3 Ekim 2013 Perşembe

Gerçek'in Titreşimleri - XXIV


David Icke, ‘Zamanının Çok Ötesindeki Adam’...

‘Amazon Kitap’ta, David Icke’ın kitaplarının tanıtımı için kullanılmış olan ifade şöyle;

David Icke, dünyanın en aykırı yazarlarından olup, yaşamının yaklaşık çeyrek asırlık bölümünü,  evrenin sırlarına, ‘gerçek’e ve  dünyayı manipüle eden güçler ile ilgili gizeme açıklık getirmek için yaptığı çalışmalara harcamıştır. Bir zamanlar,  İngiltere çapında alaylara maruz kalmış, uzun süre ciddiye alınmamış ve ortaya koymuş olduğu gerçekler kabul görmemiş olan Icke’ın açıklamaları, bugün sürekli olarak teyit ediliyor ve artık o, ‘zamanının çok ötesinde olan bir kişi’ olarak tanımlanıyor.

David Icke ise şöyle diyor: 

“Çocuklar açlıktan ölüyor, bankalar, ‘kredi’ denilen,  aslında var olmayan bir parayı ödünç veriyor, dünyanın her yerinde, halka suni ekonomik krizlerle kemer sıkma politikası uygulanıyor. Eğer ‘akıl’lılık bu ise, ben ‘deli’ olarak algılanmaktan çok memnunum...


Ya sizin algılamanız nasıl? Sadece ağacın dalını mı görüyorsunuz, yoksa ormanı mı?



Gidişata bakınca, insanların yapısını tarif etmek için böyle bir benzetme yapma durumu oluştu. Gerçekten, insanların çoğu sadece ağacın dalını gören cinsten, zaten bütün bu belanın içine de böyle girmişiz. Sayıca artık çoğalmaya başlamakla birlikte ‘ormanı görenler’ azınlıkta kalıyorlar. Bununla anlatmak istediğim şudur; sadece ağacın dalını görenler, kendi miyopluklarının kurbanı durumunda olup, ırk, kültür, din, iş, politik tercih, cinsellik ve sektörel programlanmışlığın ötesine geçemiyorlar. Ormanı görenler ise, bütün olumsuzlukların sistemin yarattığı bir bölünmeden ibaret olup,  bütün ırkların, kültürlerin, dinlerin, işlerin, politik tercihlerin ve cinselliklerin istismar edilmekte olduğunu, hatta hepimizin ‘BİR’ olduğuna dair o muhteşem ve müthiş gerçekten de kopmuş olduğumuzu görüyorlar.

İnsanların ‘ormanı görmeleri’ tabii ki  kontrol sistemi açısından tehlikeli, çünkü bu, onların noktaları birleştirdiklerini, dolayısıyla da biraraya gelen tabloyu gördüklerini gösteriyor.  Otorite ve inanç sistemindeki tablo bir kez ortaya çıktığı zaman, otorite ve inanç sistemindeki açıklıklar bütün açılardan net bir biçimde görünüyor ve kişilerde, hayat değiştiren bir anlayış patlaması şeklinde tezahür ediyor. 

Eğer kendinizi bir makinanın dişlisi, aynı sizin yaptığınız şeyi yapan diğer dişlileri de bireyler olarak görüyorsanız, gerçekten neler olduğunu hiçbirzaman anlayamazsınız. Ama makinanın tamamını görürseniz algılamanız derhal değişir ve varlığınızın asıl doğası tamamen ortaya çıkar.

“Hey, hepimizi bir makinanın dişlileriyiz.”

“Oh, kapa çeneni, herhalde yine yağın fazla geldi!”

Dişli ile makina, ağacın dalı ile orman, koyun ile sürü, hepsi aynı benzetme... Alternatif medyada sık sık rastlıyorum, Hristiyanlar benim yazdıklarımı  inanmıyorlar, çünkü kendi inanç sistemlerini onlarla paylaşmayan bir kişinin söyledikleri onlar için geçerli olmuyor. Onlar, ormanı değil  sadece ağacın dalını görüyorlar.

Birçok Hristiyan bana yazıp, ‘ışık’ı görmem için benim için dua ettiklerini yazmışlar, sağolsunlar,  ama tabii bu şekilde kendilerinin tamamen doğru, Hristiyan olmayan herkesin de yanlış yolda olduğunu ifade etmiş olduklarının farkındalar mı bilemem. Müslümanlar, Hindular, Yahudiler de aynı düşünce şekli içersindeler. Ağır miyop halleri, ‘açık bir zihin’e ulaşmalarını engelliyor.

Geçenlerde yaşadığım yer olan Wight Adası’nda, Shen Klinik’ten dostum Mike Lambert ile ilginç bir sohbet yaptık. Konumuz; ‘bilinmeyen’e karşılık ‘bilme’ idi. Toplum,‘bilinen’e egemen inanca sarılmış. Eğitim, bilim, tıp, politika, medya, hep ‘bilinen’ e dayalı. ‘Bilinen’; temel olarak, fiziksel dünya denilen holografik alem olup, beş duyu egemenliğindeki, “görebiliyorsam, işitebiliyorsam, dokunabiliyorsam, tadabiliyorsam veya koklayabiliyorsam, o zaman ‘gerçek’tir” anlayışına dayalı.. ‘Bilinmeyen’ ise, ‘bilgi’nin görünmeyen sonsuz dalga formu ve holografik illüzyonun deşifre edilip dışavurulduğu saf bilinç.

Eğitim, ‘bilinen’i, tamamen yoğun bir şekilde programlanmış olan sonraki nesile öğretmeye dayalıdır. Akademisyenlere, bilimadamlarına ve doktorlara hayranlıkla bakılır, çünkü ‘sadece dalı görenler’, onların ‘bilinen’i herkesten daha iyi bildiklerini düşünürler.

Peki bu ‘bilinen’ nedir?  Sadece bilindiğine inanılan şeydir, o kadar... Sürekli olarak televizyondaki haber sunucularının söylediklerini bir dikkat edin; ne diyorlar?  “...... olduğu biliniyor..”

Bu sırf, halkın algılamasını manipüle etmek için, gölgelerin arasında sulandırılmış olan resmi hikayenin sürekli olarak tekrar edilmesinden başka hiçbirşey değildir!  Bu, stüdyodakiler açısından uygun olabilir, ama hepsi yalandır... Kısaca ‘bilinen’, sadece ‘bilindiğine inanılan’ olup, bugünkü insan toplumunun temelini oluşturmaktadır.

Dünyanın her yerinde üniversiteler, ‘öğrenme’ yeri olarak empoze ediliyorlar, oysa buralarda sadece, ‘bilinen’ olarak kabul edilen ne varsa sadece o, yani ‘bilindiğine inanılan’ ne ise o öğretiliyor.  Dostum Mike Lambert’in söylediği gibi, birşeyi; sadece, ‘bilinmeyen’in üzerindeki örtüyü kaldırarak gerçekten öğrenebilirsiniz. Geriye kalanların hepsi sadece ‘tekrar’dan ibarettir.

İşiniz, statünüz, kendi benliğinizi algılama şekliniz ve güven duygunuz ‘bilinen’ den gelince, manipülasyon yoluyla oluşturulan bir dürtü ile ‘bilinmeyen’ de görmezden geliniyor.  Bir başka deyişle ‘bilinen’, ‘bilinmeyen’den korkuyor. Tıpkı ‘sadece dalı görmenin’, ‘ormanı görmekten’ korkması gibi, çünkü ‘bilinmeyen’in sırları ortaya döküldükçe ‘bilinen’, gücünü ve insan algılaması üzerindeki egemenliğini kaybediyor.

Aslında algılanmakta olan ‘bilinen’in, ‘bilinmeyen’in hayal gücüne şifre olmuş olan bir parçasının oluşu komik. Yani rüyayı gören rüyanın kendisi, ama rüya sadece rüyayı görebiliyor. Bunun gibi, ‘bilinen’  de  aslında ‘bilinmeyen’, ama sadece ‘bilinen’i  görebiliyor. Hani bir zamanların  Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in etmiş olduğu müthiş bir söz vardı;  

Bir bilinen bilinenler var, bir bildiğimizi bildiklerimiz var, bir de  bilinen bilinmeyenler var, şöyle ki, şimdi bilmediğimizi bildiğimiz şeyler var, ama bir de bilinmeyen ‘bilinmeyen’ler var. Bilmediğimizi bilmiyoruz. Ve her yıl bu bilinmeyen ‘bilinmeyen’lerden birazını daha keşfedeceğiz....”

Evet, bayağı ilerleme kaydediyoruz yani...

‘Bilinen’ holografik illüzyonda, insanların kendi yaratıp taptıkları ağaç dalları var. Öte yanda ise dalga formları ve saf bilinç aleminde görünen ‘orman’ herşey olup ‘TEK’ olana bağlanıyor. Kontrol Sistemi kendi varlığını sürdürebilmek için, hep ‘dalı görmek’ zihniyetini teşvik ediyor, bu yüzden de sürekli olarak  önsezili kişiler hedef alınıyorlar, çünkü önsezili kişiler ‘ormanı’ görüyor ve bu nedenle de, zaten amacı insanların algılamalarını azaltıp onları holograma bağlamak olan sistem açısından son derece tehlikeli olarak nitelendiriliyorlar.   

Medyanın çoğu sadece ‘dal’a bakmaktan ‘orman’ı göremiyor, İncil de hem gerçeği ve olasılıkları belirleyici bir unsur, hem de bir çeşit şirket medyası gibi. Her ikisi de öteyi görebildikleri halde, sürekli olarak alternatife alternatif çıkıyor. İnsanlara hala, bu algılama sistemleri hakim durumda.

Ben, her iki taraftan da kabul görmüyorum, çünkü dine ve dinden pek az farkı olan bilime  bazı itirazlarım var. Ben halimden memnunum, çünkü onlar, ‘bilinen’in dışavurumu veya bir çeşit  algılanma şekli, oysa ben onun çok ötesini algılamak istiyorum. Eğer bunun  bedeli de kabul görmemek veya alay edilmek ise bence buna değer...

Dinde,  ‘sonraki dünya’ hakkında güzel bir hikaye var, ama tıpkı ‘bilim dini’ndeki gibi o da;   kurallar, yapılar ve hiyerarşi ile çoğunlukla holograma odaklanıyor.  Bilimin temeli, dünyanın sübtil/katı olduğuna dayalı, oysa  gerçek hiç de öyle değil.

‘Bilimsel’ akıl;  en kötü kabusu ‘kuantum fizik’ şeklinde sahneye çıkalı beri, kitlesel şizofreni ve bilişsel uyumsuzluk hastalığına yakalandı! Ondan önce hayat pek kolaydı... Yani dünya katıydı, o kadar, hepsi bu! Oysa kuantum fizik  patlayınca bir öğreti haline geldi ve sadece dalı görenler ‘orman’nın kendilerini kuşatma tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar.

Şizofreni ve bilişsel uyumsuzluk, bir yandan kuantum fiziğin varlığını kabul ederken, diğer yandan onun varlığını görmezden gelmelerini sağlayarak, ‘dalı görenler’in imdadına yetişti. Veya kuantum fizik, katılık açısından dünyanın illüzyon olduğunu kanıtlıyor, ama o katılık içersinde dalı görenlerin inancı değişmiyor.  

Bu, tipik ve klasik olarak, Oxford Üniversitesi’nden, ‘sadece dalı gören’lerin en üst düzeydeki temsilcisi olan Profesör Richard Dawkins tarafından şöyle ifade ediliyor; “bu realite her yöne çekilebilir olmamakla birlikte, kuantum fiziğin bu yaklaşımının biraz da belirsiz olduğunu kabul etmek gerekiyor”. Demek dalı görmeye engel olacak herşeye  karşı olmak lazım.

Algılanan ‘bilinen’, ancak kuantum fiziğini inkar ettiğiniz takdirde varlığını sürdürebilir ve bir kez böyle yapılırsa, bir anda ‘saçma’ durumuna düşürebilir. Bu fazla derin bir entellektüel  düşünce de gerektirmez. İnsan toplumunda olan herşeyin esası zaten buna dayalı.

Tıbbın ‘bilinen’i algılama açısından gelişmeyi inkar etmesi yüzünden gereksiz yere milyonlarca kişi ölüyor ve hasta oluyor. Oysa hologram içindeki beden sistemi, bedenin aurik enerji alanı ve onun ‘dalga formu’ndaki bilgi yapısının yansıyan ifadesinden başka birşey değil. Örneğin; akupunktur, enerji alanının dengesini ve meridyen denilen enerji akışını, yani bilginin uyumunu sağlıyor. Enerji alanı ve akış uyum içersinde ise, o zaman hologram bunu yansıtıyor, çünkü biri diğerinin deşifre edilen yansımasından başka birşey değil. İşte beden ile ilgili olan bu bilgi de, ‘ormanı’nın görülmediğine güzel bir örnek. Ne var ki, ‘Büyük Ecza’tarafından kontrol altında tutulan ilaç sanayi, beden alanına ait bu bilginin varlığını tanımıyor, bir hologram olduğunu bile bilmeden sadece hologramı görüyor. Tıp doktorlarına göre insan bedeni, katı bir fiziksel beden. Bu da doktorların hem kendilerinin, hem de hastalarının,  potansiyel tedavi olarak, sadece neşteri veya ilacı görmelerine neden oluyor.

Daha ‘uyanmış’ olanlar, ilaç sanayinin hastalığın kökünü değil, sadece belirtilerini yok ettiğini görüyorlar. Gerçek olduğunu sanarak sadece hologramı tedavi etmeye kalkarsanız, varlığını bile kabul etmediğiniz bir enerji alanının bozulmasıyla oluşmuş olan hologramdaki bir belirtiye tedavi uygulayarak da hiçbir sonuç alamazsınız.

Dengelemek için enerji bilgi alanını yenilerseniz, o zaman hologram da yenilenir, çünkü biri diğerinin yansımasıdır. Deneyimli şifacılar belirtiyi ortadan kaldırmak üzere hastalığın nedenine şifa uygularlar - bu da,  ormanı değil, sadece dalı gören bilimsel tıbbın yaptığı şeyin tam tersidir.

Ormanı görmeye dayalı alternatif şifa yöntemlerine yapılan saldırıların ardında sadece dalı görenlerin zorbalığı yatar. Hayatı tehlikede olan hastalar veya çocuklarının hayatı riskte olan ebeveynlere, kendilerinin finanse ettikleri medikal sistemle tedavi olup olamayacakları söylenir. Son bir çabayla yaşamak için alternatif tedavi talebinde bulunan umutsuz durumdaki hastanın hastaneden çıkarılmasını söyleyen doktorlar var. Dalı görme zihniyeti o kadar miyop ki, anahtar ve işe yarar sorular hiç sorulmuyor. Bir tedavi işe yarıyor mu ve hastaya yararı olur mu? Bu zihin kurulumu, ilaç sanayi ile şoke edici derecede ortak yönlere sahip, dolayısıyla hastanın şifası, inanç sisteminden çok sonra geliyor. Doktorlara karşı düzgün şifacılar,  Büyük Ecza’ya karşı düzgün sağlık hizmetleri, mümkün olan bütün tedavileri arayıp en etkili olanı kullanabilir, ama bu zihinlerini ‘ormana’ açmak demek olur, o da sistemin en kötü kabusudur. Bunun yerine doktorlara ne yapıp ne yapmayacakları söylenir. Bir adım geri çekilip baktıklarında, yapabilecekleri tek şeyin, ‘Büyük Ecza’nın seyyar satıcılar gibi sattığı tedaviyi uygulamak olduğunu görürler.

‘Sadece ağacın dalı’nı görenler ile ‘orman’ı görenler, politikada da çoktur. Politikacılar açısından  halk için en yararlı olanı, ‘ormanı görmeleri’ değil, sadece kendileri için gerekli olan gücü, yani ‘sadece ağacın dalı’nı görmeleridir. Bu da mücadelenin sadece güç için yapılmasına neden olur, tek hedef seçimi kazanmaktır. Halk için en yararlı olan ne ise onun için işbirliği yapacakları yerde, güce kavuşmak veya gücü ellerinde tutmak için, sadece muhaliflerini nasıl bastıracaklarını düşünürler. ‘Orman’ yanıp tutuşmuş haldeyken politikacılar, ‘ağacın dalını’ kimin tutacağı kavgası yapıyorlardır.

Politika ve hükümetler hep, tek algıladıkları ‘bilinen’e odaklanırlar. Sağlık hizmetleri, en güvenli kaynak olarak ’Büyük Ecza’nın ilaçlarına dayalıdır. Aynı şey ‘bilim’ için de, ‘sadece ağacı görmek’ zihniyetinin temelini oluşturan ‘eğitim sistemi’için de söz konusudur.

Çok ciddi ve oldukça tahrip edici bir başka ‘sadece ağacın dalını’ görme rahatsızlığı da, ‘hep ben, ben, ben’ zihniyetidir. Bunu politikacılarda çok görürsünüz, ama en geniş kapsamlı olan ‘sadece ağacı görmek’ zihniyeti, kişilere mahsus olup, bencilce ilgi, alınma ve kıskançlık şeklindedir. Oysa ‘Ormanı görmek’herkese, hep daha çok yarar sağlar. Çok kez ratladığım  birşey var; bazı insanlar, benim çalışmalarımı çok desteklediklerinden bahsederlerken, hoşlarına gitmeyen veya istemedikleri birşey olduğu anda, o çok yarar sağlayacağını söyledikleri şeyi birden yerden yere vurmaya başlarlar. İşte o zaman sahnede yer alan tek gösteri; ‘Hep ben, ben, ben’dir...    

Kısacası dünyayı, ‘sadece ağacın dalını görenler’ yönetiyorlar.

Bu hafta bir bayan, Sosyal Hizmetler’den birisinin arayıp, kendisini çocuklarını ihmal etmek ve ‘David Icke’ın bir takipçisi’ olmakla itham ettiğini anlattı. Malum ‘o zaman mutlaka o da delidir’ yaklaşımı. Aslında umarım hiçkimse benim ‘takipçim’ değildir, çünkü asla böyle bir amacım olamaz, ama düşünün kadının, benim verdiğim bilgileri sosyal medyada paylaşması delilik ile eşdeğer tutuluyor ve çocuklarına bakamayacak birisi olarak nitelendiriliyor. Bir sosyal hizmetler uzmanı bu iddialar üzerine kadının evine gidiyor, onu sorguluyor, benimle ilgili düşüncelerini soruyor ve sonradan da kadının çocuklarını ihmal etmediğini, akıl sağlığının da gayet yerinde olduğunu görüyor.

İşte ‘sadece ağacın dalını gören’ kişiler hep böyle. ‘Ormanı görmek’ kavramını katiyen anlamadıkları gibi, kendi inançlarını haklı çıkarmak için, anlayanları da  ‘deli’ olarak görüyor,  ‘ormanı gören’ birisi birşey söylese, kendilerini tehdit altında kalıyormuş gibi algılıyorlar. Kısaca, kendi delilikleriyle yüzleşmektense, o kişilerin verdikleri mesajları görmemezlikten geliyorlar. Tabii ki bu da bir ‘delilik’ şekli. ‘Delilik’in tanımı ise şöyle:  



Oldukça ciddi bir akıl hastalığı olup, kişi realiteyi ‘düş’ten ayırdedemez, ilişkilerini psikoz nedeniyle yorumlayamaz veya kontrolsüz fevri davranışlara sürüklenir. Psikoz ise: Psikyatrik veya organik hastalık nedeniyle oluşan bir zihin hali olup, realite ile bağlantıyı kaybedip, mantıklı düşünememektir.



