31 Temmuz 2014 Perşembe

Gerçeğin Titreşimleri - 39 - Tıp, doktorlar, ilaçlar, aşılar ve sağlık sektörü

David Icke’ın Şubat 2013 tarihli makalesi

Doktorlar yüzünden ölüm... Şok edici rakamlar...

Üzerinde düşünülmesi gereken bir gerçek de, ‘komplo’nun kuruluşundaki önemli ayaklardan birisinin ‘tıp’ biliminin olmasıdır . Bunun birçok nedeni var... Sistem; keskin zekalı, enerjik, sağlıklı ve canlı bir insan nüfusu istemiyor, çünkü o zaman manipüle etmek ve kontrol altında tutmak çok zor olur. İnsanları böyle tutmak için de ilaç şirketlerinin temsilcilerinden daha nitelikli ve sanki şehrin ana caddesinde ilaç dükkanları varmışçasına ilaç yazan doktorlar, çeşitli ilaçlarla insanları kitleler halinde yok ediyorlar.

Aslında ‘Taş Devri Tıbbı’ dememiz gereken ‘modern çağ tıbbı’, insanların kendi gerçek benliğini ve asıl realiteyi farketmesini engelleme açısından oldukça önemli bir rol oynuyor. Eğer doktorlara aslında bedenin nasıl çalıştığı anlatılsa ve hastalarını o temele göre tedavi etmeleri söylense, ilaç karteli ve eczacılık tamamen işsiz kalır, deyim yerinde ise; realite açısından kedi torbadan kaçar, sistem de çökerdi.

Bedeni, aslında ne ise ona göre, yani bir ‘dalga formu enerji alanı’ olduğunu göz önüne alarak tedavi etseler, asıl ‘realite’nin anlaşılması için bütün kapılar açılmış olurdu. Bütün domino taşlarının yerde düzgün bir şekilde dizilmiş olduğunu düşünürsek, benim sözünü ettiğim; ilk domino taşının savunulması olayıdır. Bütün dominolar dizilmişken ilk domino taşının devrilmesiyle sıradaki yüzlercesi devrilecektir.



Manipülatörler bunu iyi bilirler. Dolayısıyla ilk domino taşının sembolize ettiği bu ‘bilgi’ insan toplumu içerisinde sirküle edilmeye başlandığı anda bütün piramit yıkılacaktır. İşte bu yüzden de hep ilk domino taşının düşmemesi için bütün güçleriyle savunmaya çalışıyorlar. Bu satırları okuyanların veya kişilerin, hükümet ve kanunların neden belirli kişiler ve durumlarla ilgili olarak harekete geçirilmediğini sorduklarını duyar gibiyim, ama işte gördüğünüz gibi sistem hep ilk domino taşının savunmasını yapıyor.

Sistem, insan bedeninin gerçek dalga formuna, ya da holografik doğasına uygun bir şekilde enerji ile şifalandırmaya çalışan kişilere saldırıyor, kınıyor ve soruşturma açıyor. Doktorlar ve tıp uzmanları gerçek şifalandırmayı görmezden geliyorlar, çünkü onlar hep okul ve tıp fakültelerinde aldıkları eğitime göre programlanıyorlar.

Yıllardan beri hiç doktora gitmiyorum, çünkü daha fazla hastalık sahibi olmaktansa şifa görmeyi tercih ediyorum. Wight Adası’ndaki ‘Shen Klinik’in sahibi olan büyük dostum Mike Lambert beni hep sağlıklı tutuyor. İşin ilginç yanı onun hastaları da hep genellikle doktorlar ve ‘Büyük Ecza’ tarafından zarar görmüş olan kişiler.

Bu bir sır değil, bütün bu bilgiler çerçevesinde A.B.D.’deki bir numaralı katil: tedavi... Buna doktor hatalarını, ilaçlara olan tepki nedeniyle ölümler, hastanelerde kapılan enfeksiyonları da katarsanız, doktorlar ve bu tedaviler yüzünden oluşan ölümlerin, sıralamada kalp hastalıkları ve kanserden önde olduğunu görürsünüz. Saygın bir Internet sitesi olan ‘Tüketici Raporları’ sitesinden yapılmış olan bir araştırmada şöyle anlatılıyor:

2010’daki bir rapora göre hastanelerde; enfeksiyonlar, cerrahi hatalar ve diğer tıbbi zarar nedeniyle yılda 180.000 kişi hayatını kaybediyor. 1.4 milyon kişi ise hastanedeki bakım yüzünden zarar görüyor. Bu sayılar sadece devlet sağlık sigortası hastalarını kapsiyor, çünkü çoğu hastane hatalarından, sadece çok önemsiz sayılanlar rapor ediliyor...
... Rosemary Gibson, bir hasta güvenliği savunucusu ve yazar olup şöyle diyor: “Sağlık hizmetlerinin oluşturduğu zarar adeta bir salgına döndü. Son on yıldır, tıbben zarar görmüş 2.24 milyon Amerikalı hayatını kaybetti. Bu tıpkı, Kuzey Dakota, Rhode Island veya Vermont gibi eyaletlerin bütün nüfusunun yok edilmesi gibi birşey... Bu insan yapımı bir felaket!”
... “Baltimore, Johns Hopkins Hastanesi’nde ‘Hasta Güvenliği ve Kalite Oluşumu’ başkan yardımcısı Doktor Peter Pronovost; “Hastaneler de, hükümet de gösterilmesi gereken dikkati göstermiyorlar” diyor. “Belki de Amerika’da önde gelen 3 ölüm nedeninden birisi de tıbbi zarar, ama hükümet bu konuyu otomobil, uçak kazası ve kanser nedeniyle oluşan ölümler kadar sıkı takibe almıyor. Bu çok ürkütücü...”
Aslında hükümetler neden takip etmiyorlar? Çünkü onlar da ‘Büyük Ecza’ kartelini kontrol eden güçler tarafından kontrol altında tutuluyorlar...Şimdi derin bir nefes alıp öyle okuyun: Farklı tedavi kavramlarının neden olduğu ölümler, A.B.D.’deki en önemli ölüm nedenlerinden birisini teşkil ediyor. Kahretsin, peki o zaman gerçek rakam ne olmalı?
Doğrusu, doktorların, insanların bu dünyayı terketmeleri konusuna olan katkıları enikonu gelişmiş durumda! Bu, bütün ülkeler için söz konusu, çünkü hepsinde ‘mezarlığa giden kestirme yol’ olan ‘Batı Tıbbı’ hakim. Bu ecza kartelinin uyguladığı tıp, kesinlikle hala ne olduğunu anlayamadığı bir bedene tedavi uyguluyor. (Tabii ki gölgelerdeki kişiler bunu kasıtlı olarak yapıyorlar).
Çalışmalar, yüzde 85-94 oranında ölümcül olmayan olumsuz ilaç reaksiyonlarının rapor edilmediğini gösteriyor. İlaçlar ve yetersizlik nedeniyle oluşan ölümlerin örtbas edildiği konusunda kimse kendini kandırmasın. Bir seviyede beden elektrokimyasal bir organizmadır, dolayısıyla ilaçlar ve radyasyon tedavisi ile bu beden harap edilebilir.

A.B.D.’nde, televizyondaki ilaç reklamları artık iyice komik boyutlara ulaşmış durumda. Reklamdaki karakterin bir solukta olası bütün yan etkileri sıralaması reklam boyunca sürüyor. ‘Büyük Ecza Karteli’nin bazı şirketleri, reklamlarda ilaçların yan etkiler sıralanırken, ekrana koydukları farklı görüntülerle dikkati dağıtarak neler söylendiğinin anlaşılmasını engelliyorlar. Bir de şöyle bir reklam var: “Yan etkiler mi? Böyle birşey yok!”
Gereksiz ölümler (yıllık ortalama binlerce). Kırmızı olanlar büyük çapta önlenebilir olanlar. A: Tıbbi hatalar. B: İlaç yan tesirleri. C: Hastaneden kaynaklanan enfeksiyonlar. D: Akciğer kanseri. E: Kalp krizleri. F: Aids/HIV. G: Oto kazaları. H: Uçak kazaları. ŞİROPRAKTİK TEDAVİ Yunanca kökenli, chiro: el, practic: pratik yani el ile yapılan uygulamalar: Sıfır ölüm.

Oysa bunlar yan etkiler değil, doğrudan etkiler...Şöyle deseler belki daha doğru olacak: “Bu ilacın etkileri şunlar ve bunlar: bizce bir açıdan faydalı, ama diğerleri öyle değil.” Tabii ki bu iyi bir pazarlama olmazdı, ama boşverin, nasıl olsa bir ilacın yan etkilerini tedavi edecek daha başka ilaçlarımız da var!
Bir başka üçkağıt ise doktorları bile mümkün olduğunca bypass ederek daha da güçlü ilaçların eczacı ve eczanelerde doğrudan satılması. Sizi öldürmesi için bir doktora ihtiyacınız yok, bunu kendiniz de yapabilirsiniz,hiç reçete falan da gerekmez!

İnsan katliamı’ sözü için bir başka tanım da ‘ilaçlar’ olabilir. Kar amacı gütmeyen ‘Amerikan Beslenme Enstitüsü’, her yıl Amerika’da ‘Büyük Ecza’ ve onun ‘Tıp Kuruluşları’ yüzünden 700.000 Amerikalının öldüğünü açıkladı.

Her yıl yaklaşık 2.2 milyon Amerikan hastane hastası, reçeteli ilaçların ters/yan etkilerinden mağdur oluyor. 1995’te Federal Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’ görevlilerinden Dr.Richard Besser, viral enfeksiyonlar için yazılmış gereksiz antibiyotik reçetelerinin yıllık 20 milyon olarak tahmin etmiş. Bu sayı 2003 yılında on milyonlarla ölçülen sayılara ulaşmış. Amerika’da yılda 7.5 milyon tane gereksiz yere medikal ve cerrahi işlem yapılıyor, yaklaşık 8.9 milyon Amerikalı gereksiz yere hastaneye yatırılıyormuş.

Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, iyatrojenik/hekim hatasından, yani bir hekim veya cerrah veya tıbbi bir tedavi veya teşhis işleminden kaynaklanan ölümlerin tahmini toplam sayısı yıllık olarak A.B.D.’nde 783.936 imiş. Oysa 2001’de kalp hastalıklarından ölenlerin sayısı 699.697, kanser nedeniyle ölenlerin sayısı ise 553.251 kişi ile daha düşük bir oran oluşturuyor. Bu da Amerikan medikal sisteminin, Amerika’daki ölüm ve yaralanmaların en önde gelen nedenlerinden birisi olduğunu gösteriyor.

