(David
Icke’ın 11 Ağustos 2013 tarihli makalesi)
HALKIN
SOYULMASI... KÖLELİĞE
DOĞRU...
Bugünlerde
İngiltere’de, genel olarak dünya için yapılmış olan planı
ifşa edici birçok örnek yer alıyor. Orwell tarzı birçok olaydan
oluşan uzun listenin en sonuncusunun adı da, ‘sıfır
saat sözleşmeleri’.
Bu, epeydir ortalarda olan bir konu ve tahminlere göre milyonlarca
insan, köleliğin bu modern şekline yakalanacak. Bu örneklerin
sayıları çok çok yüksek ve eğer biz öyle olmasına izin
verirsek bu sözleşmeler, ‘delilerin’ küresel olarak iş
yerlerini yeniden yapılandırma planlarının bir bölümü haline
gelecek. Aynı tekniği Kraliçe Victoria zamanında ve 1930’ların
‘Büyük Bunalım’ından önce de görmüştük. O zamanlar,
umutsuz durumdaki insan kitleleri, her gün iş bulma umuduyla
saatlerce kuyruklarda beklerler, işverenler ise işe sadece işlerine
gelenleri alır ve canları ne kadar isterse o kadar para verirlerdi
ve tabii ki bu genellikle de en düşük ücret olurdu.
Uzak
Doğu’da ve çok kötü çalışma koşullarında işçi çalıştıran
kültürlerde on milyonlaca insan şimdiden köle edilmiş durumda,
ama artık özgür ve liberal Batı da, insan kitlelerini dizlerinin
üzerine çökertmek üzere, sistematik bir şekilde ve büyük bir
hızla ekonomik bunalım yoluna sokuluyor.
Bu
‘sıfır saat sözleşme’leri, insanları hiçbir garantileri
olmadan çalışmaya zorluyor. İnsanlar sürekli olarak bu ödeme
yapılmayan işlerde çalışırlarken onlara başka teklifler de
yapılamayacak, başkası için de çalışamayacaklar. Tatil yok,
sağlık ödemeleri yok, ev kiralamak veya satın almak yok, düzenli
bir gelirleri yok ve şikayet edecek olan olursa, şikayet
etmeyenlerin lehine, çalışma saatleri reddedilmek suretiyle
cezalandırılacaklar. Bu resmen kölelik, başka hiçbirşey değil!
Ancak
hükümetler buna bayılıyorlar tabii, çünkü (a) kitleleri,
efendilerinin istedikleri gibi eziyor, (b) işsizliğin gerçek
seviyesinin belli olmamasını sağlıyorlar.
Düşük
gelirliler için de çalışan ‘Çözüm Vakfı’, sıfır saat
sözleşmesi yapanlara aynı iş için tam gün çalışanlardan çok
daha az ödeme yapıldığını açıkladı. Haftada ortalama 236
Pounda karşılık 482 Pound...
Sports
Direct.com’un sahibi olan Mike Ashley’in yaklaşık 20.000 kişiyi
sıfır saat sözleşmeli olarak çalıştırdığı bildirilirken,
kendisinin 200 milyon Pound kar elde etmekte olduğu açıklandı. Bu
sayı, onun çalışanlarının yüzde doksanını temsil ediyor.
Ashley, ekonomik sıkıntıda olan İngiltere’nin kuzey doğusundaki
Newcastle United futbol kulübünün de sahibi. Kulübün sponsoru
ise; çok cazip faiz oranlarıyla ekonomik sıkıntıda olanlara
kısa dönemde kredi vaad edenleri istismar eden Wonga.com. (Sadece
30 gün için 400 Pound kredi al, sonra onlara 527.15 Pound geri
öde). Mike Ashley gibi humanistlerimizin oluşu ne kadar iyi değil
mi?
