İnsanoğlunun gerçek değeri, sahte benliğinden kurtulup özgürlüğüne kavuştuğu zamanki seviyelerde bulunacaktır...
Albert Einstein
Kaybolduk, çünkü nerede olduğumuzu bilmiyoruz, ikincisi nerede olduğumuzu anlamamız için gereken bilgiye ulaşamıyoruz. Aslında durumumuz daha da kötü, çünkü bırakın nerede olduğumuzu, kim olduğumuzu bile bilmiyoruz. Kim ve nerede olduğumuza dair koordinatlar olmadan gördüklerimizi ve deneyimlediklerimizi anlayabilir miyiz? Tabii ki hayır. O zaman biz de tahmin ederiz. İşte o tahminlere de ‘din’ ve ‘bilim’ denir. Mümkün olan en iyi bilgiye dayalı eğitim tahminleri yaparız, peki ama ya din ve bilim aracılığı ile ifade edilen bilgi defoluysa? O zaman karşılaşacağımız durum daha da zor olur, bu sefer hangi yöne doğru hareket edeceğimizi hiç bilemeyiz. Elinde açı ölçer veya mikroskop ile önümüzden her geçenin ne yaptığını bildiğini sanıp ona takılırız, sonra da yanlış yöne gittiğimizi anlarız.
Bugün elimizdeki haritaların çoktan güncelliğini yitirmiş olduğunu bile bile yanlış yöne itiliyoruz. İnsanlarda büyük çapta bir ‘algılama yanılması’ yaratmış olan sistem, bizi ‘yuva’ya ulaştıracak olan koordinatlarıın varlığından habersiz tutuyor. Birileri, insanları şaşırtıp kontrol altında tutmak için yol işaretlerini değiştiriyor. Dünyada herşey tepe taklak olmuş durumda, çünkü herşeye yanlış açıdan bakmaya zorlanıyoruz. Şimdi 1 numaralı koordinata bir bakalım: Biz kimiz?
İnsanlar kendilerini; çalıştıkları işleri, gelir düzeyleri, sevdikleri, sevmedikleri, cinsiyetleri, yani kişilikleri olarak görüyorlar. Bir astronota kim olduğu sorulduğu zaman, uzay giysisinin özelliklerini tarif ederse tuhafımıza gitmez mi? “Ben NASA Mark III, 1990’da yapıldım, 0.56 atmosfer basıncına dayanıklıyım v.s.”