9 Nisan 2019 Salı

Sürüngen beynin kölesiyiz

Gerçek’in Titreşimleri” - 91

Sürüngen beyin sisteminin kölesiyiz...


Hepsi sürüngen beyin ile bağlantılı, dolayısıyla bu büyüden kurtulmanın bir aşaması olarak önce sürüngen beyinden kopmak lazım, çünkü sürekli olarak bizi korkuyla besliyor; “Şundan kork! Bundan kork!” Güvensizlik, anksiyete, zaten algılamamızı manipüle etmek için yapılan hep bu. Böylece bizi düşük frekanslı halde tutuyorlar, dolayısıyla algılamamız “Ay Matriksi”ne hapsoluyor.
Yapabileceğimiz şeylerden birisi, sadece günlük hayatımızda bu kertenkele beyinle bağlantıyı kesmek. Kızdınız mı, 10’a kadar sayın. Geçmedi, 50’ye kadar sayın. Hala birilerini dövmek mi istiyorsunuz, bir daha 50’ye kadar sayın. Çünkü sürüngen beyin düşünmez, sadece tepki gösterir, bu nedenle çok hızlıdır. 
 
Oysa beyinin “neokorteks” bölümü ayrıntılı olarak uzun düşünür, bu yüzden sürüngen beyinden daha yavaş çalışır. Bu nedenle bir olay olur, sürüngen beyinimizle anında tepki gösteririz, aradan bir iki dakika veya yarım saat falan geçer, “neokorteks”imiz aklı selimle olayı düşünür ve sonra “Aman Allahım! Ben ne yaptım? Bütün onları ben mi söyledim, aman Tanrım, olamaz!” deriz. 

Bu bir tepki sistemi, reaksiyon! Eğer tepki göstermezsek, duygusal tepki bütün o duygular, mesele yok, ama bu sürüngen beyin yoluyla manipüle ediliyoruz. “Sakin ol, bunda birşey yok, azıcık düşün, araştır, ne düşünüyorsun, tart!”, arkasından çözüm gelir. Bu bir problem, tepki, çözüm denklemi. İnsanlar kitleler halinde bu şekilde manipüle ediliyorlar, buradan, kafadan!
Ve durumla yüzleştiğimiz zaman, bu arada bir parantez açalım, inanın burada ben de herkes gibi aynı şeyleri yaşamış biriyim, dağın tepesinde oturup ahkam kesmiyorum. Bu tepki sistemi ile yüzleştiğimiz zaman ki bu bir dünya olayı olabilir, hayatımızda birşeyler olabilir, o zaman deriz ki; pekala bundan hoşlanmadım, 1,2,3,4,5,6, diye sayarız, bu arada sürüngen beyin gücünü kaybeder, çünkü onunki tepki gücü. Tepki bir kere yok olursa, gücü de yok olur ve o zaman sağlıklı düşünebiliriz. Sürüngen beyin yoluyla tepki göstermezsek , o zaman “Ay matriksi”nden de kopmuş oluruz.
Ve bu “Gerçek”in Titreşimleri değişirken, insanları kollektif olarak kontrol altında tutan, bağlanmış olduğumuz bu kovan aklı, onun ifadeleri, bu yapılandırılmış dünya, çalışma şeklimiz hepsi değişir. 
 
Birgün erkek kardeşim bana şöyle demişti: “Yahu Dave, bu nedir ya? Sabah kalkıyorsun, işe gidiyorsun, eve geliyorsun, çayını içiyorsun, biraz TV seyrediyorsun, yatıyorsun, sonra yine kalkıyorsun, yine işe gidiyorsun, bu ne ya?” Şuraya bakın! Hep aynı şey, çünkü öyle yapılandırılmış. Bu kölelik, çünkü son derece kısıtlı! 
 
İnsanlara hep anlatırım, konuşmalar yaparım. Bir keresinde Oxford Üniversitesi’nin Öğrenci Birliği’ne bir konuşma yapmıştım, devletlerin hiyerarşik yapısının olmayabileceği bir dünyayı algılayamadılar bile, çünkü onlara göre kaos olurdu, bu tamamen bir sol beyin işlemi!
Sonra insanlar. Bakıyorsunuz, bu dünya delirmiş, çünkü sistem insanlara hizmet etmiyor, insanlar sisteme hizmet ediyorlar. Sistemi değiştireceklerini sanıyorlar, oysa sistem insanları değiştiriyor! Böylece, etkileşimin farklı yollarının olduğu, yemek ve barınak sağlamanın eski sol beyin çağındaki bilgilerini algılayamıyoruz. Yaşamanın, bundan farklı şekilleri de var! Oysa bunları düşünmek bile angarya geliyor. 
 
Oysa farkındalığımızı geliştirirsek, etkileşimin farklı yolları belirecektir. İnançlarla kör olmuşuz. İnanmak! İnsan ruhunu kontrol altına almanın en önemli silahlarından birisi onların birşeye inanmalarını sağlamaktır. Bunun, o ya da bu din veya o ya da bu politik görüş olması gerekmez. Birşeye güçlü bir şekilde inandığınız sürece sizi kapanda tutar, çünkü o inanma duygusu, etrafına bir duvar örer ve o inancı değiştirebilecek bütün sınırları kapatır. Birdenbire kendinizi posta pulu gibi bir kısır ve kısıtlı bir alemde veya bir noktacığın içinde bulursunuz. Ve bu arada, son derece engin olan doğal algılama yeteneğiniz kaybolur gider! Dini bir inancınız olmuşsa, onda kurallar talimatlar vardır. İnancın çevresi duvarla örülür, “bizden olacaksan şuna inanman lazım, şuna inanırsan olmaz, yoksa sen de onlardan olursun” ve bunun gibi niceleri. Oysa hepimiz “sonsuz olasılık” ız, böyleyken kalıplaşmış inancın içinde ne işimiz var? 
 
Din zihinde olur. Din sadece kiliseye gitmek değildir, çeşitli ifadeleri vardır. Zihinin de çeşitli dinleri vardır. Öyle görünmez, ama bunlar zihinin bağımlılıklarıdır. 
 
Bu akıl. “Buna inanmalısın!” Burada tek bir olasılık var, o deyişte ne der? Sadece tek bir olasılık vardır, o da aklımız. Oysa bilinç, tek bir olasılık, dolayısıyla bildiğimiz din de bu çağ değişikliğini aşamayacak, çünkü o da akılın bir başka ifadesi. 
 
Bir hipnoz gösterisinde kişilere hipnoz uygulanıp dindar oldukları söylenmiş. Bu şekilde inananlar çoktur. Akılın, birçok hapishanesi vardır. Dinsel inanç, ırksal inanç; mesela ırkçılıkta şu var: “Benim elbisem seninkinden farklı, o halde ben senden daha iyiyim!”. Bu, “Ay”da iki astronotun, hangisinin uzay kıyafetinin diğerinden daha iyi/güzel olduğunu tartışmasına benziyor. Benimki şurada yapıldı, hayır benimki burada yapıldı, ben senden üstünüm! Bu çocukluk! Bütün bunlar o kadar çocukça ki! Bu arada ırkçı olanlar sadece beyaz ırktakiler de değil, bu öyle bir zihniyet ki, bütün ırklarda dışavuruyor. Dünyanın her yerinde ırkçılık var.
Bu ırkçı bir inanış değil, bu bir zihin hali ve birisi beden bilgisayarının, durumunun veya renginin başkalarından daha üstün olduğunu düşünüyorsa, zihni ve öğrenmesi tamamen kontrol altında tutuluyor demektir. 
 
Politik bir inanç, kendini tanımlama inancı veya “Ben sıradan biri Joe” veya “Zavallı aciz ben” inancı, bütün bunların hepsi kaybolacak, kaybolması lazım, eğer kendimizi “Gerçek”in Titreşimleri’ne açacaksan böyle olmalı, çünkü hepsi bu kendimizi sınırlamamızla ilgili, “yani zavallı aciz ben” sınırlaması. Araştırmacıların araştırmaları, kesin inanışlar olduğu zaman beyinin, nöronları belirli bir ağ içerisinde ateşlediğini gösteriyor. Yani realite süzülüyor ve beyin nöronların ateşlediği şekildeki bir realiteyi deşifre ediyor, yani bilgiyi kendi inancını koruyacak şekilde süzüyor. Ve araştırmada görüldüğü gibi inanç sisteminizi değiştirdiğiniz zaman nöronlar farklı bir şekilde ateşleme yapmaya başlıyorlar. O zaman dünyayı farklı bir şekilde görüyorsunuz. Zihinlerimizi açtığımız bir noktaya ulaştığımız zaman bir “biliş” haline geçiyoruz. Aklımızın inanışından öteye biliş bilincine geçince, erim, algılama ve anlayış ve farkındalıkla erişiminiz ötelere geçiyor. Kendimizi bilincimize açarsak herşey değişiyor, bunu yapmak için boş bir kağıda ihtiyacımız var. Mesele yeni birşeyler öğrenmek değil, eğer varlığımızın o seviyesine geçebilirsek o zaman herşeyi biliriz. Aslında mesele, bizi o seviyemine geçmekten alıkoyan programı silmek! Benliğimizin derinliklerindeki asıl olan biz, “bütün olasılık” ile bütün önyargılı düşünceler veya peşin hükümleri salmak için boş bir kağıda ihtiyacımız var. Önsezisel biliş, neyi düşüneceğimizi ve ne hissedeceğimizi bilir. “Bu asla mümkün olamaz!" düşüncesi yerini, “bu koşullara, bu bilgiye ve hissettiklerime bakılırsa görelim bakalım mümkün olacak mı?” düşüncesine bırakır. Ve birden “hayır, bu mümkün değil!” demeyi bırakır, hemen tepki göstermeden “bir bakacağım” demeye başlarız. Kendi deneyimimden biliyorum, başlangıçta çılgınca görünen birşey, çok derin boyutlara erişebilir, çünkü bizler “bütün olasılık”ız. Eğer “bu mümkün, bu değil” şeklinde düşünüyorsak benliğimizin derinliklerinden hareket etmiyoruz demektir. Kendimizi kısıtlayıp “akıl” alemine girmişizdir. 
 
Şimdi “seçmek zamanı”. Birçok açıdan akıl yöneticidir, kalp ise bilir, önsezidir. 20 yıl önce benim hayatımı değiştiren; “aklım” ile kalp çakramdaki önsezisel “bilişim” arasında karar vermem oldu. Hangisini kullanacaktım aklımı mı, önsezisel bilişimi mi? Seçimim hayatımı değiştirdi ve bu yolu izlememi sağladı. Son 20 yıldır diyebilirim ki, yani ilk zamanlar aklım; “Öyle mi söyleyeceksin? Öyle mi yapacaksın? Şaka ediyor olmalısın! Hayır, hayır asla!” diyordu. Ama ben “Böyle yapmam gerektiğini hissediyorum!” diyor ve öyle de yapıyordum. 
 
Sonuç olarak, önsezisel bilişle bu enerjisel yolu izliyorsunuz, çünkü bu yolun sizin için açılmış olduğunu, 5 duyu realitesinin ötesindeki bir farkındalık seviyesinden geldiğini biliyorsunuz. 5 duyu realitesine göre genel olarak dünyada önsezilerinizi izlediğiniz zaman yaptıklarınız “ben bütün olasılık”ım düşüncesi, delilik, kaçıklık ve tehlikeli olarak görülüyor. Bunu yaptığınız zaman aklınız, kafanızda dank ediyor ve kollarını önüne kavuşturup; “Gördün mü bak, beni dinlemedin, gördün mü başını nasıl bir derde soktun!” diyor. Evet, akıl gözüyle baktığınız zaman öyle görünüyor, ama üzerine giderseniz kendi özgünlüğünüzü ve önsezisel bilişinizi ifade etmenin bir sonucu olarak iyi şeyler olmaya başlıyor, ama bu yaptığınıza ve aldığınız tepkiye rağmen değil, o yolla oluyor. Daha sonra akıl buna bakıyor, “Bir dakika dur bakayım, gerçi başını biraz derde soktun, ama sonunda işe yaradı” diyor. Sonunda aklınız ve kalbiniz veya önseziniz birlikte çalışmaya başlıyor. Aradaki savaş sona eriyor, yeniden “bütün” oluyoruz, akıl kendisine hizmet edeceği yerde, bilince hizmet etmeye başlıyor. Yıllardan beri açık ve dürüst bir şekilde, aklım ve önsezimin problem içerisinde olduğu zamanları hep anlatırım. 
 
Bu müthiş bir duygu, çünkü şöyle başlarsınız; “Bunu yapmam gerektiğini hissediyorum!” “Oh, hayır, bunu yapamazsın!”... Derken mücadele başlar. Ama bir zaman sonra senkronizasyon oluşup da kalp; “bunu yapmam gerektiğini hissediyorum” dediği zaman akıl, “pekala yapalım” demeye başlıyor. Bu dünyayla etkileşime girmenin tamamen farklı bir şeklidir, ama aradaki ikisi arasındaki savaş biter. Bu hepimize açık bir seçim.
Ama öncelikli olan şu: Neyse o! İçinde bulunduğumuz durum bu ve bunun için birşeyler yapmamız lazım. Anlamamız gereken ilk şey; özgür olduğumuzu zannederken zihinsel köle olduğumuz gerçeği. Dolayısıyla ilk aşama bunu idrak etmek. Bunu kavrayabilirsek birşeyler yapabiliriz, çünkü durumu kabul ediyoruzdur. 
 
İkincisi; zihinsel köle olmaya karşı özgürlüğü seçmek ve o özgürlüğe kavuşmak için hazır olmak. Bunu seçtiğimiz zaman enerji alanımızda bir değişim olur. Bu değişim yer alırken, buna ben manyetik çekim diyorum, insan vücudunun enerji alanı zihinsel, duygusal, hatta ruhsal varlık halimizin titreşimsel ifadesi, kendine senkronize olduğu titreşim alanlarını çeker. Bunlar kişiler, yerler, konumlar, hayat tarzları, iş, fırsatlar veya tam tersi olur. Bu değişim yer aldığı zaman, niyet özgürlükse, köle olmamaksa, kim ve nerede olduğumuzu anlamaksa, bu enerji değişikliği ile kendimize yeni kişiler, yeni yerler, yeni fırsatlar vs çekeriz. Böylece eskisinden farklı bir tireşim hali ile senkronize oluruz. 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım