David Icke, ‘Zamanının Çok Ötesindeki Adam’...
‘Amazon Kitap’ta, David Icke’ın
kitaplarının tanıtımı için kullanılmış olan ifade şöyle;
David Icke, dünyanın en aykırı yazarlarından olup, yaşamının
yaklaşık çeyrek asırlık bölümünü, evrenin
sırlarına, ‘gerçek’e ve dünyayı manipüle
eden güçler ile ilgili gizeme açıklık getirmek için yaptığı çalışmalara
harcamıştır. Bir zamanlar, İngiltere
çapında alaylara maruz kalmış, uzun süre ciddiye alınmamış ve ortaya koymuş
olduğu gerçekler kabul görmemiş olan Icke’ın açıklamaları, bugün sürekli olarak
teyit ediliyor ve artık o, ‘zamanının
çok ötesinde olan bir kişi’ olarak tanımlanıyor.
David Icke ise şöyle diyor:
“Çocuklar açlıktan ölüyor, bankalar, ‘kredi’ denilen, aslında var olmayan bir parayı ödünç veriyor,
dünyanın her yerinde, halka suni ekonomik krizlerle kemer sıkma politikası
uygulanıyor. Eğer ‘akıl’lılık bu ise, ben ‘deli’ olarak algılanmaktan çok memnunum...
Ya sizin
algılamanız nasıl? Sadece ağacın dalını mı görüyorsunuz, yoksa ormanı mı?
Gidişata bakınca, insanların yapısını
tarif etmek için böyle bir benzetme yapma durumu oluştu. Gerçekten, insanların
çoğu sadece ağacın dalını gören cinsten, zaten bütün bu belanın içine de böyle
girmişiz. Sayıca artık çoğalmaya başlamakla birlikte ‘ormanı görenler’ azınlıkta
kalıyorlar. Bununla anlatmak istediğim şudur; sadece ağacın dalını görenler, kendi
miyopluklarının kurbanı durumunda olup, ırk, kültür, din, iş, politik tercih,
cinsellik ve sektörel programlanmışlığın ötesine geçemiyorlar. Ormanı görenler
ise, bütün olumsuzlukların sistemin yarattığı bir bölünmeden ibaret olup, bütün ırkların, kültürlerin, dinlerin,
işlerin, politik tercihlerin ve cinselliklerin istismar edilmekte olduğunu, hatta
hepimizin ‘BİR’ olduğuna dair o muhteşem ve müthiş gerçekten de kopmuş olduğumuzu
görüyorlar.
İnsanların ‘ormanı görmeleri’ tabii ki kontrol sistemi açısından tehlikeli, çünkü bu, onların noktaları birleştirdiklerini, dolayısıyla da biraraya gelen tabloyu
gördüklerini gösteriyor. Otorite ve
inanç sistemindeki tablo bir kez ortaya çıktığı zaman, otorite ve inanç sistemindeki
açıklıklar bütün açılardan net bir biçimde görünüyor ve kişilerde, hayat değiştiren bir anlayış patlaması şeklinde
tezahür ediyor.
Eğer kendinizi bir makinanın dişlisi, aynı
sizin yaptığınız şeyi yapan diğer dişlileri de bireyler olarak görüyorsanız, gerçekten
neler olduğunu hiçbirzaman anlayamazsınız. Ama makinanın tamamını görürseniz
algılamanız derhal değişir ve varlığınızın asıl doğası tamamen ortaya çıkar.
“Hey, hepimizi bir makinanın dişlileriyiz.”
“Oh, kapa çeneni, herhalde yine yağın fazla geldi!”
Dişli ile makina, ağacın dalı ile
orman, koyun ile sürü, hepsi aynı benzetme... Alternatif medyada sık sık rastlıyorum,
Hristiyanlar benim yazdıklarımı
inanmıyorlar, çünkü kendi inanç sistemlerini onlarla paylaşmayan bir
kişinin söyledikleri onlar için geçerli olmuyor. Onlar, ormanı değil sadece ağacın dalını görüyorlar.
Birçok
Hristiyan bana yazıp, ‘ışık’ı görmem için benim için dua ettiklerini yazmışlar,
sağolsunlar, ama tabii bu şekilde kendilerinin
tamamen doğru, Hristiyan olmayan herkesin de yanlış yolda olduğunu ifade etmiş
olduklarının farkındalar mı bilemem. Müslümanlar, Hindular, Yahudiler de aynı
düşünce şekli içersindeler. Ağır miyop halleri, ‘açık bir zihin’e ulaşmalarını
engelliyor.
Geçenlerde yaşadığım yer olan Wight
Adası’nda, Shen Klinik’ten dostum Mike Lambert ile ilginç bir sohbet yaptık.
Konumuz; ‘bilinmeyen’e karşılık ‘bilme’ idi. Toplum,‘bilinen’e egemen inanca
sarılmış. Eğitim, bilim, tıp, politika, medya, hep ‘bilinen’ e dayalı.
‘Bilinen’; temel olarak, fiziksel dünya denilen holografik alem olup, beş duyu
egemenliğindeki, “görebiliyorsam, işitebiliyorsam, dokunabiliyorsam,
tadabiliyorsam veya koklayabiliyorsam, o zaman ‘gerçek’tir” anlayışına dayalı..
‘Bilinmeyen’ ise, ‘bilgi’nin görünmeyen sonsuz dalga formu ve holografik
illüzyonun deşifre edilip dışavurulduğu saf bilinç.
Eğitim, ‘bilinen’i, tamamen yoğun bir
şekilde programlanmış olan sonraki nesile öğretmeye dayalıdır. Akademisyenlere,
bilimadamlarına ve doktorlara hayranlıkla bakılır, çünkü ‘sadece dalı görenler’,
onların ‘bilinen’i herkesten daha iyi bildiklerini düşünürler.
Peki bu ‘bilinen’ nedir? Sadece bilindiğine inanılan şeydir, o
kadar... Sürekli olarak televizyondaki haber sunucularının söylediklerini bir dikkat
edin; ne diyorlar? “...... olduğu
biliniyor..”
Bu sırf, halkın algılamasını manipüle
etmek için, gölgelerin arasında sulandırılmış olan resmi hikayenin sürekli olarak
tekrar edilmesinden başka hiçbirşey değildir!
Bu, stüdyodakiler açısından uygun olabilir, ama hepsi yalandır... Kısaca
‘bilinen’, sadece ‘bilindiğine inanılan’ olup, bugünkü insan toplumunun
temelini oluşturmaktadır.
Dünyanın her yerinde üniversiteler,
‘öğrenme’ yeri olarak empoze ediliyorlar, oysa buralarda sadece, ‘bilinen’
olarak kabul edilen ne varsa sadece o, yani ‘bilindiğine inanılan’ ne ise o
öğretiliyor. Dostum Mike Lambert’in
söylediği gibi, birşeyi; sadece, ‘bilinmeyen’in üzerindeki örtüyü kaldırarak
gerçekten öğrenebilirsiniz. Geriye kalanların hepsi sadece ‘tekrar’dan
ibarettir.
İşiniz, statünüz, kendi benliğinizi
algılama şekliniz ve güven duygunuz ‘bilinen’ den gelince, manipülasyon yoluyla
oluşturulan bir dürtü ile ‘bilinmeyen’ de görmezden geliniyor. Bir başka deyişle ‘bilinen’, ‘bilinmeyen’den
korkuyor. Tıpkı ‘sadece dalı görmenin’, ‘ormanı görmekten’ korkması gibi, çünkü
‘bilinmeyen’in sırları ortaya döküldükçe ‘bilinen’, gücünü ve insan algılaması
üzerindeki egemenliğini kaybediyor.
Aslında algılanmakta olan ‘bilinen’in,
‘bilinmeyen’in hayal gücüne şifre olmuş olan bir parçasının oluşu komik. Yani rüyayı
gören rüyanın kendisi, ama rüya sadece rüyayı görebiliyor. Bunun gibi,
‘bilinen’ de aslında ‘bilinmeyen’, ama sadece
‘bilinen’i görebiliyor. Hani bir
zamanların Amerikan Savunma Bakanı Donald
Rumsfeld’in etmiş olduğu müthiş bir söz vardı;
“Bir bilinen bilinenler var, bir bildiğimizi
bildiklerimiz var, bir de bilinen
bilinmeyenler var, şöyle ki, şimdi bilmediğimizi bildiğimiz şeyler var, ama bir
de bilinmeyen ‘bilinmeyen’ler var. Bilmediğimizi bilmiyoruz. Ve her yıl bu
bilinmeyen ‘bilinmeyen’lerden birazını daha keşfedeceğiz....”
Evet, bayağı ilerleme kaydediyoruz
yani...
‘Bilinen’ holografik illüzyonda,
insanların kendi yaratıp taptıkları ağaç dalları var. Öte yanda ise dalga formları
ve saf bilinç aleminde görünen ‘orman’ herşey olup ‘TEK’ olana bağlanıyor.
Kontrol Sistemi kendi varlığını sürdürebilmek için, hep ‘dalı görmek’ zihniyetini
teşvik ediyor, bu yüzden de sürekli olarak
önsezili kişiler hedef alınıyorlar, çünkü önsezili kişiler ‘ormanı’ görüyor
ve bu nedenle de, zaten amacı insanların algılamalarını azaltıp onları holograma
bağlamak olan sistem açısından son derece tehlikeli olarak
nitelendiriliyorlar.
Medyanın çoğu sadece ‘dal’a bakmaktan
‘orman’ı göremiyor, İncil de hem gerçeği ve olasılıkları belirleyici bir unsur,
hem de bir çeşit şirket medyası gibi. Her ikisi de öteyi görebildikleri halde, sürekli
olarak alternatife alternatif çıkıyor. İnsanlara hala, bu algılama sistemleri
hakim durumda.
Ben, her iki taraftan da kabul
görmüyorum, çünkü dine ve dinden pek az farkı olan bilime bazı itirazlarım var. Ben halimden memnunum,
çünkü onlar, ‘bilinen’in dışavurumu veya bir çeşit algılanma şekli, oysa ben onun çok ötesini
algılamak istiyorum. Eğer bunun bedeli
de kabul görmemek veya alay edilmek ise bence buna değer...
Dinde, ‘sonraki dünya’ hakkında güzel bir hikaye var,
ama tıpkı ‘bilim dini’ndeki gibi o da; kurallar, yapılar ve hiyerarşi ile çoğunlukla
holograma odaklanıyor. Bilimin temeli,
dünyanın sübtil/katı olduğuna dayalı, oysa gerçek hiç de öyle değil.
‘Bilimsel’ akıl; en kötü kabusu ‘kuantum fizik’ şeklinde
sahneye çıkalı beri, kitlesel şizofreni ve bilişsel uyumsuzluk hastalığına
yakalandı! Ondan önce hayat pek kolaydı... Yani dünya katıydı, o kadar, hepsi
bu! Oysa kuantum fizik patlayınca bir
öğreti haline geldi ve sadece dalı görenler ‘orman’nın kendilerini kuşatma
tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar.
Şizofreni ve bilişsel uyumsuzluk, bir
yandan kuantum fiziğin varlığını kabul ederken, diğer yandan onun varlığını
görmezden gelmelerini sağlayarak, ‘dalı görenler’in imdadına yetişti. Veya
kuantum fizik, katılık açısından dünyanın illüzyon olduğunu kanıtlıyor, ama o
katılık içersinde dalı görenlerin inancı değişmiyor.
Bu, tipik ve klasik olarak, Oxford
Üniversitesi’nden, ‘sadece dalı gören’lerin en üst düzeydeki temsilcisi olan
Profesör Richard Dawkins tarafından şöyle ifade ediliyor; “bu realite her yöne
çekilebilir olmamakla birlikte, kuantum fiziğin bu yaklaşımının biraz da
belirsiz olduğunu kabul etmek gerekiyor”. Demek dalı görmeye engel olacak
herşeye karşı olmak lazım.
Algılanan ‘bilinen’, ancak kuantum
fiziğini inkar ettiğiniz takdirde varlığını sürdürebilir ve bir kez böyle
yapılırsa, bir anda ‘saçma’ durumuna düşürebilir. Bu fazla derin bir entellektüel
düşünce de gerektirmez. İnsan toplumunda olan herşeyin esası zaten buna
dayalı.
Tıbbın ‘bilinen’i algılama açısından
gelişmeyi inkar etmesi yüzünden gereksiz yere milyonlarca kişi ölüyor ve hasta
oluyor. Oysa hologram içindeki beden sistemi, bedenin aurik enerji alanı ve
onun ‘dalga formu’ndaki bilgi yapısının yansıyan ifadesinden başka birşey
değil. Örneğin; akupunktur, enerji alanının dengesini ve meridyen denilen
enerji akışını, yani bilginin uyumunu sağlıyor. Enerji alanı ve akış uyum
içersinde ise, o zaman hologram bunu yansıtıyor, çünkü biri diğerinin deşifre
edilen yansımasından başka birşey değil. İşte beden ile ilgili olan bu bilgi de,
‘ormanı’nın görülmediğine güzel bir örnek. Ne var ki, ‘Büyük Ecza’tarafından
kontrol altında tutulan ilaç sanayi, beden alanına ait bu bilginin varlığını
tanımıyor, bir hologram olduğunu bile bilmeden sadece hologramı görüyor. Tıp
doktorlarına göre insan bedeni, katı bir fiziksel beden. Bu da doktorların hem
kendilerinin, hem de hastalarının, potansiyel tedavi olarak, sadece neşteri veya
ilacı görmelerine neden oluyor.
Daha ‘uyanmış’ olanlar, ilaç sanayinin
hastalığın kökünü değil, sadece belirtilerini yok ettiğini görüyorlar. Gerçek
olduğunu sanarak sadece hologramı tedavi etmeye kalkarsanız, varlığını bile kabul
etmediğiniz bir enerji alanının bozulmasıyla oluşmuş olan hologramdaki bir
belirtiye tedavi uygulayarak da hiçbir sonuç alamazsınız.
Dengelemek için enerji bilgi alanını
yenilerseniz, o zaman hologram da yenilenir, çünkü biri diğerinin yansımasıdır.
Deneyimli şifacılar belirtiyi ortadan kaldırmak üzere hastalığın nedenine şifa
uygularlar - bu da, ormanı değil, sadece
dalı gören bilimsel tıbbın yaptığı şeyin tam tersidir.
Ormanı görmeye dayalı alternatif şifa
yöntemlerine yapılan saldırıların ardında sadece dalı görenlerin zorbalığı yatar.
Hayatı tehlikede olan hastalar veya çocuklarının hayatı riskte olan
ebeveynlere, kendilerinin finanse ettikleri medikal sistemle tedavi olup
olamayacakları söylenir. Son bir çabayla yaşamak için alternatif tedavi talebinde
bulunan umutsuz durumdaki hastanın hastaneden çıkarılmasını söyleyen doktorlar var.
Dalı görme zihniyeti o kadar miyop ki, anahtar ve işe yarar sorular hiç
sorulmuyor. Bir tedavi işe yarıyor mu ve hastaya yararı olur mu? Bu zihin
kurulumu, ilaç sanayi ile şoke edici derecede ortak yönlere sahip, dolayısıyla
hastanın şifası, inanç sisteminden çok sonra geliyor. Doktorlara karşı düzgün
şifacılar, Büyük Ecza’ya karşı düzgün
sağlık hizmetleri, mümkün olan bütün tedavileri arayıp en etkili olanı kullanabilir,
ama bu zihinlerini ‘ormana’ açmak demek olur, o da sistemin en kötü kabusudur.
Bunun yerine doktorlara ne yapıp ne yapmayacakları söylenir. Bir adım geri
çekilip baktıklarında, yapabilecekleri tek şeyin, ‘Büyük Ecza’nın seyyar
satıcılar gibi sattığı tedaviyi uygulamak olduğunu görürler.
‘Sadece ağacın dalı’nı görenler ile
‘orman’ı görenler, politikada da çoktur. Politikacılar açısından halk için en yararlı olanı, ‘ormanı
görmeleri’ değil, sadece kendileri için gerekli olan gücü, yani ‘sadece ağacın
dalı’nı görmeleridir. Bu da mücadelenin sadece güç için yapılmasına neden olur,
tek hedef seçimi kazanmaktır. Halk için en yararlı olan ne ise onun için
işbirliği yapacakları yerde, güce kavuşmak veya gücü ellerinde tutmak için,
sadece muhaliflerini nasıl bastıracaklarını düşünürler. ‘Orman’ yanıp tutuşmuş
haldeyken politikacılar, ‘ağacın dalını’ kimin tutacağı kavgası yapıyorlardır.
Politika ve hükümetler hep, tek algıladıkları
‘bilinen’e odaklanırlar. Sağlık hizmetleri, en güvenli kaynak olarak ’Büyük Ecza’nın
ilaçlarına dayalıdır. Aynı şey ‘bilim’ için de, ‘sadece ağacı görmek’
zihniyetinin temelini oluşturan ‘eğitim sistemi’için de söz konusudur.
Çok ciddi ve oldukça tahrip edici bir
başka ‘sadece ağacın dalını’ görme rahatsızlığı da, ‘hep ben, ben, ben’
zihniyetidir. Bunu politikacılarda çok görürsünüz, ama en geniş kapsamlı olan
‘sadece ağacı görmek’ zihniyeti, kişilere mahsus olup, bencilce ilgi, alınma ve
kıskançlık şeklindedir. Oysa ‘Ormanı görmek’herkese, hep daha çok yarar sağlar.
Çok kez ratladığım birşey var; bazı insanlar,
benim çalışmalarımı çok desteklediklerinden bahsederlerken, hoşlarına gitmeyen
veya istemedikleri birşey olduğu anda, o çok yarar sağlayacağını söyledikleri
şeyi birden yerden yere vurmaya başlarlar. İşte o zaman sahnede yer alan tek
gösteri; ‘Hep ben, ben, ben’dir...
Kısacası dünyayı, ‘sadece ağacın dalını
görenler’ yönetiyorlar.
Bu hafta bir bayan, Sosyal
Hizmetler’den birisinin arayıp, kendisini çocuklarını ihmal etmek ve ‘David Icke’ın bir takipçisi’ olmakla
itham ettiğini anlattı. Malum ‘o zaman mutlaka o da delidir’ yaklaşımı. Aslında
umarım hiçkimse benim ‘takipçim’ değildir, çünkü asla böyle bir amacım olamaz,
ama düşünün kadının, benim verdiğim bilgileri sosyal medyada paylaşması delilik
ile eşdeğer tutuluyor ve çocuklarına bakamayacak birisi olarak
nitelendiriliyor. Bir sosyal hizmetler uzmanı bu iddialar üzerine kadının evine
gidiyor, onu sorguluyor, benimle ilgili düşüncelerini soruyor ve sonradan da
kadının çocuklarını ihmal etmediğini, akıl sağlığının da gayet yerinde olduğunu
görüyor.
İşte ‘sadece ağacın dalını gören’
kişiler hep böyle. ‘Ormanı görmek’ kavramını katiyen anlamadıkları gibi, kendi
inançlarını haklı çıkarmak için, anlayanları da ‘deli’ olarak görüyor, ‘ormanı gören’ birisi birşey söylese, kendilerini
tehdit altında kalıyormuş gibi algılıyorlar. Kısaca, kendi delilikleriyle
yüzleşmektense, o kişilerin verdikleri mesajları görmemezlikten geliyorlar. Tabii
ki bu da bir ‘delilik’ şekli. ‘Delilik’in tanımı ise şöyle:
Oldukça ciddi bir akıl hastalığı olup,
kişi realiteyi ‘düş’ten ayırdedemez, ilişkilerini psikoz nedeniyle yorumlayamaz
veya kontrolsüz fevri davranışlara sürüklenir. Psikoz ise: Psikyatrik veya organik hastalık nedeniyle
oluşan bir zihin hali olup, realite ile bağlantıyı kaybedip, mantıklı
düşünememektir.
Şimdi bunların hepsini bir araya
getirelim ve bir bakalım: İşte! Bütün
dünya ‘sadece ağacın dalını görenler’le dolu... Peki, Dawkins’in dediği üzere; hem
realitenin her yöne çekilemediğini söyleyip, hem kuantum fizik ile ilgili
bilginizin biraz belirsiz olduğunu söylemek, realite ile bir bağlantı kopukluğu
ve mantıklı olarak düşünememek olmuyor mu?
Albert Einstein şöyle demiş: Delilik:
Hiç durmadan aynı şeyi yaptığı halde, kişinin farklı bir sonuç beklemesidir.
Gelgelelim, global topluma egemen olan ‘sadece
ağacın dalını gören’ kişiler, ‘normal’lik duygusunu da gaspettiler. Bu çok
entersan ve doğrusu oldukça da eğitici! İşte size bazı ‘normal’ tanımları:
-‘Bir norm, standart, motif, seviye
veya tipe uyumlu olmak, sıkıca yapışmak, bağlı olmak’.
-‘Ortalama akıl ve gelişimle bağlantılı
veya karakterize edilen’.
-‘Akıl sağlığı yerinde olan, akıllı’.
Yani ‘normal’ olmak, belirli bir
standart veya tipik motife uyumlu olmak oluyor, peki ama standart veya tipik
olana egemen olan ne? Çoğunluğun davranışı... Çoğunluk, ‘sadece ağacın dalını
görenler’ olduğuna göre, o zaman standart hale gelen ve tipik ‘normal’ olan da
sadece onların davranışları oluyor...
Terim aynı zamanda, ‘ortalama akıl’
veya ‘gelişim’ olarak da karakterize ediliyor, o zaman ortalama akılın üzerinde
olmak, sizi ‘anormal’ yapıyor! Bakınız, bu da en vurucu nokta: ‘normal’ olmak,
‘deli olmamak, ‘akıllı’ olmakmış...
Herzamanki gibi herşey tepetaklak olmuş
durumda. Akıl hastası olmamak ve deli olmamak, ancak bir ‘norm’a,‘standart’a,
bir ‘motif’e veya ‘tip’e uygun olmak oluyor, ya da ortalama akıl veya gelişime
göre karakterize ediliyorsunuz. Peki ortalama akıl veya gelişim neye göre
tanımlanıyor? Buyrun işte; sadece algılanmakta
olan ‘bilinen’e inananlarla kıyaslanarak saptanan bir ortalama! ‘Bilinen’in
ötesini görebilenler, tanım gereği, ‘normal’ sayılmayacak kadar fazla ‘akıllı’,
ama akıl hastası sayılmayacak kadar da normal olanlarmış! Güler misin, ağlar
mısın?
Bir tımarhanede doğmuşsanız ve başka
birşey bilmiyorsanız, o zaman delilik sizin için ‘normal’ oluyor. Hala delilik,
ama akıllılık veya deli olmayış maskesi altında ‘normal delilik’! Dünyaya
hoşgeldiniz... Burası standart, tipik ve ‘normal’ bir tımarhane!
Burada gerçekten neler olduğunu anlamak
için, ‘akıl sağlığı yerinde’ ve ‘normal’ terimlerinden kopmamız lazım, çünkü
bunlar kesinlikle ‘değişmez’değerler olamazlar... Bir de asıl ‘normal’
teriminin, ileri derecede ‘delilik’ olduğunu iyice anlamamız gerekiyor...
İnsanlar bir kez bunu anlarlarsa, herşey bir anda anlam kazanır, sonra da bütün
taşlar yerine oturur.