Gerçek’in Titreşimleri – 79
David Icke Türkçe Video
Dünya, gerçeklik ve simulasyon üzerine
Hem Türkçe altyazılı video olarak, hem de aşağıda düz yazı olarak sunulmuştur.Kevin Black'in sorusuyla devam edeceğiz. Kevin soruyor ki "Dünya Düz mü?" Düz Dünya sorusunu neden sorduğunu bilemiyorum ama... cevabım şu olurdu: Nereden bilebiliriz ki? Gerçekten dünya var mı bilebilir miyiz? Evet dünyada yaşıyoruz, öyle değil mi? Çevremizdeki bunca şey, uzaydan görülenler. Evet... Ama ne görüyoruz? Yani gördüğümüz şey... araştırılmakta olan bir saha. İnsanoğlunun burada bulunduğu durumu araştırıyoruz. Ki bu da çoğu insan tarafından gözardı ediliyor. Siz araştırmayı incelersiniz, ben ise kendim bakarım. Ne olduğunu görmem lazım. Finansal ya da politik bir manipulasyon var mı bakmam lazım. Savaş la ilgili bir manipulasyon var mı, tezgahlanmış bir terör saldırısı mı var... Bunun yapılması lazım. Ama olayın zemininde aslında realitenin anlaşılması yatıyor.
Bizler yaşam dediğimiz şeyi deneyimliyoruz, Dünya dediğimiz şeyi deneyimliyoruz. Nedir peki o? İlk bakışta çok basit görünüyor. O bir gezegen, bir evren... ...ve katı maddeden bir nesne. Madde yani. Ama ne zaman ki... Ne zaman ki derinlere inseniz, -aslına bakarsanız o kadar derin de değil- Bunların hiçbiri doğru değil. Katı bir dünyada yaşamıyoruz. Kuantum Fiziği bunu bize uzun zamandır anlatıyor. Bizler fiziksel görünen... illüzyonik bir dünyada yaşıyoruz. Ama değil. Ve bizler bir bilgisayar oyununun... çok çok gelişmiş bir sürümünü deneyimliyor gibiyiz. Bir simulasyon. Ve insanların bilgisayar oyunlarını nasıl oynadığına bakarsanız. Yani şu sanal gerçeklikleri falan diyorum... Orada ne oluyor? İnsanlar gözlüklerini takıyor, kulaklıklarını falan takıyor, hatta... bazen özel eldivenlerini giyiyorlar. Bunun yaptığı şey aslında basitçe bizim gerçekliğimizi kırmak ve onu algılayış biçimimize müdahale etmek. Çünkü orada aslında dalgaboyu mertebesindeki iletişim, beş duyumuzca elektriksel bir bilgiye dönüşüyor ve sonra beyinle iletişime geçiyor.
Beyinde ardından bunu deşifre ediyor ve bunu bizim deneyimlediğimizi düşündüğümüz gerçekliğe dönüştürüyor.
İşte olan şey bu. Size uzun zamandır kitaplarımda bahsettiğim simulasyon. Bu simulasyon kablosuz internet gibi. Aynı o durum. Eğer kablosuz... internet olan bir yerdeyseniz onu göremeseniz de o her yerdedir. Görünmez bir biçimde varolur. Ve bilgisayar bu... bilgi alanını deşifre ederek ekranda gördüğümüz şeye çevirir. Biliyorsunuz, internetten bahsedince tüm o resimler, grafikler, filmler, yazılar... evet ama sadece ekranda. Başka yerde değil. Sadece deşifre edilip işlenmiş bir bilgi kümesi. Bu yüzden bir biyolojik bilgisayar olarak bizim yaptığımız şey de bilgiyi almak, işlemek, iletmek suretiyle kozmik internet dediğim bu alanla etkileşimde bulunmak. Kozmik bir wifi ağı gibi düşünebilirsiniz. Ve böyle yaparken bir dünyada varmışız gibi görünüyor. Ama aslında sadece onu deşifre ediyoruz. Aynı bilgisayarın vericiden gelen bilgiyi işleyip ekrana getirmesi gibi. O yüzden sanal gerçeklik bilgisayar oyunlarının yaptığı şey, eldiven, gözlük gibi gereçlerle bu sürece müdahale etmek. Bunu görüşünüzü, ve duyduğunuz sesi değiştirmekle yapıyor tabii. Bedenin beş duyusuna hitap edebilecek şeylerle. Yaptıkları şey, bu duyuları başka bilgilerle beslemek. Bunu da normalde deneyimleyeceğiniz ve "gerçek" kabul ettiğimiz Dünya'yı baskılayarak yapıyor. Acaip değil mi gerçekten? Ve birden insanlar kendilerini öyle sofistike bir sanal gerçeklik içinde buldular ki şu anda algıladıkları Dünya acaba gerçek mi? İnsanların özel gereçlerle o gerçeklikle etkileşime girdiklerini görüyorsunuz. Aslında duyularının algılayacağı formda onlara sunulmuş veriden başka şey değiller.
Şimdi soru şu. Ya halihazırda yaptığımız da buysa? Yani sahte bir gerçekliği algılamak. Bu da bizi "Dünya Düz mü?" sorusuna getiriyor. Bir Dünya var mı acaba? Nereden bilebiliriz ki? Bilgisayar nereden bilsin; ekranındaki şey gerçek mi? Nereden bilebiliriz? Biz katı gibi görülen bir gerçeklik algılıyoruz ama değil. Ve biz sadece bilgi alanında mevcut bulunan veriyi işliyoruz. Aynı bilgisayarın yaptığı gibi. Bilgiyi/veriyi değiştirin, ekrandaki görüntü değişsin. Bu yüzden, eğer bilgisayar simulasyonu tarzı bir şeyin içinde yaşıyorsak; ki ben kuvvetle muhtemel böyle görüyorum. Tamam bilim projeleri var; ama bunlar ana-akım. Dünya'nın dört bir yanından açık fikirli çalışmalar var ve bizi şu soruya getiriyor. Bu bir simulasyon mu? Bir bilgisayar oyunu gibi mi? Biliyorsunuz, bazı fizikçiler de buna değindi ve realitemizin fiziğinin bir bilgisayar oyunu fiziğiyle aynı işlediğini söylediler. O zaman kanıtlar bizi hep bu sonuca yaklaştırıyor.
Bir başka soru şu; Simulasyonu yöneten her kimse işlediğimizi veriyi de kontrol ediyor, gerçeklik algımızı, kim ve nerede olduğumuz algısını da kontrol ediyor. Yani... (tuş sesleri) sonra Enter'a basar. Ahaa, Dünya yuvarlak adamım. Baksana uzaydan görüyorum. (tuş sesleri) Enter'a basar. Allah aşkına, herkes Dünya'nın düz olduğunu bilir. Baksana uzaydan görünüyor. Bu kadar basit. Ancak ve ancak gerçeklik ve benlik gibi böyle derin konulara ya da yaşadığımız bu dünyaya veya burada yaşadığımız dair algıya işte burası cevapların olduğu yer çünkü burası tavşan deliğinin bizi götürdüğü yer.
Bu sorular, insanların sahip olduğu bu kesinlikler... mesela insanlar gelip şöyle diyorlar "ooo adamım sen delisin, bunu herkes bilir" Peki ya sen nereden biliyorsun?
─ "Eee okulda anlatıldı."
evet, peki sonra?
─ "Medya böyle diyor, bilim öyle anlatıyor."
Pekala... Aldığın bu bilgilerin hep aynı kaynaktan geldiğini hiç düşündün mü ki? Hatta hep aynı oyundan geldiğini. Çeşitli uzmanlıklardan insanlar der ki işte bu böyle olur. Ben de bu oyuna geldim, ben de herkes gibi sahte gerçeklik tuzağına düştüm. Çoğu zaten söylediklerine inanıyor çünkü onlara göre doğru bu. Ama ne zaman ki realiteye derince ve açık fikirlilikle bakarsanız, gerçekliği algılayış ve deneyimleme sürecimizi görmeye başlarsanız, o zaman bu büyük sorular cevap istemeye başlıyor. Burası nedir? Algıladığımız bu Dünya gerçek mi? Yoksa bu tıkır tıkır tuşlara basılıp programlanan bir şey mi? Eğer öyleyse komutları kim gönderiyor?
Yıllar önce, çok yıllar önce, 1950'lerde, Londra Planetaryumu açıldı. (Ç.N.: Uzay ve gökyüzü müzesi)
ve... Ben orta İngiltere'de, Leicester'de doğmuştum. Hiç paramız olmamıştı. Haftadan haftaya zor geçiniyorduk. Bir gün bir şey oldu. Babam şu banka tatillerinden birinde çıkıp geldi. Merdivenlerden indi ve Londra'ya gideceğimizi söyledi. Ne?! Bu aşağı yukarı 50'lerin sonunda oluyor. Yani ben de 6-7 yaşlarındayım. Harikaydı. İlk kez buharlı trene de binmiştim. Londra'ya vardık ve... Babam dedi ki "Londra Planetaryuma gidiyoruz!" Ne olduğunu bile bilmiyordum. Üstelik babamın astronomiye kesinlikle hiçbir ilgisi yok, hayatında bundan bahsetmedi, hiç bunu anmadı ama şimdi Londra Planetaryumuna gidiyoruz.
Buradan şuraya geleceğim... İçeri girdim, gündüzün ortasındayız, oraya oturdum, küçük bir çocuğum, ışıklar söndü... Ve birden gece gökyüzü üzerimdeydi ve bana bakıyordu. O gün bir şey beni dürttü ve düşünün; küçücük bir çocuğum. Bunu o zamandan beri aklımda tutarım. Gerçek miydi, yoksa bir film miydi sadece?
Gece baktığımız gökyüzünden bahsedersek, öylece bakıyoruz... Onca yıldızlar, Binlerce nesne, milyonlarca yıldız, milyarlarca ışık yılı uzaklıklar... bahsettikleri o korkunç mesafeler. Sadece bizim onları görebildiğimiz formda mevcutlar. Bunu da beynin sadece 2 cm küplük kısmı yapıyor. Gördüğü bilgiyi işleyip bizim için algılanabilir olan gerçekliğe çeviriyor. Çünkü zaman diye bir şey yok. Aslında uzay da yok. Hepsi illüzyon.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder