BUGÜN DÜNYA İÇİN NE YAPTINIZ?
Geçtiğimiz
haftalarda, ‘Halkın Sesi’ kanalını
yayına sokarken her türlü sosyal çevreden gelen insanlarla çalışmak muhteşem
bir deneyim oldu. Gerçekten de, ilk fikrin belirmesinden sonra geçen altı ay
içersinde bağışlarla geliştirilen fonla mucize gibi birşey gerçekleşmiş oldu.
Bu aşamaya
gelmede çok büyük rolü olan çekirdek kadrodaki muhteşem insanlar, 'bu benim işim değil’ veya ‘artık çalışamayacak kadar çok yoruldum’
gibi cümleler kullanmayı hiç bilmiyorlar. Onlar gevezelik değil, iş yapıyorlar,
zaten bizim aradığımız da bu: sürekli bir odaklanma. Yani kişilerin, kendi çıkarları için kullanacakları
birşey değil...
Onların
hepsi çok özel kişiler. Yaptıkları da, sürekli olarak ‘sevgi’ ve ‘dünyayı
değiştirme’ söylemleri satıp amaçları sadece kendilerine hizmet olan kişilerin
maskelerini düşürmek!
Aslında herşey;
onu yaratmış olan niyetin frekansına
göre titreşen birer enerji alanıdır. Örneğin bir banka binasının veya politik bir
parti ile ilgili bir binanın, içerdiği ‘niyet’e bağlı olarak alanı da düşük
titreşimli olur. Yüksek frekanslı samimi
insanların enerjileri kollektif alan ile uyumlu bir şekilde titreşir, niyetlerine göre bozuk enerji çevresinde
çalışmanın hiç keyifli olmadığını görürler. Bir fark yaratmak için önce içten
duygularla politikaya girip, sonra politik titreşimle sürüklenip mahvolan
kişiler gördüm. Bu, iki keman belirli bir notaya göre titreşirlerken üçüncü
kemanın da onlara göre titreşmesi prensibi ile aynıdır, çünkü egemen olan
titreşimi, ilk iki keman yaratıyordur.
Politika
ile ilgili örnekte olduğu gibi, bunun bir sonucu olarak insanlar girdikleri her
oluşumda herşeye muhalif olurlar. Sonra sürüklenip giderler, sistem de onları
içine çeker. Malum, sadece İngiltere’de bile bu tür kişilerden kaç tane ordu
kurulur.
İnsanların ‘yüksek’
niyet içeren bir enerji alanına girmelerinin tam tersi de, ‘düşük’ frekanslı
niyette olan bir titreşime girmeleridir. ‘Halkın Sesi’ kanalında aylardır
izliyorum. Bu kötü titreşimler, bedene saplanmış birer kıymık gibi yüzeye
çıkıyorlar.
Halkın
Sesi’ndeki birlikteliğimize sızma teşebbüslerinin olacağını biliyorduk. Bu
nedenle uyanık olmak gerekiyordu. Ancak benim gözlemlediğim üzere, burada asıl işi
‘niyet’te. Dolayısıyla bu enerji alanı ile uyum sağlayamayanlar, hemen
kendilerini kapının dışında buldular. Kollektif farkındalık veya kollektif
bilinç kapıyı açıp onlara ‘bu taraftan lütfen’ derken, sonradan orayı
terketmeye sadece kendileri karar verdiler. Yani ‘görünen’ alem, ‘görünmeyen’
alemin bir yansıması ve ‘görünen’ alemde olanlar, ‘görünmeyen’ alemden
yönetiliyor. Ekranda holografik film olarak, ‘görünen’ alem oynarken, ‘görünmeyen
alem’ onu oynatan projektör oluyor.
Halkın Sesi
TV’ye hizmet etmek üzere gelmiş olan muhteşem gönüllüler var, ama arada öyle
kişiler de gördük ki, besbelli bu kanalı ve bizim yaptıklarımızı, sadece
kendileri için bir hizmet aracı olarak nitelendiriyorlardı. Görünüşte doğru
olan şeyleri söylüyorlar, ama sonra tam
tersini yapıyorlardı.
