David’den ‘Uyanma’ ile ilgili bilgiler...
Yaşadıklarımı anlamam için aylar, büyük taşları yerine oturtmam için yıllar geçti. Peru’daki o tepede, devasa bir ‘Kundalini’ deneyimi yaşamıştım. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, fiziksel beden, ‘Çakra’ denilen enerji döngüleri yoluyla, beş duyunun çok ötesindeki ‘Bilinç’e bağlı. İleride göreceksiniz, bu bile ‘gerçek’in sadece tek bir yönü. Bu çakralar vücudun her tarafında var, ancak asıl olan yedi ana çakra. Her bir çakra varlığın/benliğin farklı bir seviyesini temsil ediyor. Örneğin, karın bölgesinin üst kısmına gelen ‘Solar Plexus çakrası’ duygusal seviyemize bağlı, zaten bu nedenle korku ve endişe hissettiğimiz zaman midemiz etkilenir. Duygular solar plexus’ten gelip, fiziksel’e dönüşür. Çakralar beden ile, endokrin sistemindeki, epifiz, hipofiz ve tiroid bezleri aracılığı ile bağlanır ve çakranın frekansı, bedeni sayısız yönde etkiler. Fiziksel olan üç alt çakra ile mental ve fiziksel olan üç yüksek çakra arasındaki denge noktası Kalp Çakrası’dır. Varlığımızın, fiziksel ve manevi seviyelerini buradan dengeleriz. Bu bizi, bilincimizin en yüksek seviyesine bağlar. Kundalini deneyiminde, inanılmaz güçlü bir enerji, omurganın altında en alt çakradan boşalır. Bu işlem, İshak Bentov’un ‘Stalking The Wild Pendulum’ adlı kitabında şöyle anlatılmaktadır;
“Yoga edebiyatında anlatıldığı üzere Kundalini, omurganın dibinde bir yılan gibi kıvrılmış durumda bulunan enerjidir. Bu enerji uyandığı zaman omurgaya girer, yukarıya doğru yükselir, deneyimi yaşamakta olan kişi bunu, yılankavi bir ışık olarak görür ya da algılar. Kafaya çıktığı zaman, ışık çubuk kafanın içine işler, yani sanki enerji kafatasının içinden yukarıya doğru çıkıyormuş gibi algılanır. Bu olay gerçekleştiği zaman kişinin ‘aydınlandığı’ söylenir. Sonuç olarak bu kişiler yüksek benliğine de kavuşur, medyumluk, şifacılık veya durugörü yeteneklerine de sahip olabilir.”
İşte Peru’da bana bu olmuştu. Kafamdaki barajın yıkılması duygusu bundan kaynaklanmıştı. Kundalini omurgamdan adeta patlamış, bütün çakraları harekete geçirmiş, beynim bilince ermiş, uyanmıştım. Kollektif uyanış nedeniyle bu, sayıları gittikçe artan kişilerin de başına gelmektedir. Üstelik mutlaka benim başıma gelmiş olduğu gibi, kafayı patlatacak şekilde bir şiddetle gerçekleşecek diye bir kayıt da yoktur. Benim ‘Gerçek’in Titreşimleri’ diye adlandırdığım enerji transformasyonu sürdükçe bu daha birçok kişinin başına da gelecektir. O başlangıç patlamasından sonra kafamdaki kaos ile, bir enerji durumundan diğerine geçip durdum. Böylece birdenbire kendime döndüm ve dünyayı farklı bir gözle görmeye başladım. Kafamın işlemleyemediği bir bilgi bombardımanı ve kavram kargaşası içinde kaldım. Kamuoyunun bu konulardaki bilgisizliği nedeniyle ‘deli’ olduğum düşünüldü. Zaten birisi herkesten farklı olursa, savunma mekanizması hemen bu çözümü bulur. Bense ciddi bir şekilde değişikliğe uğramıştım. Yine, müziği duyamayanlar tarafından deli gibi görünen dansçı örneğine döndük. ‘Delilik’ dedikleri transformasyon idi. İshak Bentov, benimki gibi çok uç noktadaki Kundalini deneyimlerinin şizofreni sınırlarını zorladığını söyler. Modern tıp bunu anlayamadığı için de birçok kişi, akıl hastanesine gönderilir.
Bentov şöyle demektedir: “Bu kişilerde doğanın gelişim işlemi daha hızlı gerçekleşir ve normal kişiler tarafından anormal olarak değerlendirilirler. Psikiyatrist dostlarımla yaptığım tartışmalar itibariyle bu işlemin, inanmak istenildiği gibi oldukça nadir ve çok acaip olduğunu düşünmüyorum. Bence %20-%30 şizofreni hastası bu kategoriye dahil, ne büyük yazık!”
Bentov, haklı olarak şizofreni tanısını kundalini uyanışı olarak nitelendiriyor ve devam ediyor: Bunun nedeni, birdenbire tek bir realiteden daha fazla realitede çalışma durumuna düşmeleridir. Komşu realitelerde olanları görüp duyabiliyorlar. Bu onların astral veya yüksek realiteleri, çünkü frekans yükseliyor. Çok fazla bilgi gelmesi ile iki üç realite birbirine giriyor.