(David
Icke’ın, 2007’de
basılmış olan ‘Global Komplo ve buna bir son vermek için David
Icke Rehberi’ adlı kitabından)
Farkındalığa
açılmak...
Bundan
yıllar önce de, kitaplarımda bu ‘realite’ye çağlayan gibi
akmakta olan enerjiler karşısında seçilecek iki yol olduğunu
anlatmıştım. Birisi, hızla akmakta olan nehir benzetmesinde
olduğu gibi, gevşeyip akıntıyla hareket eden kayığın içine
uzanıp keyfini çıkarmak, diğeri ise akıntıya karşı suda
ayakta durmaya çalışmaktı. Bir noktada akıntı o kadar
güçlenecekti ki, ayaklarımız akıntıya karşı koyamayacak hale
gelecek ve dalgalar bizi sürükleyip götürecekti.
Evrenin sırlarını öğrenmek isterseniz,
herşeyi enerji, frekans ve titreşim
olarak düşünün. Nikola Tesla
|
Programlanmış
olduğumuz ‘zihin programı’ndan uyanmakta olan herhangi bir
insan, betonlaşmış realite çatlamaya başladığı zaman ne
olacağını bilir. Kişinin hayatı değişir, çoğunlukla da
parçalanır, dolayısıyla sadece ‘spiritüel’ olmaya
çalışırken, neden bu kadar büyük mücadelelere girmiş olduğunu
merak eder. Ne var ki bütün bunlar, çok iyi bir sebepten
kaynaklanır.
Mevcut
zihinsel, duygusal ve spiritüel halimizi aksettiren bir titreşim
alanı yansıtırız. ‘Var Olan/Mümkün Olan Herşey’
bünyesinde, bizim biyolojik bilgisayarımızın neyi ‘okuyup’
neyi ‘okumayacağını’ tayin eden işte bu inanç sistemidir.
İnsan algılamasına egemen olan düşük yoğunluktaki inanç
sistemi, yani korku, depresyon, bölünme, rekabet, din, politika,
‘biz-onlar’ zihniyeti, insanların; ‘Mümkün Olan Herşey’in
sadece minicik bir bölümünü okuyabilmelerine izin verir. Korku;
bütün inanç ve ‘hal’lerin, insan potansiyelini en çok
kısıtlayan şeklidir, çünkü bu hal, onların titreşimsel veya
enerjetik olarak dona kalıp çok yoğun bir titreşimsel kabuğa
çekilmelerine neden olur. Bu durumda da kendimize, korkutuğumuz ne
ise onu çekeriz. Bardağının yarısının boş olduğunu
düşündükçe bardağın yarısı hep boş olur. İşte bu nedenle
de ‘sistem’, insanları hep ‘korku hali’ içinde tutmaya
çalışır.
Bilinçli
olarak veya bilinçaltımızda neye inanırsak kendimize yarattığımız
realite de hep o temele dayanır. Birşeye bilinçli olarak inanıyor
gibi gözükebiliriz, ama bu aslında, bilinçaltımızda ne varsa
onu saklamak için bir paravandır. Mesela kendilerinden çok emin
görünen kişilerde de bu vardır. Yani aslında onların
bilinçaltında büyük bir güvensizlik yatar. Bu tür ‘okuma’veya
deşifre etme, benim ‘titreşimsel manyetizma’ dediğim şekilde
oluşur ve ‘enerji’ benzer titreşimi çeker. Bu enerjilere;
insanlar, yerler, ‘iş’ler, ilişkiler, deneyimler v.s. deriz.
Hayat’larımızı yaratan veya etrafımızı sarmış olan, içinde
bulunduğumuz koza veya matriks, biz insanlar başka bir farkındalık
seviyesine geçtiğimiz zaman kırılmaya veya değişmeye başlar.
Böyle olunca insanların, yerlerin, işlerin, deneyimlerin dışarıya
yansıması da aynı olur. Yani ‘iç’ değişirse, ‘dış’ da
değişir, çünkü hep biri diğerinin yansımasıdır. Hayatımız
çöküyor gibi görünse de, aslında yeni bir realiteye,
dolayısıyla da yeni bir hayat deneyimine geçiyoruzdur.
Hep
aynı şeyi yaparsanız, hep aynı şeyi ne elde edersiniz. Elde
edeceğinizi değiştirmek için, her zaman yaptığınızı da,
kendinizi de değiştirmeniz gerekir. Bu belki, o kadar da kolay ya
da hoş olmayabilir, ama yenisinin oluşması için eski kozamızın
veya etrafımızı saran ‘matriks’in yıkılması gerekir. Şimdi
gözle görülür bir şekilde farketmeye başladığımız üzere
dünyada, yani kollektif alemde de benzer şeyler oluyor, bu
çoğunlukla da nahoş bir şekilde gerçekleşiyor, ama yine de
artık eski yapı çöküyor. Bizi; ‘Tek
gerçek ‘Sonsuz Sevgi’dir, gerisi hep illüzyondur’
anlayışını yansıtan bir dünya bekliyor. Bir başka kollektif
realitenin yeniden doğuşu için, eski koza veya matriksin çökmesi
gerektiği için, şimdilerde buna tanık oluyoruz.
