Algıladığımız
fiziksel dünya bir radyo istasyonuna benzer...
(David Icke)
(David Icke)
Artık
cisimlerin arasında boşluk olduğu bilimsel bir gerçek. Bazıları
buna ‘Kuantum
Hologram’
diyorlar. Apollo-14 Astronotu Edgar Mitchell, buna “Doğa’nın
Zekası”
demiş, Stephen Hawking ona “Tanrı’nın
Zekası”
adını vermiş, bazısı ise sadece “Alan”
diyor. 1944’te, ‘Kuantum Fizik’in babası olan Max Plank, bu
alanın varlığını “Matriks” olarak tanımlamış ve “Bilinçli
olağanüstü bir zekanın var olduğu kesin” demiş.
Gregg
Braden
Matriks
filminden, Morpheus:
“Matriks
her yerde. Bütün çevremizde. Hatta şu anda, bu odada. Pencereden
baktığın zaman, televizyonu açtığın zaman. İşe gittiğin
zaman, vergilerini ödediğin zaman. Gerçeği görmemen için
gözlerinin önüne konmuş olan bir dünya var”...
“Bir
dünyada yaşadığımızı düşünüyoruz. Oysa aslında bir
frekans menzilinde yaşıyoruz. Hepsi bu. Bir frekans menziline
yakalanmışız, dolayısıyla bir illüzyona”...
Ünlü film “Matrix” te böyle diyor...
Çevremizde
gördüğümüz ‘dünya’, fiziksel duyularımız olan görme,
işitme, dokunma, koklama ve tatma ile ulaşabildiğimiz çok boyutlu
sonsuzluğun pek küçük bir parçasıdır. Algıladığımız
fiziksel dünya bir radyo istasyonuna benzer, fiziksel duyularımız
da onun frekansına ayarlıdır. Dolayısıyla bütün gördüğümüz
budur. Ancak çevremizde başka frekanslar ve ‘bilim’in varlığını
reddettiği, sonsuz yaradılışın yoğunlukları da vardır. Hepsi
bizim fiziksel duyu menzilimizin ötesinde olup, bazen boş görünen
bir şeye tepki gösteren kediler veya bizim duyamadığımız
sesleri duyan köpekler gibi hayvanların gördüğü ve duyduğu
frekanslardır. Şartlanma yoluyla kısıtlanıncaya kadar yeni doğan
bebekler de boşluğa tepki gösterirler. Bu frekanslar, eski
dünyanın kahinleri, gerçek medyumlar tarafından ulaşılabilen
titreşimlerdir. Onlar bu görünmeyen alemlere uyumlanabilmek için
frekanslarını yükseltebilirler. Klasik
ve kuantum mekaniği dersleri veren ‘Astro Fizikçi’
Giuliana Conforto, (gök
fiziği veya yıldız
fiziği olarak bilinen,
gök
cisimlerinin
ve olaylarının fiziksel
ve kimyasal
özelliklerini, yapılarını inceleyen astronomi
dalı) “LUH,
İnsanoğlunun Kozmik Oyunu”(Edizioni Noesis, 1998) adlı kitabında
şöyle yazmış:
Giuliano Conforto |
“...Ölçülebilen
kitlenin %90’ı karanlık ve görünmezken, %10’u sonsuz
gökkuşağı, ışık sayesinde gözlemlenebilir. Görünen evreni,
milyarlarca yıldız ve galaksileri ile gözlemleyebiliyoruz, oysa bu
%10’dan bile az... Her fiziksel bedenin içinde görünmeyen, ama
çok daha büyük bir realite var, görünmeyen bir madde/yapı... Ve
bu; duygular, önsezi ve hislerle hissedilebilir ve
deneyimlenebilir.”
Frekans
menzilimizle bazı galaksilerde olanın sadece %1’ini görürüz.
Zihnimizi açıp algılama frekansımızı genişletirsek, daha fazla
yıldız ve gezegen görebiliriz.
“Fiziksel
maddenin temeli atomdur”
deniyor, ama insan gözüne göre atomun içi boş. Bütün fiziksel
maddelerin oluştuğu fiziksel atom, etrafında elektronların
döndüğü çekirdek ile mini bir güneş sistemine benzer.
Dr. Douglas Baker, ‘Üçüncü Gözün Açılışı’(Aquarian
Press, Wellingborough, İngiltere, 1977) adlı
kitabında şöyle diyor: “Hidrojen
atomunu bir katedral kadar büyüttüğümüz zaman içindeki
elektronu belki bir kuruş büyüklüğünde olabilir!”
Dr. Douglas Baker |
Bir
atomun içindeki boşluk, ağırlıklı olarak bizim göremediğimiz
frekanslarla çalışan kara madde olup, aynı şey bizim güneş
sistemimiz ve büyün yoğun fiziksel evren için de söz konusudur.
Sadece ‘bilim’ bile Giuliana Conforto’nun düşünce biçimini
izleseymiş, akademinin betonlaşmış kafasına göre gitmek yerine,
kim olduğumuz ve hayatın doğası konusunda sonsuz derecede
farkındalık içeren bir dünyada yaşıyor olurduk.
Şu
anda bütün çevrenizde, bedeninizle aynı yeri paylaşan, sizin
alanınıza yayın yapılan çeşitli radyo ve televizyon frekansları
var. Siz bunları göremiyorsunuz, ama onların da birbirlerinden
haberleri yok, ama onlar farklı frekanslarla titreştikleri için
kimsenin haberi bile olmadan, birbirlerinin ve sizin içinizden
geçiyorlar. Birbirilerine sadece frekans bandına yakın oldukları
zaman karışıyorlar. Radyonuzu açtığınız zaman, ulaşmış
olduğunuz frekans radyo alıcısına ulaşmak için sizin evinizin
pencere ve duvarlarından geçiyor, çünkü yoğunluk açısından
duvar ve yayının frekansı birbirlerinden çok farklı. İşte bu
nedenle hayaletler ve dünya dışı varlıklar da tam anlamıyla
duvarların içinden geçebiliyorlar. Aynı nedenle bunları bazı
insanlar görebiliyor, bazıları göremiyorlar. Bu tamamen, sizin
frekansınızın onların frekansına ayarlanıp ayarlanamamasına
bağlı...
DNA,
titreşimsel bilginin alıcı-vericisi durumunda, dolayısıyla
titreşimsel ve elektro manyetik alanlar yoluyla programlanabiliyor.
Bugünkü elektrik sisteminin buluşçusu bir dahi olan Nikola
Tesla’dır. Tesla başka frekansların da varlığını keşfetmiş,
ama çalışmalarının önemli bir bölümü baskılanmıştır.
Tesla şöyle demiş:
“Bazı
diğer boyut varlıkları, dünyamızda tam olarak aramızda
olmayabilirler, çünkü onların yasaları ve hayatlarının
dışavurumu bizim algılayamayacağımız türde olabilir.”
Daha
önce de belirtmiş olduğum gibi, radyo düğmesini çevirip farklı
bir istasyona ayarlandığınız zaman, önceki istasyonu
duyamazsınız, çünkü onu menzilinizden çıkarmışsınızdır,
artık başka birini duyuyorsunuzdur, ama ilk istasyon hala
kaybolmamıştır, o yayına devam eder. Sadece siz onu duymaz
olmuşsunuzdur. Eğer yine eskisine ayarlanmak isterseniz
ayarlanabilirsiniz.