Şimdi bunların hepsini bir araya getirelim ve bir bakalım:  İşte! Bütün dünya ‘sadece ağacın dalını görenler’le dolu... Peki, Dawkins’in dediği üzere; hem realitenin her yöne çekilemediğini söyleyip, hem kuantum fizik ile ilgili bilginizin biraz belirsiz olduğunu söylemek, realite ile bir bağlantı kopukluğu ve mantıklı olarak düşünememek olmuyor mu?

Albert Einstein şöyle demiş:  Delilik: Hiç durmadan aynı şeyi yaptığı halde, kişinin farklı bir sonuç beklemesidir.

Gelgelelim, global topluma egemen olan ‘sadece ağacın dalını gören’ kişiler, ‘normal’lik duygusunu da gaspettiler. Bu çok entersan ve doğrusu oldukça da eğitici! İşte size bazı ‘normal’ tanımları:

-‘Bir norm, standart, motif, seviye veya tipe uyumlu olmak, sıkıca yapışmak, bağlı olmak’.

-‘Ortalama akıl ve gelişimle bağlantılı veya karakterize edilen’.

-‘Akıl sağlığı yerinde olan, akıllı’.

Yani ‘normal’ olmak, belirli bir standart veya tipik motife uyumlu olmak oluyor, peki ama standart veya tipik olana egemen olan ne? Çoğunluğun davranışı... Çoğunluk, ‘sadece ağacın dalını görenler’ olduğuna göre, o zaman standart hale gelen ve tipik ‘normal’ olan da sadece onların davranışları oluyor...

Terim aynı zamanda, ‘ortalama akıl’ veya ‘gelişim’ olarak da karakterize ediliyor, o zaman ortalama akılın üzerinde olmak, sizi ‘anormal’ yapıyor! Bakınız, bu da en vurucu nokta: ‘normal’ olmak, ‘deli olmamak, ‘akıllı’ olmakmış...

Herzamanki gibi herşey tepetaklak olmuş durumda. Akıl hastası olmamak ve deli olmamak, ancak bir ‘norm’a,‘standart’a, bir ‘motif’e veya ‘tip’e uygun olmak oluyor, ya da ortalama akıl veya gelişime göre karakterize ediliyorsunuz. Peki ortalama akıl veya gelişim neye göre tanımlanıyor? Buyrun işte;  sadece algılanmakta olan ‘bilinen’e inananlarla kıyaslanarak saptanan bir ortalama! ‘Bilinen’in ötesini görebilenler, tanım gereği, ‘normal’ sayılmayacak kadar fazla ‘akıllı’, ama akıl hastası sayılmayacak kadar da normal olanlarmış! Güler misin, ağlar mısın?

Bir tımarhanede doğmuşsanız ve başka birşey bilmiyorsanız, o zaman delilik sizin için ‘normal’ oluyor. Hala delilik, ama akıllılık veya deli olmayış maskesi altında ‘normal delilik’! Dünyaya hoşgeldiniz... Burası standart, tipik ve ‘normal’ bir tımarhane!

Burada gerçekten neler olduğunu anlamak için, ‘akıl sağlığı yerinde’ ve ‘normal’ terimlerinden kopmamız lazım, çünkü bunlar kesinlikle ‘değişmez’değerler olamazlar... Bir de asıl ‘normal’ teriminin, ileri derecede ‘delilik’ olduğunu iyice anlamamız gerekiyor... İnsanlar bir kez bunu anlarlarsa, herşey bir anda anlam kazanır, sonra da bütün taşlar yerine oturur.


Paylaşım