4 Aralık 2018 Salı

Çözüm mü istiyorsunuz?

Gerçek’in Titreşimleri” - 90

Çözüm mü istiyorsunuz? Buyrun, size çözüm...

0:05:
Merhaba, Davidicke.com videosuna hoşgeldiniz. 
 
0:12:
Pekala, bu hafta bazı sorulara cevap vereceğim, çok sayıda var, çoğu da farklı konularda, ancak 3-4 kişiden gelmiş olan bir iki tanesine değinmek istiyorum. “Neden bize çözüm önermiyorsun?” ve “Neden hep yolunda gitmeyen konulardan söz ediyorsun ve biize bunun için ne yapılması gerektiğini söylemiyorsun?
0:42:
Onlarca yıldır bununla karşılaştığım için yaptığım için ilginç geliyor, oysa dedikleri gibi çözümden hep bahsediyorum, ama insanlar da hep by pass ediyorlar, çünkü onların duymak istedikleri bu değil. Çözüm istedikleri zaman mutlaka, A, B, C ve D şeklinde yapmalıyız, toplantı yapılmalı, tutanak tutulmalı v.s. Ama şimdi açıklayacağım üzere, bunlar hiçbir çözüme ulaştırmıyor. Değiştirmemiz gereken şey davranışlarımız, algılamalarımız ve sadece başkalarına aktarmak yerine, dünyada neler olduğuna dair ne kadar kişisel sorumluluk almaya hazırız, bunu bilmemiz gerekir.


1:51:
Pozitif konulardan söz etmeye gelince. Yıllardır vurguladığım üzere; “bizler bedenlerimiz değiliz, isimlerimiz değiliz, hayat hikayemiz değiliz, onların hepsi birer deneyim” şeklindeki açıklamalarımdan daha pozitif ne olabilir? Biz “Sonsuz Farkındalık”ız, yani bir “farkındalık hali”. Ne kadar “farkında” olduğumuz algılamalarımızın ne olduğu konusunda verdiğimiz karara bağlı. Ama algılamalarımız manipüle ediliyor da olsa, hala deneyim yaşayan “Sonsuz Farkındalık”ız. Ölüm diye birşey yok, sadece beden denilen aracı, ya da giysiyi bırakmak, terketmek var.
2:55:
Yani, bundan daha pozitif ne isteyebilirsiniz? Soruların birisi buydu, neyse ki arada birçok saygılı ve nazik sorulmuş olanlar da vardı. Tabii ben yıllardır bu tür kabalıklara alıştım. Adının Stevie Sleuth olduğu belirtmiş olan kişi bir de şöyle demiş: “Neden “korku”ya bu kadar tiryaki olmuşsun ve neden korku yaratarak kendine hava yaratıyorsun? Problemler yerine çözüm üzerinde çalışsan daha iyi olmaz mı?” Çeyrek yüzyıldan fazla bir zamandan sonra hala aynı şeylerle karşılaşıyorum. Bu tam bir klasik.
3:30:
Önce bana bir bakın, hiç korkar gibi bir halim var mı? Yıllardan beri ortaya çıkardığım gerçeklerden sonra, belki korkmam gerekirdi, ama ben hiç korkmuyorum. İnsanların, bilmemiz gereken gerçeklerin ortaya çıkmasından korkmaları ilginç. Oysa bu gerçekleri bilmezsek, yapmamız gereken neyse onu yapma şansımız olamaz, olaylar da gerçekleşmeye devam eder.
 
4:13:
Dünyaya bir bakarsanız, benim sürekli olarak ifşa etmekte olduğum global şebekenin ifadeleri olan korkunç ve korkuya neden olan olayları görürsünüz. Bu gerçekler ortaya çıkarken, çoğu kişinin hala neler olduğundan haberi bile yok. Bunların arkasında ne var, sadece ana akım medyanın aktardıkları biliniyor. 
 
4:41:
Eğer insanlar ortaya çıkan gerçekler nedeniyle korkmayı tercih ediyorlarsa, bu onların problemi, onların kararı. Korku içinde kalıp, “Aman Allah’ım” mı dersiniz, yoksa, “Çok iyi, şimdi neler olduğunu ve beni manipüle etmek için kullandıkları yöntemleri anlıyorum, böylece eskisine göre daha az aldanırım” mı dersiniz. Bu müthiş birşey. Bu, ortaya çıktıkça bilgiye farklı bir gözle bakmanın bir yolu. 
 
5:23: Diğeri ise, “Oh, aman Allah’ım, çabuk sus, insanları korkutuyorsun!” Peki o zaman, insanlar korkuyorlarsa, o zaman sen de planlanmış sona doğru daha hızla yol alıyorsun demektir.
5:42:
Bir de şu var; probleme maruz kalmayı, bu konuda birşeyler yapmaktan ayrı tutuyorlar. Bunu hep biraz tuhaf bulmuşumdur. Pekala, çözümler buldun, ee, ne için? Olanlar için. Peki, neler oluyormuş? Söyleyemem, yoksa insanlar korkar. Sana söyleyemem, ama çözümlerin bazısı şunlar...
6:18:
Burada neden bahsediyoruz Allah aşkına? Neler olduğunu bilmeden nasıl çözüm bulabilirsiniz ki? Sonsuz aşamaları ve yüzleri ile bu global manipülasyona bir son vermek için a) Bunun hala devam ettiğini, b) Arkasında nelerin olduğunu, c) Kullanılan manipülasyonu bilmek lazım ki manipüle edilmeyelim...
7:00:
Neyi değiştirmenin gerektiğini bilmeden birşeyi nasıl değiştirebilirsiniz ki? Birşeyler var, ama sizi nasıl manipüle ettiğini bilmiyorsunuz, peki bu koşullarda nasıl manipüle edilmeyeceksiniz? Bu durumda, hedefin ne olduğunu bilmeden nasıl hedef alırsınız? Ha, bir de insanlardan duyduğum birşey daha var: “Oh, bunu daha önce de söylemiştin, biliyorum”. Eee? O zaman ne düşündün? 
 
7:53:
Bu dünyada, dünya hakkında, neler olduğuna dair ana akım medyanın dışında haber alacakları hiçbir kaynağı olmayan milyarlarca insan var. O zaman bir kere söyleyeceğiz, bir daha söyleyeceğiz. Bir işe yarayacaktır, öyle değil mi? 
 
8:39:
Bir fark yaratma çabası içine olanlar, bu bilgiyi farklı şekillere sokarlar, tekrar tekrar aktarırlar, çünkü dünyada bu bilgiye ulaşamamış çok sayıda insan olduğunu bilirler. Ve her seferinde bilmeyen birilerine daha ulaşılır. Demek daha önce de duymuştun öyle mi? Görüyor musunuz? Yine hep “ben, ben, ben zihniyeti”! “Ben merkezci” liğin başka bir ifadesi. Pekala, daha önce de duymuştun, peki ne yapacaksın? Bekleyelim belki bir çözüm bulursun belki? Böylece dönüp dönüp dururuz. 
 
9:4
İş kişisel sorumluluk almaya gelince, pek çözümleri dinleme eğiliminde değilizdir. Dolayısıyla bazıları kalıcı olmaz, gelir geçer, hiçbir çözüm de getirmezler. Bu arada görüyoruz; dünya çözümlerin içinde boğuluyor, oysa bu çözümler sadece yeni problemlere yol açıyor, belki daha etkili olur diye daha da başka çözümlere gerek oluyor. 
 
10:05:
O halde, problem nedir? Benim adlandırdığım üzere, “program”. İnsan nüfusunun programlanmış algılaması. İnsanlar, doğumlarından itibaren hayatı terkedinceye kadar sistematik olarak, eğitim ve medya, bilim, tıp v.s. yoluyla bu programlamaya maruz bırakılmışlar. Bize hep neyin olacağı, neyin olmayacağı, neyin doğru, neyin olmadığı, neyin mümkün, neyim imkansız, neyin inanılır, neyin inanılmaz olduğu söyleniyor.

