5 Kasım 2012 Pazartesi

Gerçek’in Titreşimleri - II


David Icke’tan, ‘Gerçek’in Titreşimleri,  (II)



Biliyor musunuz, dünyanın çıldırdığını anlayacak kadar ‘uyanmış’ olmak bile önemli. O zaman daha az şaşırıyorsunuz, tanık olduklarınız  karşısında başınızı üzüntüyle iki yana sallıyor, sonra da her zamanki işinize devam ediyorsunuz.
Bir restoranda, psikolojik olarak hasta veya kişilik bozulması olan birisi bağırıp çağırmaya, garip hareketler yapmaya başlayınca öfkelenmiyorsunuz, çünkü onun bunu, elinde olmadan yaptığını biliyorsunuz. O, ‘Gerçek’i sapmış bir şekilde algılayıp bunu davranışlarına aksettiriyor, çünkü beden bilgisayarı, fonksiyonunu yerine tam olarak getiremiyor. İşte bunu anlayabiliyorsunuz.
İnsanların çoğu da, bizi gittikçe daha çok köle haline getirmek isteyen grup da bu durumda.  Hatta onlar, delinin de delisi gibi. Kısacası ‘deli’ler, ‘uyuyan’ları denetliyor. Her iki tarafın da eksiği ise, ‘Sonsuz Bilinç’.
İşte dünya, bu nedenle bu halde. Çoğunluk ‘bilinç’siz. İşte bu nedenle, ‘Sonsuz Bilinç’lerine açılanlar, açılmamış olanların göremediklerini, deşifre ve muhakeme edemediklerini görebiliyorlar. Zemin aynı olmakla birlikte, tam anlamıyla farklı realitelerde yaşıyorlar.
Ben, ‘akıl’ veya ‘beden aklı’ dediğim şey ile ‘bilinç’veya ‘sonsuz bilinç’ dediğim kavramları ayırd edebiliyorum. Dünyada neler olup bittiğini anlamak için de, bu farkı ayırd edebilmenin çok elzem olduğunu vurgulmak istiyorum. Benim, ‘Kozmik Internet’ diye adlandırdığım, prensibi, tıpkı şimdi kullanmakta olduğumuz kablosuz Internet ile aynı olan bir yaşamı deneyimliyoruz.  Kablosuz Internet’i göremiyorsunuz, çünkü bilgi veya veri, insan gözünün göremediği bir frekans menzilinde yer alıyor. Orada olduğunu bilmesek , birçok kişi bunu inkar edebilir.  Herkesin, “Deli misin nesin! Görmüyorum, dokunamıyorum, işitemiyorum ve koklayamıyorum, o halde öyle birşey olamaz! Size söylemiştim, bu David Icke delinin biri!” dediğini duyar gibiyim…
Ancak var olduğunu biliyoruz, çünkü bilgisayarı çalıştırdığımız ve kablosuz Internet’e girdiğimiz zaman, ekranda bütün dünyadaki ‘kollektif realite’ beliriyor. Bu World Wide Web/Dünya Çapında Ağ. Avrupa, Kuzey-Güney Amerika, Afrika, Asya ve Avustralya’daki bütün insanların ulaştığı bir kollektif realite. Oysa Çin gibi bazı ülkelerde yetkililer, halkın görmesini istemekleri bilgiye ulaşmasını engellemek için bir duvar koyuyorlar. Bazıları buna haklı olarak, ‘Sanal Büyük Çin Seddi’diyorlar.
Bunun aynısı genel olarak, benim ‘Ay Matriks’ine bağlı manipülasyon’ olarak adlandırmış olduğum yöntemle insanlara yapılıyor, ama bu başka bir hikaye ve ‘İnsanoğlu Artık Dizlerinin Üzerinden Kalk’adlı kitabımda ayrıntılı olarak veriliyor. Mesele şu ki, evrenin temel yapısı;  titreşimsel rezonans veya tını veya yankılaşım olarak deşifre edilen dalga halindeki bilgi veya veriden oluşuyor. Yani kablosuz Internet ile aynı prensibe sahip. O bilgi veya veri, beden aklı yoluyla, hergün deneyimlediğimiz ve yaşadığımızı sandığımız sübtil/katı dünya olark deşifre oluyor.
‘Internet’e giriyoruz’ diyoruz, oysa biz Internet’e falan girmiyoruz. Bunu bilgisayar yapıyor. Biz Internet’i gözlemliyor ve bilgisayar aracılığı ile etkileşime giriyoruz. ‘Akıl-beden’imiz, ‘bilinç’imiz için bir bilgisayar veya Kozmik Internet’e ulaşmamızı sağlayan bir aracı niteliğinde…
Biz ‘Bilinç’iz, sonsuz, ebedi farkındalık. Ana yapımızın hiçbir biçimi yok. Biz sadece bilinçli enerjiyiz, sonsuz bilincin bir ifadesi, hepimiz bir ‘Bütün’ün parçasıyız. Evet, farklı açılardan, farklı düzeylerde farklı algılamalar yapan bir ‘Sonsuz Bilinç/Öz’.
Beş duyu, önce bu titreşimsel bilgiyi/veriyi, beyine elektrik bilgisi olarak aktarıyor, sonra ‘Fiziksel dünya’ dediğimiz dijital ve holografik bilgiye deşifre ediyor. Yani bu, farklı formlardaki aynı bilgi…Kırmızılı kadın bilgiyi, takım elbiseli adama aktaran mavi gömlekli adama veriyor. Bilgiyi taşıyan araçlar farklı olsa da, bilgi aynı. Tıpkı titreşimin önce elektrik, sonra da dijital ve holografik olması gibi…  
‘Dışımızda’ bir dünya yok. Biz reliteyi  öyle deşifre ettiğimiz için öyle sanıyoruz. Herşey bizim içimizde ve bilinçli veya bilinçsiz, kozmik Internet’ten ne deşifre edersek yaşadığımız veya deneyimlediğimiz realite,  neyi seçersek o oluyor. Bu durumda Matrix filmindeki şu sahne son derece gerçekçi denilebilir:

Neo: Bu gerçek değil mi?
Morpheus: ‘Gerçek’ olan ne? ‘Gerçek’i nasıl tanımlarsın? Hissettiğin, kokladığın, tattığın ve gördüğünden söz ediyorsan, o zaman ‘gerçek’, en basit anlamıyla beynin tarafından deşifre edilen elektrik sinyalleri demektir.
Evet, aynen öyle. Bu da bizi, insanların nasıl kontrol altında tutuldukları açısından çok derin sonuçlara götürüyor. Şöyle ki; Kozmik Internet’i sansürlemenin en basit yolu, ‘insan beden bilgisayarı’nın, bilgiyi kavrama, anlama ve algılama menzilini sınırlamaktır.  Bu da, tıpkı sahnedeki bir hipnotizmacının, hipnotize edilen kişilere, o anda istedikleri bir inancın doğrultusunda olan bir ‘gerçek’i yüklemeleri, onların da ‘gerçek’i, o inanç doğrultusunda deşifre etmeleri gibidir.
Araştırmalarım doğrultusunda bu tür hipnoz gösterilerine çok gittim ve insanların, programlanmış gerçeklik duygularının dışında orada olmayan şeyleri gördüklerini, hissettiklerini, işittiklerini veya tattıklarını, bazılarının da tam tersi, orada olanları görmeyip, hissetmeyip, işitmeyip, tatmadıklarını gördüm.  
İnsanlar realiteyi; eğitim, medya, doktorlar, bilimadamları, politikacılar ve benzeri  kontrol grupları tarafından, tümüyle onların istedikleri şekilde deşifre etmek üzere programlanmışlar. Aslında bu grupların çoğu da, bu realitenin ne olduğunu bilmiyor, buna rağmen başkalarını programlamaya çalışıyorlar.
Akıl-beden deşifre sistemi, sistematik olarak hem dengesiz ve yiyecek içeceklerdeki fluorid ve diğer maddelerle, hem de elektrik, elektomanyetik ve radyasyon kirliliği aracılığıyla bozulmaya çalışılıyor. Akıl bedeni bir seviyede, elektro kimyasal bir organizma, bu nedenle de elektro kimyasal olarak bozulmaya çalışılıyor.
Az sayıdaki kontrol sistemi için, çok sayıdaki insanları köle yapmak onlar açısından hayati önem taşıyor, bu nedenle de insanları,  ‘gerçek’i sadece akıl-beden gözüyle gerçek olarak algılamaları, ebedi olan kendi bilinçlerinin etkisinden  ömür boyu kopuk halde kalmaları için çalışıyor.   
Bilgisayarın mouse’ı ile klavye arasındaki bağlantı gibi, akıl-beden, yani beden bilgisayarı ile bilinç arasındaki bağlantıyı koruyabilirseniz, ihtiyacınız olan herşey var demektir. Akıl beden;  sizi kozmik Internet’e bağlar ve kendi frekans menzili ile etkileşime girmenizi sağlar, oysa bilinç;  beş duyu ile göremediğiniz, çok daha büyük bir perspektiften bakacağınız bütün tabloyu görmenizi sağlar. Bu kısaca, deneyimleme bakımından bu dünyadasınız, ama realiteyi algılama açısından bu dünyada değilsiniz anlamına geliyor.
‘Bilinç’i elimine ederseniz,  sadece beş duyuya dayalı ‘akıl-beden’bilgisayarında kalırsınız. Bu da masaüstü veya laptop bilgisayar aracılığıyla Internet’te neyi aradığınıza  benzer. Akıl-beden bilgisayarı, ‘bilinç’ in bu realiteyi deneyimlemesini sağlayan bir araç olmalıdır, deşifre ettiği realitenin yöneticisi olmamalıdır.
Ne yazık ki insanların büyük bir kısmı bu durumda, ama neyse ki bir değişim süreci başladı. Hepsi ‘akıl-beden bilgisayarı’na hapsolmuşlar. Peki bilgisayarlara ne yapılır? Tabii ki programlanırlar…
Global komplonun kuruluş nedeni, çağlar boyunca ‘akıl beden bilgisayarı’nı, ‘bilinç’ten koparıp ‘Kontrol sistemi’ne uygun olan realiteye göre programlamaktır. Hep sınırlı olma duygusu ön plandadır; kişi, ‘aciz ben’, ‘yapamam, edemem’ön yargısı içersinde boğulur, korku, endişe, huzursuzluk ve güçsüzlük duygularına hapsolur.
İşte bu nedenle; din, medya, bilim, tıp ve ‘eğitim’ denilen programlama sistemleri icat edilip insanlara empoze edilmeye başlamış. Böylece insanların ‘akıl beden bilgisayarı’, ‘aciz ben’ gerçeğine programlanmış, inanç sistemleri ise kendilerini ve olayları, ancak bezelye büyüklüğündeki bir kapasite ile algılamaya mahkum edilmiş.
Dünya çıldırmış durumda, çünkü büyük çoğunluk hala uyuyor, ama bu, ‘bilinç’ine uyanmamış, dolayısıyla ‘gerçek’i algılayamayanlara kızıp öfkelenmenin hiçbir anlamı yok, çünkü onlar, muhakeme yapamayacak kadar düşük bir enerji seviyesindeler ve görmeleri gerekeni deşifre edemiyorlar, ama yine de isterlerse, zihinlerini ‘sonsuz bilinç’e açma yolunda bir seçim yapabilirler.
Kontrol sistemi daha da çılgın, ama sistemi oluşturanlar aynı derecede uykuda değiller ve çağlardan beri insanları, kendi içinde bulunduklarından daha küçük bir kutuda tutmaya çalışıyorlar. “Körler diyarındaki tek gözlü kişi ‘kral’olur” deyişinde olduğu gibi, kontrol sisteminin ‘tek gözlü’ kişiyi sembolize ettiğini düşünüsek, iki, hatta üç gözlü ‘Sonsuz Bilinç’ sahibi insanlar uyanıp bunu anladıkları zaman oyun bitecek!   
Bu nedenle, ‘görünürdeki gerçek’ dünyada silahlı askerler ve uçuşan bombalar görürseniz, akıl-beden bilgisayarının illüzyonlarına ve aldatmacalarına programlanmış ‘bilinçsiz’lerin bir oyun oynamakta olduklarını anlarsınız. Bu ‘üniformalı akıl’lar, ‘koyu renk takım elbiseli daha fazla akıl’lar tarafından savaşa gönderilir. Kullandıkları silahlar, bilim ve teknoloji merkezlerindeki ‘beyaz elbiseli akıl’lar tarafından yapılmış olup, ‘bankaları yöneten akıl’ların aslında hiç var olmayan, ‘kredi’ denilen parasını ödünç alan ‘hükümetlerdeki akıl’lara satılır ve bütün bunlar, ‘medyadaki akıl’lar tarafından halka, doğru olmayan haliyle duyurulur. Görüldüğü gibi hiçbirinde ‘Sonsuz Bilinç’ten eser yoktur!
‘Akıl’a hapsolmuş bir gazeteci, bütün bunları gerçeğin ışığında gören ‘Sonsuz Bilinç’i olmadan nasıl doğru olarak duyurabilir ki? Görüldüğü gibi komplo, her bakımdan bir ‘Akıl’ oyunudur…
Örneğin, ‘Tek gözlü Akıl’ın, ‘kör’ olan ‘Akıl’lılara yaptığı kötülüklerden birisi de ‘enerji dostu (!) ampüller. Acaba bilinç, hiç böyle bir şeye izin verir miydi? Hayır, ama ‘akıl’ verir, veriyor da…
Avrupa Komisyonu’nun, seçilmeden gelmiş koyu  renk takım elbiseli ‘akıl’ları, normal ampüllerin satışlarını yasakladı. İnsanların yüzünden oluşmuş olduğu iddia edilen, ‘küresel ısınma’ veya şimdiki adıyla ‘iklim değişikliği’ denilen büyük yalana dayanıp, şimdi bizlere cıvalı ‘yeşil’ampülleri empoze ediyorlar. Oysa her geçen yıl ısının, artmadığı gibi aksine düşmekte olduğu, gayet açık bir şekilde herkes tarafından görülüyor.
Elektriğin icadından beri gayet rahat bir şekilde kullanmış olduğumuz ampüller, Avrupa ülkeleri ve Avustralya’da yasaklandı. Bu yasak 2012 itibariyle de Kuzey Amerika ve Rusya’da da uygulanacak. Gerekçe ise, insan faktörü nedeniyle arttığı iddia edilen (büyük yalan) küresel ısınma!  
Sundukları ampülün çok daha kötü ve zehirli cıva içerdiği umurlarında bile değil. O kadar ki, bu ampüller kırıldığı takdirde evlerin terkedilmesi gerektiğini içeren uyarı bilgilerine bile aldırmıyorlar. Yıllar geçtikçe bu ampüllerin kullanılması ile olacak olanları düşünmek bile ürkütücü.
Ancak dahası da var. İnsan sağlığı için son derece zararlı olan zehirli kimyasal ve radyasyon da yayıyorlar. Bu nedenle bu kadar çok insan hastalanıyor. Almanya’dan Alab Laboratuvarlarından bilimadamlarının yapmış olduğu açıklamalar doğrultusunda,  bu ampüllerin, kansere neden olan zehirler, fenol, naftalin ve stiren içerdiğini söyleniyor, hatta bu ampüllerin insan çevresinden mümkün olduğu kadar uzak tutulması gerektiği de ifade ediliyor.
Bunlar, yasal bir zorlama ile halkın kullanmaya zorlandığı ampüller değil miydi? Aynen öyle… Yasaklama koyulacağını duyduğumdan beri eski moda ampüllere yüzlerce pound para ödeyerek evimde stok yaptım, çünkü günler yıllar geçtikçe, insanları evlerinde zehir ve radyasyon ile iyice bombardıman edecekler.  
Avrupa’ya yaptığım seyahatlerde kaldığım otellerde tabii ki karşıma hep bu ampüller çıkıyor. Yatağımda kitap okurken başucumda hep bir çift bu zehirli ampüllerden buluyorum. Tabii ki kapatıyorum, ama araştırmayan, sorular sormayan ‘akıl’lar, başlarından birkaç santim ötedeki bu ampüllerle saatlerce oturacaklardır.
Alman bir araştırmacı bu ampüllerin kullanıldıkları mekanın iyi havalandırılması ve kesinlikle başa yakın mesafede tutulmamaları konusunda uyarıda bulunuyor. Peki kullanılırsa ne olur? Gölgelerde, ‘Efendi’ durumundaki ‘akıl’lar tarafından yönetilen yönetimdeki ‘akıl’lar insanlara çok az seçim hakkı tanırken, biz milyarlar, buna tepki göstermiyoruz. Sürekli olarak daha fazla kişinin hastalanmasına neden olduğu halde hala bu ampülleri alan halk, bu zorlayıcı yasaya boyun eğmeli mi, eğmemeli mi?  Dünyanın başka yerlerinde başka kaynaklar da var, biline…
Yüzlerce, binlerce kişi almazsa ne yapacaklar? ‘Bilinç’ böyle bir tuzağa düşer miydi? Sırf bir avuç koyu renk takım elbiseli kişi almamızı söylediği için sistematik olarak evlerimizde zehirlenirken, bütün bunlara karşı sessiz kalır mıydı? Tabii ki hayır, ama ‘akıl’ bunu yapıyor.
Burada görüldüğü gibi izole olmuş ‘akıl’, ‘bilinç’ ile karşılaştırıldığında köyün delisi durumunda, oysa zihnimizi ‘bilinç’e  açmak demek,  ‘akıl’ programlarından, korkulardan ve başkalarının bizim için ne düşüneceği endişelerinden kurtulmak demektir. Bu;  ‘akıl’ınızın size doğru olduğunu söylediğini yapmaktan çok, bilinçli olarak doğru olduğunu bildiğiniz birşeyi yapmak, korkularınızdan kurtulmaktır. Matrix filminde Morpheus’un Neo karakterine söylediği gibi: “Hepsinden kurtulman lazım Neo. Korku, şüphe, inanmazlık…Zihnini özgür bırak!”
Hatta daha da iyisi, kendinizi ‘akıl’larınızdan kurtarın! Kabul görme ve algılanma açısından karşılaşacağı bütün zorluklara rağmen bırakın ‘bilinç’iniz  açılsın! Zihinlerimizi ‘bilinç’e açmak, sadece insan toplumunun devrimini desteklemekle kalmayacak, insan toplumunun bizzat ‘devrim’i olacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım