“Gerçek’in
Titreşimleri” - 91
Sürüngen beyin sisteminin kölesiyiz...
Hepsi
sürüngen beyin ile bağlantılı, dolayısıyla bu büyüden
kurtulmanın bir aşaması olarak önce sürüngen beyinden kopmak
lazım, çünkü sürekli olarak bizi korkuyla besliyor; “Şundan
kork! Bundan kork!”
Güvensizlik, anksiyete, zaten algılamamızı manipüle etmek için
yapılan hep bu. Böylece bizi düşük frekanslı halde tutuyorlar,
dolayısıyla algılamamız “Ay Matriksi”ne hapsoluyor.
Yapabileceğimiz
şeylerden birisi, sadece günlük hayatımızda bu kertenkele
beyinle bağlantıyı kesmek. Kızdınız mı, 10’a kadar sayın.
Geçmedi, 50’ye kadar sayın. Hala birilerini dövmek mi
istiyorsunuz, bir daha 50’ye kadar sayın. Çünkü sürüngen
beyin düşünmez, sadece tepki gösterir, bu nedenle çok hızlıdır.
Oysa
beyinin “neokorteks” bölümü ayrıntılı olarak uzun düşünür,
bu yüzden sürüngen beyinden daha yavaş çalışır. Bu nedenle
bir olay olur, sürüngen beyinimizle anında tepki gösteririz,
aradan bir iki dakika veya yarım saat falan geçer,
“neokorteks”imiz aklı selimle olayı düşünür ve sonra “Aman
Allahım! Ben ne yaptım? Bütün onları ben mi söyledim, aman
Tanrım, olamaz!”
deriz.
Bu
bir tepki sistemi, reaksiyon! Eğer tepki göstermezsek, duygusal
tepki bütün o duygular, mesele yok, ama bu sürüngen beyin yoluyla
manipüle ediliyoruz. “Sakin
ol, bunda birşey yok, azıcık düşün, araştır, ne düşünüyorsun,
tart!”,
arkasından çözüm gelir. Bu bir problem, tepki, çözüm denklemi.
İnsanlar kitleler halinde bu şekilde manipüle ediliyorlar,
buradan, kafadan!
Ve
durumla yüzleştiğimiz zaman, bu arada bir parantez açalım,
inanın burada ben de herkes gibi aynı şeyleri yaşamış biriyim,
dağın tepesinde oturup ahkam kesmiyorum. Bu tepki sistemi ile
yüzleştiğimiz zaman ki bu bir dünya olayı olabilir, hayatımızda
birşeyler olabilir, o zaman deriz ki; pekala bundan hoşlanmadım,
1,2,3,4,5,6, diye sayarız, bu arada sürüngen beyin gücünü
kaybeder, çünkü onunki tepki gücü. Tepki bir kere yok olursa,
gücü de yok olur ve o zaman sağlıklı düşünebiliriz. Sürüngen
beyin yoluyla tepki göstermezsek , o zaman “Ay matriksi”nden de
kopmuş oluruz.
Ve
bu “Gerçek”in Titreşimleri değişirken, insanları kollektif
olarak kontrol altında tutan, bağlanmış olduğumuz bu kovan aklı,
onun ifadeleri, bu yapılandırılmış dünya, çalışma şeklimiz
hepsi değişir.
Birgün
erkek kardeşim bana şöyle demişti: “Yahu
Dave, bu nedir ya? Sabah kalkıyorsun, işe gidiyorsun, eve
geliyorsun, çayını içiyorsun, biraz TV seyrediyorsun, yatıyorsun,
sonra yine kalkıyorsun, yine işe gidiyorsun, bu ne ya?”
Şuraya bakın! Hep aynı şey, çünkü öyle yapılandırılmış.
Bu kölelik, çünkü son derece kısıtlı!
İnsanlara
hep anlatırım, konuşmalar yaparım. Bir keresinde Oxford
Üniversitesi’nin Öğrenci Birliği’ne bir konuşma yapmıştım,
devletlerin hiyerarşik yapısının olmayabileceği bir dünyayı
algılayamadılar bile, çünkü onlara göre kaos olurdu, bu tamamen
bir sol beyin işlemi!
Sonra
insanlar. Bakıyorsunuz, bu dünya delirmiş, çünkü sistem
insanlara hizmet etmiyor, insanlar sisteme hizmet ediyorlar. Sistemi
değiştireceklerini sanıyorlar, oysa sistem insanları
değiştiriyor! Böylece, etkileşimin farklı yollarının olduğu,
yemek ve barınak sağlamanın eski sol beyin çağındaki
bilgilerini algılayamıyoruz. Yaşamanın, bundan farklı şekilleri
de var! Oysa bunları düşünmek bile angarya geliyor.
Oysa
farkındalığımızı geliştirirsek, etkileşimin farklı yolları
belirecektir. İnançlarla kör olmuşuz. İnanmak! İnsan ruhunu
kontrol altına almanın en önemli silahlarından birisi onların
birşeye inanmalarını sağlamaktır. Bunun, o ya da bu din veya o
ya da bu politik görüş olması gerekmez. Birşeye güçlü bir
şekilde inandığınız sürece sizi kapanda tutar, çünkü o
inanma duygusu, etrafına bir duvar örer ve o inancı
değiştirebilecek bütün sınırları kapatır. Birdenbire
kendinizi posta pulu gibi bir kısır ve kısıtlı bir alemde veya
bir noktacığın içinde bulursunuz. Ve bu arada, son derece engin
olan doğal algılama yeteneğiniz kaybolur gider! Dini bir inancınız
olmuşsa, onda kurallar talimatlar vardır. İnancın çevresi
duvarla örülür, “bizden
olacaksan şuna inanman lazım, şuna inanırsan olmaz, yoksa sen de
onlardan olursun”
ve bunun gibi niceleri. Oysa hepimiz “sonsuz olasılık” ız,
böyleyken kalıplaşmış inancın içinde ne işimiz var?
Din
zihinde olur. Din sadece kiliseye gitmek değildir, çeşitli
ifadeleri vardır. Zihinin de çeşitli dinleri vardır. Öyle
görünmez, ama bunlar zihinin bağımlılıklarıdır.
Bu
akıl. “Buna inanmalısın!” Burada tek bir olasılık var, o
deyişte ne der? Sadece tek bir olasılık vardır, o da aklımız.
Oysa bilinç, tek bir olasılık, dolayısıyla bildiğimiz din de bu
çağ değişikliğini aşamayacak, çünkü o da akılın bir başka
ifadesi.
Bir
hipnoz gösterisinde kişilere hipnoz uygulanıp dindar oldukları
söylenmiş. Bu şekilde inananlar çoktur. Akılın, birçok
hapishanesi vardır. Dinsel inanç, ırksal inanç; mesela ırkçılıkta
şu var: “Benim
elbisem seninkinden farklı, o halde ben senden daha iyiyim!”.
Bu, “Ay”da iki astronotun, hangisinin uzay kıyafetinin
diğerinden daha iyi/güzel olduğunu tartışmasına benziyor.
Benimki şurada yapıldı, hayır benimki burada yapıldı, ben
senden üstünüm! Bu çocukluk! Bütün bunlar o kadar çocukça ki!
Bu arada ırkçı olanlar sadece beyaz ırktakiler de değil, bu öyle
bir zihniyet ki, bütün ırklarda dışavuruyor. Dünyanın her
yerinde ırkçılık var.
Bu
ırkçı bir inanış değil, bu bir zihin hali ve birisi beden
bilgisayarının, durumunun veya renginin başkalarından daha üstün
olduğunu düşünüyorsa, zihni ve öğrenmesi tamamen kontrol
altında tutuluyor demektir.
Politik
bir inanç, kendini tanımlama inancı veya “Ben
sıradan biri Joe” veya “Zavallı aciz ben”
inancı, bütün bunların hepsi kaybolacak, kaybolması lazım, eğer
kendimizi “Gerçek”in Titreşimleri’ne açacaksan böyle
olmalı, çünkü hepsi bu kendimizi sınırlamamızla ilgili, “yani
zavallı aciz ben” sınırlaması. Araştırmacıların
araştırmaları, kesin inanışlar olduğu zaman beyinin, nöronları
belirli bir ağ içerisinde ateşlediğini gösteriyor. Yani realite
süzülüyor ve beyin nöronların ateşlediği şekildeki bir
realiteyi deşifre ediyor, yani bilgiyi kendi inancını koruyacak
şekilde süzüyor. Ve araştırmada görüldüğü gibi inanç
sisteminizi değiştirdiğiniz zaman nöronlar farklı bir şekilde
ateşleme yapmaya başlıyorlar. O zaman dünyayı farklı bir
şekilde görüyorsunuz. Zihinlerimizi açtığımız bir noktaya
ulaştığımız zaman bir “biliş” haline geçiyoruz. Aklımızın
inanışından öteye biliş bilincine geçince, erim, algılama ve
anlayış ve farkındalıkla erişiminiz ötelere geçiyor. Kendimizi
bilincimize açarsak herşey değişiyor, bunu yapmak için boş bir
kağıda ihtiyacımız var. Mesele yeni birşeyler öğrenmek değil,
eğer varlığımızın o seviyesine geçebilirsek o zaman herşeyi
biliriz. Aslında mesele, bizi o seviyemine geçmekten alıkoyan
programı silmek! Benliğimizin derinliklerindeki asıl olan biz,
“bütün olasılık” ile bütün önyargılı düşünceler veya
peşin hükümleri salmak için boş bir kağıda ihtiyacımız var.
Önsezisel biliş, neyi düşüneceğimizi ve ne hissedeceğimizi
bilir. “Bu
asla mümkün olamaz!"
düşüncesi yerini, “bu
koşullara, bu bilgiye ve hissettiklerime bakılırsa görelim
bakalım mümkün olacak mı?”
düşüncesine bırakır. Ve birden “hayır,
bu mümkün değil!”
demeyi bırakır, hemen tepki göstermeden “bir
bakacağım”
demeye başlarız. Kendi deneyimimden biliyorum, başlangıçta
çılgınca görünen birşey, çok derin boyutlara erişebilir,
çünkü bizler “bütün olasılık”ız. Eğer “bu mümkün, bu
değil” şeklinde düşünüyorsak benliğimizin derinliklerinden
hareket etmiyoruz demektir. Kendimizi kısıtlayıp “akıl”
alemine girmişizdir.
Şimdi
“seçmek zamanı”. Birçok açıdan akıl yöneticidir, kalp ise
bilir, önsezidir. 20 yıl önce benim hayatımı değiştiren;
“aklım” ile kalp çakramdaki önsezisel “bilişim” arasında
karar vermem oldu. Hangisini kullanacaktım aklımı mı, önsezisel
bilişimi mi? Seçimim hayatımı değiştirdi ve bu yolu izlememi
sağladı. Son 20 yıldır diyebilirim ki, yani ilk zamanlar aklım;
“Öyle
mi söyleyeceksin? Öyle mi yapacaksın? Şaka ediyor olmalısın!
Hayır, hayır asla!”
diyordu. Ama ben “Böyle
yapmam gerektiğini hissediyorum!”
diyor ve öyle de yapıyordum.
Sonuç
olarak, önsezisel bilişle bu enerjisel yolu izliyorsunuz, çünkü
bu yolun sizin için açılmış olduğunu, 5 duyu realitesinin
ötesindeki bir farkındalık seviyesinden geldiğini biliyorsunuz. 5
duyu realitesine göre genel olarak dünyada önsezilerinizi
izlediğiniz zaman yaptıklarınız “ben bütün olasılık”ım
düşüncesi, delilik, kaçıklık ve tehlikeli olarak görülüyor.
Bunu yaptığınız zaman aklınız, kafanızda dank ediyor ve
kollarını önüne kavuşturup; “Gördün
mü bak, beni dinlemedin, gördün mü başını nasıl bir derde
soktun!”
diyor. Evet, akıl gözüyle baktığınız zaman öyle görünüyor,
ama üzerine giderseniz kendi özgünlüğünüzü ve önsezisel
bilişinizi ifade etmenin bir sonucu olarak iyi şeyler olmaya
başlıyor, ama bu yaptığınıza ve aldığınız tepkiye rağmen
değil, o yolla oluyor. Daha sonra akıl buna bakıyor, “Bir
dakika dur bakayım, gerçi başını biraz derde soktun, ama sonunda
işe yaradı”
diyor. Sonunda aklınız ve kalbiniz veya önseziniz birlikte
çalışmaya başlıyor. Aradaki savaş sona eriyor, yeniden “bütün”
oluyoruz, akıl kendisine hizmet edeceği yerde, bilince hizmet
etmeye başlıyor. Yıllardan beri açık ve dürüst bir şekilde,
aklım ve önsezimin problem içerisinde olduğu zamanları hep
anlatırım.
Bu
müthiş bir duygu, çünkü şöyle başlarsınız; “Bunu
yapmam gerektiğini hissediyorum!”
“Oh,
hayır, bunu yapamazsın!”...
Derken mücadele başlar. Ama bir zaman sonra senkronizasyon oluşup
da kalp; “bunu
yapmam gerektiğini hissediyorum”
dediği zaman akıl, “pekala
yapalım”
demeye başlıyor. Bu dünyayla etkileşime girmenin tamamen farklı
bir şeklidir, ama aradaki ikisi arasındaki savaş biter. Bu
hepimize açık bir seçim.
Ama
öncelikli olan şu: Neyse o! İçinde bulunduğumuz durum bu ve
bunun için birşeyler yapmamız lazım. Anlamamız gereken ilk şey;
özgür olduğumuzu zannederken zihinsel köle olduğumuz gerçeği.
Dolayısıyla ilk aşama bunu idrak etmek. Bunu kavrayabilirsek
birşeyler yapabiliriz, çünkü durumu kabul ediyoruzdur.
İkincisi;
zihinsel köle olmaya karşı özgürlüğü seçmek ve o özgürlüğe
kavuşmak için hazır olmak. Bunu seçtiğimiz zaman enerji
alanımızda bir değişim olur. Bu değişim yer alırken, buna ben
manyetik çekim diyorum, insan vücudunun enerji alanı zihinsel,
duygusal, hatta ruhsal varlık halimizin titreşimsel ifadesi,
kendine senkronize olduğu titreşim alanlarını çeker. Bunlar
kişiler, yerler, konumlar, hayat tarzları, iş, fırsatlar veya tam
tersi olur. Bu değişim yer aldığı zaman, niyet özgürlükse,
köle olmamaksa, kim ve nerede olduğumuzu anlamaksa, bu enerji
değişikliği ile kendimize yeni kişiler, yeni yerler, yeni
fırsatlar vs çekeriz. Böylece eskisinden farklı bir tireşim hali
ile senkronize oluruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder