23 Şubat 2015 Pazartesi

Gerçeğin Titreşimleri - 47 - ABD, İngiltere ve kitle kontrolü

David Icke’ın Ağustos 2013 tarihli makalesi

Anne Ülke... Kuzu Kılığındaki Kurt...

(Uyumaya devam edersek olacağı budur)


Herkesin bildiği ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masalında küçük kızın büyükannesini yutup, onun kılığına bürünmüş bir kurt vardır. Masaldaki diyalog ise şöyledir:

“Büyükanne ne kadar kalın bir sesin var”.
“Seni daha kolay selamlayayım diye.”
“Ne kadar büyük gözlerin var”.
“Seni daha iyi göreyim diye.”
“Ne kadar kocaman ellerin var”.
“Seni daha kolay tutayım diye”.
“Ne kadar kocaman bir ağzın var”.
Kurt, “Seni daha kolay yiyeyim diye!” der ve büyükannesini yediği gibi, küçük kızı da ham diye yutuverir.


Bu, binlerce yıldır bilinen bir masaldır ve Fransa’dan kaynaklandığı söylenir, oysa kaynaklandığı ülke olarak ‘Büyük Britanya İmparatorluğu’ dense herhalde çok daha uygun düşerdi... Britanya/İngiltere İmparatorluğu; dünyanın iki yüzlü düşmanı olup, resmi dili hakkındaki saçmalıklarla ve uzun ve muazzam tarihi ile aslında A.B.D.’yi bile avucunda tutan, milli kıyafeti de ‘kuzu postu’ olan bir kurt’dur!
Biz zaten hep dünyanın barış içinde ve özgür
olmasını istemişizdir...
Ancak tabii ki yanlış anlaşılmasın; İngiltere derken; devleti veya kurumları değil, sadece İngiltere’ye dışarıdan müdahale eden ve devleti ve kurumları yöneten global gizli cemiyetler ağını kastediyorum.

Belki garip gelebilir, ama benim için ‘İngiliz’, ya da başka bir milletten olmuşum hiçbir zaman farketmedi. Çocukken ne hissettiğimi hatırlamıyorum, ama kesinlikle kendimi belirli bir ırktan, ya da ‘İngiliz olmak’ gibi bir kimlikle tanımlamadım. Karada bir yerde doğmam gerekiyordu, yoksa herhalde boğulurdum, dolayısıyla da nasıl olmuşsa, eskiden Albion veya Britannia olarak bilinen ‘Birleşik Krallık’ topraklarında doğmuşum! 

Ülkeyi ve doğasını her zaman sevmişimdir, ama geriye kalanların çoğunu küçük yaşlardan itibaren hep reddetmişimdir. Bizim evde de otoriteden hiç haz edilmediği için dayatmaları hep ‘tuhaf’ bulmuşuzdur. Sadece ‘doğuştan bir hak’ olması nedeniyle tahtta olan tek bir aile tarafından yönetilip de, hala özgür bir ülkede yaşadığımı da söyleyemem.

1950’li yıllarda, beş yaşlarındayken birşey çok garibime gitmişti. Bir gün öğretmenimiz elime bir İngiliz bayrağı tutuşturmuş ve sokakta sallamamı tembih etmişti, çünkü ‘Kraliçe’, yaşadığımız Leicester kentine resmi bir ziyaret yapacaktı ve bizler de ellerimize verilen bayrakları, kocaman siyah bir arabanın içinde hızla önümüzden geçecek olan o kadına sallayacaktık. O zaman da bir anlam verememiştim, hala da veremiyorum, ama o gün okul kaynamıştı ya, işte o pek hoşuma gitmişti.


Aradan 60 yıl geçti, fazla değişen bir şey yok.
Büyüdükçe, ‘şanlı’ İngiliz İmparatorluğu hakkındaki tarih bilgilerim arttı. Kraliyete ve temsil ettiği herşeye baktıkça, ‘İmparatorluk’ sözcüğünün ‘işgal’ ve ‘sömürü’ kelimeleriyle aynı anlama geldiğini gördüm. Tabii ki aslında hiç böyle düşünmemem gerekiyordu. Bütün bunlar İmparatorluğu, Kraliçe’yi ve ülkemizi temsil ettiği için kalbimin heyecanla çarpması gerekiyordu ve bütün dünyaya medeniyet ve özgürlük sağladığı için İngiltere’de, yani ‘Ana Yurt’ta, ‘Parlamento’ların Anası’ olan bu ülkede doğma şansına sahip olduğum için gurur duymalıydım. Heyy, çabuk elime bir bayrak verin!

Ne yazık ki İngiltere yüzyıllardan beri, Amerika’dan da beter bir global tiranlık oldu. Gerçi ulusallık konusunda kendilerini kandırma açısından iki ülke başa baş gidiyor ama... Özel okul sisteminde ve elit üniversitelerde, sadece istediği bilgileri endoktrine ederek beyin yıkayan İngiltere, ‘yalan’ sanatını çok iyi uyguladığı gibi, hem insanları muazzam ölçüde yanlış yönlendiriyor, hem de bir yanda yüksek ahlaki değerlerden bahsederken, diğer yanda yalanlarla desteklediği savaşlarda bol bol füze atışları yapıyor. 

Amerika, ‘şiddetten korumak için sivilleri bombalamak ve onlara özgürlüklerini vermek için bir çeşit diktatörlük dayatma’ fikrini nereden edindi sanıyorsunuz? Bunu İngiltere yüzyıllarca yaptı, üstelik hala da yapıyor.

İngiliz İmparatorluğu’nun paravan hikayesi, hep ‘yerli savaşçıları uygarlaştırmak’oldu. Biliyorsunuz bu bahane, Amerika’daki Kızılderililere uygulanan soykırımı haklı çıkarmak için Amerikan hükümetleri tarafından da çok kullanılmıştır. Aslında İngiltere’nin yüzyıllardır öne sürdüğü ‘uygarlaştırma’ bahanesinin altında, ülkeleri birbirine katıp savaştırmak, kaynaklarının kontrolünü eline geçirip halkı İmparatorluğa köle yapmak yatıyor. İşte şimdi Amerika’nın yaptığı da bu...

Yukarıdaki harita İngiltere’nin tarihte, önceleri veya şimdi, hakimiyet kurmak üzere işgal ettiği, ele geçirdiği, şiddetle saldırdığı veya tehdit ettiği ülkeleri, yani dünyanın % 90’ını gösteriyor. Haydi Amerika, demek ki daha ‘anne’ne yetişmek için gidecek çok yolun var...

Evet, ülkelere nasıl bir medeniyet götürdüler bilemezsiniz, örneğin Çin’de milleti afyona alıştırdılar. 1839-1860 yılları arasındaki Afyon Savaşları boyunca halkı bunu zorladılar. Çin devleti bunun alımını yasaklayınca da karşısında İngiliz ordusunu ve donanmasını buldu.

İmparatorluk büyük çapta uyuşturucu kaçakçılığı yapardı. Buna sömürgesi olan Hindistan’da afyon yetiştirmek de dahildi. Bundan kazanılan muazzam miktardaki paralar, 1865 yılında Hong Kong’da kurulmuş ve İngiliz hükümetinin paravanı olan Hong Kong-Şangay Banka Kurumu’na gidiyordu. İşte bu, Hong Kong Shangai Banking Corporation bugünün HSBC Bankası oluyor!...

Aynı HSBC Bankası, yakın geçmişte 1.9 milyar dolar rekor bir rakamla Amerika’da yerleşik, Meksika ve Colombia uyuşturucu kartelinin, para babalarının ve diğer suçluların ‘tercih’ ettiği bir finans kurumu. Sanıyorum, jargonda bu; ‘göz yummak’ anlamına geliyor. 

Afyon parasının hep İmparatorluk için kullanıldığını bilmek doğrusu insanın içini rahatlatıyor. Zaten bugüne kadar da hep ‘hayır’ yapmak için kullanıldı. İngiltere’nin, dünyayı manipüle etmedeki uzmanlığı yüzyıllara yayılmış olup hala, çocuğu durumundaki Amerika’nın arkasına saklanarak ülkeleri ‘iyi’ etkilemek için kullanılıyor.

Resimde, İngiltere’yi sembolize eden silindir şapkalı tip aslında yerine çok iyi oturmuş, çünkü tipi aynı ‘Rothschild Ailesi’nin, bütün entrikaların arkasındaki kötü şöhretli bireyi Nathan Mayer Rothschild’a çok benziyor. Rothschild Ailesi, gizli efendilerinin adına dünyayı yağma etmek için İngiliz hükümetini ve ordusunu çok kullandı. Yani sözün özü; İngiliz İmparatorluğu, birçok açıdan İngiliz değil de, bir ‘Rothschild İmparatorluğu’ sayılabilir.

Nathan Mayer Rothschild, 19.yüzyılın başında, hanedanlığın Londra şubesini kurduktan sonra ailenin diğer üyeleriyle birlikte İngiltere’nin ve Avrupa’nın bankacılık sistemini yönetmeye başladı. O zamanki varlığının 450 milyar Pound olduğu tahmin ediliyor, bunun bugünkü miktarını tahmin etmek bile zor. 

Harvard Üniversitesi’nde İngiltere Tarihçisi Prof. Niall Ferguson şöyle yazmış:
“Nathan Mayer Rothschild, 19.yüzyılın büyük bir bölümünde, uluslararası tahvil piyasasına egemen olan en büyük bankaların sahibiydi. Bunun çağdaş denkliği; Merrill Lynch, Morgan Stanley, J.P.Morgan, Goldman Sachs, hatta Uluslararası Para Fonu’nun birleşmiş hali olarak, Rothschild’ın çeşitli devletlerin finansını dengelemedeki rolü hakkında bir fikir verebilir.” 


Nathan Mayer Rothschild
Profesöre diyeceğim şu: “Hayır dostum, dengeleme falan değil, buna borçlandırıp köleleştirmek desek daha doğru olur!” Sahne arkasında Merrill Lynch, Morgan Stanley, J.P.Morgan, Goldman Sachs ve IMF, hepsi aynı Rotschild global kabalının farklı adları, o kadar... Zaten Nathan Mayer Rotschild, İngiliz İmparatorluğu üzerindeki gücünü de şöyle ifade etmiş:

“Üzerinde güneş batmayan İmparatorluğu yönetmek için İngiliz tahtına hangi kuklanın yerleştirildiği umurumda değil. İngiltere’nin para sürümünü kim elinde tutuyorsa İngiltere’nin kontrolünü de elinde o tutuyordur. İngiliz para sürümü de benim kontrolümde olduğuna göre?...”

Hindistan gibi ülkeleri yağma eden, Çin’deki afyon savaşlarının perde arkasında olan British East India Company’nin sahibi de Rothschild idi. İngiliz İmparatorluğu’nun çalışma şekli de zaten Rothschild’ın kartviziti gibiydi, hala da öyle... Yöntem; hedef kitleleri birbirine düşürüp, bölünüp zayıfladıkları zaman da kontrolü ele almak, Rothschild iradesini kabul ettirmek için askeri güç kullanmak, devletleri, sonunda finansal diktatörlüğe götürecek şekilde borç batağına sokmak.

Orta Doğu’daki ülkelerde bu hala sürüyor, batı ülkeleri ise, Rothschild Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu yoluyla, birer birer borç batağına saplanıyorlar. A.B.D.’nin finansal çöküşü ise ne zamandır beklenen bir felaket olarak tetiklenip duruyor.

Rothschild’lar, iki merkez bankası First Bank of United States (1791-1811) ile 1913’ten sonraki Federal Rezerv yoluyla banka sisteminin kontrolünü ellerine geçirerek A.B.D.’ne göç ettiler. Çalışma yöntemlerini de birlikte getirdikleri için, Amerikan kurumlarının çalışma şekli de aynı İngiliz İmparatorluğu’ndaki gibidir.

Teknik, halka, tiranlığa karşıymış gibi bir izlenim verirken bir tiran gibi davranmaya dayalı... Amerikalılara ‘Özgürlükler ülkesi’nde yaşadıklarının çok sık söylenmesinin nedeni onların aslında gerçeğin böyle olmadığı görmelerini engellemektir. 

‘Teröre Karşı Savaş’ bu konuda bir klasik olup, anti terör teröristlerinin savaşıdır. Aslında çoğu kendi terörizmlerine karşı savaşmaktadırlar. İngiliz ve Rothschild sömürgeciliği, dünyaya gözünü diktiğinden beri bu sahtekarlık hep bu şekilde yürütülmektedir. 

20. yüzyıl boyunca İngiltere Rothschild’ları yansıttı. İmparatorluğun merkezi Britanya idi ve onun finans sistemini de Rothschild’lar yönetiyordu. En azından görünen hep oydu...

Rothschild’ların gücü ve etkisi o zamandan beri katlanarak arttı, ama inanılmaz zenginlikleri, herkesi ve herşeyi yönettikleri, hep paravan şirketlerin, organizasyonların ve insanların arkasında saklı kalıyor. Adları kamuoyunda ‘zenginlik’ten başka birşey çağrıştırmıyor, ama global güçleri artık yüzeye çıktı. 

İngiltere de artık İmparatorluk gücünü kaybetti, ama gizli gücü devam ediyor, sadece farklı bir şekil aldı. Olayları alenen belirlemek yerine Rothschild’lar gibi, amaçlarını ve ilgi alanlarını temsil eden çeşitli organizasyonların, çoğunlukla da Amerika gibi ülkelerin arkasına gizleniyor. 

Yine ‘İngiltere’ derken; devleti veya kurumları değil, sadece İngiltere’ye dışarıdan müdahale eden ve devleti ve kurumları yöneten global gizli cemiyetler ağını kastediyorum. Amerika için de aynı şey söz konusu olduğu için, konu dünya ilişkileri ve dünya olayları olunca A.B.D.ve İngiltere’nin tek bir birim halinde hareket ettikleri artık bir sır değil. En azından batı ve ötesinde, global işgallerin arkasındaki itici güç oldukları artık iyice belli oluyor.

İşte bu nedenle de kamuoyunun dikkati, Avrupa’da yerleşik global gizli cemiyetler ağının iç çemberindeki gücün asıl merkezinden çekilip, Amerika’ya yönlendiriliyor. ‘Amerika şu’, ‘Amerika bu’ şeklinde yüzeyde, birçok yönden güçlü bir Amerika görünüyor, ama sahne arkasından hep, İngiltere ve Avrupa’da gölgelere saklanan kişilerin borusu ötüyor.

Yukarıda da belirtmiş olduğum üzere, yaklaşık yirmi yıl önce A.B.D.’nin, İngiltere ve diğerleri tarafından, insan kitlelerinin kontrol altına alınması amacıyla ‘en etkin teknik ve teknolojilerin geliştirilmesi için bir zihin laboratuvarı’ olarak kurulduğunu söylemiştim. Bundaki asıl amaç da, insan kitlelerinin zihinlerinin kontrol altına alınması tabii ki...

Hiçbir beslenme değeri olmayan ‘Fast food’ yiyecek, son derece yüzeysel fast/hızlı ‘Haber’ler, sezgisiz, düşünmeye fırsat bulamayacak kadar hep meşgul insanların yaşadığı Fast ‘Hayat’, hepsi Amerikan sineması, TV, teknoloji, şirketler ve ünlü kişilerin hayatlarıyla ilgili haberler yoluyla bütün dünyaya satılmış olan Amerikan ‘laboratuvarları’nın ürünü...

İnsanlar bunları, Amerikan kültürünün dünyayı etkisi altına alması şeklinde görüyor, oysa aslında hepsi; zihinleri, duyguları, bedenleri ve en önemlisi algılamaları manipüle eden ‘kontrol altına alma ve baskılama’ teknikleri. Bu, önce A.B.D.’nde görülüyor, sonra dünyaya ihraç ediliyor. Yani hepsi ilk önce Amerika’da uygulanıyor, sonra onu diğer ülkeler izliyor. 

Amerika çok büyük, nüfusu çok yoğun ve dünyanın en çok ilgi çeken ülkesi durumunda. Üstelik İngiltere’de hızla gelişmekte olan ‘Birisi Bizi Gözetliyor’ tarzı devlet için de mükemmel bir paravan olarak çok işe yarıyor. Üstelik bu, başka ülkelerde de aynı yönde, hatta daha hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. 

Buna iyi bir örnek, en ünlüsü Edward Snowden olan bir dizi muhbir sayesinde Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın yaptığı kitlesel gözetlemeler hakkındaki ifşaatlar ortaya çıkınca oluşan büyük öfkedir. Global kabalın hal-i hazırda ne derece ileri gittiğini anlamak için aslında bu, çok iyi bir örnek oluşturuyor, ama İngiltere ve diğer ülkelerde neler olduğunun anlaşılmaması için dikkatler farklı yönlere çekiliyor. Snowden gözetleme konusundaki gazete başlıkları ile Amerika’yı ifşa ederken, diğer yanda İngiliz Orwell tarzı devlet, 60 milyondan daha az sayıdaki bir nüfus için ülkedeki her yere milyonlarca gözetleme kamerası yerleştirdi. Düşünün, İngiltere’de kaynağına bağlı olarak 14-32 kişi başına bir kamera düşüyor!

Her yerde yüz tarama kameraları, araba plakalarını okuma kameraları, mikrofonlu kameralar, sokaktaki konuşmaları kaydeden veya talimat veren kameralarımız var. DNA veribankamız, kitleleri ve Internet faaliyetlerini toplayan veri bankamız, cep telefonlarının izini süren ve denizaşırı ülkelerden gelenleri ayrıntılı olarak izleyen veribankalarımız var!

Bunlar, yapılanlardan sadece haberimiz olan kısmı, haberimiz olmadan yapılan daha kimbilir neler var. Snowden ve diğerlerinin ifşa ettiği kitlesel olarak gerçekleştirilen gizli gözetlemelerin hepsi, gittikçe gelişmekte olan global şebekenin bir bölümü. Bu yolla bütün dünyanın, tek bir gözetleme sistemine bağlanması amaçlanıyor. 

İngiltere’nin sürekli olarak tekrarladığı taktik; İngiltere’de ve yurt dışında insanların hepsini ortada kaldırmaya çalışırken, dünyaya, özgürlük, demokrasi ve sivil haklar söylemleri satmak. Aynı teknik birer Rothschild derbeyliği olan A.B.D. ve İsrail tarafından da kullanılıyor 

Artık İngiltere’de, adım adım öyle kanunlar çıktı ki, potansiyel olarak rahatsızlık verici bir davranışta bulunduğunuz anda ceza gerektiren bir suç işlemiş oluyorsunuz. ‘Hangi davranışlar hiçkimseyi rahatsız etmez’ birisine bir sorun, ardından bunun arkasındaki gerçek nedeni görürsünüz. Özgür ifade, karşı koyma ve devleti rahatsız edecek herhangi birşey yapmaktan başka buna, resmi yalanları ifşa eden gerçekleri söylemek de dahil oluyor.

Anti sosyal davranış, suç ve polislik kanunu; yerel otoritelere, polise ve özel güvenlik şirketlerine, halkın kamuya ait yerlerde toplanmasını yasaklama gücü veriyor. Buna uymayanlar tutuklanabilir, para cezası alabilir veya hapse atılabilirler. Bu, kamuya ait yerde çevredekilerin hayat kalitesine zarar verebilecek şekilde faaliyetlerde bulunan veya bulunabilecek herkesi kapsıyor. 

Çoğu kişi haklı olarak, Internet’i sansürlemek için Amerikan makamlarının yaptığı çok sayıdaki girişime dikkat çekiyor. Aynı şeyi İngiliz hükümetinin bir Rothschild kuklası olan David Cameron da yapıyor. Çocuk pronografisinin önüne bir duman perdesi çekmek için bir Çin şirketinden temin edilen ‘içerik bloke edici filtre’ kullanıyor. Bu Çin şirketi, bilgi ve materyali bloke ederek sansürlüyor, oysa bu bilgi ve materyalin pornografi ile ilgisi bile yok. Arzu edenler için pornografi filtresi zaten var, ama bu asıl amacın ne olduğunun anlaşılmaması için bir şaşırtmaca, çünkü Cameron’un partisi de, genel olarak politik kurumların çoğu da hep pedofili sapıklarıyla dolu. Yani yeni çıkan kanunların hiçbirisi de çocukların korunması ile ilgili değil! Tam tersine bu kurumların ve amaçlarının ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyorlar. 

‘Pornografi’yi bloke edici sistemlerin hedef alacağı konular listesinde ‘şiddet içeren materyal’, ‘aşırı uç içerik’ ve ‘ezoterik materyal’ de var. Bunlar medyayı hep kapana kıstırıyor. 

Bu da İngiliz medyasındaki düzmece Leveson soruşturması ile bağlantılı. Amaçları, halkın görmesini istemedikleri Internet kaynaklı bilgileri sansürlemek!

Halen İngiltere’de bol bol ‘vatandaşları gözetleme sistemi’ var. Çin’deki ‘Büyük Çin güvenlik duvarı’ dedikleri İnternet sansürleme şirketi ile derin bağlantısı olan Huawei şirketi, planlanmış olduğu üzere ‘Büyük İngiliz Güvenlik Duvarı’nı da kuruyor. Huawei şimdi İngiltere’deki ‘Talk Talk’ telekom grubu için ‘Güvenli Ev’ filtresini çalıştırıyor, ama tabii ki asıl amaç bunun tam tersi... 

Huawei, Çin’deki Halkın Kurtuluşu Ordusu’nun eski subaylarından olan Ren Zhengfei tarafından kurulmuş. Nasıl oluyorsa Çin’de de, İsrail’de olduğu gibi devletten bağımsız bir şirket var. Avustralya hükümeti açıkça güvenlik kaygıları nedeniyle Huawei’yi istememiş, çünkü Avustralya için de aynı şeyler planlanmış, yani total kontrol ve başka kaynaklar aracılığı ile sürekli olarak gözetleme yapılması isteniyor...

İngiltere ile Amerika’nın bir başka ortak özelliği de – bu iki ülkedeki halkın, hükümetlerinin kendilerini ve dünyayı köle etmek için komplo kurmayacağına inanacak kadar saf olması. İnsanların, “Böyle birşey asla yapmazlar” dediklerini duyuyorum. Ah dostum, bir bilsen, bunu gün be gün, dakika dakika yapıyorlar!

Günlük olaylar karşısında bazı insanlarda, neredeyse bir çeşit delilik formunda, inanılmaz ölçüde bir inkar hali var. Göz ve kulaklar yoluyla, son derece aşikar bir gerçeğe deşifre edilen bilgiyi anlamadıklarına göre onların beyinlerinde mutlaka bir nöron güvenlik duvarı olmalı! 

Ama çoğu insan da uyanıyor, buna hiç şüphe yok. Eskiden benim yanımdan geçerken gülenler olurdu, şimdi ise her çeşit insan beni yolda gayet pozitif bir biçimde durdurup, son derece olumlu şeyler söylüyorlar. Ancak yine de daha gidecek çok yolumuz var. 

İngiltere ve A.B.D.’nde yaşayan insanların daha fazla sorumlulukları var, çünkü bu ülkeler, Roma, İsrail ve Almanya gibi kabalın diğer operasyon merkezlerinin yanı sıra, dünyada olanların kaynağı olma açısından çok ‘merkezi’ bir yer teşkil ediyorlar. 

Leonardo da Vinci 500 yıl önce şöyle demiş: “İcraat çok önemli. ‘Bilmek’ yeterli değil, istemek de yeterli değil, icraat gerek !”

Bugünü anlatma açısından herhalde bundan daha uygun bir söz olamaz... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım