20 Aralık 2015 Pazar

Gerçeğin Titreşimleri - 57 - Algıladığımız dünya radyo istasyonuna benzer

Algıladığımız fiziksel dünya bir radyo istasyonuna benzer...
(David Icke)

Artık cisimlerin arasında boşluk olduğu bilimsel bir gerçek. Bazıları buna ‘Kuantum Hologram’ diyorlar. Apollo-14 Astronotu Edgar Mitchell, buna “Doğa’nın Zekası” demiş, Stephen Hawking ona “Tanrı’nın Zekası” adını vermiş, bazısı ise sadece “Alan” diyor. 1944’te, ‘Kuantum Fizik’in babası olan Max Plank, bu alanın varlığını “Matriks” olarak tanımlamış ve “Bilinçli olağanüstü bir zekanın var olduğu kesin” demiş.
Gregg Braden


Matriks filminden, Morpheus:
Matriks her yerde. Bütün çevremizde. Hatta şu anda, bu odada. Pencereden baktığın zaman, televizyonu açtığın zaman. İşe gittiğin zaman, vergilerini ödediğin zaman. Gerçeği görmemen için gözlerinin önüne konmuş olan bir dünya var”...

Bir dünyada yaşadığımızı düşünüyoruz. Oysa aslında bir frekans menzilinde yaşıyoruz. Hepsi bu. Bir frekans menziline yakalanmışız, dolayısıyla bir illüzyona”... Ünlü film “Matrix” te böyle diyor...

Çevremizde gördüğümüz ‘dünya’, fiziksel duyularımız olan görme, işitme, dokunma, koklama ve tatma ile ulaşabildiğimiz çok boyutlu sonsuzluğun pek küçük bir parçasıdır. Algıladığımız fiziksel dünya bir radyo istasyonuna benzer, fiziksel duyularımız da onun frekansına ayarlıdır. Dolayısıyla bütün gördüğümüz budur. Ancak çevremizde başka frekanslar ve ‘bilim’in varlığını reddettiği, sonsuz yaradılışın yoğunlukları da vardır. Hepsi bizim fiziksel duyu menzilimizin ötesinde olup, bazen boş görünen bir şeye tepki gösteren kediler veya bizim duyamadığımız sesleri duyan köpekler gibi hayvanların gördüğü ve duyduğu frekanslardır. Şartlanma yoluyla kısıtlanıncaya kadar yeni doğan bebekler de boşluğa tepki gösterirler. Bu frekanslar, eski dünyanın kahinleri, gerçek medyumlar tarafından ulaşılabilen titreşimlerdir. Onlar bu görünmeyen alemlere uyumlanabilmek için frekanslarını yükseltebilirler. Klasik ve kuantum mekaniği dersleri veren ‘Astro Fizikçi’ Giuliana Conforto, (gök fiziği veya yıldız fiziği olarak bilinen, gök cisimlerinin ve olaylarının fiziksel ve kimyasal özelliklerini, yapılarını inceleyen astronomi dalı) “LUH, İnsanoğlunun Kozmik Oyunu”(Edizioni Noesis, 1998) adlı kitabında şöyle yazmış:


Giuliano Conforto
...Ölçülebilen kitlenin %90’ı karanlık ve görünmezken, %10’u sonsuz gökkuşağı, ışık sayesinde gözlemlenebilir. Görünen evreni, milyarlarca yıldız ve galaksileri ile gözlemleyebiliyoruz, oysa bu %10’dan bile az... Her fiziksel bedenin içinde görünmeyen, ama çok daha büyük bir realite var, görünmeyen bir madde/yapı... Ve bu; duygular, önsezi ve hislerle hissedilebilir ve deneyimlenebilir.”
Frekans menzilimizle bazı galaksilerde olanın sadece %1’ini görürüz. Zihnimizi açıp algılama frekansımızı genişletirsek, daha fazla yıldız ve gezegen görebiliriz.
Fiziksel maddenin temeli atomdur” deniyor, ama insan gözüne göre atomun içi boş. Bütün fiziksel maddelerin oluştuğu fiziksel atom, etrafında elektronların döndüğü çekirdek ile mini bir güneş sistemine benzer. Dr. Douglas Baker, ‘Üçüncü Gözün Açılışı’(Aquarian Press, Wellingborough, İngiltere, 1977) adlı kitabında şöyle diyor: “Hidrojen atomunu bir katedral kadar büyüttüğümüz zaman içindeki elektronu belki bir kuruş büyüklüğünde olabilir!”
Dr. Douglas Baker
Bir atomun içindeki boşluk, ağırlıklı olarak bizim göremediğimiz frekanslarla çalışan kara madde olup, aynı şey bizim güneş sistemimiz ve büyün yoğun fiziksel evren için de söz konusudur. Sadece ‘bilim’ bile Giuliana Conforto’nun düşünce biçimini izleseymiş, akademinin betonlaşmış kafasına göre gitmek yerine, kim olduğumuz ve hayatın doğası konusunda sonsuz derecede farkındalık içeren bir dünyada yaşıyor olurduk.
Şu anda bütün çevrenizde, bedeninizle aynı yeri paylaşan, sizin alanınıza yayın yapılan çeşitli radyo ve televizyon frekansları var. Siz bunları göremiyorsunuz, ama onların da birbirlerinden haberleri yok, ama onlar farklı frekanslarla titreştikleri için kimsenin haberi bile olmadan, birbirlerinin ve sizin içinizden geçiyorlar. Birbirilerine sadece frekans bandına yakın oldukları zaman karışıyorlar. Radyonuzu açtığınız zaman, ulaşmış olduğunuz frekans radyo alıcısına ulaşmak için sizin evinizin pencere ve duvarlarından geçiyor, çünkü yoğunluk açısından duvar ve yayının frekansı birbirlerinden çok farklı. İşte bu nedenle hayaletler ve dünya dışı varlıklar da tam anlamıyla duvarların içinden geçebiliyorlar. Aynı nedenle bunları bazı insanlar görebiliyor, bazıları göremiyorlar. Bu tamamen, sizin frekansınızın onların frekansına ayarlanıp ayarlanamamasına bağlı...

DNA, titreşimsel bilginin alıcı-vericisi durumunda, dolayısıyla titreşimsel ve elektro manyetik alanlar yoluyla programlanabiliyor. Bugünkü elektrik sisteminin buluşçusu bir dahi olan Nikola Tesla’dır. Tesla başka frekansların da varlığını keşfetmiş, ama çalışmalarının önemli bir bölümü baskılanmıştır. Tesla şöyle demiş:
Bazı diğer boyut varlıkları, dünyamızda tam olarak aramızda olmayabilirler, çünkü onların yasaları ve hayatlarının dışavurumu bizim algılayamayacağımız türde olabilir.”

Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, radyo düğmesini çevirip farklı bir istasyona ayarlandığınız zaman, önceki istasyonu duyamazsınız, çünkü onu menzilinizden çıkarmışsınızdır, artık başka birini duyuyorsunuzdur, ama ilk istasyon hala kaybolmamıştır, o yayına devam eder. Sadece siz onu duymaz olmuşsunuzdur. Eğer yine eskisine ayarlanmak isterseniz ayarlanabilirsiniz.

İşte ‘Yaratılış’ da aynıdır. Sonsuz şekillere giren sonsuz enerji okyanusundaki su damlaları gibiyiz. İşte bu enerji okyanusunun farklı frekansları olarak dışavururuz. Şimdi de ‘bu fiziksel dünya’ya ayarlanmış durumdayız. Bütün frekanslar çevremizde ve biz sadece fiziksel duyularımızın gördüğü, dokunduğu, işittiği, kokladığı ve tattığı frekansı algılarken Matriks içimize iyice nüfuz ediyor. Fizikçi Giuliana Conforto’nun dediği gibi; “Gerçeği gözlemleyemiyorsak bu onun var olmadığı anlamına gelmez, sadece ‘insan algılaması’ çok sınırlı...”

Amerikalı usta ve dahi komedyen Bill Hicks bu gerçeği müthiş bir şekilde toparlıyor: “Madde, salt ağır titreşime yoğunlaşan enerjidir. Hepimiz öznel olarak kendisini deneyimleyen tek bir ‘bilinç’iz. Ölüm diye birşey yok, hayat sadece bir rüya, bizler de kendi hayal gücümüzün birer ürünüyüz.”


20.yüzyılın en büyük bilim adamı Albert Einstein’ın buluşuna bir bakın; E=MC2 kitlenin sadece bir enerji formu olduğunu, enerjinin yok edilemeyeceğini, sadece farklı bir şekile dönüşebileceğini gösteriyor. Bilincimiz enerji, dolayısıyla da yok edilemez. Sonsuza kadar yaşıyoruz. Gerçek gözlerimizin önünde. Isı veye frekans değiştiği zaman buz suya dönüşüyor, su buhar olup kayboluyor. Basit derece “katı” buz görünmez buhara dönüşüyor, çünkü farklı dereceler farklı frekansları temsil ediyor. Hepsi aynı enerji, ama farklı bir ‘hal’de. Bedenlerimiz, yoğun fiziksel silsilede çok farklı alt frekanslardan oluşur. X-ışınlarına bir bakın. Farklı bir frekansta titreşen derimize değil, kemik yapımıza uyan frekanslara ayarlanırlar. X-ışınları binaların duvarlarını göstermez, aynı nedenle sadece demir çubukları gösterirler.

Dünyaya X-ışınları frekansı ile bakın, çok farklı görünür. Bir kişinin veya bir cismin görüntüsü, gözlemlenen frekansa göre değişir. Teknolojinin gösterdiği gibi insan aurası, bizim düşünce ve duygularımız değiştikçe değişen farklı renkler, yani frekanslarlardır. X-ışını, bilimin de var olduğunu teyit ettiği gibi frekanstır, ama onu göremeyiz. Mor ötesi, gama ışınları, kızıl ötesi, radyo dalgaları vs, bunlardan bazıları. Ama eğer bir bilim adamına bunların daha önce de var olduğunu söylemeye kalkmış olsaydınız, sizi mutlaka ‘deli’ ya da ‘tehlikeli kişi’ ilan ederlerdi. ‘Bilim çağı’nın doğuşundan beri her bilimsel ‘norm’; ya eksik, tamamlanamamış veya genellikle inanılmaz derecede yetersiz ve saçma kalmış. Nesilden nesile toplum, hala ‘bilimsel’ normlara takılı kalmış durumda. Bilim herşeyi, bu frekans menzilinin yasaları ile yargılama imkanları arıyor. Ve bilim adamlarının ‘Kara Madde’ dedikleri ve kitle ömrünün % 90’ı, yer çekimi vs gibi kanunlara ve elektromanyetik alana bağlı değil... Eğer fizik kanunlarının tek bir frekansa uyduklarını ve aynı temelde diğer frekanslarda neyin mümkün olabileceğini düşünecek olursak hiçbir yere varamayız, çünkü birine uyan, diğerine uymaz.

Bill Hicks ‘ in saklanan gerçek konusundaki özet ifadesi müthiş: “Hepimiz kendi hayalimizin birer ürünüyüz”. Yani hayatlarımız, fiziksel deneyimimiz, hepsi düşüncelerimizin bir dışavurumu. Ne olduğumuzu düşünüyorsak oyuz. Kendinizi sıradan mı sanıyorsunuz? Sıradan olursunuz... Güçsüz olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Güçsüz olursunuz... Hayatta en iyi şeyler hep başkalarının başına mı gelir diye düşünüyorsunuz? Aynen öyle olur... Herşey düşünce ile yaratılır. Yani bizim düşüncelerimizle...İçinde yaşadığımız bu yoğun frekans menzilinde, düşünce ile onun fiziksel dışavurumu, çok uzun zaman alıyormuş gibi görünür, ama yaratan hala düşüncedir... Mesela, şu anda neredeyseniz çevrenize şöyle bir bakın, binalar, mobilyalar, ıvır zıvır, hepsi düşünce ile yaratılmıştır. Eğer birisi düşüncesi ile tasarımını yapıp onları yapmamışsa var olamazlar. Düşünce olmadan fiziksel bir yaratılma olamaz. Enerjinin çok daha az yoğun olduğu başka alemlerde, düşünce ve dışavurumu eşzamanlıdır. Düşünce anında dışavurur. Bütün bunlar, bizim bir sanal dünyada yaşadığımız, dünyanın, insan düşüncesinin bir aynası, bir yansıması olduğu anlamına gelir. Dünyanın ne olmasını düşünüyorsak o olur. Veya en azından öyle algılarız.

‘The Matrix’ filminde, küçük bir çocuk kaşıkları bükmektedir, ama gerçek realitede kaşığın olmadığını, bükülenin kaşık olmadığını, kendimiz olduğunu söyler. “Gerçek nedir?” Gerçek, gerçek olduğuna inandığın şeydir. Matrix’teki Morpheus karakterinin Neo’ya söylediği gibi; “Gerçek, beynin tarafından yorumlanan elektrik sinyalleridir.”

Allah aşkına cisimleri göremiyoruz bile, sadece yansıttıkları ışığı görebiliyoruz! Perdeleri kapatıp, ışığı söndürürseniz, ne görürsünüz? Hiçbirşey. Eğer birşey görürseniz de bunun nedeni görebileceğiniz birşeyden yansıyan ışıktır. ‘Kara Madde’ terimi, bizim frekans menzilimizde ışığı yansıtmayan şeye denir, onun için yansıyan ışıktan başka hiçbirşey görmeyiz. Obje gözümüze teptaklak girse de beyin tarafından ters çevrilmesi gerekir ki düzgün olarak algılayalım. ‘Ses’i de duyamayız. Kulaklarımız atmosferden geçen basıncı bir dizi dalgaya dönüştürür, beynimiz de bu dalgaları ‘ses’ olarak algılar. Televizyon ve radyo da böyledir. Yayınlar, havada resim ve ses olarak gezmez. Hiç TV dizilerini evlerin damlarının üzerinden geçerken görür müyüz? Tabii ki hayır. Programlar yayın dalgaları olarak gönderilir, televizyon ve radyo teknolojisi de onları resim ve ses olarak deşifre eder.

Hepimiz kendi kişisel evrenimize yaşarız. İnsanlar bizim hayatımıza girdikleri zaman, bizim özgün realitemize girerler. Evrenlerimizin anlaştığı ve bağlandığı alanlar olur. Örneğin çoğu kişi, kapınızın dışındaki yoldan arabaların geçtiği konusunda sizinle aynı evreni paylaşıyor olabilir, ama bazı temel şeyler dışında evrenlerimiz farklı olabilir. Benim evrenimde, bir tilkiyi köpekler ve atlarla takip edip parçalamak iğrenç birşeydir, (Ç.N. İngiltere’deki asillerin tilki avlamak üzere yaptıkları sürek avı), ama başkalarının evrenlerine göre bunu yapmanın hiçbir mahsuru yoktur. Benim evrenimde, dünyanın her yerinde gizli cemiyetler ağı yoluyla tüm gezegeni kontrolü altında tutan bir grup insan var, oysa birçok kişinin evreninde bu ‘taraf’lar tamamen bağlantısız ve dünya özgür. Benim evrenimde dünyada birçok ünlü kişi çocuklara işkence edip onları öldürüyor. Oysa birçok başka insan, kendi evreninde böyle korkunç şeylerin yapılabileceğini kabul ediyor.
Zihinlerimiz görünen, fiziksel dünyayı gözlemliyor ve gözlemlediğimiz neyse o bizim realitemiz, kişisel evrenimiz oluyor. Ben dünyayı ve olayları başkasına oranla farklı şekilde gördüğüm için, benim evrenimle çoğu insanın evreni bağdaşmaz. Bu nedenle beni ‘tuhaf’, ‘uçuk’ veya ‘kaçık’ bulurlar. Ancak bu sadece o kişilerin kendi evrenlerinden bakarak algıladıklarıdır.Gerçek olan değil, sadece inandıkları şeydir. Bu kendi kendine üretilmiş bir illüzyondur.

Fiziksel dünyanın, fiziksel olmayan tarafından kontrol altında tutulduğunu tekrar tekrar kanıtlayabilirsiniz. Bir sahne illüzyonisti, bir el çabukluğu ile milyonlarca zihini, mucize yarattığına ikna edebilir. İllüzyonist, güzel bir kadın olan yardımcısını bağlayıp büyükçe bir kutuya koyar. Kapak kapanır, yoğun trampet sesi eşliğinde sihirbaz kapağı açar, kadın kaybolmuştur. Sonra sahnenin diğer tarafındaki benzer bir kutuyu açtığı zaman kadın mucizevi bir şekilde onun içinden çıkar. Seyircinin zihni bir şekilde kadının bir kutudan diğer kutuya nakledilmiş olduğuna ikna edilmiştir. Dolayısıyla hepsi onların realitesi, onların evrenidir. Oysa aslında ne olmuştur? Sihirbaz, aynı elbiseyi giymiş ikiz kadınları kullanmıştır. İşte zihni kandırmak bu kadar kolaydır...
Bir televizyon programında bir sihirbazın oldukça yakınında oturmuştum. Gazetenin ilk sayfasını önce yırtıp, elinde buruşturduktan sonra hiç yırtılmamış gibi yeniden sapasağlam olarak açmıştı. Sadece birkaç metre uzağındaydım, gazeteyi paramparça ettiğini gözlerimle görmüştüm! Ama tabii ki bunu yapmamıştı. Sadece herkesi bunu yaptığına ikna etmişti. Ancak zihin bir kere birşeye ikna olmuşsa, o, o kişinin fiziksel realitesi olur. Bir sahne illüzyonisti, seyircisinin köpek pisliğini, çok lezzetli bir biftek sanmasını sağlayabilir. Kontrol sistemi, bu teknikleri çok büyük ölçüde uyguluyor, çünkü hepsinin nasıl çalıştığını çok iyi biliyor. İşte bizden sürekli olarak saklamaya çalıştıkları bilgi bu...

Bizler fiziksel bedenlerimiz değiliz. Bu, bu frekans menzili’ni deneyimlerken kısa bir süre için, içinde bulunduğumuz seviyelerimizden birisi. Bedenimiz, bilincimizin yoğun fiziksel alem ile etkileşim içerisinde olmasını sağlayan holografik bir yansıma. Filozof Eflatun’un dediği gibi, “Bütün bedenler gerçek realitenin sadece birer gölgesidir.”

Bir hologramın her parçası o resmin bütününü içerir. Bu nedenle bedendeki her hücre bütün bir bedeni yaratmak için gereken bütün bilgiye sahiptir. Bir hologram bir illüzyondur. 3 boyutlu değildir, ama 3 boyutlu görünür. Aynı şey beden için de söz konusudur.

“Geleneksel” tıp ancak holografik görüntüyü tedavi ediyor ve bu hologramı düzeltebilecek veya bozabilecek düşünce ve duygu gibi ‘çoklu frekans güçleri’ni hiçe sayıyor. Resmi tıp bilimi; fiziksel uyumsuzluk, bozukluk her neyse ona değil, sadece semptoma/belirtilere odaklanıyor! Bizler kesinlikle sadece bedenlerimiz değiliz... Aslında hep varız, var olduk ve de hep var olacağız. Ben senim, sen bensin, ben herşeyim ve herşey ben veya sen... Bizler, sadece herşeyin dışavurduğu o sonsuz enerjinin parçası değil, o enerjinin ta kendisiyiz! Sonunda ben veya biz yok, sadece sonsuz olan ‘ben’ var. Dünyaya, gece gökyüzündeki bütün o yıldızlara ve gezegenlere bir bakın, hepsi sizsiniz. Ve onlar sadece fiziksel duyularınızla görebildikleriniz. Hepimiz tek bir enerjiyiz, birbirimiziz...

Aramızdaki bölünmeler birer illlüzyon ve aramızdaki çatışmalar da, illüzyonlar da sadece kendi içimizdeki çatışma ve illüzyonlar. Dışarıdaki çatışma içerideki çatışmanın bir ifadesi... Ve pozitif olsun, negatif olsun bizim hayat alanımıza giren herşey, tamamen içsel halimizin bir dışavurumu...

Bu suretle kendilerinden nefret eden ve kendisine saygısı olmayan kişiler, titreşimsel olarak hayatlarına veya evrenlerine kendilerini cezalandıracak olan kişileri çekerler. Tabii ki bunun farkında değillerdir, çünkü hepsi bilinçaltında oynanan bir oyun gibidir. Hiç dikkat ettiniz mi? Hep partnerlerinden dayak yiyen kadınlar ondan ayrılır, gidip yine kendisini döven birisini bulur. Uzaktan tanıdığım bir kadın vardı, dört kez partnerinden ayrıldı, hepsinden de dayak yedi.

İçteki değişmedikçe, dışavurulan asla değişmez. Bütün cevaplar içimizde, dışımızda değil... İşte bu yüzden İllüminati, sürekli olarak cevabı dışımızda aramak üzere bizleri teşvik ve manipüle ediyor. Bu yolla onları asla bulamayacağımızı biliyorlar. Sadece içimizden dışarıya akseden bir yansıma olduğu halde, cevabın fiziksel dünyada olduğuna inanmamızı istiyorlar. Böylece çözümleri yasalarda görüyoruz, polise ve yetkililere yeni yetkiler veriliyor, oysa sadece asıl problemden uzaklaştırılıyoruz, yani iç benliğimizin ‘bilinç’ hallerinden... Sinemedaki filmi değiştirmek için perdeye odaklanmamız gerektiğine inanmamızı istiyorlar, oysa filmi değiştirmenin tek yolu sinemadaki makina dairesinden perdeye yansıtılan her neyse onu değiştirmek! Çok basit bir örnek: Eğer birbirimizi sevseydik, dünyada çatışmalar olmazdı, birbirimizi sevmediğimiz için dünyada çatışmalar var...Bu sadece bir seçim ve bu seçimler hergün hayatlarımızda ve TV haberlerinde dışavuruluyor...

(David Icke’ın 2001’de basılmış olan Children of the Matrix/Matriks’in Çocukları adlı kitabından)


1 yorum:

Paylaşım