Bir süre
önce M.Welch diye bir gönüllü gelip ‘Fortune 500 companies’ için milyonlar
kazandığını söyledi, ama ‘Halkın Sesi’ için bir havayolu şirketi ayarlamamız
gerektiğini önerince kuşkulandık. Peki sonra? Bunu, daha da saçma önerileri
izledi, günler haftalar boyunca günde 15 saat çalışan insanları istismar etmeye
başlayınca da pılını pırtını toplayıp gitti. O zamandan beri de sürekli olarak,
yaptığımız herşeyi baltalamaya çalışıyor.
Tabii bu sinek
vızıltısı gibi birşey, ama bu adam gayretle çalışanlara karşı öyle bir nefret
dolu ki, günlerini deli gibi, inanılmaz ve doğru olmadığı kolaylıkla
kanıtlanabilecek yalanlarla dolu bloglar yazmakla geçiriyor. Medyada benim veya
Halkın Sesi hakkında ne zaman bir yazı çıksa hemen üye oluyor ve tiradlarını
sürdürmek üzere takma adlar kullanıyor. Hatta kendi blogunda yazmış olduğu
birçok yorumun yanı sıra, daha yayınlanmasına
izin verilmeyen bir sürü yalanı ve saçmalığı da var.
Hayatınızı hep
böyle ‘niyet’lerle geçirdiğinizi bir düşünün. Acaba nasıl birşeydir? İnsanın
her sabah kalkıp da hala aynı benlikte olduğunu hatırlaması korkunç bir kabus
olmalı.
-Bugün
ne yaptınız?
-Biz
insanların, düyada aslında neler olduğunu anlamaları için özgür bir bilgi akışı
sağlayan bir vasıta geliştirdik.
-Peki
siz ne yaptınız?
-Ben
onları baltalamaya çalıştım.
Tabii
herzaman başarısız oluyorlar, çünkü onlar bir filin üzerindeki sinekler
gibiler, ama hala uğraşıyorlar. Yıllardır aynı saçmalıkları tekrarlıyor olmaları,
kanmış oldukları o realitede oynarlarken kendileri hakkında o kadar çok şeyi açığa
çıkarıyor ki. Nefret ve alınmak, son derece güçlü ve yıkıcı duygular olup,
insanların temel zekasını öyle bir etkiliyor ki, bir kör gibi hala ‘iyilik’
yaptıklarına inanırlarken, başkalarına zarar veriyorlar.
Son derece
ifadesiz gözleri olan bu adam, kendisine ‘goril’ diyor. Zamanını, benim
yaptığım herşeyi eleştiren ve ‘çok ciddi’ olduğunu söylediği videolar üretmekle
geçiriyor. İnanın, bir insanın hayatını bu şekilde geçirmesini hiç aklım
almıyor. Burada bu konuyu dile getirmemin nedeni, günümüzde bu tür bir zihin
tuzağına çok sayıda insanın düşmüş olması. Kişisel deneyimimden bilirim,
yıllardır o kadar çok alaylara maruz kaldım ve dünyanın dört bir yanında bu tip
insanlara o kadar çok rastladım ki...Ama tabii ki tek hedef ben değilim.
İnsan
psikolojisinin derinliklerinde, belirli bir konuda başarıya ulaşmış olan
insanlara karşı hep, bir tür kıskançlığı tetikleyen birşey var. Bunun bir kısmı ‘ayna’ etkisi... Bazıları, birisinin
hayatında birşeyler yapabiliyor olması gerçeğine katiyen dayanamıyorlar.
Kendileri hiçbirşey yapmıyorlar, çünkü yapmaya cesaretleri yok. Dolayısıyla
hedef aldıkları kişi veya olayda, bir aksaklık oluşur hatta çökerse buna için
için seviniyor, kendilerini rahatsız eden ayna kırılınca müthiş keyif alıyor, kutlamalar
bile yapıyorlar.
–Yaşasın, birileri başarısızlığa
uğradı!!!!!
Buna
İngiltere’de ve birçok ülkedeki magazin basınında çok rastlıyoruz. Birisine
takıyor, o kişi ya da kişileri nefret veya alay konusu haline getirip,
kariyerlerini çökertinceye kadar da pes etmiyorlar. Kısaca o kişiyi yok etmek
istiyor, gazete manşetinde onun ölümünü ilan ettikten sonra da, bir başka hedef
bulup, ona kilitleniyorlar. Bunu bana da
yapmak istediler, ama başaramadılar, artık ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Oysa aslında
hiç başarısızlığa uğramanız gerekmiyor. Kendi gücünüze inanmanız lazım. Ne
kadar saldırırlarsa saldırsınlar pes etmezseniz, sonunda bu tür acınacak
insanlar kendilerini sokarlar. Halkın ve satılmış medyayı izleyenlerin sizin
hakkınızda ne düşündüğünün ne önemi olabilir? Önemli olan sizin kendiniz
hakkında düşündüğünüzdür... “Sopalar ve
taşlar kemiklerimi incitebilir, ama sözler beni incitemez!” diyeceksiniz,
aksi takdirde sözler hayatınız boyunca benliğinizde yaralar açar.
Zavallı Welch
de böyle birisi. Yıllar öncesinden tanıdığım insanlar, şirket medyasındakiler,
blog yazarları, ‘forum’cular hergün benimle uğraşıyorlar, oysa benim umurumda
bile değil...Bunu sürdürmeye değdiğini sanıyorlar, ne diyebilirim ki, demek ki düşündüğümden
daha da aptallar!
Hakkımda
yazanlar ve benim ‘işimi’ bitirdiklerini düşünenelerin oluşturduğu uzun bir
liste var. Hatta zavallanın biri uğraşıp, bir dolu saçmalık içeren iki buçuk
saatlik bir belgesel bile hazırlamış. Haftalarını veya aylarını harcamış
olmalı, ama benim açımdan suyumu dalgalandırmaya yetecek nitelikte bile değil.
Ancak hala bunu sürdürüyor, çünkü onu içten içe yiyip bitiren nefret ve
alınganlık duygusu, artık iyice intikam duygularına dönüşmüş. Zavallılar, ne
kadar acınacak haldeler. Üstelik, ayakta
kalabilmek için de asıl kişiliklerini
sahte isimlerin arkasına saklıyorlar, oysa bu şekilde, herkesten çok
kendilerini kandırıyorlar. Daha güzel,
daha iyi bir dünya için bir fark yaratma çabasında olan insanları baltalamaya
çalışırlarken, aslında yüzleşmeleri gereken şey tek, kendi gerçek amaçları ve
motivasyonları olmalı...Ama bunun yerine kendilerine bir paravan hikaye edinmeyi
tercih ediyorlar.
‘Kuruntulu kişilik’ neye deniyormuş?
Gerçeklerle yüzleşmek yerine, takıntılı ve gerçek dışı inançları olanlara... Arkadaş,
o zaman uyan ve sorumluluklarına sahip ol!
Bu içsel
öykü genellikle şöyle oluşur: Böyle
tiplerin cesaretleri olmadığı için, iddiaları da asılsızdır. Önemli olan
kendilerinin, gerçeğin o olduğuna kendilerini inandırmış olmalarıdır. Kendilerini
saklarlar, çünkü bu şekilde zarar görmezler, yağmurda ıslanmazlar, evlerinde
kuru ve güvende olurlar. Olay kafalarında, “dünya
için iyi birşeyler yapmaya çalışanları baltalıyorum” dan, “Ben kötü birisini ifşa eden bir ‘gerçek’
savaşçısıyım” a dönüşür. Kendi kimliklerini ‘sevgi, ışık ve bütünlük’
söylemleri içinde tutarlar, çünkü durumu kamufle etmenin tek yolu budur. Bu tür
kendini aldatma yöntemlerinin nasıl işlediğini yıllardır beri o kadar çok
gördüm ki.
Kalplerinin
bulunduğu yerde sadece nefret ve intikam olan insanlarla çok deneyim yaşadım.
Yaptıkları herşey, kesinlikle sadece kendi ilgi alanlarına uygun olduğu halde,
kendilerini ‘koşulsuz sevgi’ sembolü olarak görüyorlardı. Bu tür kişiler hep, insanların birbirini
sevmesi gerektiğinden bahseder, ama her fırsatta, hedef almış oldukları kişilere
zarar verirler.
Öfke öyle bir duygudur ki, ağzınızın,
beyninizden daha hızlı çalışmasını sağlar.
Bu; tümüyle farklı birçok kişide ve koşulda,
genetik programlar yoluyla çalışan kişiliklerden birisine örnek... Biraz daha
derine inince, kadın-erkek, zenci-beyaz, mavi-pembe hepsinin aynı özellikleri
taşıdığını görürsünüz. İncitme, yok etme, intikam ve başarılı olan birisini
baltalama arzusu hepsinde vardır, kendilerini hep böyle ele verirler.
Oysa herşey
enerjidir veya belirli bir frekans olup, buna intikam, incitme ve yok etme
duyguları da dahildir. Enerjetik dengenin göstergesi sevgi ve empati iken bu
frekanslar, yapıları itibariyle son derece çarpık titreşimlerdir... Bütün gün,
her gün, her gece bu tür kişilerin duygu ve dengeleri, motivasyonlarının
frekansları tarafından bozulur. Buna bir anlamda, kişinin kendini içten içe yiyip
bitirmesi denir.
Başkalarına
karşı nazik olmak ise, kendinize nazik olmak demektir.
Bir kez
birisinden nefret ederseniz, yaptıkları herşeyi saldırgan görür, gayet masum
bir görüntüyü bile nefret dolu bir şekilde ifade edersiniz. Bir de ‘karma’
olarak bilinen ‘sebep ve tepki yasası’ vardır. Zihin haliniz ne ise ondan
kaynaklanan frekanslar, size aynı frekansları geri getirir. Ben buna ‘titreşimsel
mıknatıs’ diyorum. Dolayısıyla nefret, kin ve yok etme arzusu duyarsanız, karşılaştığınız herkesten ve
koşullardan hep aynı karşılığı alırsınız.
Nefret ve
kin dolu olanlar hiçbir seviyede başarıya ulaşamazlar, çünkü hedef almış
oldukları kişileri alaşağı etmeyi başarsalar bile, enerjetik batakta gittikçe
daha derinlere batıp, kendi amaçlarının çok daha aşırı tepkileri ile
karşılaşırlar. Soruyorum: Buna değer mi?
‘Halkın
Sesi’ TV-Radyo’sunun planlanan yayını hakkındaki bilgileri İngiltere’deki
‘Ofcom’adlı medya düzenleyiciye haber verip, lisans aldığımız için bizi
eleştiren kişi de bu M.Welch idi. Oysa
almamıştık ve doğrusu ya; eğer almış olsaydık, bizim yayına başlamamızla
yayının kesilmesi bir olurdu. Bunu duyduğuna mutlaka çok üzülecektir, ama
sonradan zarar göreceğimiz yerde, böyle
bir duruma karşı tam zamanında tedbir almamızı sağladı. Ona teşekkür borçluyuz.
İşte bu örnek, kalpten gelen niyetin, ‘barsak’tan gelen niyete karşı ne kadar güçlü
olduğunu gösteriyor.
Negatif
duyguların sinir sisteminde bir kaos yarattığını, ama pozitif duyguların, bunun
tam tersini yaptığını biliyor muydunuz?
Dedikleri
gibi...Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyleri, başkalarına yapmayın.
Çağlardan beri bütün dinlerin ve spiritüel düşüncenin altın kuralı bu. Ve bunun
iyi bir nedeni var, çünkü çok doğru...
Bunu unutan
hep kaybeder...