İlaç/hap alma devasa boyutlarda patlama yapıyor. 2011’de Amerikalılar yılda ortalama 12 tedavi görüyorlarmış. Reçetelere yapılan harcama ise 20 yılda 200 milyar dolar artış ile büyümeye devam etmiş. Amerikan Hastalık Kontrol Merkezleri’nden verilen bazı sayılar şöyle:
Doktor muayenehanesi ziyaretlerinde:
-Verilen veya sağlanan ilaç: 2.6 milyar
-İlaç tedavisi ile ilgili ziyaret oranı: % 74.

Ayakta tedavi için hastane ziyaretinde:
-Verilen veya sağlanan ilaç: 255 milyon
-İlaç tedavisi ile ilgili ziyaret oranı: % 75.5

Hastane acil servisi ziyareti:
-Verilen veya sağlanan ilaç: 267.7 milyon
-İlaç tedavisi ile ilgili ziyaret oranı: % 78

Bu sayılara eczanelerden alınan ilaç yığınları dahil olmadığı gibi bunlar, Amerikan Hastalık Kontrol Merkezleri tarafından saptanmış olan en yeni istatistik bilgi de değil. ‘Büyük Ecza’nın son numarası ise ‘önleyici ilaçlar’. Ama bu çok iyi tabii ki. Sağlıklı bir hayat sürmektense, bütün hayatınız boyunca aslında engel olmanıza bile gerek olmayan birçok nedenle bir sürü ilaç alıyorsunuz.

Alzheimer’ı olmayan kişiler, Alzheimer olmamak için Alzehimer ilaçları alıyorlar. Allah aşkına zaten bunamanın en büyük belirtisi bu ilaçları önermek değil de nedir? İlaç alıyorlar, öyle değil mi? Yoksa mutlaka bir ‘statinleri önleme komplosu’ vardır...

İnsanlara kolestrolün kalp hastalıklarına sebep olduğunu söylüyorlar, oysa kolestrolün, güneş ışığını D vitaminine dönüştürmesi sağlık açısından son derece gerekli. Sonra insanlara kolestrollerini düşürmek için ilaç vermeye başlıyorsunuz, ama bunu yaparak çeşitli kalp rahatsızlıklarına sebep olan bir dizi olumsuz etkiye neden oluyorsunuz.

Amerikan Kardiyovasküler İlaçlar Dergisi’nde yer alan bir makalede 900 çalışmada ‘statin’lerin kas ağrısı dahil, kan şekerini yükselttiği, diyabete neden olduğu, bilinç kaybı, nöropati/sinir hastalığı, anemi, kanda aşırı asit oranı, ateş, katarakt, cinsel bozukluk, yüksek kanser riski, bağışıklık sisteminin baskılanması, kas dokularının bozulması, pankreas bozuklukları ve karaciğer bozukluğuna neden olduğu ortaya çıkmış! O zaman hemen bir ilaç alayım!

Bütün bunlara rağmen, İngiltere’de Profesör Sir Rory Collins ne diyor biliyor musunuz? Sağlık durumları ne olursa olsun, elli yaşın üzerinde herkesin bu ilaçları alması gerekiyormuş! Ama korkmayın, mutlaka haklı olmalı, ne de olsa o bir ‘uzman’! İngiltere’de 8 milyon, Amerika’da 45 yaş üzerindeki dört kişiden birisi bu ilaçlardan kullanıyor. Aman Yarabbim!

Büyük Ecza’ ilaçları veya alopatik ilaçların yüzde yüzü Rothschild ve Rockefeller ‘elit soy’ aileleri tarafından oluşturulmuş. Amerikan Tıp Birliği (AMA) 1847’de, İngiliz Tıp Birliği (BMA)’nden 15 yıl sonra kurulmuş, peşinden hastalık ve rahatsızlıkların tedavisinde dünyayı kandırmak için ortaya diğerleri çıkmış.
(Amerikan Cinayet Birliği)
Kurucuları tarafından Amerikan Medikal Birliği’ne, tıp fakültelerini kontrolleri altında tutma ve alternatif tedavi yöntemlerinin etkilerini ortadan kaldırma görevi verilmiş. Oysa Rothschild ve Rockefeller aileleri gaspetmeden çok uzun zaman önceden beri Amerikan Medikal Birliği, gerçekten insan sağlığına hizmet için kullanılıyordu.

Amerikan Medikal Birliği, Rockefeller ailesi ve Carneige Vakfı tarafından finanse ediliyor. Rockefeller Tıp Araştırmaları Enstitüsü ise 1901’de John D.Rockefeller tarafından kuruldu. Medikal/tıp araştırmaları yapılması için ülkede ilk kurulan enstitü bu olup, asıl amacı ‘Büyük Ecza’yı, yani ilaç şirketlerini beslemekti. Bugün hala Rockefeller Üniversitesi olarak bunu yapmayı sürdürüyor.

Büyük Ecza’ya karşı alternatif tedavi yöntemlerine açılan savaşa, bir Rothschild Zionist olan Abraham Flexner öncülük etti. O, tıp okullarına/fakültelerine gönderilip, oralarda alternatif tedavi uygulanıp uygulamadığını rapor etmekle görevlendirilmişti. Flexner’in kendisi gibi bir Rothschild Zionist olan erkek kardeşi Simon Flexner de, 1903-1930 yılları arasında Rockefeller Enstitüsü’nde hastalıkların nedenleri ve önlenmeleri ile ilgili araştırmaları yönetti.

Abraham Flexner
Abraham Flexner, 1910’da ‘Flexner Raporu’ adı altında ‘üretilmiş’ bazı bulgular öne sürdü. Bunda, Amerikan Tıp Fakülteleri’nde sadece ve sadece geleneksel tıp biliminin protokolünün uygulaması talep ediliyordu. Rockefeller’lar, alternatif düşüncede olan kişileri elemek için, bu okullara ‘giriş ve mezuniyet standartları’nın çok yüksek tutulduğu bu rapora bayıldılar ve hemen finanse edip yönetimini ele geçirdiler.

Rockefeller’ların kontrolünde olan Amerikan Medikal Birliği’nin bir Propaganda Departmanı bile vardı! ‘Alternatif tedavi uygulayıcıları’nı hedef alan, gözden düşüren ve yok eden bu departman daha sonra Araştırma Departmanı olarak tanındı. Bu departmanın özelliklerinden birisi de, bugün hala olduğu gibi; ‘güvenilir’ kişiler tarafından üretilen ve ulusal medyadaki önemli dergilere basılan alternatif tedavi karşıtı makale ve çalışmaları yönetmektir.

Bu medya, alternatifçilerden hep şikayet eder, çünkü a) bu gazeteciler aynı eğitim programlanmasından geçip ilaç firmalarının yalanını benimsemişlerdir, b) geleneksel medyaya da ‘Büyük Ecza’nın sahibi olduğu aynı şebeke sahiptir, c) medyanın reklam gelirlerinin çok büyük bir bölümü ‘Büyük Ecza’dan gelir. (İnanmazsanız Amerikan TV reklamlarına bir bakın, ilaç reklamları inanılmaz boyutlara varmış durumda!)

John D. Rockefeller
İşte bayanlar ve baylar, sizin ‘modern tıp’ dediğiniz şey hep buralardan geliyor. Bu arada, bir petrol kralı olup bütün bunları perde arkasından yöneten ailenin reisi olan John D.Rockefeller’in, 97 yaşında ölünceye kadar kendi özel ‘homeopat’ uzmanı tarafından tedavi edildiğini biliyor muydunuz?

Rockefeller serveti, top oyunları oynayan bütün okulları finanse etti, ama homeopati okullarını yok etti. ‘Homeopati’nin resmi kurucusu olan Christian Friedrich Samuel Hahnemann’ın adı verilmiş olan Philadelphia’daki Hahnemann Okulu bile ‘Büyük Ecza’/’İlaç kartelinin tıp eğitimi’ni veren bir okula dönüştürüldü. Bugün sistem, aşağıda görüldüğü üzere, sürekli olarak tekrarlanan seriler halinde tamamiyle Rothschild-Rockefeller şebekeleri ve diğer ‘kabal’ kaynaklarının kontrolü altında tutuluyor.

-Doktor adayları önce, sistemin ‘relite’ versiyonuna göre programlanarak ‘eğitim’ denen beyin yıkama sürecinden geçiyor, iyi programlanmış veya yeterince programlanmamış olmalarının onaylanması için de mükemmelleştirme sınavlarına sokuluyorlar.

-‘Büyük Ecza’ şirketlerinin kontrolü altındaki tıp fakültelerine gidiyorlar ve yoğun bir şekilde beyinlerine, hastalıkları tedavi etmenin tek yolunun neşter, ilaçlar ve mezarlık olduğu işleniyor ve insan bedeninin doğası hakkında sadece sistemin belirlediği programlar yükleniyor.

-Sonra kendileri gibi doktorların bulunduğu hastane, klinik veya sağlık kurumlarına dağılıp, kendilerine söylenmiş olan ilaçların reçetelerini yazıyorlar. İçlerinden birisi buna itiraz edecek olsa kendilerine en yakın kapı gösteriliyor. (Aynı şey öğretmenler, akademisyenler, bilim adamları, hukukçular , çoğunlukla da gazeteciler için söz konusu).

Doktorlar, tıp birliği veya tıp dernekleri gibi tamamen Rothschild-Rockefeller kontrolü altındaki kurumlara karşı sorumlu durumdalar. Sağlık veya tıp sektörü A.B.D.’de olduğu gibi her ülkede de yine ‘Büyük Ecza’nın kontrolü altındaki, sözde halkın korunması için kurulmuş Gıda ve İlaç Yönetimi , Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri gibi kurumlar tarafından yönetiliyor. Bütün bu alt şirket ve kurumlar, Rothschild ve Rockefeller ailelerinin kontrolü altındaki WHO/World Health Organization/Dünya Sağlık Teşkilatı’na hesap veriyorlar. Bu yapı tümüyle soy ailelerin planına hizmet etmek amacıyla kurulmuş olduğu halde, buralarda çalışan kişilerin yüzde 90’ının bu gerçekten haberi bile yok!

Uzun zamandan beri medikal endüstrisindeki yozlaşmayı ve çok sayıda doktorun, ‘Büyük Ecza’dan ‘hediye’ler alıp, katılmadıkları halde ‘kongre’adı altında egzotik tatil yerlerindeki otellerde tatil yaptıklarını ifşa edip duruyorum. Ayrıca yapılan hizmetler için, ‘araştırma için bağış’ adı altında, aslında yapılmayan veya hiç yapılmamış olan araştırmalar için ödemeler de sunuluyor.

Ama şimdi, beni yılda iki kere
Bahamalar’a tatile gönderirken
diyetini değiştirmenin alemi var mı?
Büyük Ecza’nın ilaç şirketlerinde çalışan eski yönetici veya çalışanlar arasından karşılaştığım herkes sanki söz birliği etmişçesine kartelin, insan sağlığı üzerindeki etkisi ne olursa olsun, hep kar amacının önde geldiğini söyledi.

Bütün sağlık sistemi, yozlaşmışlık içerisindeki ‘Büyük Ecza’/İlaç kartelinin kucağında olup, devlet kurumlarına atanmış olan kişiler tarafından yönetiliyor. Piyasaya hangi aşıların ve ilaçların çıkıp çıkmayacağına ise, ilaç karteli tarafından beslenip resmi komite ve kurumlarda görevlendirilen doktorlar karar veriyorlar.

Düşünün, A.B.D.’nin Indiana eyaletinde yerleşik bir ilaç devi olan Eli Lilly, resmi bir ifşaatı engellemek için doktorlara ve sağlık endüstrisindeki diğer kişilere 2000 milyon dolarlık bir ödemeyi tek başına yapmış! Büyük Ecza/İlaç kartelinin ilaçlarını satsın diye doktorlara ödeme yapılması, dünya çapında bir skandal, ama ödenen miktarlar skandal ötesi olup suç ve yozlaşmışlık aleminin sınırlarını iyice zorluyor!

Peki sizce bu ilaçlardan edinilen karlar önce bu doktorlara mı gidiyor, yoksa pek safiyane bir düşünce ile hastaların iyiliği için mi kullanılıyor? Eli Lilly, aleyhinde bir dava açılıp da bu sayıları açıklamaya zorlanınca, onaylanmayan ilaçların kullanılmasını teşvik etmek ve bir şizofreni ilacı olan Zyprexa’nın ciddi sağlık riski olduğunu gizlemek suçunu ve sivil eylem oluşturmakta olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Neticede 1.4 milyar dolar ceza ödediler, ama sonuç değişti mi?
İlaç karteliB/üyük Ecza’nın doğuşu:
1.adam: Bir fikrim var, haydi nüfusun yarısını ilaçlayalım.
2.adam: Benim daha iyi bir fikrim var, haydi herkesin bu ilaçlar için bize ödeme yapmasını sağlayalım.
3.adam: En iyi fikir benimki, gelin buna ‘tıp’ diyelim!
Bu çok rastlanan bir durum olduğu için, Eli Lilly hiç kısıtlanmadı. İşte bu kartel hep böyle çalışıyor. ‘Büyük Ecza’/İlaç kartelinin piyasaya sürdüğü birçok ilacın tehlike arzettiği ve insanları öldürdüğü biliniyor. Bu konuda süren daha nice dava var. Peki bu arada hükümetlerin ‘halkı koruma’ kurumları ne yapıyorlar? Hepsi de kartelin cebinde!... Internet’teki bir makalede şöyle yazıyor:

Büyük Ecza’/İlaç karteli yılda 19 milyar dolar, doktorları etkilemek için rüşvet parası harcıyor. 1 milyar ne kadar eder? Bu, NASA’nın uydularını Mars’a çarptırmak ve uzay mekiklerini Dünya’nın üst atmosfer tabakalarında patlatmak için harcadığı paradan da, bütün ‘abur cubur gıda’ endüstrisinin, obez çocukları daha da hipnotize etmek ve onların, pratik ama şeker bombardımanı olan kahvaltılık gevrekler için ana babaların başının etini yemeleri için harcadıkları paradan da ve ne yazık ki koskoca A.B.D.’nin gerçekten hastalıkları önleme ve sağlık eğitimi için harcadığından da fazla...

Aşılar da; içme suyundaki florür, genetiği ile oynanmış gıdalar, insan yapısı iklim değişikliği ve bütün diğer uydurma konularla birlikte ‘Devasa Aldatmaca’ dosyası adı altında alınmalı... İnsan bağışıklık sistemi kendi kendine gayet iyi çok şükür ve ihtiyacı olan tek şey de en etkin şekilde performans göstermesini sağlayacak doğru dürüsüt bir hayat tarzı ve beslenme, başka hiçbir şey değil!
Onları sevin, koruyun, aşılamayın. Güvenli aşı diye birşey yok!
Sarsılmış bebek sendromu
Kronik kulak enfeksiyonu
Ölümler
SIDS
Nöbetler
Dikkat eksikliği
Alerjiler
Astım
Otizm
Diyabet
Menenjit ve polyo/çocuk felci aşı

zehirlenmelerinin olumsuz etkileri nedeniyle oluşuyor...
Bebekler, yaşamlarının ilk iki yılında hala gelişmekte iken, onlara kimyasallar yükleniyor, bu ise bağışıklık sistemlerinin bir daha asla eskisi gibi olmayacağı anlamına geliyor, çünkü bedenleri henüz gelişirken bu aşıların etkisi çok derin oluyor. Şimdi burada 2 ve 6 yaşına gelmeden önce ve 10-20 yaş arasında iken
yapılması zorunlu olan 25-30 çeşit aşıdan söz ediyoruz.

Aluminyum, bunama ve Alzeimer hastalığına yol açıyor. Çok fazla antibiyotik kullanmak, ihtiyacınız olduğu zamanlarda bunlara direnç göstermenize neden oluyor, ayrıca zararlı etkileri de var; formaldehid-oldukça zehirli bir kimyasal olup kansere, myeloid lösemiye neden oluyor, beyinde ve sinir sisteminde tahribat yapıyor, körlüğe, kasılma nöbetlerine yol açıyor. Monosodyum Glutamat(MSG) beyin toksini olup sinir hücrelerine saldırıyor ve bundan ölümcül sonuçlar doğabiliyor. Ayrıca kutularda satılan gıdaları lezzetlendirmek amacıyla kulanılıyor. Thimerosal ise yine ölümcül zehirli metil cıva olup sinir sistemini mahvedebiliyor.

Bizlere hep cıvanın ölümcül zehirli olduğu anlatıldı, gerçekten de öyle. Şimdi bunu büyüklere ve çocuklara yapılan aşılara koyuyorlar! Kar amacı gütmeyen Amerikan Ulusal Aşı Bilgi Merkezi tarafından yapılan bağımsız bir çalışmada çocuk aşılarında kürtaj yapılmış fetus, değiştirilmiş DNA ve genetiği değiştirilmiş insan kanı proteini tespit edilmiş.

Aşıya teşvik edenlerin iddiasına göre bu aşılarda cıva yokmuş, ama Amerikan devlet Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin web sitesinde bakın ne yazıyor: “Timerosal, cıva içeren bir koruyucu olup aşı ilacının şişelerine, bozulmayı ve potansiyel ‘zararlı bakteri’ üremesini engellemek için bir dozdan fazla konur!”

Bir Birleşmiş Milletler anlaşması 2020 itibariyle cıvanın; piller, ampuller, derinin rengini açıcı kozmetik ürünleri, haşere ilaçları ve termometrelere koyulmasını yasaklıyor, çünkü çok tehlikeliymiş!... Ancak aynı anlaşma; sadece cıvanın kullanımı ile ilgili olarak askeri ve sivil korunmada, cıvasız alternatif ürünlerde, dini ve geleneksel uygulamalarda ve timerosal içeren aşılarda ve etil cıva koruyucularda istisnalar koymuş. Bir cıva uzmanı olan Dr. I.M. Trakhtenberg, ‘Cıvanın organizmalar üzerindeki kronik etkileri’ adlı makalesinde şöyle yazıyor:

...Kronik cıvaya maruz kalmak sağlığımız için bir tehdit olup bizi özellikle grip aşılarına karşı hassas yapar. Beyaz fare gibi memelilerin 0.008 – 0.02 mg/m3 oranında cıva konsantrasyonuna uzun süreli maruz bırakılması deneyleri, farelerin patolojik grip virüsüne duyarlı olduklarını gösterdi...

Geçen yıl yapılan bazı çalışmalar, kanseri tedavi etmek için kemoterapide kullanılan zehirlerin aslında kanseri güçlendirdiğini ortaya çıkardı. Şimdi ise insanlara grip aşısı yapılırsa gribe veya ‘daha ağır şekli’ne yakanacakları söyleniyor. Bu da, birçok kişinin grip aşısı olmasına rağmen neden hala bu kadar çok grip vakasına rastlandığını açıklıyor. Naturalnews.com’dan, sağlık haberleri muhabiri Mike Adams grip sezonu sırasında şöyle yazmış:

...Geçtiğimiz haftalarda A.B.D.’ndeki 50 eyalette binlerce insan, gripe benzeyen belirtiler gösteren rahatsızlıklar nedeniyle hastanelerin acil servislerini doldurdu. Ve bu kişilerin çoğu kış mevsiminden önce grip aşısı olmuş olduğu için, Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri temel olarak grip aşısının bizlere söylendiği gibi etkili olmadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Üstelik hala halka, her ne pahasına olursa olsun aşının yaptırılması gerektiğini söylüyorlar.

...CBS, haber programında, en son yapılan istatistiklerin, en az 24 eyalette ve New York şehrinde gribe çok benzeyen bir hastalığı gösterdiğini söyledi. Ülkedeki 16 farklı eyalette ise, kış mevsimi normalden daha sıcak geçmesine rağmen benzer vakaların yer aldığı söyleniyor. Ve sözde ‘Grip Sezonu’ görevlileri, özellikle grip aşılarının işe yaramadığı iyice belli olduğu için, duruma mantıklı bir açıklama getirmek için uğraşıyorlar.

Büyük Ecza’/İlaç Karteli için hep daha fazla para kazanmak gerektiğinden, aşılamalarda ve yeni aşı tiplerinde artış sağlamak için yeni yeni bahaneler öne sürülüyor. Bunlar hala zehir içeriyor ve hala hedef kitle olan insanların bağışıklık sistemine ve DNA’sına zarar veriyor.

Eğer bu aşılar çok iyi sonuç veriyorsa, benim aşı
olmamış çocuğum, neden senin aşı olmuş çocuğun
için tehlike arzetsin ki?
Hastalık Kontrol ve Önleme merkezi’nde bir doktor ve ürünlerinde timerosal kullanan ilaç kartelinin şirketleriyle derin bağlantısı olan olan Dr. Jay Lieberman’ın verdiği bir konferansta, aşının tehlikelerine dair verilerden hiç bahsetmediğinden söz ediliyor. Diğer yanda Kanada, Vancouver, British Columbia Üniversitesi’nde Nöral Dinamikler Araştırma Grubundan Dr.Lucija Tomljenovic, ‘Aşı Politikası ve Aşılama ve Bağışıklık Birleşik Komitesi’nin uygulama nizamnamesi ’ adlı makalesinde İngiltere’deki aşı yolsuzluğunu ifşa ediyor.

2013 tarihli resmi belge; ‘Bilgi Edinme Özgürlüğü’ çerçevesinde temin edilmiş olup İngiltere hükümetinin aşı politikasını tayin edecek tavsiyelerde bulunan bu ‘Birleşik Komite’nin, dünyanın dört bir yanına kol salmış olan ilaç karteli ile nasıl büyük bir bağlantı içerisinde olduğunu, bu suretle aşıların tehlikeleri hakkındaki bilgilerin ve bunu açığa çıkarmak isteyenlerin nasıl baskı altına alıındıklarını ifşa ediyor.

Artık ilaç karteli, hükümetlerin aşı politikasına ve halkın aşılanmasına karar veren kurumların sahibi durumunda. Oysa aslında bu kurumların, kendi halklarını tehlikelerden ve yolsuzluklardan korumaları gerekiyor. Dr.Tomljenovic raporunda, aşılama işleminin tıbbi bir müdahale olduğunu ve buna maruz kalanların onayı ile yürütülmesi gerektiğini savunuyor. Bunun için tarafsız bir şekilde, bilinen veya olası risk ve yararların belirtilmesi, aşıların hangi koşullarda uygulanacakları ve tedavinin alternatif tanımlarının yapılmasının gerekli olduğunu belirtiyor. Rapor şöyle devam ediyor:

...Sırf resmi aşılama programının amacına uymaları için bilgilerin kasıtlı olarak anne babalardan gizlenmesi, hiçbir etiğe uymayıp görevin kötüye kullanılmasıdır. İngiliz Sağlık Bakanlığı’ndan ve Aşı Politikası ve Aşılama ve Bağışıklık Birleşik Komitesi’nden sağlanmış olan resmi belgeler, İngiliz sağlık otoritelerinin, açık seçik ulusal aşılama programını koruma amacıyla son otuz yıldır bu uygulamanın içinde olduğunu açıklıyor.

...Sağlık Bakanlığı ve Aşı Politikası ve Aşılama ve Bağışıklık Birleşik Komitesi’nin aşı politikasının sonucu olarak birçok çocuk, annebabalarına ciddi yan etki riski hakkında hiç bilgi verilmeden aşılanmıştır. Özellikle bu ters etkilerden birisi hakkında komitenin tam bilgisi vardır. Ayrıca bu bilgi saklanarak Sağlık Bakanlığı ve komite, aşılarla ilgili kişilerin onayları konusundaki hakları da çiğnemiştir.

Evet bu, global manipülasyon şebekesi yoluyla, bütün ülkelerde oluyor. Komite ile ilgili bilgileri ben kitaplarımda zaten anlatmıştım, şimdi de Dr.Tomljenovic resmi bilgelerle bunu teyit ediyor.

İlaç karteli ile yolsuzluk, yaş boya bulaşmış eller gibi... Birisi değdiği zaman diğeri de boyanıyor. Dr.Tomljenovic, Komite’nin toplantılarındaki tutanaklarının, bazı komite üyelerinin ilaç firmaları ve Komite ile çok derin bağlarının bulunduğunu teyit ettiğini söylüyor. Komite, aşı alımlarını arttırma stratejisi çerçevesinde sık sık ilaç firmaları ile işbirliği yapıyormuş.

Bu tür tartışmalı konuların yer aldığı bazı toplantı görüşmeleri gizleniyor ve sadece ‘Bilgi Edinme Özgürlüğü’ yasası yoluyla açıklanıyormuş. Doktorun anlattıklarına göre belirli toplantılar, metinlerde ‘gizli ticaret’ şeklinde ifade ediliyormuş ve şeffaflıktan tedirgin edici derecede uzakmış. Komite’nin web sitesinin ‘Bilgi Edinme Özgürlüğü’ kısmında açıklanmadan önce katılımcıların isimleri dahil, bilginin bir kısmı metinden çıkarılmış. Bunun hiçbiri bir kerelik veya İngiltere’ye ait değil, bunlar genel olarak ‘Büyük Ecza’ veya ilaç karteliyle ilgili olarak dünya çapında her yerde oluyor. Doktor Tomljenovic’in vardığı sonuçların listesi aynı şekilde her yeri kapsıyor:

  1. Belirli aşılarda kendi araştırmalarının bir sonucu olarak güvenilirlik konusunda endişeler belirince, mevcut aşı politikalarını yeniden gözden geçirerek doğru hareket edecekleri yerde Aşı Komitesi a) hiçbir şey yapmıyor, b) kamu raporlarından güvenilirliğe uymayan verileri siliyor, c) sözü geçen aşıların güvenilirliği konusunda kamuyu ve yetkilileri ikna etmek için yoğun çaba sarfediyor.
  2. Henüz çözülememiş güvenlik konularına rağmen sırf aşı oranlarını arttırmak için aşı kriterlerinde kontraendikasyon önemli ölçüde sınırlanıyor.
  3. Bunlar, bazı durumlarda, bağışıklıklarla ilgili olarak Aşı Komitesi’nin resmi tavsiyelerine uymadığı zamanlarda, aşı üreticilerinden kendi veri sayfalarına uygun belirli değişiklikler istediler.
  4. Bağımsız araştırmaları göz önüne almadan, sırf aşı politikalarını geliştirmek için ısrarla metodolojik olarak şüpheli çalışmalara dayandılar.
  5. Aşıların yararlarını abartarak ısrarla ve kategorik olarak güvenilirlik endişelerin önemini azalttılar.
  6. Lisans almak için yeni aşıların şüpheli yararları ile etkinliklerini rutin pediyatrik programa sunmak üzere özenli bir plan geliştirdiler.
  7. Aşıların güvenilirliği konusundaki araştırmaları aktif bir şekilde bastırdılar.
  8. Belirli çocukları ciddi ve uzun vadeli nörolojik tahribat riskine atacak, bilimsel olarakda desteklenmeyen bir bağışıklık kazandırma programını geliştirmek için anne babaların güveninden ve aşılar hakkındaki bilgisizliklerinden özellikle yararlandılar.

Kapalı kapılar ardındaki sırlar...

Peki bunu niçin yapıyorlar? a) Para için. b) Kendilerinden başka hiç kimse umurlarında değil. c) Bütün bu yozluk ve sahtekarlıkları yöneten gölgelerdeki kişiler dünyadaki çocukların neden aşılanmalarını istediklerini çok iyi biliyorlar.

Aşıların neler yaptıkları hakkında bu kadar keskin deliller varken dünyanın önde gelen aşı savunucularından ve finanse edenlerden birisi de kim biliyor musunuz? Eşi ile birlikte Bill Gates, global planın hemen hemen bütün bölümlerini finanse ediyor ve destekliyor!

Çocuklarını aşılatmak/zehirletmek istemeyen anne babaların kınanması, kötülenmesi ve bilgiden yoksun bırakılmaları kampanyaları işi zorunlu aşılamaya götürüyor. Üstelik bu sadece çocuklar için de değil. Devlet çocuğunuzu veya kendinizi zehirlemenizi, dolayısıyla çocuğunuzun ve kendi bağışıklık sisteminize zarar vermenizi istiyor. Tiranlık herhalde ancak böyle tanımlanabilir.

Aşı faşistlerine direnen anne babalar, çocuklarının zehirlenmesini istemedikleri için çocuk istismarcısı olarak tanımlanıyor. Büyük Ecza/İlaç karteli şebekeleri asla ‘hayır’ cevabını duymak istemiyorlar. Bu ancak bizim seçimizle olur, çünkü ‘seçim’i yapmak, insanların zihni ve bedeni mahveden zehirlere ‘hayır’ deme imkanı sağlar.

Cıva, aluminyum, fenol(karbolik asit), betapropiyolakton-bir çeşit dezenfektan, etilen glikol (antifriz), triton X-10 bir deterjan, sodyum fosfat, oktoksinol 9-vajinal sperm öldürücü, nonoksinol-cinsellikle geçen hastalıklar için kullanılan maddeleri içeren grip aşısı olmayı reddettikleri için işlerinden atılan sağlık personeli var. İşlerinden olmak istemeyen insanlara bütün bu maddeleri bedenlerine sokmak ya da sokmamak için bir seçim yapma hakkı bile vermiyorlar. Buna tam anlamıyla faşizm denir.

Bu konuyu meşru kılmak için en gülünç savunmayı Kathleen McManus adlı ‘Sağlık Merkezi Yürütme Kurulu Başkanı yapmış. Resmi makamlar bu aşıları zorunlu kılmış, çünkü gönüllü olarak aşı olmak isteyen kişilerin sayısı % 65’i aşamamış! Ah, demek herkes kabul ederse zorunlu olmayacak, ama etmezse zorunlu olacak... Tabii burada sözün özü şu: “Hizmet ettiğimiz insanlar çok hasta ve ben de hastayı riske atmak istemiyorum!” Gerçekten bazen kelimelerin hiç anlamı olmuyor...

Çocuklarına aşı yaptırmak istemeyen anne babalar için, iktidardaki partinin lideri Loretta Weinberg tarafından verilen kanun teklifi doğrultusunda New Jersey de dahil olmak üzere bazı eyaletlerde ebeveyn özgürlükleri daha da kısıtlanıyor. Amerika’daki ‘Ev Okulu Yasal Savunma Derneği’nden açıklanan bir vakada, Pennsylvanialı bir çiftin yeni doğan kızları ebeveynin izni olmamasına rağmen zorla polis tarafından alınıp Hepatit B aşısı yaptırılmış olduğu anlatılıyor.

İşte dünya insanlarının uyurgezer durumda içine doğru yürümekte oldukları durum bu...’Büyük Ecza/İlaç Karteli, insanları anlatması çok zor bir ölçekte öldürüyor...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım