“Gerçek’in Titreşimleri” - 90
Çözüm mü istiyorsunuz? Buyrun, size çözüm...
0:05:
Merhaba,
Davidicke.com videosuna hoşgeldiniz.
0:12:
Pekala,
bu hafta bazı sorulara cevap vereceğim, çok sayıda var, çoğu da
farklı konularda, ancak 3-4 kişiden gelmiş olan bir iki tanesine
değinmek istiyorum. “Neden
bize çözüm önermiyorsun?”
ve “Neden
hep yolunda gitmeyen konulardan söz ediyorsun ve biize bunun için
ne yapılması gerektiğini söylemiyorsun?”
0:42:
Onlarca
yıldır bununla karşılaştığım için yaptığım için ilginç
geliyor, oysa dedikleri gibi çözümden hep bahsediyorum, ama
insanlar da hep by pass ediyorlar, çünkü onların duymak
istedikleri bu değil. Çözüm istedikleri zaman mutlaka, A, B, C ve
D şeklinde yapmalıyız, toplantı yapılmalı, tutanak tutulmalı
v.s. Ama şimdi açıklayacağım üzere, bunlar hiçbir çözüme
ulaştırmıyor. Değiştirmemiz gereken şey davranışlarımız,
algılamalarımız ve sadece başkalarına aktarmak yerine, dünyada
neler olduğuna dair ne kadar kişisel sorumluluk almaya hazırız,
bunu bilmemiz gerekir.
1:51:
Pozitif
konulardan söz etmeye gelince. Yıllardır vurguladığım üzere;
“bizler
bedenlerimiz değiliz, isimlerimiz değiliz, hayat hikayemiz değiliz,
onların hepsi birer deneyim”
şeklindeki açıklamalarımdan daha pozitif ne olabilir? Biz “Sonsuz
Farkındalık”ız, yani bir “farkındalık hali”. Ne kadar
“farkında” olduğumuz algılamalarımızın ne olduğu konusunda
verdiğimiz karara bağlı. Ama algılamalarımız manipüle ediliyor
da olsa, hala deneyim yaşayan “Sonsuz Farkındalık”ız. Ölüm
diye birşey yok, sadece beden denilen aracı, ya da giysiyi
bırakmak, terketmek var.
2:55:
Yani,
bundan daha pozitif ne isteyebilirsiniz? Soruların birisi buydu,
neyse ki arada birçok saygılı ve nazik sorulmuş olanlar da vardı.
Tabii ben yıllardır bu tür kabalıklara alıştım. Adının
Stevie Sleuth olduğu belirtmiş olan kişi bir de şöyle demiş:
“Neden
“korku”ya bu kadar tiryaki olmuşsun ve neden korku yaratarak
kendine hava yaratıyorsun? Problemler yerine çözüm üzerinde
çalışsan daha iyi olmaz mı?”
Çeyrek yüzyıldan fazla bir zamandan sonra hala aynı şeylerle
karşılaşıyorum. Bu tam bir klasik.
3:30:
Önce
bana bir bakın, hiç korkar gibi bir halim var mı? Yıllardan beri
ortaya çıkardığım gerçeklerden sonra, belki korkmam gerekirdi,
ama ben hiç korkmuyorum. İnsanların, bilmemiz gereken gerçeklerin
ortaya çıkmasından korkmaları ilginç. Oysa bu gerçekleri
bilmezsek, yapmamız gereken neyse onu yapma şansımız olamaz,
olaylar da gerçekleşmeye devam eder.
4:13:
Dünyaya
bir bakarsanız, benim sürekli olarak ifşa etmekte olduğum global
şebekenin ifadeleri olan korkunç ve korkuya neden olan olayları
görürsünüz. Bu gerçekler ortaya çıkarken, çoğu kişinin hala
neler olduğundan haberi bile yok. Bunların arkasında ne var,
sadece ana akım medyanın aktardıkları biliniyor.
4:41:
Eğer
insanlar ortaya çıkan gerçekler nedeniyle korkmayı tercih
ediyorlarsa, bu onların problemi, onların kararı. Korku içinde
kalıp, “Aman
Allah’ım”
mı dersiniz, yoksa, “Çok
iyi, şimdi neler olduğunu ve beni manipüle etmek için
kullandıkları yöntemleri anlıyorum, böylece eskisine göre daha
az aldanırım”
mı dersiniz. Bu müthiş birşey. Bu, ortaya çıktıkça bilgiye
farklı bir gözle bakmanın bir yolu.
5:23:
Diğeri ise, “Oh,
aman Allah’ım, çabuk sus, insanları korkutuyorsun!”
Peki o zaman, insanlar korkuyorlarsa, o zaman sen de planlanmış
sona doğru daha hızla yol alıyorsun demektir.
5:42:
Bir
de şu var; probleme maruz kalmayı, bu konuda birşeyler yapmaktan
ayrı tutuyorlar. Bunu hep biraz tuhaf bulmuşumdur. Pekala, çözümler
buldun, ee, ne için? Olanlar için. Peki, neler oluyormuş?
Söyleyemem, yoksa insanlar korkar. Sana söyleyemem, ama çözümlerin
bazısı şunlar...
6:18:
Burada
neden bahsediyoruz Allah aşkına? Neler olduğunu bilmeden nasıl
çözüm bulabilirsiniz ki? Sonsuz aşamaları ve yüzleri ile bu
global manipülasyona bir son vermek için a) Bunun hala devam
ettiğini, b) Arkasında nelerin olduğunu, c) Kullanılan
manipülasyonu bilmek lazım ki manipüle edilmeyelim...
7:00:
Neyi
değiştirmenin gerektiğini bilmeden birşeyi nasıl
değiştirebilirsiniz ki? Birşeyler var, ama sizi nasıl manipüle
ettiğini bilmiyorsunuz, peki bu koşullarda nasıl manipüle
edilmeyeceksiniz? Bu durumda, hedefin ne olduğunu bilmeden nasıl
hedef alırsınız? Ha, bir de insanlardan duyduğum birşey daha
var: “Oh,
bunu daha önce de söylemiştin, biliyorum”.
Eee? O zaman ne düşündün?
7:53:
Bu
dünyada, dünya hakkında, neler olduğuna dair ana akım medyanın
dışında haber alacakları hiçbir kaynağı olmayan milyarlarca
insan var. O zaman bir kere söyleyeceğiz, bir daha söyleyeceğiz.
Bir işe yarayacaktır, öyle değil mi?
8:39:
Bir
fark yaratma çabası içine olanlar, bu bilgiyi farklı şekillere
sokarlar, tekrar tekrar aktarırlar, çünkü dünyada bu bilgiye
ulaşamamış çok sayıda insan olduğunu bilirler. Ve her seferinde
bilmeyen birilerine daha ulaşılır. Demek daha önce de duymuştun
öyle mi? Görüyor musunuz? Yine hep “ben, ben, ben zihniyeti”!
“Ben merkezci” liğin başka bir ifadesi. Pekala, daha önce de
duymuştun, peki ne yapacaksın? Bekleyelim belki bir çözüm
bulursun belki? Böylece dönüp dönüp dururuz.
9:4
İş
kişisel sorumluluk almaya gelince, pek çözümleri dinleme
eğiliminde değilizdir. Dolayısıyla bazıları kalıcı olmaz,
gelir geçer, hiçbir çözüm de getirmezler. Bu arada görüyoruz;
dünya çözümlerin içinde boğuluyor, oysa bu çözümler sadece
yeni problemlere yol açıyor, belki daha etkili olur diye daha da
başka çözümlere gerek oluyor.
10:05:
O
halde, problem nedir? Benim adlandırdığım üzere, “program”.
İnsan nüfusunun programlanmış algılaması. İnsanlar,
doğumlarından itibaren hayatı terkedinceye kadar sistematik
olarak, eğitim ve medya, bilim, tıp v.s. yoluyla bu programlamaya
maruz bırakılmışlar. Bize hep neyin olacağı, neyin olmayacağı,
neyin doğru, neyin olmadığı, neyin mümkün, neyim imkansız,
neyin inanılır, neyin inanılmaz olduğu söyleniyor.
10:52:
Oysa
sistemin bu dayatmalarını kabul etmeyince birdenbire kim
olduğumuzun doğasını farkediyorunuz, bizden sistematik olarak
gizlenmiş olan realiteyi görüyorsunuz, kendimizi ismimiz,
bedenimiz, hayat hikayemiz, cinsiyetimiz, deri rengimiz, ırkımız
olarak gördüğümüz bir “sahte benlik” içinde olduğumuzu
farkediyorsunuz, oysa hepsi gerçek kimliğimiz için birer deneyim!
“Sonsuz farkındalık” bu deneyimleri deneyimliyor. Ölüme yakın
deneyim yaşamış olan kişilerin anlattıkları itibariyle,
“farkındalık” bedeni terk ediyor veya içinden gördüğü
merceği bırakıyor. Beden bir araç, biyolojik bir bilgisayar olup,
realiteyi belirli bir şekilde deşifre ediyor.
12:00:
Yani,
bir düşünün, bedenimizi oluşturan partiküller aslında aynı
anda birçok yerde var olabiliyor, tek bir yere değiller.
Düşündüğümüz dünya çok gerçek, dolayısıyla çözüm
bulmamız lazım, oysa hepsi sadece beyindeki bir yapıdan
kaynaklanıyor. Beyindeki küçük bir kısım elektriksel bilgiyi
görsel bilgiye dönüştürüyor. Algıladığımız gibi dışarıda
birşey yok. Hepsi burada, beynimizde yer alıyor. Bilgi,
bilgisayarın Wi-Fi’yi deşifre ettiği gibi deşifre oluyor. Ve
bilgi menzili içinde deşifre ettiğimiz bilgi ve anlayış, kendi
algılamamıza dayanıyor. Eğer algıladıklarınız bezelye
büyüklüğünde olup “Ben,
zavallı küçük ben, hiçbir gücüm yok”
şeklindeyse kollektif olarak çok az sayıdaki grup tarafından
konrol altında tutulmaya son derece müsaitsiniz demektir.
13:33:
Zihinlerimizi
açmamız, bundan başka daha birçok şey yapmamız lazım, mesela
programın ötesini görmek, 5 duyuya dayalı “yapamam” duygusunu
bırakmak gerekir. Aslında bu beyinin deşifre olan kısmında yer
alır. O zaman belirli bir alemde/dünyada yaşar ve az sayıdaki
grubun kontrolü altında oluruz.
14:19:
Eğer
dünyayı farklı ırklar, farklı dinler, o farklı, bu faklı
şeklinde algılarsak, o zaman bölünüp yönetilmemiz çok kolay
olur. “Senden
hoşlanmıyorum, çünkü farklı dindesin, farklı deri rengin var”
demek son derece saçmadır. “Senden
hoşlanmıyorum, çünkü söylediğin şey hoşuma gitmedi”.
Bu algılamalar; kitlesel manipülasyona veya kitlesel kontrola açık
olmamıza neden olur.
15:15:
Ya
da aynaya bakarız veya programın ötesini görürüz. Bir deneyim
yaşayan “Sonsuz Farkındalık” olduğumuz kabul eder ve örneğin
“Ben
David Icke değilim, bu sadece benim şimdiki deneyimim”diye
düşünürüz. Kendi kişisel hayatımdan ve yıllar boyunca
tanıdığım başkalarının hayatından biliyorum. “Kendinizi,
ben ‘bedenim’im, ‘ismim’im, gelir düzeyim’im, geçmişim’im,
ırkım’ım, dinim’im”
diye tanımlamaktan “ben
Sonsuz Farkındalık”ım”
a geçer, odaklanma noktasını küçücük orandan, muazzam bir
orana taşırsanız, dünyayı gördüğümüz sandığımız şekilde
değil, aslında olduğu gibi görmeye başlarsınız. Her şeyi
algılamanız değişir, dolayısıyla çözüm dediğimiz farklılık
yaratma aşamasına kişisel olarak nasıl bir katkınız olabilir
bunu anlarsınız.
16:50:
İnsanlar,
“Bana
ne yapacağımı söyle, bize ne yapacağımız söyle, bize çözüm
ver”
dedikleri zaman bu tipik “program”ın konuşması! Oysa benim
“Hayalet Benlik”” dediğim öz benlik, öz kimliğin ötesine
geçip kendinizi “Sonsuz Benlik/Sonsuz Farkındalık”olarak
görmeye başlarsanız, o zaman bir farklılık yaratmak için nasıl
bir katkıda bulunacağınızı, ne yapmanız gerektiğini iyi
bilirsiniz! Sadece o da değil, bunu yapmak için inanılmaz bir
istek duyarsınız. Birçok kişi, “Ne
yapmamız lazım? Bize çözüm göster”
demek, hiçbirşey yapmamak için bir bahanedir.
17:52:
Aslında
çözüm ve problem birbirinden ayrı değildir, ama insanlar öyle
görürler. Yani şöyle diyeyim; aslında beyninizde deşifre edilen
bir realite duygusu olduğu halde çözümleri, “katı” olduğunu,
fiziksel olarak gerçek olduğunu düşündüğünüz bir dünyada
arıyorsanız, o zaman nereden başlarsınız? Çözümleri realitede
aramaya başladığınız yer, düşündüğünüzü sandığınız
realite bile değil. Bu dünya bir yansıma, görünmeyen bir
enerjisel bilgi, bir algılama. Bu yansıma, illüzyonsu fiziksel
realiteye görünmeyen bir alemden yansıtılıyor!
19:03:
Bu
realitedeyken hiçbir çözüm bulamazsınız, çünkü bu sadece bir
sineme filmi gibi birşey. Perdeye yansıyan filmi
beğenmeyebilirsiniz, film filmdir, film nereden yansıtılıyorsa
oraya gidip filmi oradan değiştirebilirsiniz, çünkü film
değişecekse, yansıtılan ne ise onun değiştirilmesi gerekir. Bu
da “kendimizi değiştirmemiz gerekir” demektir. Aynaya bakıp,
“Yapacağım
mücadeleye nasıl bir katkıda bulunabilirim?”
diyeceksiniz. İnsanlar “Çözümler
neler?”
diye soruyorlar. İnternet’te görüyorsunuz, sosyal medyada. Bazı
agresif tipler; “Yaptığını
çözüm
olmadan yapıyorsun?”
diyorlar, bazıları da gayet saygılı, kibar. Ve bu problemin bir
kısmı.
20:09:
Bu
bölünmüşlük, bu taciz isteği, bu, insanların hep katkıda
bulundukları klasik “böl ve yönet” tarzına belirli bir
seviyede herkes çekiliyor. Bu da, problemi daha da zorlaştırıyor.
Dolayısıyla bunu yapmaya son verirsek, o zaman çözüme ve
problemin ortadan kaldırılmasına bir katkımız olabilir.
Problemin dışavurmuş olduğu şekli değiştirebiliriz.
Birbirimizi taciz etmezsek, din, ırk veya cinsiyetle ilgili
birbirimizle kavga etmezsek, “böl ve yönet” için aracı
olmayız.
21:04:
O
zaman hoşlanmadığımız ve olması gereken değişime katkımız
olmuş olur. Bu tamamen bir seçim meselesi, Steve Sleuth’un
söylediğine ironk olarak, önünde sonunda hepsi korku ve sevgi
arasında bir seçim. Burada sözünü ettiğim karşı cinsleri
birbirine çeken “sevgi” değil, ilahi “Sonsuz Sevgi”yi
kastediyorum.
21:33:
Bu
seçimi ne zaman istersek o zaman yapabiliriz. Bilginin açığa
çıkmasını görebilir veya “Bu
çok korkutucu, sus!”
diyebiliriz. Ama ikincisi bizi hiç istemediğimiz çok daha
derinlere çeker. Yola “Sevgi” noktasından çıkarsanız,
dediğim gibi “seni seviyorum, gel disco’ya gidelim” sevgisi
değil, kendisini fiziksel çekim değil, belki sevgi dolu bir
dostluk, arkadaşlık şeklinde ifade edebileceğiz bir “sevgi”
ile çözüme ulaşabilirsiniz. Ne olursa olsun, arkadaşlar hep
sizin için oradadırlar.
22:15:
Fiziksel
olarak birbirine çekilenler, genellikle sevgi/aşk dediğimiz şeyde,
kişilere ihtiyaç olduğunda orada değillerdir. Ama asıl “sevgi”
noktasından hareketle, “Pekala,
o dinde olabilirsin, bana ya da başkasına empoze etmediğin sürece
sorun yok. O ırkta mısın, ırk, “sonsuz farkındalık”ın
deneyim yaşadığı bir araçtır. Onun fikri öyle mi, iyi, ben
katılmıyorum, ama istediğin şekilde düşünmeye hakkın var, ya
da şunu mu söylemek istiyorsun, ben fikir ve konuşma özgürlüğünden
yanayım, dolayısıyla onu düşünmeye veya söylemeye hakkın
olduğunu düşünüyorum. Tabii ki tartışılabilir...
Ve böyle sürüp gider...
23:3
Bütün
bunların hepsi yüzümüze bakmakta olan çözümler, ama insanlar
bunları by pass ediyorlar, çünkü bir liste, toplantı tutanağı
v.s. istiyorlar. Çözümler aynada... Ama kaç kişi aynaya bakmayı
istiyor? Kaç kişi sorumluluk alabilecekken, sirküle olan bilgiye
katkıda bulunabilecekken yapmıyorlar. Çünkü sonuçlarına
katlanamamaktan korkuyorlar. Taciz görmek, dikkate alınmamak, alay
edilmek istemiyorlar. Eh, o zaman yapmazsınız. Ama o zaman da
kalkıp bana “çözüm
nerede?”
diye sormayın, çünkü çözümler orada, ama siz oraya gitmek
istemiyorsunuz. Olayların gerisinde, hayatın başka bir
görüntüsüne, farklı bir anlayışa uyandığınız zaman, onda
da bir sorumluluk var. Bilgi tek kişide kalırsa bunun iyi
olmayacağını bilirsiniz. Sokağın diğer tarafında durup, “bunun
böyle olacağını biliyordum”
demek de bizi nereye götürür, hiçbir yere!
24:45:
Şimdi
bunun ikinci aşamasına geçmemiz lazım. Burada insanlar neler
olduğu konusunda daha büyük bir anlayış içine girer ve şöyle
derler: “Pekala,
fark yaratmak için nasıl bir katkıda bulunabilirim? Veya şimdi
buna bir katkım oluyor mu? Bu benim tavır ve davranışlarımı
değiştirecektir”.
Artık zaman, insanların bir ayna bulup, “ben
ne yapıyorum, problemin çözümüne bir katkıda bulunabiliyor
muyum?”
diye kendilerine sormalarının zamanı...
25:35:
Muhteşem,
fazlasıyla önemle ihtiyaç duyulan bilginin ışığa çıkmasını,
“insanları korkutuyor” diye görmezden gelip sonra da “çözümler
nerede?” diye soranlara ne demek lazım? O zaman ben de “Peki
sizin çözümleriniz nerede?”
diye sorabilirim. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi pozitiflik
açısından, ölümün bizi kontrol altında tutmak için bir mit
olduğunu anlamaktan daha pozitif ne olabilir? Kaç kişi korktuğu
için ana akım tıbbın tedavilerine giriyor, bunu yapmazsa
öleceğini düşünüyor. Çoğunlukla da tedavi yüzünden
ölüyorlar. Ölüm korkusu kitlesel bir kontrol mekanizması. Ölüm
diye birşey yok, sadece farkındalığımız aracın içinden çıkıp
gidiyor ve daha geniş bir sonsuzlukta sonsuz deneyimler
deneyimliyor. Yani, bu çok mu korkutucu?
“Gerçek
Siz” hangisi?
Aynaya
baktığınız zaman ne görüyorsunuz? Gerçek sizi/asıl olan
benliğinizi mi, yoksa “inanmaya koşullandırılmış olduğunuz
siz”i mi? İkisi arasında o kadar büyük bir fark var ki. Birisi
seçtiği her şey olabilen, istediği her şeyi oluşturabilen “Sonsuz
Farkındalık” olan siz, diğeri ise kendisinin algılamaya
programlanmış olduğu sınırların içine hapsolmuş olan
“illüzyon siz”...
-------
İki
tane çok farklı bakış açısı ve realite ile karşı karşıyayız.
Bu ikisini, tam bir uyum ve karşılıklı anlayış içerisinde bir
araya getirmeliyiz.
------
Oncelikle iyi geceler. Kisa bir sorum olacak. Neden artik paylasim olmuyor. Ben sıkı bir takipcinizdim ve dort gozle beklerdim paylasimlari. Ancak Aralik tan beri paylasim yok.
YanıtlaSilMerhaba. İlginiz için teşekkürler. Bloğumuzun ve David Icke Türkçe kitaplarının çevirmeni Esin Hanım bir süredir çok yoğun. Blogta çeviriler yavaşlamış olsa da daha hayırlı bir iş, ikinci kitabın çevirisini bitirdi. David bugüne kadar çıkan en önemli kitabım diyor bunun için. Birkaç gün içinde sitemize yeni geliyor ve şikayetiniz vesilesiyle size yukarıdaki müjdeyi de verdim. Hoşçakalın.
SilYeni kitap mujdesi gercekten cok iyi bir haber. Ben bu blogu severek takip ediyorum. Bunca bilgi karmasasinda net, yalin ve dogru bir bakis acisi sunuyor. Sizleri de bu emeginizden dolayi tebrik ederim Emre Bey. Kolayliklar dilerim, iyi günler.
YanıtlaSilkitap ne zaman çıkar burada bilgimiz olur mu; teşekkürler
YanıtlaSilMerhaba. Evet buradan mutlaka haber veririz. Bu bloğun çevirmeni Esin Hanım çeviriyi teslim etti.. Yayınevi ile David Icke arasında iletişim/izin aşamasında. Takipte Kalın.
Sil