10 Ocak 2014 Cuma

'Gerçek'in Titreşimleri - XXVIII



BUGÜN DÜNYA İÇİN NE YAPTINIZ?

Geçtiğimiz haftalarda, ‘Halkın Sesi’ kanalını yayına sokarken her türlü sosyal çevreden gelen insanlarla çalışmak muhteşem bir deneyim oldu. Gerçekten de, ilk fikrin belirmesinden sonra geçen altı ay içersinde bağışlarla geliştirilen fonla mucize gibi birşey gerçekleşmiş oldu.

Bu aşamaya gelmede çok büyük rolü olan çekirdek kadrodaki muhteşem insanlar, 'bu benim işim değil’ veya ‘artık çalışamayacak kadar çok yoruldum’ gibi cümleler kullanmayı hiç bilmiyorlar. Onlar gevezelik değil, iş yapıyorlar, zaten bizim aradığımız da bu: sürekli bir odaklanma. Yani  kişilerin, kendi çıkarları için kullanacakları birşey değil...

Onların hepsi çok özel kişiler. Yaptıkları da, sürekli olarak ‘sevgi’ ve ‘dünyayı değiştirme’ söylemleri satıp amaçları sadece kendilerine hizmet olan kişilerin maskelerini düşürmek!


Aslında herşey;  onu yaratmış olan niyetin frekansına göre titreşen birer enerji alanıdır. Örneğin bir banka binasının veya politik bir parti ile ilgili bir binanın, içerdiği ‘niyet’e bağlı olarak alanı da düşük titreşimli olur.  Yüksek frekanslı samimi insanların enerjileri kollektif alan ile uyumlu bir şekilde titreşir,  niyetlerine göre bozuk enerji çevresinde çalışmanın hiç keyifli olmadığını görürler. Bir fark yaratmak için önce içten duygularla politikaya girip, sonra politik titreşimle sürüklenip mahvolan kişiler gördüm. Bu, iki keman belirli bir notaya göre titreşirlerken üçüncü kemanın da onlara göre titreşmesi prensibi ile aynıdır, çünkü egemen olan titreşimi, ilk iki keman yaratıyordur.

Politika ile ilgili örnekte olduğu gibi, bunun bir sonucu olarak insanlar girdikleri her oluşumda herşeye muhalif olurlar. Sonra sürüklenip giderler, sistem de onları içine çeker. Malum, sadece İngiltere’de bile bu tür kişilerden kaç tane ordu kurulur.

İnsanların ‘yüksek’ niyet içeren bir enerji alanına girmelerinin tam tersi de, ‘düşük’ frekanslı niyette olan bir titreşime girmeleridir. ‘Halkın Sesi’ kanalında aylardır izliyorum. Bu kötü titreşimler, bedene saplanmış birer kıymık gibi yüzeye çıkıyorlar.

Halkın Sesi’ndeki birlikteliğimize sızma teşebbüslerinin olacağını biliyorduk. Bu nedenle uyanık olmak gerekiyordu. Ancak benim gözlemlediğim üzere, burada asıl işi ‘niyet’te. Dolayısıyla bu enerji alanı ile uyum sağlayamayanlar, hemen kendilerini kapının dışında buldular. Kollektif farkındalık veya kollektif bilinç kapıyı açıp onlara ‘bu taraftan lütfen’ derken, sonradan orayı terketmeye sadece kendileri karar verdiler. Yani ‘görünen’ alem, ‘görünmeyen’ alemin bir yansıması ve ‘görünen’ alemde olanlar, ‘görünmeyen’ alemden yönetiliyor. Ekranda holografik film olarak, ‘görünen’ alem oynarken, ‘görünmeyen alem’ onu oynatan projektör oluyor.

Halkın Sesi TV’ye hizmet etmek üzere gelmiş olan muhteşem gönüllüler var, ama arada öyle kişiler de gördük ki, besbelli bu kanalı ve bizim yaptıklarımızı, sadece kendileri için bir hizmet aracı olarak nitelendiriyorlardı. Görünüşte doğru olan şeyleri söylüyorlar, ama sonra  tam tersini yapıyorlardı.

Bir süre önce M.Welch diye bir gönüllü gelip ‘Fortune 500 companies’ için milyonlar kazandığını söyledi, ama ‘Halkın Sesi’ için bir havayolu şirketi ayarlamamız gerektiğini önerince kuşkulandık. Peki sonra? Bunu, daha da saçma önerileri izledi, günler haftalar boyunca günde 15 saat çalışan insanları istismar etmeye başlayınca da pılını pırtını toplayıp gitti. O zamandan beri de sürekli olarak, yaptığımız herşeyi baltalamaya çalışıyor.  

Tabii bu sinek vızıltısı gibi birşey, ama bu adam gayretle çalışanlara karşı öyle bir nefret dolu ki, günlerini deli gibi, inanılmaz ve doğru olmadığı kolaylıkla kanıtlanabilecek yalanlarla dolu bloglar yazmakla geçiriyor. Medyada benim veya Halkın Sesi hakkında ne zaman bir yazı çıksa hemen üye oluyor ve tiradlarını sürdürmek üzere takma adlar kullanıyor. Hatta kendi blogunda yazmış olduğu birçok yorumun yanı sıra, daha  yayınlanmasına izin verilmeyen bir sürü yalanı ve saçmalığı da var.

Hayatınızı hep böyle ‘niyet’lerle geçirdiğinizi bir düşünün. Acaba nasıl birşeydir? İnsanın her sabah kalkıp da hala aynı benlikte olduğunu hatırlaması korkunç bir kabus olmalı.

-Bugün ne yaptınız?
-Biz insanların, düyada aslında neler olduğunu anlamaları için özgür bir bilgi akışı sağlayan bir vasıta geliştirdik.
-Peki siz ne yaptınız?
-Ben onları baltalamaya çalıştım.

Tabii herzaman başarısız oluyorlar, çünkü onlar bir filin üzerindeki sinekler gibiler, ama hala uğraşıyorlar. Yıllardır aynı saçmalıkları tekrarlıyor olmaları, kanmış oldukları o realitede oynarlarken kendileri hakkında o kadar çok şeyi açığa çıkarıyor ki. Nefret ve alınmak, son derece güçlü ve yıkıcı duygular olup, insanların temel zekasını öyle bir etkiliyor ki, bir kör gibi hala ‘iyilik’ yaptıklarına inanırlarken, başkalarına zarar veriyorlar.

Son derece ifadesiz gözleri olan bu adam, kendisine ‘goril’ diyor. Zamanını, benim yaptığım herşeyi eleştiren ve ‘çok ciddi’ olduğunu söylediği videolar üretmekle geçiriyor. İnanın, bir insanın hayatını bu şekilde geçirmesini hiç aklım almıyor. Burada bu konuyu dile getirmemin nedeni, günümüzde bu tür bir zihin tuzağına çok sayıda insanın düşmüş olması. Kişisel deneyimimden bilirim, yıllardır o kadar çok alaylara maruz kaldım ve dünyanın dört bir yanında bu tip insanlara o kadar çok rastladım ki...Ama tabii ki tek hedef ben değilim. 

İnsan psikolojisinin derinliklerinde, belirli bir konuda başarıya ulaşmış olan insanlara karşı hep, bir tür kıskançlığı tetikleyen birşey var.  Bunun bir kısmı ‘ayna’ etkisi... Bazıları, birisinin hayatında birşeyler yapabiliyor olması gerçeğine katiyen dayanamıyorlar. Kendileri hiçbirşey yapmıyorlar, çünkü yapmaya cesaretleri yok. Dolayısıyla hedef aldıkları kişi veya olayda, bir aksaklık oluşur hatta çökerse buna için için seviniyor, kendilerini rahatsız eden ayna kırılınca müthiş keyif alıyor, kutlamalar bile yapıyorlar. 

–Yaşasın, birileri başarısızlığa uğradı!!!!!

Buna İngiltere’de ve birçok ülkedeki magazin basınında çok rastlıyoruz. Birisine takıyor, o kişi ya da kişileri nefret veya alay konusu haline getirip, kariyerlerini çökertinceye kadar da pes etmiyorlar. Kısaca o kişiyi yok etmek istiyor, gazete manşetinde onun ölümünü ilan ettikten sonra da, bir başka hedef bulup, ona kilitleniyorlar.  Bunu bana da yapmak istediler, ama başaramadılar, artık ne yapacaklarını bilemiyorlar.

Oysa aslında hiç başarısızlığa uğramanız gerekmiyor. Kendi gücünüze inanmanız lazım. Ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar pes etmezseniz, sonunda bu tür acınacak insanlar kendilerini sokarlar. Halkın ve satılmış medyayı izleyenlerin sizin hakkınızda ne düşündüğünün ne önemi olabilir? Önemli olan sizin kendiniz hakkında düşündüğünüzdür... “Sopalar ve taşlar kemiklerimi incitebilir, ama sözler beni incitemez!” diyeceksiniz, aksi takdirde sözler hayatınız boyunca benliğinizde yaralar açar.

Zavallı Welch de böyle birisi. Yıllar öncesinden tanıdığım insanlar, şirket medyasındakiler, blog yazarları, ‘forum’cular hergün benimle uğraşıyorlar, oysa benim umurumda bile değil...Bunu sürdürmeye değdiğini sanıyorlar, ne diyebilirim ki, demek ki düşündüğümden daha da aptallar!

Hakkımda yazanlar ve benim ‘işimi’ bitirdiklerini düşünenelerin oluşturduğu uzun bir liste var. Hatta zavallanın biri uğraşıp, bir dolu saçmalık içeren iki buçuk saatlik bir belgesel bile hazırlamış. Haftalarını veya aylarını harcamış olmalı, ama benim açımdan suyumu dalgalandırmaya yetecek nitelikte bile değil. Ancak hala bunu sürdürüyor, çünkü onu içten içe yiyip bitiren nefret ve alınganlık duygusu, artık iyice intikam duygularına dönüşmüş. Zavallılar, ne kadar acınacak haldeler. Üstelik,  ayakta kalabilmek  için de asıl kişiliklerini sahte isimlerin arkasına saklıyorlar, oysa bu şekilde, herkesten çok kendilerini kandırıyorlar.  Daha güzel, daha iyi bir dünya için bir fark yaratma çabasında olan insanları baltalamaya çalışırlarken, aslında yüzleşmeleri gereken şey tek, kendi gerçek amaçları ve motivasyonları olmalı...Ama bunun yerine kendilerine bir paravan hikaye edinmeyi tercih ediyorlar. 

‘Kuruntulu kişilik’ neye deniyormuş? Gerçeklerle yüzleşmek yerine, takıntılı ve gerçek dışı inançları olanlara... Arkadaş, o zaman uyan ve sorumluluklarına sahip ol! 

Bu içsel öykü genellikle şöyle oluşur:  Böyle tiplerin cesaretleri olmadığı için, iddiaları da asılsızdır. Önemli olan kendilerinin, gerçeğin o olduğuna kendilerini inandırmış olmalarıdır. Kendilerini saklarlar, çünkü bu şekilde zarar görmezler, yağmurda ıslanmazlar, evlerinde kuru ve güvende olurlar. Olay kafalarında, “dünya için iyi birşeyler yapmaya çalışanları baltalıyorum” dan, “Ben kötü birisini ifşa eden bir ‘gerçek’ savaşçısıyım” a dönüşür. Kendi kimliklerini ‘sevgi, ışık ve bütünlük’ söylemleri içinde tutarlar, çünkü durumu kamufle etmenin tek yolu budur. Bu tür kendini aldatma yöntemlerinin nasıl işlediğini yıllardır beri o kadar çok gördüm ki.  

Kalplerinin bulunduğu yerde sadece nefret ve intikam olan insanlarla çok deneyim yaşadım. Yaptıkları herşey, kesinlikle sadece kendi ilgi alanlarına uygun olduğu halde, kendilerini ‘koşulsuz sevgi’ sembolü olarak görüyorlardı.  Bu tür kişiler hep, insanların birbirini sevmesi gerektiğinden bahseder, ama her fırsatta, hedef almış oldukları kişilere zarar verirler.

Öfke öyle bir duygudur ki, ağzınızın, beyninizden daha hızlı çalışmasını sağlar.

Bu;  tümüyle farklı birçok kişide ve koşulda, genetik programlar yoluyla çalışan kişiliklerden birisine örnek... Biraz daha derine inince, kadın-erkek, zenci-beyaz, mavi-pembe hepsinin aynı özellikleri taşıdığını görürsünüz. İncitme, yok etme, intikam ve başarılı olan birisini baltalama arzusu hepsinde vardır, kendilerini hep böyle ele verirler.

Oysa herşey enerjidir veya belirli bir frekans olup, buna intikam, incitme ve yok etme duyguları da dahildir. Enerjetik dengenin göstergesi sevgi ve empati iken bu frekanslar, yapıları itibariyle son derece çarpık titreşimlerdir... Bütün gün, her gün, her gece bu tür kişilerin duygu ve dengeleri, motivasyonlarının frekansları tarafından bozulur. Buna bir anlamda, kişinin kendini içten içe yiyip bitirmesi denir.

Başkalarına karşı nazik olmak ise, kendinize nazik olmak demektir.

Bir kez birisinden nefret ederseniz, yaptıkları herşeyi saldırgan görür, gayet masum bir görüntüyü bile nefret dolu bir şekilde ifade edersiniz. Bir de ‘karma’ olarak bilinen ‘sebep ve tepki yasası’ vardır. Zihin haliniz ne ise ondan kaynaklanan frekanslar, size aynı frekansları geri getirir. Ben buna ‘titreşimsel mıknatıs’ diyorum. Dolayısıyla nefret, kin ve yok etme arzusu  duyarsanız, karşılaştığınız herkesten ve koşullardan hep aynı karşılığı alırsınız.

Nefret ve kin dolu olanlar hiçbir seviyede başarıya ulaşamazlar, çünkü hedef almış oldukları kişileri alaşağı etmeyi başarsalar bile, enerjetik batakta gittikçe daha derinlere batıp, kendi amaçlarının çok daha aşırı tepkileri ile karşılaşırlar. Soruyorum: Buna değer mi?

‘Halkın Sesi’ TV-Radyo’sunun planlanan yayını hakkındaki bilgileri İngiltere’deki ‘Ofcom’adlı medya düzenleyiciye haber verip, lisans aldığımız için bizi eleştiren kişi de bu  M.Welch idi. Oysa almamıştık ve doğrusu ya; eğer almış olsaydık, bizim yayına başlamamızla yayının kesilmesi bir olurdu. Bunu duyduğuna mutlaka çok üzülecektir, ama sonradan zarar göreceğimiz yerde,  böyle bir duruma karşı tam zamanında tedbir almamızı sağladı. Ona teşekkür borçluyuz. İşte bu örnek, kalpten gelen niyetin, ‘barsak’tan gelen niyete karşı ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

Negatif duyguların sinir sisteminde bir kaos yarattığını, ama pozitif duyguların, bunun tam tersini yaptığını biliyor muydunuz? 

Dedikleri gibi...Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyleri, başkalarına yapmayın. Çağlardan beri bütün dinlerin ve spiritüel düşüncenin altın kuralı bu. Ve bunun iyi bir nedeni var, çünkü çok doğru...

Bunu unutan hep kaybeder...

Paylaşım