(David
Icke’ın 28 Kasım 2010
tarihli
makalesi)
Dünyanın
değerleri o kadar yanlış yönlendiriliyor, o kadar yozlaştırılıyor
ki, başkalarının hayatlarına en büyük katkıda bulunanlar
görmezden gelinip, ‘sıradan’ veya ‘başarısı düşük’
sayılırken, çok daha az, hatta bazen hiçbir katkısı bile
olmayanlar üne kavuşuyor, yüceltiliyor.
Tabii
ki bu yozlaşma, tamamen ‘para ve ün = başarı’ illüzyonuna
dayalı diyecektim, ama artık sadece ‘para = ün’ haline
dönüştü. Büyük bir eviniz mi var? Ya büyük bir arabanız?
Banka hesabınız kabarık mı? Peki hep ‘birinci sınıf’ta mı
yolculuk yaparsınız? Ünlü müsünüz? Gazete ve dergilerde adınız
çıkar mı? Sokağa çıkınca herkes sizi tanır mı? Hayır mı?
Vah, vah, demek başarısızsınız! Peki acaba ne zaman
başaracaksınız?
Bütün
bunları kızım Kerry’nin düğününde harika bir gün geçirirken
düşündüm. Öyle gösterişli bir düğün falan değildi, son
derece sade, ama şen bir düğün oldu. En güzel tarafı insanların
birbiriyle olan sımsıcak iletişimiydi.
Eskiden
insanlar arasında ahbaplıklar olur, sokakta karşılaşınca kısa
sohbetler yapılırdı. Şimdi belirli büyüklükteki şirketler
veya resmi devlet dairelerinde bile karşımıza ‘bilgisayar teyp
kaydı’ çıkıyor!
Geçenlerde
bir otelde rezervasyon yaptıracaktım, karşıma ‘Tina’ adlı
bir bayan çıktı! Tabii ki bir bilgisayar programıydı ve
telefonda rezervasyon numaramı istiyordu. Söyledim, “Üzgünüm
algılayamadım”
dedi. Tekrarladım. Yine “Üzgünüm,
algılayamadım”
dedi. Nedense birden tepem attı ve “Tabii
algılayamıyorsun, çünkü kahrolası bir bilgisayar programısın,
bırak algılamayı, düşünemezsin bile! Orada yardım edecek bir
insan yok mu?”
diye bağırdım. Cevap tabii ki yine “Üzgünüm,
algılayamadım”...
oldu.
Neyse
konuyu dağıtmayayım, ama şu bir gerçek ki; halkın arasındaki
birçok sıradan insanı çok özel yapan, insanların arasındaki
etkileşim ve dayanışma oluyor.
İnsanlar
arasında çok sevilen nice kişi, sisteme göre ‘başarılı’
değildir. Çoğu utangaç veya çekingendir, hiç ortada görünmek
istemez, zengin değildir, şarkı söyleyemez, rol yapamaz veya
haberleri okumaz...
Bazı
genç anne babalar var, hiç de zengin ve ünlü değiller, ama son
derece mutlular, çocuklarını da kişilik özelliklerini ifade
etmelerini sağlayacak şekilde yetiştiriyorlar. Dünyanın her
yerindeki bu tür anne babalar; mutlu, kendileriyle barışık,
çeşitli özellikler gösteren çocuklardan oluşan özgür
düşünceli toplumlar için ne kadar da büyük bir katkıda
bulunuyorlar.
Ne
var ki dünyada çoğu kişi ‘başarı’deyince, konudan sapıp
gidiyor. ‘Başarı’ sözcüğü o kadar yozlaştı ki, artık
sadece ‘zengin ve ünlü olmak’ olarak algılanır oldu. Televizyon
realite programlarında görünen çoğu kişide olduğu gibi,
kitlesel bir güvensizlik ortamının sonucu olarak insanlarda, sırf
ünlü olmuş olmak için ünlü olma isteği doğuyor.
Bu
çok derin güvensizlik duygusunu her şekilde, eğlence
endüstrisindeki ünlülerin durumundan anlamak mümkün. Belirli bir
yeteneğiniz varsa ve kamuoyuna bir katkınız olduğu için ünlü
iseniz tamam, ama özellikle de gençlerin bu tür gösteri
mesleklerinin cazibesine çekilmelerinin nedeni, onaylanma veya
beğenilme egolarını tatmin etme isteklerinden kaynaklanıyor.
Bu
kendini onaylama, kendini kabul ettirme, kendini sevme eksikliğini
hayranlarının veya izleyicilerin alkışları ile tatmin etme
arayışı içindeler. Bu nedenle birçok ‘güvensiz’ kişi, hep
halkın gözünün önünde olacağı bir meslek seçiyor veya ‘ünlü’
olmak için herşeyi yapıyor... Dolayısıyla binlerce kişi, ‘Simon
Cowell tarzı’ yetenek yarışmalarında çoğunlukla aşağılanmak
ve alay edilmek üzere saatlerce kuyrukta bekliyorlar.
Simon Cowell sadece kendini dinler
|
Bu yüzden milyonlarca insan başarı kazanmaktan ziyade ünlü olmanın cazibesine kapılıyor, çünkü eğer ünlü veya zengin değilseniz o zaman ‘başarısız’sınız demektir. Ne büyük bir saçmalık değil mi?
Nikolas
Vujiçiç şimdi çok ünlü, ama birçoğu gibi öylesine ‘ünlü’
olmadı. O, olağanüstü bir insan ve inanılmaz bir ruha sahip
olduğu için ünlü oldu. 1982’de ‘Tetra –amelia sendromu’
denilen bir hastalık yüzünden kolları ve bacakları olmadan
doğduğu zaman, ona herhangi birşeyde ‘başarılı’ olabileceği
umudu bile verilmemişti. Nick’in küçücük iki ayağı var ve
birinin parmakları ile yazı da yazıyor.
‘Nerede
başladığın değil, nerede bitirdiğin önemlidir’
derler, ama insanları ‘başarı’larına göre
değerlendirecekseniz, önemli olan nereden başladığıdır.
Birisi
okulda maruz kaldığı sataşmaları aşar, 17 yaşında kendi ‘kar
amacı gütmeyen organizasyon’unu kurar ve 21 yaşında
üniversitenin muhasebe ve finans bölümünden mezun olup, tanınmış
bir motivasyon konuşmacısı olursa onun için ne denir?
Hali
vakti yerinde bir aileden geliyorsa, bir de sağlam ve sağlıklı
bir bedeni varsa, ‘başarılı’ denir, öyle değil mi? Peki bir
kişi bütün bunları, sadece üzerinde başının olduğu kolsuz ve
bacaksız bir beden ile yapıp, sadece iki ayak parmağı ile
yazıyorsa ne denir? Kelimeler yetersiz kalır değil mi? Ancak
Nikolas Vujiçiç bunu, çok daha kolay bir başlangıç noktasından
yapmış olan nicesinden daha iyi başarmış!
Aslında
umutsuz durumdaki ailelerden çıkıp, hayatlarında hiç şöhret ve
para olmadığı halde kendilerinin ve başkalarının hayatları
için çok şey yapan çok insan vardır, ama ne yazık ki onları
hiç kimse tanımaz ve hiç ‘zengin ve ünlü’ olanlar gibi rağbet
görmezler.
Ya
hayatını hasta, yoksul ve ezilmiş olanlara adamış olanlara ne
demeli? Onlar sonunda kendileri hastalanır ve yoksullaşır,
hayatlarını hep başkaları için tehlikeye atar, hatta bazen
kaybederler.
Rachel öldürülmeden az önce...
|
Çok
kısa bir ömrü oldu, sadece 23 yaşındaydı, ama kalbinin sesini
dinledi ve adalet ve empati duygusuyla hareket etti. Onunkisi öyle
bir ‘başarı’ydı ki, aynı başarıyı başkaları da gösterip,
hep kendi çıkarlarının ağır bastığı duygudan
kurtulabilselerdi, o motivasyonla bugünkü dünya bir cennete
çevrilebilirdi.
Rachel Corrie en sağda, Gazze’deki bir protesto gösterisinde. Pankart: İsrail Ordusu, çocukları öldürmeye son ver... |
Dünyada
hergün görünmeden didinip duran, halkın bilmediği birçok Rachel
Corrie var, ama onlar zengin ve ‘ünlü’ olanlardan çok daha
farklı ‘başarı’lar kazanıyorlar. ‘Başarı’ banka hesabı
ve gazete sayfalarında yer almak değildir. Kim olduğunuz ve ne
yaptığınızdır.
‘Şöhret
ve Para’ denilen zihin programı, global toplumu çoğu kişinin
farkedemeyeceği kadar derinden bozdu. Mukayese yapıldığı zaman
sokakları temizleyenler ‘başarısız’ olarak nitelendirilirken,
sözde ünlüler daha çok rağbet görüyorlar. Peki birkaç ay
boyunca temizlik görevlileri işlerini yapmazlarsa, hangisine daha
çok ihtiyaç duyarız? Bir Hollywood aktörüne mi? Bir futbolcuya
mı? Yoksa sokakları temizleyen, çöpleri toplayanlara mı?
1970’lerde
İngilere’de birkaç hafta çöpçülerin grevi nedeniyle sokaklar,
potansiyel hastalık taşıyan fareleri cezbeden çöplerle dolmuştu.
Buna rağmen İngiltere’de hala ‘kazanan/kaybeden’ algılaması
hüküm sürüyor. Aslında ‘algılama yanılgısı’ yüzünden
gerçekten neyin önemli olduğunu da, günlük hayatımıza katkısı
olan insanları da görmeyecek hale geldik.
Geçenlerde
bir ara Londra’dayken, gökyüzünde Parlamento binalarının
üstünden geçmekte olan uçakları gördüm. Heathrow hava alanına
inmek üzere alandaki trafik görevlilerinin talimatı doğrultusunda
sıraya girmiş oldukları dikkatimi çekti.
Her gün, dünyanın dört bir tarafından gelen binlerce yolcuyu taşıyan bu uçakları sıraya sokmak, belirli yükseklikte belirli mesafede kalmalarını ve sağlimen yere inmelerini sağlamak müthiş birşey. Çoğumuz bunu olağan sayar, sadece bir kaza veya ters giden bir şey olursa farkına varırız.
Her gün, dünyanın dört bir tarafından gelen binlerce yolcuyu taşıyan bu uçakları sıraya sokmak, belirli yükseklikte belirli mesafede kalmalarını ve sağlimen yere inmelerini sağlamak müthiş birşey. Çoğumuz bunu olağan sayar, sadece bir kaza veya ters giden bir şey olursa farkına varırız.
Oysa
onlar saat saat, yıllardır işlerini mükemmel bir şekilde
yaparlar. Dünyadaki bütün hava alanlarında bu böyledir. Hava
açık olsa bile bu çok zor bir iştir, bir de fırtına, yağmur,
kar veya sis olduğu zamanları varın siz düşünün. En küçük
bir ihmal bir felaketle sonuçlanabilir. Bu inanılmaz işi yapan
inanılmaz insanlardan birisi tanıdığınız veya arkadaşınız
değilse, içimizden kaç kişi bir hava trafik kontrol görevlisini
tanır? Hiç kimse...
Onlardan
hangisini televizyonda görürsünüz veya Karayipler’deki
tatillerini izlersiniz? Hiçbirinin, çünkü hep hafife alınırlar.
Onlar ‘sıradan’ insanlardır. Tom Cruise veya Elton John veya
City of London veya Wall Street’te milyonlarca insanın hayatı ile
kumar oynayan ünlülerden değillerdir. Oysa asıl ‘başarılı’
olan onlardır!
Çok
duymuşumdur, o bay ya da bayan, markette ‘sadece’ rafları
düzenler veya ‘sadece’ bir ofis çalışanıdır. Oysa satış
görevlisi olmasa marketten hiçbirşey alamayız, rafları
düzenleyenler olmasa raflarda alacak hiçbirşey olmaz, ofis
çalışanları olmasa kamu sektöründe de, devlet sektöründe de
bütün sistem karmakarışık olur.
Artık,
öncelikle ve önemle, ‘başarı’ algılamamızı yeniden
tanımlamalıyız. Altında çalışanlara pislik gibi davranan
narsist bir patronun bankada serveti, garajda arabaları ve saray
yavrusu evleri olabilir. Oysa son derece düşük maaşlı bir
postacı çalışırken karşılaştığı herkese gülümser. Şimdi
soruyorum; Gittikleri her yere sevgi ve dostluk taşıyan insanlar
mı, televizyonda rol kesen aktör mü hayata sıcaklık getirir?
İyiden
iyiye bozulmuş olan dünyamızın illüzyonları arasından gerçeği
görebildiğimiz zaman, zaten bu soruyu tekrar sormaya hiç gerek
kalmaz.
Bu
hafta bütün bunları yeniden hatırlamamı sağladığın için
teşekkürler Kerry, teşekkür ederim kızım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder