlar. Gizlenen manipülatörlerin, insan gözünün algılayabileceği menzilin dışında, insanların arasında görülmeden yaşayabilmeleri için, dünyanın elektromanyetik alanını değiştirmeleri gerekiyor, zaten bunun için uğraşıyorlar. 

Bunlar, enerji varlıklar ve dünyanın elektromanyetik alanını kendi frekanslarına uydurmaya çalışıyorlar. Onlar için uygunluk, insanlar için uygun olmama anlamına geliyor. İşte gözümüzün önünde, doğal yaşantımızın içinde olanlar bunlar...

Yaşamasını istedikleri insanlar, kendi yeni elektromanyetik düzenlerine uyacak şekilde özel olarak değiştirilmiş köle olarak kullanılacak olanlar. Bu doğru olamaz mı? Kesinlikle doğru. Neler olduğunu kesin olarak anlayabilmemiz için, bunu bu anlayış çerçevesinde değerlendirmeli ve işlerine bir çengel atmalıyız. The Matrix filminde Morpheus’un Neo’ya dediği gibi; “Bunun kolay olacağını söylemedim Neo. Sadece onun ‘gerçek’ olacağını söyledim.” 

İnsanların bu olumsuz etkileri azaltmak için yapabilecekleri basit şeyler var, mesela cep telefonlarının kullanımını azaltıp, sabit telefon hattı kullanabilirler. Kablosuz Internet de dahil, kablosuz olan herşey tehlike arzediyor. Akıllı sayaçlar ile iletişimi olan kablosuz alanlar da aynı derecede tehlikeli, dolayısıyla kullanmayı reddetmek de yarar var.

Eğer cep telefonunuz olmadan yaşayamayacağınızı düşünüyorsanız, o zaman en azından kısa konuşmalar yapın, uzun konuşmalarınız sabit hatta saklayın. Cep telefonunuzu kulağınıza dayamayın, mümkün olduğu kadar uzakta tutun. Ve asla ve asla cep telefonunuzu bir çocuğun yanında tutmayın.

Çalışan cep telefonu tehlikeli, ama en büyük tehlike onu kulağınıza dayamaktan geliyor. Benim de acil görüşmeler için bir cep telefonum var, ama yüzde 99.999 bir çekmecede kapalı olarak duruyor. Çok nadir, ayda bir kullanırım, çünkü işimi sabit hatlı telefon ile de gayet rahat halledebiliyorum. 

Bir telefon istasyon direğine yakın oturuyorsanız oradan taşının, okulların ve diğer kuruluşların tepesine yerleştirilmiş olanların kaldırılmaları için mücadele edin. Okullarda kablosuz Internet kullanılmaması için uğraşın, çünkü bunlar çocukları teknolojik elektromanyetizmaya boğuyorlar. Kablolu Internet kullanmayı tercih edin. Yapılacak çok şey var, kendi hayatınız ve sevdiklerinizin hayatı bunlara bağlı. Durum bu kadar ciddi! 

James Russell’ın belgeselinin linki: 

Paylaşım