Sports
Direct’te çalışan bir ‘sıfır saat sözleşme’li kişi
şöyle demiş:
“Hiç
vardiyasız iki hafta boyunca durmadan çalıştım ve paramı ne
zaman alacağım konusunda da hiçbir bilgim olamadı. Bazen işçileri
sadece bir iki saat çalıştırıp evlerine gönderiyorlar. Ne kadar
para kazanacağımı bilmiyorum, çünkü ne kadar süre ile
çalışacağımı bilmiyorum, bu durumda fatura ve borçlarımı
ödemem de iyice zorlaşıyor.”
İngiliz
parfümeri zinciri Boots, yakın zamanda Amerika’daki Walgreens ile
birleşti, ‘sıfır saat’ sözleşmeli personelini, ailelerini
bırakıp yurt dışında ki İngiliz mağazalarına seyahat etmek
üzere her an hazır olmaya zorluyor. Boots ile sözleşme yapmış
olan birisi şöyle anlatıyor: “Haftada
minimum saat sayısı sağlamayı bile garanti etmedikleri gibi
şirket, çalışmamız gereken saat ve günleri değiştirme hakkını
da elinde tutuyor.”
Bilmem
İngiliz hükümetinin, yerel yönetimlerin ve kraliyet ailesinin de
sıfır saat sözleşmeli işçileri çalıştırdıklarını
belirtmeye gerek var mı? Ulusal Sağlık Servisi/NHS de öyle. Otel
ve yemek ticaretindeki işçilerin hakkı verilmiyor. Sadece çok
yoğun zamanlarda beklemede olanlara diyeceğim yok tabii ki, ama
doğru dürüst istihdam edilmeyip de bir de çalışma saatlerine
ilave bindirilince bu insanlar nasıl yaşayacaklar?
İngiltere’deki
Unison Sendikası’nın Genel Sekreteri Dave Prentis şöyle diyor:
“İşçilerin büyük
bir çoğunluğu bu sözleşmeleri, başka seçenekleri olmadığı
için kabul ediyorlar. Birkaç kişiye esneklik sağlayabilirler, ama
güçlerin dengesi işverenden yana ve işçilere şikayet hakkı
bile tanınmıyor. Haftalarca, yiyecek temini ve faturaları ödemek
için ne kadar para alacağını bile bilmemek son derece sinir
bozucu bir durum.”
İnsanları sömürerek kendi kontrolü altında tutma amacında
olan sistem, büyük bir soğukkanlılıkla işsizlik yaratıyor. |
Trade
Union Congress/Sendika Kongresi Genel Sekreteri Frances O’Grady ise
şöyle söylüyor: “Ekonomiye
iyice yerleşmiş olan bu sıfır saat sözleşmeleri, insanların bu
hükümetin altında çalışmalarının ne kadar zor olduğunu
gösteriyor. İnsanlar; parayı, önerilen koşulları veya çalışma
şartlarını bile düşünemeden, elde edecekleri herhangi bir iş
için bile minnet duymaya zorlanıyorlar.”
Bütün
bunlar olurken, artık plan iyice açığa çıkıyor. Bütün bu
olanlar, asıl planın farklı bir bölümünü içeriyor,
dolayısıyla bu konudan sendikaların da hiç haberleri yok.
Ünlü
sinema filmi ‘Hunger Games/Açlık Oyunları’, ‘Sistem’in
dünya için planlamış olduğu hali sembolize ediyor. Küçük grup
mega zenginler ‘Capitol’de yüksek teknoloji içeren bir lüks
içerisinde yaşarlarken, mega yoksullar da efendilerinin yüksek
çitlerle ayrılmış bölgelerinden uzak yerlerde, ‘elit tabakaya’
hizmet etmek için çeşitli işlerde çalışıyorlar. Bu statüko
da, zalim bir polis devleti tarafından korunuyor. Eğer bugün büyük
bir hızla bu duruma doğru yol almakta olduğumuzu hala görmeyen
varse biraz gözlerini açsın artık...
Bu
günlük kölelik ve sıfır saat sözleşmelerinin sürekli olarak
gelişmesi, bu karanlık ve aşağılayıcı yoldaki çok önemli
basamaklardan birisini oluşturuyor.
Global
ekonomi, onlarca yıllık hazırlıktan sonra finans düzenindeki
güçler ayrılığının aralıksız olarak yok edilmesi yoluyla
2008’de çökertildi. Komplocular, zaten kendi kontrolleri
altındaki hükümetlerin sayesinde bankalarının kurtarılacağını
biliyorlardı. Halktan alınan para, hükümetler ve bankaları
kurtarma operasyonları yoluyla, inanılmaz bir transferle finansal
‘elit’e geçirildi.
Bunun
sonucu olarak tahakkuk etmiş olan hükümet borcu, kemer sıkma
programlarını meşru kılmak için kullanıldı, böylece çok
sayıda insan dizlerinin üzerine çöktü, aileleri evsiz, işsiz ve
aç kaldı. Bunların hepsi, tam anlamıyla bir ‘Açlık Oyunları
Toplumu’nu dayatmak üzere büyük bir soğukkanlılıkla
planlandı.
Gittikçe
daha çok artan gözetleme sistemleri ile insanların hayatlarını
iyice baskılayarak tiranlığa karşı baş kaldırmalarını
engelleyecek olan polis devletleri, tam anlamıyla buna bir hazırlık
niteliğinde... Amaç, dünyadaki herkesin fiziksel, zihinsel ve
duygusal kontrollerini ele geçirmek.
İnsanlar,
hiçbir seçme hakkı kullanmadan kendilerine nerede çalışacakları
söylenirse orada çalışacaklar. ‘Özgürlük’ gibi ‘seçme
hakkı’da, tıpkı George Orwell’in ‘içeriden’ edinmiş
olduğu bilgilerle öngörmüş olduğu üzere sözlüklerden
silinecek... Amazon’un dev dağıtım ambarlarında çalışan
kişilerin deneyimleri itibariyle robot toplumda, gittikçe artan
sayıda robot insanlar göze ilişmeye başladı. Bu arada
belirtmekte yarar var; Amazon, sıfır saat sözleşmeli ana istismar
şirketlerinden birisidir.
Bu
haber, İngiltere’nin Financial Times ve Daily Mail gazetelerinde
çıkan makalelerde, ‘Amazon’un İnsan Robotları’ başlığı
altında verilmiş. İşçiler o ruhsuz dev gibi ambarda günde 15
mil yürüyerek iş yapıyor,yaptıkları her hareket küçük
bilgisayarlarla saptanıyor, emirler veriliyor ve iyi çalışıp
çalışmadıkları izleniyormuş. Makalede şöyle deniyor;
...dokuz futbol sahası büyüklüğündeki ambarlarda, ellerindeki uydu
seyir sistemli bilgisayarların ekranlarına bakan turuncu yelekli
yüzlerce insana, daha sonra nereye yürüyecekleri ve hedeflerine
vardıkları zaman da hangi ürünü alacakları emrediliyor. İşten
kaytarmaları imkansız, çünkü ellerindeki cihazlar aynı zamanda
performanslarını da ölçüyor. İhtimal her birisi günde 7-15 mil
yürüyordur. Hem 30 dakikalık ‘ara’da, hem kantine gitmeden
önce, hem de sekiz saatlik mesai sonunda evlerine gitmeden önce
hep, herhangi birşey çalıp çalmamış olduklarının kontrol
edilebilmesi için havaalanlarındaki güvenlik tarayıcıları gibi
cihazlardan geçmeleri gerekiyor.
Makalede;
“İngiltere’deki
işyerlerinin geleceği böyle mi olacak?”
diye soruluyor. Valla görünüşe bakılırsa öyle gibi, ama sadece
İngiltere’de değil, her ülkede öyle olacak. Alman ARD
televizyon kanalı, bir belgeselde Rothschild Zionist Amazon’un
Avrupa’da, Alman ambalaj ve dağıtım merkezlerindeki 5000 küsür
geçici işçiyi kontrol altında tutmak için neo-Nazi muhafızlar
kullanmakta olduğunu iddia ediyor.
Programda;
askeri saç modeli, siyah üniforma ve çizmeleri olan HESS Güvenlik
elemanlarının, (şirket adının da Hitler’in yardımcısı
Rudolf Hess’ten esinlenilmiş olduğu düşünülüyor) pansiyon ve
ucuz otellerde kalan işçilere polislik yapmak üzere istihdam
edildikleri anlatılıyor. Aslında bu, dünyadaki her ülke için
hazırlanmış olan bir plan. ARD program yapımcıları, çoğu
işçinin çok korktuğunu söylüyor, muhafızların yabancı
işçilerin yatak odalarını ve mutfaklarını düzenli bir şekilde
kontrol ettiklerini gösteren fotoğraflar gösteriyorlar. Hatta
bazılarının üstünü arayıp kahvaltıdan sandviç alıp
almadıklarını anlamak için taciz bile ediyorlarmış. İnanın
bu, bütün dünya için planlanan tablonun sadece bir bölümü...
Bütün
bunların ardında olanlar tek bir kelime ile özetlenebilir:
soygunculuk... Bu kelime, “Şiddet ve sindirme yoluyla birisinden
parasının veya malının alınması” şeklinde ifade ediliyor.
Benim burada soygun kelimesinden kastım paradan başka insan
onurunun, enejisinin ve özgürlüğünün çalınmasıdır. Sıfır
saat sözleşmeleri, tam anlamıyla bütün işçileri soyuyor!
Aslında
hedef kitlenin parasının alınmasının başka yolları da var.
Bankaların kurtarılması, vergiler, enflasyon, işsizlik, çalışma
şartları çok kötü olan işyerlerinde işçi çalıştırma,
gittikçe artan suçlar için, gittikçe artan para cezaları v.s,
v.s....
Halk
vergi borçları veya önemsiz suçlar için büyük para cezaları
öderken, büyük şirketler ve bankalar hiç vergi bile ödemiyorlar.
Paranın yoksullardan mega zenginlere geçişi için yaratılan bir
dümen de budur. ‘Kim
Olduğunuzu Hatırlayın’
adlı kitabımda bunun bankalar ve şirketlerle olan bağlantısını
ayrıntıları ile ele almıştım. O zamandan beri Starbucks,
Google, Apple ve Amazon’un, İngiltere’deki karları üzerinden
pek az ya da hiç, denizaşırı çalışan Amerikan bankalarının
ise hiç vergi vermedikleri açığa çıktı.
Bu
onların, İngiliz ve Amerikan halkının ve ekonominin kanını emen
parazitler olduklarını gösteriyor. Global komplonun ardındaki
‘soy aile şebekeleri’, insan nüfusunun iş gücü ve enerjisi
ile beslenen genetik parazitler.
Bank
of America, Cayman Adaları’nda 200’den fazla bağlı kuruluş
açmış. Bunlar hiç vergi vermedikleri gibi, Internal Revenue
Service/Milli Gelirler İdaresi, onlara 1.9 milyar dolar vergi
indirimi yapmış. Oysa aynı Milli Gelirler İdaresi acımasızca
halkı hedef alabiliyor!
Amerikan vergilendirme sisteminde aynı şekilde JP Morgan Chase 4.9 milyar dolar, Goldman Sachs ise 3.3 milyar dolar kazanç sağlamış. Citigroup , 2008’en sonra Federal Reserve’ün kurtarma fonundan toplam 2.5 trilyon dolar aldığından beri dört yıldır hiçbir federal gelir vergisi ödememiş. Büyük şirketler 2011 vergilerinde kazançlarının sadece %12.1’ini ödemişler. Bunların arasından 25 şirket ise, ödemeleri gereken gelir vergisinin miktarından daha fazlasını CEO’larına sunmuşlar!
Kan emiciler: Demek kredi istiyorsun, öyle mi?
|
Amerikan vergilendirme sisteminde aynı şekilde JP Morgan Chase 4.9 milyar dolar, Goldman Sachs ise 3.3 milyar dolar kazanç sağlamış. Citigroup , 2008’en sonra Federal Reserve’ün kurtarma fonundan toplam 2.5 trilyon dolar aldığından beri dört yıldır hiçbir federal gelir vergisi ödememiş. Büyük şirketler 2011 vergilerinde kazançlarının sadece %12.1’ini ödemişler. Bunların arasından 25 şirket ise, ödemeleri gereken gelir vergisinin miktarından daha fazlasını CEO’larına sunmuşlar!
İngiltere
Vergi ve Gümrük Bakanı Lin Homer, İngiliz Hükümeti’nin,
uluslararası şirketlerin, İngiltere’de tahakkuk etse bile
karlarını çok düşük oranla beyan etmelerini durduramadıklarını
söylüyor. Sadece Google’ın, İngiltere’de bir yılda 10
milyar Sterlin’lik vergi öncesi karının yaklaşık % 80’ini,
Bermuda’daki bir paravan şirkete kaydırdığı ortaya çıkmış.
Microsoft’un
kurucusu ve başkanı, ‘içeri’den biri olan Bill Gates,
Lüksemburg ve İrlanda kanalıyla İngiltere kurum vergisinden 159
milyon Sterlin’lik karı Bermuda’ya aktarmış. Amazon’un
İngiltere şubesi, 7.1 milyar yıllık satıştan sadece 2.3 milyon
Sterlin, Google ise İngiltere’de yaptığı 2.5 milyar satış
için sadece 2.3 milyon Sterlin ödemiş.
Starbucks
Yasal
adres: İngiltere
İng.cirosu:
398 milyonSterlin
İng.kurum
vergi ödemesi:Yok
Yıl: 2011
|
Google
Yasal
adres: İrlanda
İng.cirosu:
2.6 milyar Sterlin
İng.
Kurum vergi öd.:6 milyon S.
Yıl: 2011 |
Amazon
Yasal
adres: Lüksemburg
İng.cirosu:3.3
milyar Sterlin
İng.
Kurum vergi öd.:Yok
Yıl: 2010
Starbucks
İngiltere’ye 1998’de geldiğinden beri satış geliri 3 milyar
Sterlin olduğu halde, 2012’de Starbucks’ın, gelir vergisinden
sadece 8.6 milyon Sterlin ödemiş olduğu ortaya çıktı. Halkın
tepkisi karşısında Starbucks yılda 10 milyon Sterlin ödemeye
‘gönüllü’ oldu. Siz hiç ödemeniz gereken vergi için
‘gönüllü’ olmuş muydunuz?
Corporate
Watch/Şirket Gözlemcisi organizasyonu, yapmış olduğu ayrıntılı
araştırmalar sonucunda İngiltere’de faaliyet gösteren altı
tane su şirketinin, İngiliz hükümetinin kapatmadığı yasal
boşluktan yararlanarak gelirlerini vergisiz ülkelere yönlendirerek
milyonlarca Sterlin ödemekten kaçındıklarını ifşa etti. Bu, su
faturaları zavallı halkın sırtına daha güçlü bir şekilde
bindirilmeye başlayınca ortaya çıktı. Aynı şekilde
İngiltere’deki Elektrik İdaresi’nde de müşteriler için
yüksek fiyatta ücretler ilan edilirken enerji şirketlerinin çok
yüksek karlara ulaştıkları anlaşıldı.
Gıda
gibi ‘en temel ihtiyaç maddesi’ fiyatlarının yükseltilmesi de
halkı sistematik olarak sıkıştırma yöntemlerinden birisi. Ve
tabii yine bu arada paralar dünya nüfusunun yüzde birinden daha
düşük sayıdaki grubun cebine giriyor...
Dikkat
edilmesi gereken önemli bir nokta var: bütün bu,
global/uluslararası şirketlerin vergi kaçırmalarının altında
yatan asıl oyun, elit soyun, ‘çözüm’ olarak dünyanın
finans yapısına ‘global’ bir vergi sistemi empoze etmek! Bunu
da kim kontrol edecek? Tabii ki global bir hükümet... Bakmayın
siz, vergi kaçırdığı için Google’ı kınayan politikacıların
çoğu, Google’ın çeşitli faaliyetlerinde yer almaya gelince hep
VIP listesinin başında yer alırlar.
Küçük
şirketler, vergi vermeyen dev şirketlere karşı ayakta durmaya
çalışırlarken, son kuruşlarına kadar soyuluyorlar. Yozlaşmış
İngiliz vergi otoriteleri ise büyük şirketlerin küstahlıklarına
karşı hiçbirşey yapmayıp, berber/kuaför ve tesisatçılık gibi
küçük şirketleri afişe edip mahçup ediyorlar. Hikayenin özeti;
halkın canına oku, bırak mega zenginler istediklerini yapsınlar
zihniyeti...
İngiliz
vergi tahsildarları, Land Registry gibi başka veri tabanlarıyla
bağlantılı olarak çalışan savunma müteahhiti BAE Systems
tarafından tasarlanmış olan Connect adlı 45 milyon poundluk
bilgisayar sistemi yoluyla, insanları sosyal paylaşım sitelerinin,
gazetelerin sitelerine sokuyor. İngiliz Daily Mail gazetesinin
haberine göre, ayrıca halkın birbirini ihbar etmesi için kurulmuş
bir ücretsiz hat varmış ve 2012’de bu hat üzerinden 74.000
arama yapılmış. İhbarcılara 20.000 Pound’a kadar ödeme bile
yapılmış. Kitleler üzerinde bu savaşı yönetenlerin çoğu aynı
kitlenin içinde olanlar. Sistemin korunmasını bıraktıkları
anda, başkalarının üzerine empoze etmek için uğraştıkları
aynı şey kendi başlarına da gelecek... Acaba bu kişiler, büyük
şirketler işçilere gizli hayat sigortası yaptırıp öldükleri
zaman bütün paraları iç ederken kendileri hakkında farklı
düşünüldüğünü mü sanıyorlar? Bu şirketler, insanları
öldükten sonra bile sömürüyorlar. İnanılmaz değil mi? Daha
bitmedi.
Wallstreeton
parade.com adlı siteden bir rapor: Çoğu
Amerikalının, büyük şirketlerin ve bankaların gizli gizli
işçileri için milyonlarca hayat sigortası yaptırıp işçinin
haberi olmadan onların ölümünden kazanç elde ettiklerinden
haberi bile yok! Bireysel poliçeler genellikle yüzbinlerce, hatta
bazen milyonlarca dolar değerinde...
Şirketten
ayrılan işçilerin izlerini kaybetmemek için ölümler rutin bir
şekilde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından izleniyor. Politikalar
‘ölü köylü’ veya ‘hizmetli’ politikası olarak bilinir
oldu, çünkü şirketler, ‘hizmetliler’de dahil olmak üzere
haberleri olmadan veya onayları alınmadan milyonlarca düşük
ücretli işçinin hayat sigortasından çıkar sağlıyorlar.
Sigorta, şirket karları açısından iyi bir destek, çünkü
vergi kaçırmada kolaylık sağlıyor, buna, bu plandaki nakit
arttırmanın kazanç olarak rapor edilmesi de dahil, ama vergiden
muaf oluyor, çünkü hayat sigortası politikası altında
korunuyor; ayrıca işçi öldüğü zaman şirketin eline geçen
nakit ödeme de, halen mevcut olan vergi kanununa göre vergiden muaf
oluyor.
Bu
insanların hepsi hasta, çok çok hasta...Ve bizim dünyayımızı
onlar idare ediyorlar.
Süper
zenginler, sömürdükleri halkın üzerinden daha da zengin
olurlarken, öte yanda yoksulların, kronik hastalıkları olanların
ve engellilerin gırtlağına çöküp paralarını alıyorlar.
İngiliz hükümeti ‘yatak odası vergisi’ denilen bir vergi
dayattı. Sözü konusu yoksulların, kronik hastalıkları olanların
ve engellilerin evlerinde fazladan birer oda varsa sosyal yardım
ödeneklerini kaybediyorlar. Buna, evlerindeki fazla odalarda
kendileri için gerekli ekipmanı tutan veya kendilerine eşlik eden
yardımcılarının kalacağı odalara sahip olan tekerlekli
sandalyeye mahkum kişiler de dahil.
‘Yozlaşmış’
Başbakan David Cameron’un ‘yozlaşmış’ hükümeti, bu
vergiden mağdur olan yaklaşık 100.000 kişiye kendilerine daha az
sayıda yatak odası olan evler bulmalarını, aksi takdirde sosyal
yardım ödeneklerinin kesileceğini söyledi. Ancak bu mümkün
değil, çünkü istenen sayının sadece 3.8’i bunu yapabiliyor,
dolayısıyla kiracılar oldukları yerde kalmaya zorlanıyor ve
yüzde 14 oranında düşen ödenekleriyle ayakta kalmaya
çalışıyorlar.
Hükümetin
ve hükümeti perde arkasından yönetenlerin amacı, bunun ‘akıl’a
bir hakaret niteliğinde olacağını düşünemedi. Gerçi sonuç
en hassas ve kırılgan olanları daha da kötü duruma düşürtmek
oldu. Zaten bu da tam ‘Açlık Oyunları’ planına uygun olarak
gelişiyor.
Ses
tellerim ‘merhamet’ dileyecek hale gelinceye kadar tekrarlayıp
duruyorum; ancak din, ırk, kültür ve gelir düzeyi ayrımı
yapmadan biraraya gelirsek, bu total kontrol ve ezici baskıya son
verebiliriz.
Bu
zorbaların sadece tek bir din, ırk, kültür ve gelir ölçeğine
mensup kişileri hedef aldığını mı sanıyorsunuz? Belki
şimdilik yoksul, hasta ve engellileri hedef almış gibi görünüyor
olabilirler, ama yarın bu herkes için söz konusu olacak!
Amaç
bir ‘Global Açlık Oyunları Toplumu’ yaratmak, böylece küçük
bir grup- mega zengin yöneten kesim, arada sadece bir polis
devletinin eşkiyaları ile mega yoksul bir toplumu yönetecek. Evet,
şimdilik durumları fena sayılmayanlara sesleniyorum, her an
kendinizi birdenbire bu mega yoksul grubun içinde bulabilirsiniz!
‘Orta
sınıf’ın gittikçe daha yoğun bir biçimde hedef alınması,
toplumun köleliğe taşınmakta olduğunun bir habercisi
niteliğinde... Kendilerini sistemin hak sahipleri ve galipleri
olarak görenler, küçük ve orta ölçekli işleri çökerterek ve
sıkıştırarak yok ediyorlar.
İstatistiksel
olarak bakıldığında sayılar; evsiz olup, sosyal yardım desteği
verilmesi gereken kişilerin çoğunun orta sınıftan olduğunu
gösteriyor. Kıbrıs’taki örnek hatırlanacak olursa, bankaların
kurtarılması yoluyla, halkın kişisel hesaplarındaki paralar,
zaten keyfi yerinde tuzu kuru olan zenginlerin cebine gitti.
Onlar
yalnız para değil, ‘herşey’i istiyorlar.
Bu
durumda yoksulların ve engellilerin çökertilmekte olması onların
problemi değil, bizim problemimiz. Şimdiden yüzleşmemiz gereken
bir gerçek bu! Başımızı diğer tarafa çevirip olanları yine
görmezden gelecek olursak, bütün bu olanlar bizi daha büyük bir
hızla, daha yıkıcı aşamalara getirecektir.
Hepsi
bir seçim ve sonuç meselesi...Seçimler ve sonuçları...Zaten hep
öyle olmadı mı?