9 Eylül 2013 Pazartesi

Gerçek'in Titreşimleri - XXIII

Bugünlerde, hiç kimsenin hayatında, şimdi yaşamakta olduğumuz duruma ve neler yapılabileceğine odaklanmaktan daha önemli birşey olamaz. Kendi hayatlarımız, çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatları hep bu odaklanmaya dayalı. Benim yaşım 60’ı geçti, nasıl olsa bu zihinsel esir kampında onlarca yıl yaşayacak değilim, ama onlar için endişeleniyorum, dolayısıyla bu realitede geçirdiğim her dakika, onların bu kabusa yakalanmamaları için çalışmakla geçiyor. 


Bizi sadece, ‘zavallı aciz ben’ inancı ile besleyen Matriks programından kurtaracak olan kendi ‘benlik’ algılamamızı tamamen değiştirmemiz lazım. Matriks bizi, sadece bedenlerimiz, isimlerimiz ve işlerimiz olduğuna inandırmak istiyor. Matriks’e istediğini vermeyi bırakıp, ona hiç istemediği bir şeyi vermeye başlasak nasıl olur? Biz bedenlerimiz, isimlerimiz ve işlerimiz değiliz, onlar sadece bizim deneyimlemekte olduğumuz bir takım kavramlar. Bizler, sadece o deneyimleri yaşayan birer ‘Sonsuz Bilinç’ veya ‘Sonsuz Farkındalık’ız. Kimliğimizi ‘beden aklı’ndan ‘bilinç’e dönüştürürsek, bakış açımız ve farkındalığımız da ‘beden aklı’ndan ‘bilinç’e döner. Gözlemlediğimiz farkındalık noktasından algılayınca da, zihinsel olarak değil, bu dünyada sadece fiziksel olarak bulunuyor oluruz. Daha önceden görememiş olduklarımızı görürüz, hatta insanların zihinsel özgürlüğü için yapılabilecek şeylere de katkımız olur.

İçinde bulunduğumuz durum oldukça zor, ama hiç de umutsuz değil. Dalga mı geçiyorsunuz? ‘Maç’ daha yeni başladı ve zaten sonunda bu ‘oyun’u da anladık. Hayat, seçimler ve bu seçimlerin sonucundan ibaret. Bu illüzyonun içinden görme şansı sağlayan çok gerekli bir deneyim yaşıyoruz. Hepimiz kendi farklı seçimlerimizi yapar, farklı sonuçlar alırız. Farklı kollektif seçimler yaparsak, tabii ki bu kollektif seçimlerin sonu da farklı olur. Siz, biz, herşeyin anahtarı bizleriz. Biz dünyayız, dünya da biz. Yani dünya bizim kollektif bir yansımamız. Ve istediğimiz zaman da bunu değiştirebiliriz. Daha ne bekliyoruz? 

Aslında olanlar, bundan çok çok daha gelişmiş bir plana göre ayarlanmış, ama görünmeyen alemlerde Milenyum’a geçiş döneminde, yolunda gitmeyen birşeylerin yer almış olduğu kesin. İnsanların zihnini daha da çok köleleştirmek için dünyanın her yanında bağlantılı bir şekilde ritüeller yapılmış. Bu realitede de, diğer realitelerde de, ‘sürüngen birlik’ininki kadar ilerlemiş, başka boyut veya başka dünya grupları da var. Dolayısıyla herşey kaybedilmiş değil, hatta ‘tam tersi’ bile diyebiliriz. Ancak yanlış yönlendirmeler de var tabii. Birleşmeli, içimizdeki aslanı salıverip ‘Hayır!’ demeli ve yolumuza devam etmeliyiz. Artık hayatlarımızın ve yaratmaya çalıştığımız dünyanın sorumluluğunu almanın zamanı geldi.

İnsanlar, sorumluluk almaktan hoşlanmıyor ve içinde bulundukları her zor durum için, hep suçlayacak birilerini arıyorlar. Oysa makinalı tüfekle bütün yönlere başkalarını suçlama mermileri yağdırırken bakın ne yapıyoruz; hayatlarımızın kontrolünün bizde olmadığını, ama suçladığımız kişilerin kontrolü elde tuttuklarını söylüyoruz. Dilerseniz biraz şu, kontrolü başkasına bırakmaktan söz edelim. Sorumluluğumuzu alırsak, gücü de geri almış oluruz, çünkü o zaman şunu demiş oluruz: “Hayatım benim kontrolümde. Hoşlanmadığım şeyleri nasıl kendim yaratmışsam, farklı birşeyler de yaratabilirim.” Dünyayı değiştirmek için bunu kollektif olarak hepimiz yapabilir ve kontrol sistemini yıkabiliriz. Sürüngenler ve hibrid soy o kadar da güçlü değil. Onlar ‘akıl’ denilen küçücük bir algılama kutusunun içersindeler. Onların var oluş halleri; güvensizlik, korku, kontrol altında tutma ihtiyacı ve hep başkaları üzerinde hakimiyet kurmak olduğu için bu onların, ‘farkındalığın yüksek seviyeleri’ne ulaşmalarını engelliyor. Akıllarını ileri bir seviyeye doğru geliştirmeleri gerekiyor, bu yüzden de insanlar üzerinde kontrol kurmak için yüksek teknoloji kullanıyorlar. 

İnsanlar zihinlerini ‘Yüksek Bilinç’e açtıkları zaman, kontrol sisteminin potansiyelinin çok ötesine geçerler. Sürüngenler, insanları, kendilerininkinden daha da küçük bir algılama kutusuna mahkum etmişler, ama biz zihnimizi, kurgulanmış düşüncelerin olmadığı boş bir kağıda dönüştürebilir, ‘Gerçek’in Titreşimleri’nin kalbimize ve zihnimize girmesine izin verip bu baskıdan kurtulabiliriz. Bu değişim enerjisi veya bilgisine bağlanmak için, sadece samimiyetle niyet etmeniz bile, otomatikman bunu sağlayacaktır. Ondan sonra da, akacağını bildiğiniz önsezisel güdüyü izleyip izlemeyeceğinize yine siz karar vereceksiniz. Bu hiç de gözünüzde büyütülecek, anlaşılması zor, karmaşık bir işlem değil. İnsanlara, aydınlanmaları için ‘şunu yap, bunu yap’ diyen Guru’ların açıklamalarını duyunca şaşırıyorum. Çünkü biz zaten aydınlanmışız! Bu bizim doğal halimiz... Sadece bizi akıl’a hapseden ve yüksek bilince ulaşmamıza engel olan inanç ve programlanma engelinden kurtulmamız lazım. 

Kendinizi kuru inançlar ve programlanmış algılamalardan kurtarıp zihninizi boşaltın. ‘Gerçek’in Titreşimleri’ne ve farkındalığın yüksek seviyelerine bağlanın. Sonra da yüreğinizde içtenlikle hissettiğiniz önseziyi izleyin, o zaman yer alacak senkronisite veya tesadüfler zinciri herşeyi halledecektir. Zihninizi hiçbir anlamı olmayan bütün karmaşadan arındırın. 

Yaşamak için sadece 10 dakikalık bir süreniz kaldığını, hayatınızı gözden geçirmekte olduğunuzu düşünün. Sorun yapmış olduğunuz olayları bir düşünün. Değer miydi? Hayır. Trafik ışıklarında birisi önünüze geçti ve eve her zamankinden bir iki dakika daha geç gittiniz, sinirlendiğinize değdi mi? Hayır. Yıllar önce, hatta diyelim ki geçtiğimiz hafta birisi sizin için ‘şunu’ demiş, ‘bunu’ demiş, alındığınıza değdi mi? Hayır. Tuttuğunuz takım çok önemli bir maçı kaybetti veya kazandı, ne oldu? Değen nedir biliyor musunuz? Ne kadar sevdiğiniz veya sevildiğiniz... Ne kadar mutlu olduğunuz veya başkalarını ne kadar mutlu ettiğiniz... Şimdi yaşamak için önünüzde 10 dakikalık bir süreniz değil, uzun bir hayat var. Eğer bundan sonra hep bu ölüm döşeğinde olabilecek algılama ile düşünecek olursanız, hayatınızı, gönül ferahlığı içersinde, sevgi ve mutlu bir şekilde sürdürürsünüz. 

Sürekli olarak düşük frekanslı duygusal hallerde tutulmamıza izin veren kendimiziz. Yaptığımız hep bu! Hep pireyi deve yapıyoruz... Bunların hepsi programlanmış düşük frekanslı duygular. Sürüngen beyin malum, Saturn-Ay-Matriksi’nin ana erişim noktasıdır, dolayısıyla da kendimize hakim olup sakin kalır, reaksiyon göstermezsek etkisi tamamen azalır. Sürüngen beyin hiç düşünmez, sadece tepki verir ve aklıselimden önce davranıp, 'beden aklı’nı tetikler. Anında tepki veren sürüngen beyin reaksiyonu geçinceye kadar, 10-20 veya sizin için kaça kadar gerekiyorsa o sayıya kadar sayarak, bunun etkisini azaltabiliriz, çünkü bu, düşünme işlemi devreye girmeden önce, sadece birkaç saniye sürer. 

Sürüngen beyini, kalbin elektrik alanlarından başka hiçbir şey bu kadar kontrol altında tutamaz. Herşey, ‘akıl’dan çıkıp, ‘Kalp Bilinci’ne girmeye bağlıdır. Problemleri, onları yaratan aynı bilinç seviyesi ile çözemeyiz, dünyayı değiştirmek için de mutlaka, bu kozmik tımarhaneyi yaratmış olan ‘sürüngen aklı’nın ötesine geçmeliyiz. Biz dünyayız, dünya da biz. Biz değişirsek dünya da değişir, bunun tek anahtarı da kalptir. Özellikle şunu da vurgulamak isterim ki; yiyeceğimize, içeceğimize ne yaparlarsa yapsınlar, üzerimize ne atarsa atsınlar, HAARP gibi teknolojilerle manyetik enerjiye ne kadar müdahale ederlerse etsinler, ‘bilinç’ hepsinin üstesinden gelecektir. Neticede hepsi bir illüzyon ve ‘bilinç’, illüzyonu da altedebilir. 

Anahtar durumundaki kalp, endokrin sistemi ile bağlantılı olarak, insan bedeninin en güçlü elektromanyetik alanını yaratır. Kalp, beyin ve sinir sistemi ile uyum içersinde çalıştığı zaman, yeni bir sevgi, zihinsel ve duygusal denge, arınmış düşünce, önsezisel bilgelik ve yüksek bilince kavuşuruz. Kalp her şeyin merkezidir. Bu yüzden kontrol sistemi sistematik olarak hep kalbi hedef alır. Manipülatörler, kalbin gücünden çok çekinirler, ama kalbin beyin ve sinir sistemiyle uyumu bozulduğu zaman neler olduğunu da çok iyi bilirler. Zaten bu yüzden düşük frekanslı enerji üreten dengesiz duygular yaşatmak için ne mümkünse yapıyor, bizim öfkeli, kızgın, korku dolu, küskün, depresif ve tedirgin olmamızı, kısaca kalbimizi tümüyle kapatmamızı istiyorlar. İşte insanları, ‘Yüksek Benlik’lerinden koparıp beş duyuya dayalı realiteye böyle kapatıyorlar. 

Manipüle edilmiş kaostan kurtulup, uyumlu enerjinin dışavurumunu, ancak birbirimizi severek sağlayabiliriz. Bunu, yeterince insan katılırsa sağlamak mümkün. 

Hiperkomünikasyon’ denilen bir kavram var. Bireysel zihinleri, psişik, önsezisel seviyede birleştirerek bir iletişim ağı kurulmasına ‘hiperkomünikasyon’ deniyor. Afrika’daki ilkel ‘Çalı adamlar’ kabilesi bunu yapıyor. Araştırmacılara göre, eğer yeterince açık zihin veya kalp diyelim, enerjik olarak birleşirse, yaşadığımız dünyayı yeniden şekillendirmek mümkün. Bu kesinlikle doğru, özellikle de insan beyninin faaliyetleri, Dünya’nın frekansı ile aynı bantta olursa etki müthiş olur. Dünya ile ‘Bir’iz. İnsanların kalplerinin gücü ve açık zihinleri, Matriks’in büyüsünü kıracaktır. İşte kontrol sistemini çizmelerinin içinde korkudan titretecek güç budur. İnsanların, ‘yağmur dansı veya yağmur duası’ ile yağmuru yağdırıldıkları elektromanyetik değişim, kalpler ile açık zihinlerin birleşik bütünlüğü ile sağlanır. 

Araştırmacı yazar Barbel Mohr, “İnsan kitleleri dikkatlerini veya bilinçlerini, Noel gibi, bir futbol maçı veya İngiltere’deki Lady Di’nin cenazesi gibi olaylara odakladıkları zaman, bilgisayarlardaki belirli ‘rastgele sayı üreteç’leri, rastgele sayılar yerine, dizilmiş sayılar veriyorlar.” diyor. Sayılar, titreşimsel dalga formunun dijital versiyonlarıdır. ‘Global Bilinç Projesi’, 1998’de, insan bilincinin, fiziksel dünyaya olan etkisini incelemek üzere kurulmuş olup, insan bilincinin etkisini ölçmek üzere, her kıtada, 50 farklı yere yerleştirilmiş ‘rastgele olay üreteçleri’nden oluşuyor. Ulusal ve uluslararası bir odaklanma sırasında ani voltaj yükseltmesi yapılınca elde edilen sonuç; fiziksel dünya ile zihinsel dünyanın, henüz anlaşılamayan bir şekilde bağlantılı olduğunu göstermiş. Ama kimbilir, belki de bu anlaşılamayan bağlantıyı anlıyoruzdur! 

Deney sonuçlarına göre DNA, enerji alanlarına bilgi işleyebiliyor, tıpkı çiçeklerin ve insanların suya bilgi kaydedebildikleri gibi. Buna ‘fantom/hayalet DNA etkisi’deniyor. Birbirimizle, kalp yoluyla, bilinçle, DNA aktarımı ile iletişim kurabiliyoruz, işte telepati ve uzaktan şifa da böyle sağlanıyor. Bütün bunlar bizim ‘uzay/zaman’ dediğimiz kavramın ötesinde, realitenin herşeyin ‘BİR’ olduğu seviyesinde gerçekleşiyor. Kontrol sisteminin ve manipülasyonun panzehiri bu, ama bunu onbinlerce insanın yapması lazım. 

Bu aklıma, 2011 Temmuz’unda websitem aracılığı ile başlatmış olduğum, (David Icke Türkçe blogda da 29 Kasım 2012 Perşembe tarihi ile yer almış olan) “Dünya Uyanıyor, Her Kalp Bir Fark Yaratır” girişimini hatırlattı. Şöyleydi: “Lütfen barış hareketine katılın. İngiltere saatiyle her akşam 9:30’da bu kalp resmine odaklanın”. 

Her kalp bir fark yaratır. Milyonlarca, on milyonlarca kalbe ihtiyacımız var. İnsanlar, her dakika dünya enerjisi üzerinde ne kadar önemli bir katkılarının olduğunu bilseler çok şaşırırlardı. Artık teknoloji bunu ölçebiliyor. Dünyanın sevgi, barış ve uyumu için göndereceğimiz pozitif enerji, bu iskambil kağıtlarından oluşmuş olan evi yıkacaktır. 

Son zamanlarda sokaklara taşan protesto gösterileri için bir hatırlatma yapmak istiyorum. İnsanlar seslerini duyurmak istiyorlar, buna hak veriyorum. Ancak protestolar öfkeli, hırçın ve düşmanca olursa, bu tam sistemin istediği şey olur. Bunun yerine sessizce oturup sevgi ve barış enerjileri gönderirseniz ölçek olarak diğerinden beş bin kere daha etkin sonuç alırsınız. Slogan atıp, polisle çatışmak yerine oturup kalplerinize odaklanın, sevgi, barış ve uyum enerjisi gönderin. Sonuç müthiş olacaktır. 

Kalp bilinç, sağlık, duygusal denge ve birçok şeyin merkezi. İşte bu nedenle Kontrol Sistemi hep kalplerimizi odaklıyor. 

Paylaşım