Şimdi
herkes için bir seçim yapma zamanı. Bizim mevcut seçimimiz, aşina
olduğumuz koşullarda güvenli olan neyse onu bulma çabası içinde,
bir takım illüzyonsu inançlara tutunmak oldu. Eğer hala bu seçime
tutunup kalırsak, gittikçe daha büyük bir hızla akmakta olan
nehirde ayakta kalmaya çalışırken, daha yorgun, daha endişeli ve
daha korkuyla dolu olacağız. Diğer seçimde ise zihinlerimizi ve
kalplerimizi açıp, huzurlu bir şekilde kendimizi enerjinin
akışına, ya da başka bir deyişle, kendimizi başka bir
realitenin dışa vurumuna bırakacağız. Bu iki ‘hal’
arasındaki fark şu: Ya ‘Sonsuz Farkındalığı’ ya da
‘bilgisayar zihni’ni seçeceğiz. Başka bir şekilde ifade
edecek olursak, bu ‘düşünme’ ile ‘bilme’ arasında bir
fark yapmak olacak. Çoğu kişi için düşünen zihin, algılamanın
ve davranışın yöneticisidir. Rene Descartes’in dediği gibi:
‘Düşünüyorum,
o halde varım’.
Eğer realitenin, bilgisayar seviyesinde iseniz evet, ‘bilme’yi
değil, düşünmeyi seçersiniz. ‘Bilme’, önsezidir, ‘Sonsuz
Farkındalık’a bağlar. Düşünce ise, aynen duygu benzeri bir
elektrokimyasal fenomendir.
Zihinsel
hal duygulardan veya tam tersini söyleyecek olursak, duygular
zihinsel halden etkilenir, çünkü birbirinin elektrokimyasal
dengesini değiştirirler. Aşırı duygusallaştığımız zaman
doğru dürüst düşünemeyiz. Belirli düşünce şekillerine
girdiğimiz zaman, duygusal olarak çok etkileniriz. Bir an, en çok
korktuğunuz şeyi veya en mutlu olduğunuz bir anınızı düşünün,
dikkat edin gözlemleyin, duygularınız derhal değişecektir.
Vücudunuz korktuğunuz şeyi hatırlayınca farklı, mutlu olduğunuz
şeyi hatırlayınca farklı tepki verecektir. Duygularınız,
elektrokimyasal ve enerjetik açıdan ‘beden bilgisayar sistemi’ne
bağlıdırlar, dolayısıyla da cıva, yüksek gerilim hatları, baz
istasyonları, gıdalardaki katkı maddeleri gibi etkenlerle
elektrokimyasal ve titreşimsel yapılarında çok derin bozukluklar
oluşur. ‘Biliş’ veya önsezi, düşünce ve duyguları bypass
eden farkındalığın ve karar verişin farklı bir ifadesidir.
Bilgisayarın ürettiği duyguları değil de önseziyi izlemeyi
seçersek, olumsuz düşünce ve duyguları en azından yenebilir
veya aşabiliriz.
Aldığınız ve verdiğiniz enerjinin
bilinçli olarak farkında iseniz,
o zaman o enerjiyi değiştirme
ve yönlendirme becerisine de
sahipsiniz demektir.
|
Kimbilir
yaşamınızda yapmayı ‘istediğiniz’ ile yapmayı
‘düşündüğünüz’ şeyler kaç kere anlaşmazlığa
düşmüştür? Birşey yapmak istersiniz, kalbiniz olasılıklar
karşısında şarkılar söyler, gelgelelim zihin/akıl teslim
olmamanız için dürtmeye başlar. Beden bilgisayarı önseziye
engel olma konusunda müthiş beceriklidir ve genellikle de taarruza
‘Bunu
yapamazsın, çünkü...........’
söylemiyle başlar. Sizi bir kere kendi realite bölgesine çektikten
sonra da sürekli olarak engeller. Neden engellemesin ki? Program,
doğduğunuzdan beri dırdır ediyordur, zaten algılamanın kontrol
altında tutulması için en etkin şekil de, tekrarlamadır. ‘Beden
bilgisayar realitesi’ni ve ‘mantık’ı anlarsınız, çünkü
uzun yıllardır birlikte yaşamışsınızdır. “Eğer
önsezini izlersen o zaman sonuç A, B ve C olur”
dendiği zaman, onu izleyen tedirginlik, suçluluk ve korku zaten
sezgilerinizi çoktan susturmuş olur. “Yapmayı
çok isterdim, ama..........”
sözleri, sorumluluğun gerçek dünyasına dönmeden önceki klasik
hesaplaşma aşamasıdır.
‘Sonsuz
Farkındalık’, bizimle önsezilerimiz yoluyla konuşur.
Önsezilerimiz düşünmek zorunda değildir, çünkü zaten ‘bilir’.
Düşünmek, ‘Mümkün Olan Herşey’ olmadığınızı kabul
ediyorsunuz demektir ve bu sizi bilgisayar realitesinin içine
hapseder. Burada, ‘herşeyin bütün ayrıntılarını bilirsiniz’
demiyorum, gerçi farkındalığın en yüksek seviyelerinde bu da
mümkün, ama bu alemde ‘biliş’in diğer seviyeleri ile de
çalışabiliriz. Özsezisel biliş, sadece birşeyi bildiğimizi
hissetmemizdir, ama bunun nedenini veya nereden geldiğini bilmeyiz.
Örneğin benim bütün bilgileri bir araya getirişim ve bütün bu
kitapları yazışım sadece oturup düşünerek olmadı.
Önsezilerimi izleyince, bütün bilgiler bana, dünyada neler
olduğunu gösteren kişilerle, kitaplarla, anlatılanlarla ve
deneyimlerle inanılmaz bir eşzamanlılık içinde ulaştı.
İnsanlar önsezilerini izlerlerse, birden hayatlarının güzel
‘tesadüf’lerle dolduğunu farkederler. Emelleri veya rüyalarının
yerine gelmesi için ne gerekiyorsa, ‘Sonsuz Farkındalık’ın
akışı onlara rehberlik eder. Bu, algılama imkanının çok
kısıtlı olduğu, realitenin bilgisayar seviyesindeki ölçekte
gerçekleşmez. Bu bilgisayar seviyesindeki algılama programı,
önseziyi izlemez, bilakis onu çökertmek ister.
Eşzamanlılıkların/tesadüflerin
kısıtlı olmasının nedeni ağır, yoğun enerjinin, özgürce
akan farkındalık enerjisi gibi güçlü bir çekim gücüne sahip
olmayışıdır. ‘Sonsuz Farkındalık’a açılmak, istediğiniz
herşeyi kendinize çekme gücünüzü arttırır ve istediğiniz
herşeyi fiziksel deneyiminize getirmenizi sağlar.
Kişi kalbinde ne taşıyosa, dünyada onu görür. Goethe |
Birçok
kişiden duymuşunuzdur; tam duş yaparken veya banyo küvetinin
içinde yatarken, zihinlerinde birdenbire, nereden geldiği belli
bile olmayan bir düşünce belirdiğini söylerler. Bazıları ise
en derin anlayışa, araba sürerken ulaştıklarını anlatırlar.
Bütün bu durumlarda, düşlere dalmışızdır, bütün
kanallarımız açıktır. Dikkat ederseniz önsezi birdenbire ‘pat’
diye beliriverir. “Vay,
şimdi anladım!”
dersiniz. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi; ‘Sonsuz Farkındalık’
‘Herşeyi Bilen’dir. Öylece ve sadece bilir. İkincisi; ‘zaman’
beş duyu aleminde bir illüzyondur, dolayısıyla bu alemin dışında
kalan ‘farkındalık’, aslında var olan tek an ile yani ‘şimdi’
ile iletişimdedir. Düşünceler dizisi, ‘zaman’ illüzyonunun
bir ifadesidir. Önsezi ve bilgelik ise ‘şimdi’de vardır. Onlar
tam ihtiyacımız olduğu zamanda gelirler, çünkü ‘zaman’ın
olmadığı yerden gelmektedirler... Farkındalık, bir tür
titreşimsel bağlantıdır. Dolayısyla, eğer titreşimsel halinizi
değiştirebilirseniz manyetizmanız, eski çemberden çıkıp,
‘yeni’ olanları çekmeye başlar. Bu nedenle sizinle birlikte
değişebilenler, sizinle birlikte kalabilirler. İşin püf
noktası, önsezilerinize güvenmenizdedir. Sonunda sizi nereye
götürdüğünü görmeye başlarsınız. Değişimin, ‘korku’
haline yakalanırsanız, korktuğunuz şey neyse ona uygun bir
realite yaratmaya başlarsınız. Unutmayın, kıtlık yok, sonsuz
bir bereket var. Kıtlık olduğuna inandığımız için kıtlık
var, bu inanca bir son verirsek, kaybolacaktır. Bu fiziksel alemdeki
herşey enerjinin dışavurduğu birşeydir, enerji de sonsuzdur.
Peki kıtlık nasıl olur? O illüzyonu yaratmak için realiteyi o
şekilde deşifre edersek olur...
Bilgisayar
zihniniz, tıpkı nehirde sadece ilk dönemeci görebilecek bir
şekilde boyuna kürek çeken bir adama benzer. Rüzgar ve akıntı
onu kıyıya doğru savurdukça, deli gibi akıntıya karşı kürek
sallamaya devam eder. Sonunda kıyıya çıkmaya mecbur kalır,
“Neden
ben? Neden bu kadar şanssızım?”
der, rüzgara, tekneyi yapana, küreklere kızar, Tanrı’nın
kendisini yüzüstü bıraktığını düşünür. Zaten ne zaman
birşey ters gitse, hemen suçlayacak birisini buluruz. Adam sövüp
sayarken birden kıyıda birisi belirir ve adama ne kadar şanslı
olduğunu söyler, çünkü dönemecin sonu çok büyük bir
şelaledir ve mutlak bir ölümden kurtulmuştur. Bu gibi durumlarda,
“Ah,
şimdi korunduğumu anladım”
deriz. Evet, sizi yüzüstü bırakmış sandığınız güç
korumuştur. İnanın, bunu daha güçlü bir şekilde nasıl
vurgulayabileceğimi bilemiyorum. Bu önsezilere güvenmemiz lazım,
çünkü bilgisayar realitesi sadece nehirdeki dönemeci görürken,
‘Farkındalık’ nehrin kaynağından, denize döküldüğü yere
kadar herşeyi görür. Bazen ‘problem’ gibi görünen birşey,
keşfedilmeyi bekleyen muhteşem bir fırsat olabilir. Zamanında
medyum aracılığı ile bana gelmiş olan bir mesajda şöyle
diyordu:
‘Sonsuz
Sevgi’, her zaman alıcıya almak istediğini vermeyebilir, ama
verdiği, mutlaka o kişi için en hayırlı olanıdır. Bu nedenle
sevsen de sevmesen de aldığın herşeyi kabullen. Hoşlanmadığın
ne ise üstüne git ve neden gerekli olduğunu gör. O zaman
kabullenmek çok daha kolay olur.”
Değişim
dediğimiz şey aslında bir ‘programı silme işlemi’dir.
Programı silmek için çok şey öğrenmeye gerek yoktur. Biz her
zaman ‘Sonsuz Biliç’ olduk, ama manipülasyon ve programlama
bizi o anlayıştan kopardı. Bir çukura gömülmüşseniz, ki bu
durumda biz titreşimsel bir çukura gömülmüş sayılıyoruz,
dışarıya çıkmanın yolu, gün ışığı ile aranızdaki toprağı
kazmaktır. Bunu yaparsanız özgürlüğünüze kavuşursunuz.
Kendimizi inançların içine kapatmışız ve bunlar enerjetik
olarak yoğun elektromanyetik alanlar şeklinde dışavuruyor. Bu
yumurta kabuğu bizim gün ışığını görmemizi ve ‘Sonsuz
Farkındalık’a bağlanmamızı engelliyor.
Bir
kez kutudan çıkmaya karar verirsek, deneyimlerimiz, ‘inanç’
yoğunluklarını çökertir, böylece ‘ışığı’ görebiliriz.
Bu olursa, yüksek farkındalığımız bilgisayar realitesinin içine
girer ve bilgisayar, programlanmış algılamalarının yeniden
yazılmaya başlamasıyla değişmeye başlar. Beden genel olarak,
özgürlüğün ve sonsuz farkındalığın düşmanı olarak
programlanmıştır. Ama aslında böyle olmasına hiç gerek yok!
İkisi uyum içerisinde birlikte gelişebilir. Bir süre sonra bazen
hoş, bazen nahoş deneyimlerinize bağlı olarak, hayatınızda
iyiye doğru bir değişim olur ve bilgisayar bu sefer bu programı
yüklemeye başlar, yani kendi kısıtlanmış programını
değiştirir. Farkındalığın daha yüksek seviyelerine ne kadar
çok bağlanırsanız, enerji de beden bilgisayarınızı yüksek
algılama ile daha çok programlar. Beden, zihin ve ruh ‘Bir’
olur, önsezi ile bilgisayar zihni arasındaki savaş sona erer...
David İcke'n okuduğum ilk yazısı ve oldu, ve bu kadarı bile o kadar çok şey öğretti ki (fark ettirdi) Muhteşem çeviriniz için teşekkürler.
YanıtlaSil