10:52:
Oysa sistemin bu dayatmalarını kabul etmeyince birdenbire kim olduğumuzun doğasını farkediyorunuz, bizden sistematik olarak gizlenmiş olan realiteyi görüyorsunuz, kendimizi ismimiz, bedenimiz, hayat hikayemiz, cinsiyetimiz, deri rengimiz, ırkımız olarak gördüğümüz bir “sahte benlik” içinde olduğumuzu farkediyorsunuz, oysa hepsi gerçek kimliğimiz için birer deneyim! “Sonsuz farkındalık” bu deneyimleri deneyimliyor. Ölüme yakın deneyim yaşamış olan kişilerin anlattıkları itibariyle, “farkındalık” bedeni terk ediyor veya içinden gördüğü merceği bırakıyor. Beden bir araç, biyolojik bir bilgisayar olup, realiteyi belirli bir şekilde deşifre ediyor.
12:00:
Yani, bir düşünün, bedenimizi oluşturan partiküller aslında aynı anda birçok yerde var olabiliyor, tek bir yere değiller. Düşündüğümüz dünya çok gerçek, dolayısıyla çözüm bulmamız lazım, oysa hepsi sadece beyindeki bir yapıdan kaynaklanıyor. Beyindeki küçük bir kısım elektriksel bilgiyi görsel bilgiye dönüştürüyor. Algıladığımız gibi dışarıda birşey yok. Hepsi burada, beynimizde yer alıyor. Bilgi, bilgisayarın Wi-Fi’yi deşifre ettiği gibi deşifre oluyor. Ve bilgi menzili içinde deşifre ettiğimiz bilgi ve anlayış, kendi algılamamıza dayanıyor. Eğer algıladıklarınız bezelye büyüklüğünde olup “Ben, zavallı küçük ben, hiçbir gücüm yok” şeklindeyse kollektif olarak çok az sayıdaki grup tarafından konrol altında tutulmaya son derece müsaitsiniz demektir. 
 
13:33:
Zihinlerimizi açmamız, bundan başka daha birçok şey yapmamız lazım, mesela programın ötesini görmek, 5 duyuya dayalı “yapamam” duygusunu bırakmak gerekir. Aslında bu beyinin deşifre olan kısmında yer alır. O zaman belirli bir alemde/dünyada yaşar ve az sayıdaki grubun kontrolü altında oluruz.
14:19:
Eğer dünyayı farklı ırklar, farklı dinler, o farklı, bu faklı şeklinde algılarsak, o zaman bölünüp yönetilmemiz çok kolay olur. “Senden hoşlanmıyorum, çünkü farklı dindesin, farklı deri rengin var” demek son derece saçmadır. “Senden hoşlanmıyorum, çünkü söylediğin şey hoşuma gitmedi”. Bu algılamalar; kitlesel manipülasyona veya kitlesel kontrola açık olmamıza neden olur.
15:15:
Ya da aynaya bakarız veya programın ötesini görürüz. Bir deneyim yaşayan “Sonsuz Farkındalık” olduğumuz kabul eder ve örneğin “Ben David Icke değilim, bu sadece benim şimdiki deneyimim”diye düşünürüz. Kendi kişisel hayatımdan ve yıllar boyunca tanıdığım başkalarının hayatından biliyorum. “Kendinizi, ben ‘bedenim’im, ‘ismim’im, gelir düzeyim’im, geçmişim’im, ırkım’ım, dinim’im” diye tanımlamaktan “ben Sonsuz Farkındalık”ım” a geçer, odaklanma noktasını küçücük orandan, muazzam bir orana taşırsanız, dünyayı gördüğümüz sandığımız şekilde değil, aslında olduğu gibi görmeye başlarsınız. Her şeyi algılamanız değişir, dolayısıyla çözüm dediğimiz farklılık yaratma aşamasına kişisel olarak nasıl bir katkınız olabilir bunu anlarsınız. 
 
16:50:
İnsanlar, “Bana ne yapacağımı söyle, bize ne yapacağımız söyle, bize çözüm ver” dedikleri zaman bu tipik “program”ın konuşması! Oysa benim “Hayalet Benlik”” dediğim öz benlik, öz kimliğin ötesine geçip kendinizi “Sonsuz Benlik/Sonsuz Farkındalık”olarak görmeye başlarsanız, o zaman bir farklılık yaratmak için nasıl bir katkıda bulunacağınızı, ne yapmanız gerektiğini iyi bilirsiniz! Sadece o da değil, bunu yapmak için inanılmaz bir istek duyarsınız. Birçok kişi, “Ne yapmamız lazım? Bize çözüm göster” demek, hiçbirşey yapmamak için bir bahanedir.
17:52:
Aslında çözüm ve problem birbirinden ayrı değildir, ama insanlar öyle görürler. Yani şöyle diyeyim; aslında beyninizde deşifre edilen bir realite duygusu olduğu halde çözümleri, “katı” olduğunu, fiziksel olarak gerçek olduğunu düşündüğünüz bir dünyada arıyorsanız, o zaman nereden başlarsınız? Çözümleri realitede aramaya başladığınız yer, düşündüğünüzü sandığınız realite bile değil. Bu dünya bir yansıma, görünmeyen bir enerjisel bilgi, bir algılama. Bu yansıma, illüzyonsu fiziksel realiteye görünmeyen bir alemden yansıtılıyor! 
 
19:03:
Bu realitedeyken hiçbir çözüm bulamazsınız, çünkü bu sadece bir sineme filmi gibi birşey. Perdeye yansıyan filmi beğenmeyebilirsiniz, film filmdir, film nereden yansıtılıyorsa oraya gidip filmi oradan değiştirebilirsiniz, çünkü film değişecekse, yansıtılan ne ise onun değiştirilmesi gerekir. Bu da “kendimizi değiştirmemiz gerekir” demektir. Aynaya bakıp, “Yapacağım mücadeleye nasıl bir katkıda bulunabilirim?” diyeceksiniz. İnsanlar “Çözümler neler?” diye soruyorlar. İnternet’te görüyorsunuz, sosyal medyada. Bazı agresif tipler; “Yaptığını çözüm olmadan yapıyorsun?” diyorlar, bazıları da gayet saygılı, kibar. Ve bu problemin bir kısmı.
20:09:
Bu bölünmüşlük, bu taciz isteği, bu, insanların hep katkıda bulundukları klasik “böl ve yönet” tarzına belirli bir seviyede herkes çekiliyor. Bu da, problemi daha da zorlaştırıyor. Dolayısıyla bunu yapmaya son verirsek, o zaman çözüme ve problemin ortadan kaldırılmasına bir katkımız olabilir. Problemin dışavurmuş olduğu şekli değiştirebiliriz. Birbirimizi taciz etmezsek, din, ırk veya cinsiyetle ilgili birbirimizle kavga etmezsek, “böl ve yönet” için aracı olmayız.
21:04:
O zaman hoşlanmadığımız ve olması gereken değişime katkımız olmuş olur. Bu tamamen bir seçim meselesi, Steve Sleuth’un söylediğine ironk olarak, önünde sonunda hepsi korku ve sevgi arasında bir seçim. Burada sözünü ettiğim karşı cinsleri birbirine çeken “sevgi” değil, ilahi “Sonsuz Sevgi”yi kastediyorum. 
 
21:33:
Bu seçimi ne zaman istersek o zaman yapabiliriz. Bilginin açığa çıkmasını görebilir veya “Bu çok korkutucu, sus!” diyebiliriz. Ama ikincisi bizi hiç istemediğimiz çok daha derinlere çeker. Yola “Sevgi” noktasından çıkarsanız, dediğim gibi “seni seviyorum, gel disco’ya gidelim” sevgisi değil, kendisini fiziksel çekim değil, belki sevgi dolu bir dostluk, arkadaşlık şeklinde ifade edebileceğiz bir “sevgi” ile çözüme ulaşabilirsiniz. Ne olursa olsun, arkadaşlar hep sizin için oradadırlar.
22:15:
Fiziksel olarak birbirine çekilenler, genellikle sevgi/aşk dediğimiz şeyde, kişilere ihtiyaç olduğunda orada değillerdir. Ama asıl “sevgi” noktasından hareketle, “Pekala, o dinde olabilirsin, bana ya da başkasına empoze etmediğin sürece sorun yok. O ırkta mısın, ırk, “sonsuz farkındalık”ın deneyim yaşadığı bir araçtır. Onun fikri öyle mi, iyi, ben katılmıyorum, ama istediğin şekilde düşünmeye hakkın var, ya da şunu mu söylemek istiyorsun, ben fikir ve konuşma özgürlüğünden yanayım, dolayısıyla onu düşünmeye veya söylemeye hakkın olduğunu düşünüyorum. Tabii ki tartışılabilir... Ve böyle sürüp gider...
23:3
Bütün bunların hepsi yüzümüze bakmakta olan çözümler, ama insanlar bunları by pass ediyorlar, çünkü bir liste, toplantı tutanağı v.s. istiyorlar. Çözümler aynada... Ama kaç kişi aynaya bakmayı istiyor? Kaç kişi sorumluluk alabilecekken, sirküle olan bilgiye katkıda bulunabilecekken yapmıyorlar. Çünkü sonuçlarına katlanamamaktan korkuyorlar. Taciz görmek, dikkate alınmamak, alay edilmek istemiyorlar. Eh, o zaman yapmazsınız. Ama o zaman da kalkıp bana “çözüm nerede?” diye sormayın, çünkü çözümler orada, ama siz oraya gitmek istemiyorsunuz. Olayların gerisinde, hayatın başka bir görüntüsüne, farklı bir anlayışa uyandığınız zaman, onda da bir sorumluluk var. Bilgi tek kişide kalırsa bunun iyi olmayacağını bilirsiniz. Sokağın diğer tarafında durup, “bunun böyle olacağını biliyordum” demek de bizi nereye götürür, hiçbir yere!
24:45:
Şimdi bunun ikinci aşamasına geçmemiz lazım. Burada insanlar neler olduğu konusunda daha büyük bir anlayış içine girer ve şöyle derler: “Pekala, fark yaratmak için nasıl bir katkıda bulunabilirim? Veya şimdi buna bir katkım oluyor mu? Bu benim tavır ve davranışlarımı değiştirecektir”. Artık zaman, insanların bir ayna bulup, “ben ne yapıyorum, problemin çözümüne bir katkıda bulunabiliyor muyum?” diye kendilerine sormalarının zamanı...
25:35:
Muhteşem, fazlasıyla önemle ihtiyaç duyulan bilginin ışığa çıkmasını, “insanları korkutuyor” diye görmezden gelip sonra da “çözümler nerede?” diye soranlara ne demek lazım? O zaman ben de “Peki sizin çözümleriniz nerede?” diye sorabilirim. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi pozitiflik açısından, ölümün bizi kontrol altında tutmak için bir mit olduğunu anlamaktan daha pozitif ne olabilir? Kaç kişi korktuğu için ana akım tıbbın tedavilerine giriyor, bunu yapmazsa öleceğini düşünüyor. Çoğunlukla da tedavi yüzünden ölüyorlar. Ölüm korkusu kitlesel bir kontrol mekanizması. Ölüm diye birşey yok, sadece farkındalığımız aracın içinden çıkıp gidiyor ve daha geniş bir sonsuzlukta sonsuz deneyimler deneyimliyor. Yani, bu çok mu korkutucu?



Gerçek Siz” hangisi?
Aynaya baktığınız zaman ne görüyorsunuz? Gerçek sizi/asıl olan benliğinizi mi, yoksa “inanmaya koşullandırılmış olduğunuz siz”i mi? İkisi arasında o kadar büyük bir fark var ki. Birisi seçtiği her şey olabilen, istediği her şeyi oluşturabilen “Sonsuz Farkındalık” olan siz, diğeri ise kendisinin algılamaya programlanmış olduğu sınırların içine hapsolmuş olan “illüzyon siz”...
-------
İki tane çok farklı bakış açısı ve realite ile karşı karşıyayız. Bu ikisini, tam bir uyum ve karşılıklı anlayış içerisinde bir araya getirmeliyiz.
------
Hayat bazen, bize en büyük armağanlarımızı, en büyük kabusların arkasına gizlenmiş olarak sunar. 
 

5 yorum:

  1. Oncelikle iyi geceler. Kisa bir sorum olacak. Neden artik paylasim olmuyor. Ben sıkı bir takipcinizdim ve dort gozle beklerdim paylasimlari. Ancak Aralik tan beri paylasim yok.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba. İlginiz için teşekkürler. Bloğumuzun ve David Icke Türkçe kitaplarının çevirmeni Esin Hanım bir süredir çok yoğun. Blogta çeviriler yavaşlamış olsa da daha hayırlı bir iş, ikinci kitabın çevirisini bitirdi. David bugüne kadar çıkan en önemli kitabım diyor bunun için. Birkaç gün içinde sitemize yeni geliyor ve şikayetiniz vesilesiyle size yukarıdaki müjdeyi de verdim. Hoşçakalın.

      Sil
  2. Yeni kitap mujdesi gercekten cok iyi bir haber. Ben bu blogu severek takip ediyorum. Bunca bilgi karmasasinda net, yalin ve dogru bir bakis acisi sunuyor. Sizleri de bu emeginizden dolayi tebrik ederim Emre Bey. Kolayliklar dilerim, iyi günler.

    YanıtlaSil
  3. kitap ne zaman çıkar burada bilgimiz olur mu; teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba. Evet buradan mutlaka haber veririz. Bu bloğun çevirmeni Esin Hanım çeviriyi teslim etti.. Yayınevi ile David Icke arasında iletişim/izin aşamasında. Takipte Kalın.

      Sil

Paylaşım