2 Ocak 2013 Çarşamba

Gerçek’in Titreşimleri - XI

David Icke’tan Gerçek’in Titreşimleri - XI
Artık bir seçim yapmanın zamanı geldi... 

Şimdi herkes için bir seçim zamanı. Aşina olduğumuz ortamdaki illüzyonsu inançlara sıkı sıkıya tutunursak, bu nehirin akıntısına karşı ayakta durup, akıntı şiddetlendikçe zayıflayacağımız, bize hiçbirşey getirmeyecek olan bir seçim. Diğeri ise,  kalplerimizi ve zihinlerimizi Sonsuz Bilinç’e açıp, enerjinin bizi taşıyacağı  yere gitmek, yani kendimize yeni bir realite sunmak. Yani,  ‘bilgisayar aklı’ ile ‘Sonsuz Bilinç’ arasında bir seçim yapmış oluyoruz. Hatta şöyle de diyebiliriz; inanmak ile bilmek. Birçok kişinin algılama ve davranışlarının patronu;  düşünen, yani hep zanneden akıl oluyor.  René Descartes’ın dediği gibi “Düşünüyorum, o halde varım”... Doğrusu,  realitenin bilgisayar seviyesindeyseniz evet, yani o zaman bilmekten ziyade zannetmeyi tercih etmişsiniz demektir. Bilmek;  önsezi, sağduyu, ‘Sonsuz Bilinç’ ile bağlantıdır. Düşünüş/Zannediş ise diğer duygular gibi,  zihin hapishanesinin gardiyanının,  elektrokimyasal bir fenomenidir. Birbirlerinin elektrokimyasal dengesinin değişmesiyle, ya zihin duygular tarafından, ya da duygular zihin tarafından etkilenir. Çok duygulandığımız zaman düzgün düşünemediğimiz gibi belirli düşünce motiflerimiz olduğu zaman da duygusal olarak etkileniriz. 
Bir an en korktuğunuz bir anınızı ve en mutlu olduğunuz bir anınızı düşünün, duygularınız bir anda değişecektir. Duygularımızın, beden bilgisayarı sistemimiz ile elektrokimyasal ve titreşimsel olarak bağlantısı olduğu gibi, aynı şekilde;  cıva, elektrik gerilim hatları, gıda katkı maddeleri vs ile de derinden etkileniyorlar. Bilmek veya önsezi, ‘Farkındalık’ın ve ‘kara verme’nin çok farklı birer kaynağı. Bilince, duygu ve düşünceyi bypass yapıyor veya devreden çıkarıyoruz.
Hayatınızda kimbilir, yapmak istediklerinizin düşüncelerinizle engellediği kaç fırsat kaçırmışsınızdır.  Birşey yapmak istersiniz, kalp çakranız şarkılar söyler, ama birden düşünceler kafanıza tokmak gibi vurur; “Öyle yapamazsın, çünkü...” Sizi bir kez kendi realite alanına mıhlamışsa, her zaman o kazanır. Bu program, doğduğunuzdan beri sizinledir, zaten algılamanın kontrol altında tutulmasının en etkili yolu da tekrarlamak olduğu için hep ağır basar. Beden bilgisayarı realitesini veya ‘mantık’ı anlıyorsunuzdur, çünkü uzun süredir onunla birlikte yaşamışsınızdır. Derler ki; “eğer önsezilerini izlersen, şunlar şunlar şunlar olur”, sonuçlarına katlan”. Ardından heyecanlar, suçluluk ve korku devreye girer ve bütün önseziniz baskılanır.  Bunu yapmayı çok isterdim, ama...” sözleri, materyalistik sorumluluk dünyasına dönüşün en klasik ifadesidir. Oh, evet, hep sorumluluk duymalıyız. 
Beden bilgisayarınız  birbirini destekleyen diğer bilgisayarlar ile birlikte, sizin içgüdünüzü, önsezilerinizi veya sağduyunuzu susturmak üzere yönlendirilir.Bu diğer bilgisayarlar;  arkadaşlarımız, anne babalarımız, iş arkadaşlarımızdır  ve onların robotsu programlarının belirli yazılım verileri vardır: ‘Bunu yapamazsın, ya işin ne olacak?’, ‘Şunu yapamazsın, ya ailen ne olacak?’, ‘Onu yapamazsın, ya komşular ne der? Bütün bunları hep, anne bilgisayarlar, baba bilgisayarlar, kardeş bilgisayarlar, sağcı bilgisayarlar, solcu bilgisayarlar, yeşilci bilgisayarlar, öğretmen bilgisayarlar, doktor bilgisayarlar, medya bilgisayarlar, Hristiyan bilgisayarlar, Yahudi bilgisayarlar, Müslüman bilgisayarlar, Hindu bilgisayarlar ve Yeni Çağ bilgisayarları söylerler...   