İşte
‘Yaratılış’ da aynıdır. Sonsuz şekillere giren sonsuz
enerji okyanusundaki su damlaları gibiyiz. İşte bu enerji
okyanusunun farklı frekansları olarak dışavururuz. Şimdi de ‘bu
fiziksel dünya’ya ayarlanmış durumdayız. Bütün frekanslar
çevremizde ve biz sadece fiziksel duyularımızın gördüğü,
dokunduğu, işittiği, kokladığı ve tattığı frekansı
algılarken Matriks içimize iyice nüfuz ediyor. Fizikçi Giuliana
Conforto’nun dediği gibi; “Gerçeği
gözlemleyemiyorsak bu onun var olmadığı anlamına gelmez, sadece
‘insan algılaması’ çok sınırlı...”
Amerikalı
usta ve dahi komedyen Bill Hicks bu gerçeği müthiş bir şekilde
toparlıyor: “Madde,
salt ağır titreşime yoğunlaşan enerjidir. Hepimiz öznel olarak
kendisini deneyimleyen tek bir ‘bilinç’iz. Ölüm diye birşey
yok, hayat sadece bir rüya, bizler de kendi hayal gücümüzün
birer ürünüyüz.”
20.yüzyılın
en büyük bilim adamı Albert Einstein’ın buluşuna bir bakın;
E=MC2 kitlenin sadece bir enerji formu olduğunu, enerjinin yok
edilemeyeceğini, sadece farklı bir şekile dönüşebileceğini
gösteriyor. Bilincimiz enerji, dolayısıyla da yok edilemez.
Sonsuza kadar yaşıyoruz. Gerçek gözlerimizin önünde. Isı veye
frekans değiştiği zaman buz suya dönüşüyor, su buhar olup
kayboluyor. Basit derece “katı” buz görünmez buhara dönüşüyor,
çünkü farklı dereceler farklı frekansları temsil ediyor. Hepsi
aynı enerji, ama farklı bir ‘hal’de. Bedenlerimiz, yoğun
fiziksel silsilede çok farklı alt frekanslardan oluşur.
X-ışınlarına bir bakın. Farklı bir frekansta titreşen derimize
değil, kemik yapımıza uyan frekanslara ayarlanırlar. X-ışınları
binaların duvarlarını göstermez, aynı nedenle sadece demir
çubukları gösterirler.
Dünyaya
X-ışınları frekansı ile bakın, çok farklı görünür. Bir
kişinin veya bir cismin görüntüsü, gözlemlenen frekansa göre
değişir. Teknolojinin gösterdiği gibi insan aurası, bizim
düşünce ve duygularımız değiştikçe değişen farklı renkler,
yani frekanslarlardır. X-ışını, bilimin de var olduğunu teyit
ettiği gibi frekanstır, ama onu göremeyiz. Mor ötesi, gama
ışınları, kızıl ötesi, radyo dalgaları vs, bunlardan
bazıları. Ama eğer bir bilim adamına bunların daha önce de var
olduğunu söylemeye kalkmış olsaydınız, sizi mutlaka ‘deli’
ya da ‘tehlikeli kişi’ ilan ederlerdi. ‘Bilim çağı’nın
doğuşundan beri her bilimsel ‘norm’; ya eksik, tamamlanamamış
veya genellikle inanılmaz derecede yetersiz ve saçma kalmış.
Nesilden nesile toplum, hala ‘bilimsel’ normlara takılı kalmış
durumda. Bilim herşeyi, bu frekans menzilinin yasaları ile
yargılama imkanları arıyor. Ve bilim adamlarının ‘Kara Madde’
dedikleri ve kitle ömrünün % 90’ı, yer çekimi vs gibi
kanunlara ve elektromanyetik alana bağlı değil... Eğer fizik
kanunlarının tek bir frekansa uyduklarını ve aynı temelde diğer
frekanslarda neyin mümkün olabileceğini düşünecek olursak
hiçbir yere varamayız, çünkü birine uyan, diğerine uymaz.
Bill
Hicks ‘ in saklanan gerçek konusundaki özet ifadesi müthiş:
“Hepimiz
kendi
hayalimizin birer ürünüyüz”.
Yani hayatlarımız, fiziksel deneyimimiz, hepsi düşüncelerimizin
bir dışavurumu. Ne olduğumuzu düşünüyorsak oyuz. Kendinizi
sıradan mı sanıyorsunuz? Sıradan olursunuz... Güçsüz
olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Güçsüz olursunuz... Hayatta en
iyi şeyler hep başkalarının başına mı gelir diye
düşünüyorsunuz? Aynen öyle olur... Herşey düşünce ile
yaratılır. Yani bizim düşüncelerimizle...İçinde yaşadığımız
bu yoğun frekans menzilinde, düşünce ile onun fiziksel
dışavurumu, çok uzun zaman alıyormuş gibi görünür, ama
yaratan hala düşüncedir... Mesela, şu anda neredeyseniz çevrenize
şöyle bir bakın, binalar, mobilyalar, ıvır zıvır, hepsi
düşünce ile yaratılmıştır. Eğer birisi düşüncesi ile
tasarımını yapıp onları yapmamışsa var olamazlar. Düşünce
olmadan fiziksel bir yaratılma olamaz. Enerjinin çok daha az yoğun
olduğu başka alemlerde, düşünce ve dışavurumu eşzamanlıdır.
Düşünce anında dışavurur. Bütün bunlar, bizim bir sanal
dünyada yaşadığımız, dünyanın, insan düşüncesinin bir
aynası, bir yansıması olduğu anlamına gelir. Dünyanın ne
olmasını düşünüyorsak o olur. Veya en azından öyle algılarız.
‘The
Matrix’ filminde, küçük bir çocuk kaşıkları bükmektedir,
ama gerçek realitede kaşığın olmadığını, bükülenin kaşık
olmadığını, kendimiz olduğunu söyler. “Gerçek nedir?”
Gerçek, gerçek olduğuna inandığın şeydir. Matrix’teki
Morpheus karakterinin Neo’ya söylediği gibi; “Gerçek,
beynin tarafından yorumlanan elektrik sinyalleridir.”
Allah
aşkına cisimleri göremiyoruz bile, sadece yansıttıkları ışığı
görebiliyoruz! Perdeleri kapatıp, ışığı söndürürseniz, ne
görürsünüz? Hiçbirşey. Eğer birşey görürseniz de bunun
nedeni görebileceğiniz birşeyden yansıyan ışıktır. ‘Kara
Madde’ terimi, bizim frekans menzilimizde ışığı yansıtmayan
şeye denir, onun için yansıyan ışıktan başka hiçbirşey
görmeyiz. Obje gözümüze teptaklak girse de beyin tarafından ters
çevrilmesi gerekir ki düzgün olarak algılayalım. ‘Ses’i de
duyamayız. Kulaklarımız atmosferden geçen basıncı bir dizi
dalgaya dönüştürür, beynimiz de bu dalgaları ‘ses’ olarak
algılar. Televizyon ve radyo da böyledir. Yayınlar, havada resim
ve ses olarak gezmez. Hiç TV dizilerini evlerin damlarının
üzerinden geçerken görür müyüz? Tabii ki hayır. Programlar
yayın dalgaları olarak gönderilir, televizyon ve radyo teknolojisi
de onları resim ve ses olarak deşifre eder.
Hepimiz
kendi kişisel evrenimize yaşarız. İnsanlar bizim hayatımıza
girdikleri zaman, bizim özgün realitemize girerler. Evrenlerimizin
anlaştığı ve bağlandığı alanlar olur. Örneğin çoğu kişi,
kapınızın dışındaki yoldan arabaların geçtiği konusunda
sizinle aynı evreni paylaşıyor olabilir, ama bazı temel şeyler
dışında evrenlerimiz farklı olabilir. Benim evrenimde, bir
tilkiyi köpekler ve atlarla takip edip parçalamak iğrenç
birşeydir, (Ç.N.
İngiltere’deki asillerin tilki avlamak üzere yaptıkları sürek
avı), ama
başkalarının evrenlerine göre bunu yapmanın hiçbir mahsuru
yoktur. Benim evrenimde, dünyanın her yerinde gizli cemiyetler ağı
yoluyla tüm gezegeni kontrolü altında tutan bir grup insan var,
oysa birçok kişinin evreninde bu ‘taraf’lar tamamen bağlantısız
ve dünya özgür. Benim evrenimde dünyada birçok ünlü kişi
çocuklara işkence edip onları öldürüyor. Oysa birçok başka
insan, kendi evreninde böyle korkunç şeylerin yapılabileceğini
kabul ediyor.
Zihinlerimiz
görünen, fiziksel dünyayı gözlemliyor ve gözlemlediğimiz neyse
o bizim realitemiz, kişisel evrenimiz oluyor. Ben dünyayı ve
olayları başkasına oranla farklı şekilde gördüğüm için,
benim evrenimle çoğu insanın evreni bağdaşmaz. Bu nedenle beni
‘tuhaf’, ‘uçuk’ veya ‘kaçık’ bulurlar. Ancak bu sadece
o kişilerin kendi evrenlerinden bakarak algıladıklarıdır.Gerçek
olan değil, sadece inandıkları şeydir. Bu kendi kendine üretilmiş
bir illüzyondur.
Fiziksel
dünyanın, fiziksel olmayan tarafından kontrol altında tutulduğunu
tekrar tekrar kanıtlayabilirsiniz. Bir sahne illüzyonisti, bir el
çabukluğu ile milyonlarca zihini, mucize yarattığına ikna
edebilir. İllüzyonist, güzel bir kadın olan yardımcısını
bağlayıp büyükçe bir kutuya koyar. Kapak kapanır, yoğun
trampet sesi eşliğinde sihirbaz kapağı açar, kadın
kaybolmuştur. Sonra sahnenin diğer tarafındaki benzer bir kutuyu
açtığı zaman kadın mucizevi bir şekilde onun içinden çıkar.
Seyircinin zihni bir şekilde kadının bir kutudan diğer kutuya
nakledilmiş olduğuna ikna edilmiştir. Dolayısıyla hepsi onların
realitesi, onların evrenidir. Oysa aslında ne olmuştur? Sihirbaz,
aynı elbiseyi giymiş ikiz kadınları kullanmıştır. İşte zihni
kandırmak bu kadar kolaydır...
Bir
televizyon programında bir sihirbazın oldukça yakınında
oturmuştum. Gazetenin ilk sayfasını önce yırtıp, elinde
buruşturduktan sonra hiç yırtılmamış gibi yeniden sapasağlam
olarak açmıştı. Sadece birkaç metre uzağındaydım, gazeteyi
paramparça ettiğini gözlerimle görmüştüm! Ama tabii ki bunu
yapmamıştı. Sadece herkesi bunu yaptığına ikna etmişti. Ancak
zihin bir kere birşeye ikna olmuşsa, o, o kişinin fiziksel
realitesi olur. Bir sahne illüzyonisti, seyircisinin köpek
pisliğini, çok lezzetli bir biftek sanmasını sağlayabilir.
Kontrol sistemi, bu teknikleri çok büyük ölçüde uyguluyor,
çünkü hepsinin nasıl çalıştığını çok iyi biliyor. İşte
bizden sürekli olarak saklamaya çalıştıkları bilgi bu...
Bizler
fiziksel bedenlerimiz değiliz. Bu, bu frekans menzili’ni
deneyimlerken kısa bir süre için, içinde bulunduğumuz
seviyelerimizden birisi. Bedenimiz, bilincimizin yoğun fiziksel alem
ile etkileşim içerisinde olmasını sağlayan holografik bir
yansıma. Filozof Eflatun’un dediği gibi, “Bütün
bedenler gerçek realitenin sadece birer gölgesidir.”
Bir
hologramın her parçası o resmin bütününü içerir. Bu nedenle
bedendeki her hücre bütün bir bedeni yaratmak için gereken bütün
bilgiye sahiptir. Bir hologram bir illüzyondur. 3 boyutlu değildir,
ama 3 boyutlu görünür. Aynı şey beden için de söz konusudur.
“Geleneksel”
tıp ancak holografik görüntüyü tedavi ediyor ve bu hologramı
düzeltebilecek veya bozabilecek düşünce ve duygu gibi ‘çoklu
frekans güçleri’ni hiçe sayıyor. Resmi tıp bilimi; fiziksel
uyumsuzluk, bozukluk her neyse ona değil, sadece
semptoma/belirtilere odaklanıyor! Bizler kesinlikle sadece
bedenlerimiz değiliz... Aslında hep varız, var olduk ve de hep var
olacağız. Ben senim, sen bensin, ben herşeyim ve herşey ben veya
sen... Bizler, sadece herşeyin dışavurduğu o sonsuz enerjinin
parçası değil, o enerjinin ta kendisiyiz! Sonunda ben veya biz
yok, sadece sonsuz olan ‘ben’ var. Dünyaya, gece gökyüzündeki
bütün o yıldızlara ve gezegenlere bir bakın, hepsi sizsiniz. Ve
onlar sadece fiziksel duyularınızla görebildikleriniz. Hepimiz tek
bir enerjiyiz, birbirimiziz...
Aramızdaki
bölünmeler birer illlüzyon ve aramızdaki çatışmalar da,
illüzyonlar da sadece kendi içimizdeki çatışma ve illüzyonlar.
Dışarıdaki çatışma içerideki çatışmanın bir ifadesi... Ve
pozitif olsun, negatif olsun bizim hayat alanımıza giren herşey,
tamamen içsel halimizin bir dışavurumu...
Bu
suretle kendilerinden nefret eden ve kendisine saygısı olmayan
kişiler, titreşimsel olarak hayatlarına veya evrenlerine
kendilerini cezalandıracak olan kişileri çekerler. Tabii ki bunun
farkında değillerdir, çünkü hepsi bilinçaltında oynanan bir
oyun gibidir. Hiç dikkat ettiniz mi? Hep partnerlerinden dayak yiyen
kadınlar ondan ayrılır, gidip yine kendisini döven birisini
bulur. Uzaktan tanıdığım bir kadın vardı, dört kez
partnerinden ayrıldı, hepsinden de dayak yedi.
İçteki
değişmedikçe, dışavurulan asla değişmez. Bütün cevaplar
içimizde, dışımızda değil... İşte bu yüzden İllüminati,
sürekli olarak cevabı dışımızda aramak üzere bizleri teşvik
ve manipüle ediyor. Bu yolla onları asla bulamayacağımızı
biliyorlar. Sadece içimizden dışarıya akseden bir yansıma olduğu
halde, cevabın fiziksel dünyada olduğuna inanmamızı istiyorlar.
Böylece çözümleri yasalarda görüyoruz, polise ve yetkililere
yeni yetkiler veriliyor, oysa sadece asıl problemden
uzaklaştırılıyoruz, yani iç benliğimizin ‘bilinç’
hallerinden... Sinemedaki filmi değiştirmek için perdeye
odaklanmamız gerektiğine inanmamızı istiyorlar, oysa filmi
değiştirmenin tek yolu sinemadaki makina dairesinden perdeye
yansıtılan her neyse onu değiştirmek! Çok basit bir örnek:
Eğer birbirimizi sevseydik, dünyada çatışmalar olmazdı,
birbirimizi sevmediğimiz için dünyada çatışmalar var...Bu
sadece bir seçim ve bu seçimler hergün hayatlarımızda ve TV
haberlerinde dışavuruluyor...
(David
Icke’ın 2001’de basılmış olan Children of the
Matrix/Matriks’in
Çocukları
adlı kitabından)
Bir şeyi sevdiğimiz zaman o artık içimizdedir.
YanıtlaSilsimyacı