13 Ağustos 2013 Salı

Gerçek'in Titreşimleri - 22 - Sürüngen Beynimiz

R-Kompleks/Sürüngen Beynimiz...

Bütün insanların son derece önemli sürüngen genetikleri vardır, en önemlisi de bütün bilimadamlarının kullandıkları ismiyle ‘R-Kompleks’, yani ‘Sürüngen Beyin’dir. ‘Contact/Temas’ filminin esinlenilmiş olduğu kitabın yazarı olan Amerikalı kozmolog Carl Sagan, ‘Cennetin Ejderhaları’ adlı kitabında sürüngen genetiğinin insanlar üzerindeki etkisini anlatır. Ona göre insan doğasının sürüngen birimini, özellikle de törensel ve hiyerarşik davranışları görmezden gelmek çok yanlıştır, çünkü tam tersine bu örnek, insan doğasının tam olarak nasıl olduğunu anlamamıza yardımcı olur. (Carl Sagan, aslında bilimin nasıl politize edilmiş olduğu hakkındaki gerçekleri fazlasıyla biliyordu, özellikle de sürüngen genetiğinin insan davranışı üzerindeki etkisini tam olarak tespit etmişti). 


Araştırmacı Skip Largent ise bunu, ‘R-Kompleks’ başlıklı Internet makalesinde şöyle açıklamış:

“En azından insanların davranışları, sürüngen beyinden kaynaklanıyor. Bu davranışları tanımlamadan önce, özellikle hangi davranışları etkilediğini belirtelim: saplantılı zorlanımlı rahatsızlık, yani obsesif kompulsif bozukluk, her gün yer alan kişisel alışkanlıklar/ritüeller, batıl inanç kaynaklı davranışlar, eylemleri aynı sadakatle yerine getirme alışkanlıkları, törensi hareketler, yasal, dinsel, kültürel ve diğer konulardaki adetlere ve aldatılmalara boyun eğiş.”

Bir düşünün. Bunları hergün deneyimliyoruz, öyle değil mi? Dünyadaki dinler, gizli cemiyetler ve resmi veya kraliyet protokolleri, ritüeller derken emin olun, bütün bu organizasyonlar hep sürüngen komplosunun yarattığı unsurlar. Ben diyorum ki, sürüngen ırkın insanlara genetik müdahalesinden önce insanların sürüngen beyni/R-kompleksi yoktu veya bu, insanları o kadar etkileyen bir organ değildi. Ancak şimdi geleneksel bilim bile, ‘R-kompleks’in karakteristik özelliklerini kabul ediyor. Örneğin; empatiden yoksun oluş, soğukkanlılık, ayinsi/törensi davranışlar, kontrol altında tutma, iktidar ve mülkiyet hırsı. Güç haktır düşüncesinin benimsenmesi, başkaları üzerinde egemenlik kurma, bir karakter tipi olan başkalarını gütme, saplantılı davranışlar, ünlü kişilere, liderlere tapma, esnemezlik ve sosyal hiyerarşi takıntısı. Bütün bunlar toplumlarımızı tanımlamıyor mu? Tabii ki, çünkü biz, kontrol altında tutulan bir insan toplumuyuz. Oysa insanların beyinlerinin başka bölümleri de var, özellikle de kalp, ‘R-kompleks’in etkilerini dengeleyebilir. Ancak tabii ki sürüngen genetiği daha ağır basan bir toplum olarak, bu karakter özelliklerini bütün aşırılıklarıyla sergiliyoruz. 

R-kompleks, düşünmekten ziyade tepki verir. Bazı insanlardan, ‘beyinlerini hiç kullanmıyorlar’ diye söz ederiz. Oysa onlar tepkiden ziyade, beyinin ‘neokorteks’ denilen, derinliğine düşünen kısmıyla hareket etmektedirler. R-kompleks/sürüngen beyin, beyinin ortasındaki amigdala merkezi ile birlikte, bedenin duygusal tepkilerine ve yaşama içgüdüsüne cevap verir. Panik düğmesine basıldığı anda, sakinliği ve mantığı bir anda unutabilirsiniz. Psikologların ‘Savaş ya da kaç veya uç’dedikleri; tabana kuvvet kaçmak, savaşmak veya donmak gibi tehlike durumlarda hep sürüngen beyin devrededir. R-kompleks, sürekli olarak, muhtemel tehlikelere karşı çevresini tarayıp durur. Algıladığı tehlikeyi yenebileceğini düşünürse savaşır, yenemeyeceğini düşünürse kaçar. Sürüngen beyin, bedeni korkudan dondurabilir de. Tehlikeli durumlarda karşısındaki avcısını harekete geçireceğini bildiği için de, refleks ile harekete geçer. Sürüngen beynin iki hali vardır; güvenli ve güvensiz, ikisi arasında hiçbir şey yoktur. Kendini güvenli ve rahat hissederse neokorteks’in sakin bir şekilde doğru düşünmesine izin verir, ama sürüngen beyin kendisini tehdit altında ve güvensiz hissederse İngiltere’deki TV komedi dizisi ‘Babamın ordusu’ndaki Onbaşı Jones gibi, sürekli olarak ‘Panik yapmayın, panik yapmayın!’ diye bağırarak koşmaya başlar.

R-kompleks/sürüngen beyin, ‘Neokorteks’in duygusal düşünce işlemini, yaşamı sürdürememe korkusu ile bastırır. O zamanlar bazı insanlar için ‘aklını kaybetti’ deriz. Evet, aslında aynen öyle olur. Onlar, akıllarını sürüngen beyne kaybederler. ‘Yaşamı sürdürme’ ifadesinden amacım, sadece fiziksel olarak sürdürme değil. Sürüngen beyin; statü, güç, ün, üstünlüğü koruma, akılca üstün olma, bencillik vs. gibi kavramları da deşifre eder. Bilimadamları, tarihçiler ve din yanlıları, kendi keskin inançlarını yok edecek olan yeni bilgileri, saldırgan bir şekilde reddederler. Bunu yaparken sürüngen beyinlerini aktive ederler veya daha doğrusu, sürüngen beyin onları aktive eder. Yani, yaşamlarını sürdürememe korkuları tetiklenir. 

Aynı şey kuşkucu olanlarda da görülür. Betonlaşmış algılamaları ile kafalarına uymayan görüş veya bilgiyi savurup atma saplantıları vardır. Bu da korkunun farklı bir biçimidir. Yanlış yapma korkusu, dünyanın inandığınız gibi olmayışı gibi. Dolayısıyla kuşkucular büyük ölçüde sürüngen beynin köleleri durumundadırlar. ‘Kuşkucu’lar, sorgulamazlar. Sadece kendilerininkinden farklı olan görüşleri çürütmek isterler. Bu, bir sürüngen beyinin yaşamını sürdürme tepkisidir. Bazı insanlar, belirli bir fikre bağlı kalınca kendilerini daha güvende hissederler, bunu dinde, bilimde, politikada, eğitimde, tıpta v.s. görürüz. Eğer, statükoları, herhangi bir şekilde tehdit altına girerse, sürüngen beyin bunu tehlike olarak algılar ve bu, ya rakibi ezerek altetme, ya da hiç yokmuş gibi hiçe saymak şeklinde gerçekleşir. 

R-kompleks/sürüngen beyin, bizim ‘zaman’ dediğimiz alemde çalışmaz, dolayısıyla hafıza ile o anki deneyimi ayıramaz. Hafızamızda güvensizliğe dair birşey varsa, sürüngen beyin o deneyimi yaşıyormuşuz gibi tepki verir. Korkutucu bir şey düşünün, vücudunuz gerçekmiş gibi reaksiyon verir. Bazen insanlar kötü bir rüya gördükleri zaman ter içinde bağırırlar veya vücutları donmuş gibi olur, çünkü sürüngen beyin, gerçek ile hayali birbirinden ayıramaz. Hiç düşünmeden, sadece şimşek hızıyla tepki verir. Oysa Neokorteks düşünür ve R-Kompleks’e göre çok yavaştır. Mark Twain’e mal edilmiş bir söz vardır: “Gerçek daha çizmelerini ayağına geçiremeden, yalan dünyayı dolaşıp gelir”. Aynı şey sürüngen beyin ile neokorteks için de söylenebilir. İtidal harekete geçinceye kadar, sürüngen beyin, çoktan tepkisini gösterip işi sonuçlandırmıştır bile. Sürüngen beyinli kertelkele, yılan ve kuşların tehlikeye ne kadar büyük bir hızla tepki verdiklerine bir bakın. Bu tam bir reaksiyon sistemidir. Sürüngen beyin nefes almayı da düzenler. Korku, ya da şiddetli bir duygu yaşıyorsak nefes alışımız değişir. Veya sindirim sisteminde midemiz rahatsız olur. Korkudan kabız olunur, korku, tehlike ve duygu karşısında vücudun ısısı yükselir. Birisinin duygusal durumunu beden dili ile anlayabilirsiniz. Sürüngen beyin hiç uyumaz, 24/7 hep tarama yapar, uyurken nefes almanızı sürdürür.

Sürüngen beyin hatalardan ders almaz, korku ve yaşama içgüdüsüne dayalı programlara, sonradan pişman olacağımız durumlara yönelik tepkiler verir. Sürüngen beyin kontroldan çıkarsa çok yıkıcı olabilir, partner ile şiddetli kavgaya, hatta bir dünya savaşına bile neden olabilir.

Para kavramı da hep bu sürüngen beyinden kaynaklanır. Şaşırmamak lazım, para dünya toplumunu kontrolünde tutuyor, sürüngen beyin de parayı, yaşam ile eşit tutuyor. Yetersiz para düşüncesi korkutuyor, fazla olması halinde ise insanlara, yaşamak için daha fazla şans tanınıyor gibi geliyor. Kaç ömür yetecek kadar paraları olsa bile, bazı kişiler daha fazla paraya sahip olma saplantısı içinde oluyorlar. Para, başkalarının üzerinde egemen olmak ve empoze etmek için kullanılıyor. Bu yine sürüngen beynin bir ürünü. Aynı şey yemek için de söz konusu. Beş duyu ile algıladığımız bu dünyada, yemek yemek de sürüngen beynin önemli bir göstergesi. Daha iyi bir hayat için, daha çok yemek gerektiği dürtüsü de sürüngen beyinden geliyor. 

Kıtlık zamanında insanların yemek için birbiriyle kavga etmesi sürüngen beynin faaliyette olduğunu gösterir. İnsanlar arasındaki bağırışmalar, yine başka türlü iletişim kurmayı bilmeyen sürüngen beynin bir göstergesidir. Caniler, kabadayılar diktatörler, hep sürüngen beynin birer kuklasıdır. Trafikteki öfkenin nedeni de odur. Araba sürerken birisi yolunuza geçerse, R-Kompleks, onun sizin bölgenizi işgal etmiş gibi algılar ve tepki verir. Sürüngen beyin aynı zamanda kendi görüntüsü ile de bağlantılıdır ve statü ihtiyacı, İnternetteki şu sitede okuduğum makalede anlatıldığı gibidir: 

“Görüntünüzün veya sağlığınızın veya her ne ise onun gelişmesini sağlayacak olan şey sürüngen beyini; saplantı, takıntı, dominant ve fiziksel olarak kendine bakma, kendini kayırma ölçeği açısından koşullandırır. Bu yüzden insanlar; giysi, ayakkabı, vitamin almaya tiryaki olurlar. Bu ürünlerin reklamını yapanlar da hep çok çekicidir, neden olduğunu hiç merak ettiniz mi? 
Bu iş için, çekici kişiler kullanılır, çünkü seks satışları arttırır. Seksin kullanıldığı bir başka amaç sizin kendinizi yetersiz hissetmenizi sağlar. Özellikle de o ürünün reklamını yapan kişi kadar çekici, zengin veya güçlü değilseniz. Bu bilinç altından; hırçınlığı, kıskançlığı, boyun eğmeyi ve onlarla yarışma duygularını kırbaçlar. O ürünü satın alınca bilinçaltınız, sizi o ürünün reklamını yapan kişiyle bütünleştirir. Bu nedenle reklamlarda hep ünlü kişiler kullanılır. O ünlü kişi sizin için ne ifade ediyorsa, o ürünü almanız da size sahte bir illüzyon sağlar.”

Çoğu reklam, hükümet bildirileri ve düzenlenmiş olaylar, hep sürüngen beyni hedef alır. R-kompleks, limbik beyin ve amigdala ile birlikte çalışır. Limbik beyin, duygularla ilgilidir ve bu duyguları hafızaya bağlar. Bu nedenle olayları, duygulara dayalı olayları hatırlarız. Sürüngen beyin; yemek ve seks gibi içgüdüleri mümkün olduğu kadar zevkli hale getirererek destekler, böylece tekrarlamak isteriz, ama öte yanda tam tersine, yaşamı sürdürme içgüdüsünü de, tehdit edici unsurlara karşı hoş olmayan veya acı/üzüntü verici hale getirir. Neyse ki, deneyimlerden ders alınca sürüngen beyin kadar tepki verilmez. 

İşimizi, ailemizi, evimizi kaybetme, ölüm, Allah, şeytan ve kıyamet korkusu içinde yaşıyoruz. İnsanlar fiziksel ya da mali olarak yaşamlarını sürdüremeyeceklerinden bir korkarlarsa, kendilerini koruyacağına inandıkları bir kimseye ya da iktidara, içgüdüsel olarak bütün güçlerini teslim ederler. Dünyanın, piramit içinde piramit halindeki hiyerarşik yapısı, klasik bir sürüngen beyin ürünüdür ve milyarlarca insan, hiyerarşiye göre kendilerini ayarlayıp ‘yer’lerini bilirler. Yetkili ağızlardan birisinin anlattıklarına göre, bir patron odaya girdiği veya çalışanları kendi odasına çağırdığı zaman, çoğu kişi korku duyarmış. Amerikalı bir ‘ilişki terapisti’ olan Keith Miller, sürüngen beyin ve insan ilişkileri ile ilgili bir makalede şöyle yazıyor:

“Odaya bir patron girdiği zaman, o kişi patron ile iyi ilişkiler içersinde olsa bile, çevreyi tarayan beyin, ‘r-kompleks’e bir tehlike sinyali gönderiyor, çünkü genel olarak patron veya şirket ile ters düşmemek mümkün değil, ya duygularını gizliyor, ya da genelde akıllı bir kişi de olsa beyni donuyor, tepkisiz kalıyor.” 

Tibetli mistikler yıkıcı bir duygunun, algılanan gerçeği saptıran bir ‘hal’ olduğunu söylüyorlar. Tibetli mistiklerin yıkıcı duygu için yaptıkları bir başka açıklama ise ‘aşırı bağımlılık’ ve bu kadar doğru ki! İlişkilere bağımlıyız, özellikle de duygusal ihtiyaçları gidermek için. İnançlara, statükoya, gelire, paraya ve materyale bağımlıyız. İhtiyaç olarak algıladığımız hangi şekil ise, ona öyle bir bağımlı hale geliyoruz ki, bu sefer de onu kaybetme korkusuna programlanıyoruz. Hiçbir neden yokken bile bunun olabileceğini düşününce sürüngen beynimiz buna ait gerçeği deşifre ediyor, sonunda bizi mutlu ettiğini sandığımız şeyi kaybetme korkusu ile sürekli olarak mutsuz oluyoruz. Sürüngen beyin, insan davranışlarının büyük bir çoğunluğunu etkileyen tepkili bir otopilot. Savaşa gider, rakibi yenmek için yollar arar, isteklerini empoze eder ve önüne ne çıkarsa yıkar geçer.

İnsanlar mutluluğun veya memnuniyetin ne olduğunu bilmiyorlar, çünkü mutluluğu, mutsuzluk seviyesi ile ölçüyoruz. Azıcık mutlu veya endişeden uzak olsak, halimizden mutlu ve memnun olmak için aklımıza çok daha büyük ölçüde mutsuzluk ve endişe getiririz. 

Fransız antropolojist G.Clotaire Rapaille, Los Angeles Times’a yazmış olduğu makalede, sürüngen beyin açgözlülüğüne dair şu noktaları belirtmiş: “Fazlasına ihtiyaç duyma duygusu sürüngen beyinden gelir. Sürüngen beyin, mümkün olduğu kadar güçlü olmak kadar, çok da yemek bulmak ister, çünkü tamamen hayatta kalmaya odaklanmıştır. Zihin ile sürüngen beyin arasında bir seçim yapılacak olursa hep sürüngen beyin kazanır. İçimizdeki kertenkele bizi aşağıya çekiyor. Doyumsuz iştahımız, yirmi yıldır Amerikalıları en az 9-10 kg.dan fazlasını taşır hale getirdi, dolayısıyla diyabet ve kalp hastalıklarına daha yatkın olduk. Dağlar kadar borcun altındayız ve çılgınlar gibi yakıt kullanıyoruz. Oysa zihnimizin ta derinliklerinde gerçekten sahip olmayı isteyip istemediğimizi bile bilmediğimiz bir mal edinme hırsı var, üstelik çoğunu kullanmıyoruz bile...”

Görüldüğü gibi, insanlar her hafta aynı saatte markete gitmek, aynı günlerde aynı yemekleri yemek gibi günlük ritüellerini yerine getirirlerken sürüngen beyin hep faaliyette. İnsan toplumunun sürekli olarak gözü saatte, her gün aynı şeyleri yapan fiziksel ve finansal olarak hayatta kalmaya odaklanmış, hep daha fazlasını kovalayan bir hale getirmiş. Bütün bunlar sürüngen beynin algılamaları. İnsanlar televizyon ve sinemayı tutku haline getirmişler. Ancak tabii ki bunun da tasarlanmış olduğunu biliyoruz. Araştırmacı Skip Largent şöyle yazıyor:

“Bütün televizyon programları ve sinema filmleri sürüngen beyinin yansımaları. Bu nasıl mı oluyor? Filmler, televizyon ve video oyunları hep rüya gibi, çünkü öyle sunuluyorlar. Peki rüya görmek eylemi başınızın neresinden kaynaklanıyor biliyor musunuz? Sürüngen beyinde. Sürüngen beynin dili, görsellik, dolayısıyla da iletişim, her biri özel anlamları olan görsel sembolik sunuşlar ile gerçekleştiriliyor.”

(David Icke’ın kitaplarından seçmeler)...

Paylaşım