Realitenin bilgisayar seviyesi, sizin algılamalarınızın değişmesini istemez, çünkü bu yolla bütün kontrolü elinde tutmaktadır. Beden bilgisayarınız sisteme hizmet etmenizi ister, çünkü sistemin kendisi o’dur. Bütün yapıya hizmet etmek üzere programlanmıştır. Önsezilerinizin size ne söylediğini düşünürseniz, düşüncenizin sonucuna göre en iyi bilen bilgisayar olur. Ünlü İngiliz futbol kulübü yöneticisi Brian Clough’ya oyuncularından birisi ile anlaşamazsa ne olacağını sormuşlar: “Oturur, konuşur, sonunda benim haklı olduğuma karar veririz” demiş. Bu benzetme çok yerine oturuyor. Zihininiz;  önsezinize veya içgüdünüze hükmedemiyorsa, sonuç bu oluyor.  
Sonsuz bilinç bizimle önsezi ve bilişimiz aracılığı ile konuşur. Düşünmesi veya çözüm getirmesi gerekmez, çünkü o zaten bilir. Düşünmek, ‘biliş’i, kişinin ‘bil’diğini kabul etmemesi,  reddetmesi demektir, bu da onu bilgisayar realitesine hapseder. Aslında ‘bilinç’in en yüksek seviyelerinde mümkün olmasına rağmen, ‘biliş’ten kastım,  bütün herşeyin detayını bilmek anlamına gelmiyor. Bu boyutta, bu yoğunlukta, ‘biliş’in diğer seviyeleri ile çalışılabilir.  Belirli bir hareketi yapmayı bilmek, nedeninin bütün detaylarını anlamak anlamına gelmiyor. 
Önsezi, birşeyi bildiğimizi hissetmektir, ama neden ve nereden geldiğini bilmeyiz. Birşey yapmak, ya da bir yere mi gitmek istediniz, o zaman size, “Hissettiğiniz daha önemlidir, akıl bilgisayarınızın düşündüğüne itibar etmeyin” derim.  Tabii ne yapacağınızı söylemek bana düşmez ve kendi isteklerini başkalarının üzerine empoze etmedikleri sürece, kimin nasıl yaşadığı beni hiç ilgilendirmez. Burada sadece, önsezilerimle ilgili olarak yaşamış olduğum deneyimleri, ne yapıp yapmayacağınız konusunda karar verebilmenize belki yardımcı olur düşüncesiyle sizinle paylaşıyorum. Önsezilerimi izlemeseydim, bu kadar bilgiyi bir araya getirip, bu kitapları yazmazdım. Hepsi önsezilerimden kaynaklandı, insanlar, kitaplar, kayıtlar önüme geldikçe üzerine gittim. İnsanlar önsezileriyle hareket ettikleri zaman birden hayatlarında hep tesadüflerin yer almaya başladığını farkederler. ‘Sonsuz Bilinç’, akışı ile onlara rehber olur, rüyaları veya kaderleri neyse ona taşır. Oysa realitenin bilgisayar seviyesinde aynı ölçekte olmaz, çünkü bunların mümkün olacağına dair algılama son derece sınırlıdır. Bilgisayar,  önsezileri izlemeye değil, bilakis kapatmaya programlanmıştır. Tesadüflerin az olması, düşük frekanslı enerjinin, özgürce akan ‘sonsuz bilinç’  gibi  güçlü bir çekime sahip olmamasından kaynaklanır.  Şöyle bir benzetme yapacak olursak; ‘akıl bilgisayarı küçük bir mıknatısla birkaç demir parçasını çekerken, sonsuz bilinç, devasa bir mıknatısla sokaktaki bir otobüsü çeker’ diyebiliriz. 
Sözün özü; enerjik olarak ‘Sonsuz Bilinç’e açılmak,  istediğiniz şeyi kendinize çekmek üzere gücünüzü ve mümkün kılma potansiyelinizi arttırarak, fiziksel deneyime dönüştürebilmenizi sağlar.

‘The David Icke Guide to the Global Conspiracy and how to end it’  kitabından...

Paylaşım