"EĞİTİM"
PROGRAMLANMAK İÇİN BİR DE PARA VERİYORUZ
‘Eğitim’denilen programlama makinası, ‘Sistem’ için kesinlikle çok önemli, çünkü eğitim insanların en küçük yaşta realiteyi algılama şekillerini beyinlerine yerleştirmek veya tam anlamıyla implant etmek üzere tasarlanmış. Böylece sistemin akıl besleyicileri büyüdükleri zaman herşeyi ya oyunun planına göre yönetecekler, ya da kendilerini özgür sanarak hayatlarının sonuna kadar küçük birer iyi köle olarak kalacaklar.
Bir zamanların ünlü grubu ‘Pink Floyd’un şarkısında dediği gibi; “Sonuç olarak sen de duvarda bir tuğlasın”. Aslında sistemi yönetenler de köle, sistem tarafından yönetilenler de... Arada sadece bir derece farkı var. Ortak payda ise; insanların ‘sol beyin’e hapis olmaları.
Beyinin iki yarım küresi Korpus Kallosum denilen bir köprü ile birleşir. Bu iki yarım kürenin çok farklı işlevleri ve özellikleri vardır. Oysa bizler ‘bütün’ beyinli olarak yaratılmış olup, her ikisinin de özelliklerine sahibiz. Her neyse, Kontrol Sistemi bunu hiç istemiyor, dolayısıyla da insanların çoğu kendisini bu özelliğe sahip değil sanıyor.
İnsanların çoğu, ‘yapısallık’ takıntısı olan sol beyinin kölesi durumundalar, bu da zaten insan toplumunun hiyerarşik yapısına yansıyor. Sağ beyin, parçaları değil ‘bütün’ü görür, dolayısıyla da sol beyinin hiç yapamadığı ‘noktaları birleştirme’ işlemini çok iyi yapar.
Sağ beyin rastgele, kendiliğinden, yaratıcı ve ilham vericidir ve ne yapacağı önceden bilinmez, başına buyruktur. Psikologlar sağ beyine ‘sübjektif/öznel/düşsel’derler, çünkü (aslında var olmayan) dışsal dünyadan ziyade kişinin zihninde yer alır veya zihninden kaynaklanır, dolayısıyla ressam veya yazarın kişiselliğini öne çıkarır. Sağ beyin, sol beyine oranla, kalbin realitesi ile daha çok uyum içindedir, dolayısyla manipülatörler insanların sağ beyinlerinde olmalarını hiç istemezler. Sağ beyin sizi ‘bilinç’liliğin alemlerine taşıyabilir. Zaten ‘dünya’daki hayatın gerçek doğası da ancak oradan algılanıp anlaşılabilir.
Sol beyin: karar, mantık,analitik, pratik, strateji, kontrol, bilim.
Sağ beyin: önsezi, sevgi, sanat, özgürlük, sevda, canlılık, yaratıcılık, özlem, barış.
|
Sağ beyniniz açık değilse ve güçlü bir şekilde çalışmıyorsa, global komplonun kaynaklandığı tavşan deliğinin seviyelerini hiçbir zaman göremezsiniz. Sol beyniniz her şeyi, her şeyden ayrı, arada hep mesafe varmış gibi, yani bölünmüş olarak görür. Bu Matriks’in illüzyonudur. Bütünü göremez, sadece parçaları veya bölümleri görür. Resmin bütününü değil, sadece pikselleri görür. Sol beyin yapısallığa bayılır! Sol beyin (kendi mantığına göre)mantıklıdır, (yine kendi aklına göre)rasyoneldir/akıllıdır ve o kadar sıralıdır ki, ‘şimdi’deki olayları hep alıp ‘zaman’ olarak algıladığımız sıraya sokar. Bu sıralamayı ne kadar hızlı yaparsa, ‘zaman’ bize o kadar hızlı geçer gibi gelir veya yavaş yaparsa, bir o kadar yavaş geçiyor gibi algılarız. Sol beyin aynı zamanda objektiftir, gerçek olarak sunulan gözlenebilir fenomenlere dayalıdır; objektif değerlendirmeler yapar. Bilimsel inancın temeli nedir? Gerçek olarak sunulan gözlenebilir fenomenlere dayalı değerlendirme...
Bilim, sol beyin mahkumiyetinin bir dışavurumudur. Bu yüzden deneyimlemekte olduğumuz realitenin sırlarını çözemez, çünkü bunlar sadece sol beyin ve kapalı zihinler açısından bir sırdır.
Bu eğitim sistemi, sağ beyinli veya ‘bütün’ beyinli çocukları sol beyinli yetişkinlere dönüştürmek üzere özellikle tasarlanmıştır. Programlanmayı kabullenenler ile kabullenmeyenler arasında ise bir ‘ödüllendirme ve cezalandırma’ işlemi vardır. Halen geçerli olan eğitim; iletişim yoluyla,‘gözlenebilir kanıt’a dayalı mantıklı bilgi ile beyinin sol tarafını, sadece ‘sistemin realite versiyonu’na boğuyor. Bunu takiben öğrencilere, bu bilgiyi muhafaza etmeleri ve iyice öğrenmeleri söyleniyor, sonra da sistemin kendilerine inanmalarını söylediği ne varsa hepsini tekrarlayacakları ‘sınav’lara giriyorlar. Tekrarlama işini iyi yaparlarsa sınıflarını geçip gelişme gösterirler; ‘Aferin Johnny, aferin Jane, iyi not almışsın!’ Bunu gerçekten iyi yaparlarsa üniversiteye bile gidebilir ve programlanma derecelerine göre bir derece alırlar:
- Sen ne kadar programlanmıştın?
- Ben mi, ben birinci sınıf programlanma aldım.
- Öyle mi, aferin sana!
Virginia, ‘William and Mary Üniversitesi’nden Profesör Kyung Hee Kim, yaşı, ana okulundan 12.sınıfa kadar olan çocukların yaratıcılığı üzerinde bir çalışma yapmış. Bunun için yaratıcı düşüncenin ölçümü olan Torrance testini uygulamış. Okul sisteminden geçtikçe, öğrencilerin yaratıcılıklarında büyük çapta bir düşüş olduğunu gözlemlemiş. Çocuklar duygularını ifade edemiyorlarmış, enerjileri daha azmış, daha az konuşuyorlarmış, daha az esprili, hayal güçleri zayıf, cansız ve hırssız, algılamaları düşük, bağlantı kurmakta zorlananan, sentez yapamayan ve olayların farklı açılarını göremeyen varlıklar oldukları görülmüş. Aslında bütün bunlar sağlıklı çalıştığı takdirde sağ beynin özellikleri, ama malum; sistem, ‘eğitim’ denen programlama ile sağ beyini bastırıp, sadece sol beyin algılaması sağlamak için uğraşıyor. Dünyanın her yanında gençlerin ömrü, sistemin inanmalarını istediği şeyleri sisteme başarıyla anlatmış olduklarını umarak, gerilim içerisinde sınav sonuçlarını bekleyerek geçiyor.
Profesyonel futbolcu olmak için okulu 15 yaşında terkettim (daha fazla sabredemedim) ve hayatımda tek bir sınava bile girmedim. Vay be, ucuz kurtulmuşum!
Öğretmen: Şu pencereden çekil artık. Arkadaşlarından geri kalmak istemezsin öyle değil mi?
Çocuk: Kulağa hoş geliyor.
Sınavları geçmek veya notlar; bilim, tıp, akademi, hatta politika ve medya konularındaki uzmanlaşmayı sağlıyor, çünkü bu alanlarda daha egemen durumda olanlar, ‘geçerli not’ alanlar... Geleceğin bilim adamları, doktorları, akademisyenleri daha sonra daha başka sınavlara da girip, uzmanlık kurumlarına, kendilerine neye inanmaları söylenmişse onu anlatıyorlar. Bunu başarı ile yaparlarsa bilim adamı, doktor, avukat veya bir konunun profesörü oluyor, hatta daha da başarılı olurlarsa bu kurumları yönetmeye bile başlıyorlar. Ne kadar güzel değil mi? Ama unutulan bir nokta var; bunların hepsi diz boyu saçmalık!
Çünkü bu, gözlenebilen kanıta dayalı mantık sadece bir illüzyon! Sistem tarafından mantık olarak kabul edilen her ne ise, aynı o realite duygusu tarafından yönetilen bir bakış açısı oluyor. Bu durumda eğer bu realite duygusu saçmalık ise, o zaman mantığınız da, mantıklı olarak algılanan şey de saçmalık oluyor.
Bu, uzun deneyimler ve birçok gözlemden sonra David Icke denilen bir herifin keşfettiği
‘Icke kanunu’... Açık bir şekilde belli ki, hepsi tam bir sebep sonuç meselesi.
‘Icke kanunu’... Açık bir şekilde belli ki, hepsi tam bir sebep sonuç meselesi.
Peki bu, gerçeklere dayalı olarak sunulan ‘gözlenebilir fenomen de neymiş? Kimin tarafından gözlemleniyormuş? Acaba burada, bütün insanlar gibi yola çıkıp, uzayda olduğunu gördükleri hiçbir şeyi deşifre edemeyen bilim adamları ve akademisyenlerden mi söz ediyoruz? Aynı bilim adamları ve akademisyenler, sonra kendilerini iyice miyoplaştırıp hiçbir şeyi görememelerine neden olan ‘eğitim’ ve ‘uzmanlık’ denilen işlemden geçip hepten hiçbir şeyi göremez hale geliyorlar. Ben böyle olduğuna inanıyorum.
Sağ beyin-büyük tablo, güvenlik duvarı lop ayırımı ile ‘oralar’da, ‘dışarı’da. Otobüsün arkasındaki çok sıkılmış, bir an önce durağa ulaşıp kendini dışarı atmak isteyen yolcu durumunda. Çoğu kişi için otobüs durağı bir mezarlık niteliğinde... İşte sol beyinli kişi, aptallaşmış suratı ve deli deli bakan gözleri ile ancak o zaman ellerini direksiyondan çekiyor. Hatta genellikle, ne yazık ki, ellerinin direksiyondan ayrılması için pense bile gerekebiliyor.
Sistem ayrıca, bir de sağ beyinin etkisine girmesin diye sol beyine; bilim adamları, öğretmenler, akademisyenler ve medya denilen muhafızlar yerleştiriyor.Hatta daha da destekleyici olsun diye, sağ beyin algılamaları alaya alınıyor ve hep görmezden geliniyor.
Şöyle diyelim; eğer gözlenebilir kanıtlarla neyin mantıklı olduğunu size köyün delisi söylese sorgusuz sualsiz kabul eder miydiniz? Ama ne yazık ki insanlar, insan realitesine köyün delisi realitesi egemen olduğu için o ne derse ona inanıyorlar! ‘Sol beyin delileri’ temel olarak hep tekrarlayıcı oluyor, yani sistem neye inanmaları gerektiğini söylerse ona inanıyorlar. Hep papağan gibi tekrarlayıcı bilim adamlarımız, tekrarlayıcı akademisyenlerimiz, tekrarlayıcı doktorlarımız, tekrarlayıcı politikacılarımız, tekrarlayıcı gazetecilerimiz ve tekrarlayıcı insanlarımız var.
Hiç orijinal bir düşünce veya önsezi yok, hep tekrarlanan programlar var. ‘Akademik’ kelimesinin anlamı şöyle: Kural ve gelenekler koymak için uygun olan. Buyrun işte, ikisi bir arada! Böyle bir zihniyet nasıl ilerlememizi sağlayabilir ki? Oh, tabii teknoloji değişebilir, ama teknoloji temel bir dayanak değildir, sadece bir ‘gelişme illüzyonu’ sağlayabilir.
Bir kez tekrarlamayı ve bu enstitüleşmiş saçmalıklara uymayı reddedin, o zaman sadece atın daha hızlı koşup da yakalaması için sopanın ucunda gösterilen havucu değil, sopayı bile kaparsınız!
Başarısızsınızdır, çünkü sınavı geçememişsinizdir, size anlatılanları sorguladığınız için de sınıfta ‘huzur bozucu’ kişi yerine koyulursunuz. Programlanmış öğretmenler ve sınıf arkadaşlarınız sizinle alay etmeye başlarlar. Eğer halkın gözünde tanınmış biriyseniz o zaman da programlanmış medya tarafından alaya alınırsınız. Benim uzun zaman önce adlandırmış olduğum üzere bu, sadece ‘psikolojik faşizm’dir.
Sol beyin ifadeleri: Akademik Ayrıntıya yönelik Parçaları görür Mantık Sıralı Rasyonel/akılcı Matematik ve bilim Anlayabilir Objektif/nesnel Mantık kullanır Gerçekler egemendir Kelimeler ve dil Şimdi ve geçmiş Bilmek ister Nesnenin adını bilir Realiteye dayalıdır Strateji oluşturur Motifleri algılar Pratik/planlı Tedbirli Dikkatli |
Sağ beyin ifadeleri:
Büyük tabloyu görür
Bütün'ü görür
Rastgele
Sezgisel
Bütünsel
Felsefe ve spiritüellik
Anlamını anlamaz
Sübjektif/öznel/düşsel
Duyguları kullanır
Hayal gücü egemendir
Semboller ve görüntüler
Şimdi ve gelecek
İnanır
Takdir eder
Nesnenin görevini bilir
Hayal gücüne dayalıdır
Olanaklar sunar
Uzaysaldır
Düşünmeden/kendiliğinden
Maceracı Kaygısız/riskleri göze alır |
Sağ beyindeki sınırsız, yaratıcı hayal gücü sol beyinde yoktur, bu nedenle sistem, kendisinin dayatmak istediğinden çok farklı bir realite yaratmak üzere sağ beynimizi kullanacağız diye çok korkuyor. ‘Eğitim’in arkasında saklı olan amaç, sağ beyini baskılayıp, usta, işçi karınca olan, hiyerarşide ‘yerini bilen’ ve sürüngen beyin tarafından etkilenen sol beyini korumak.
Öğrenmek amacıyla eğitimin her şekline varım, ama bu, asla böyle bir amaç taşımıyor. Bu eğitim sistemi başından beri öğrencilerin hayatları boyunca gerçeği algılamalarını programlamak üzere yapılandırılmış. Herzaman çalışmamasının nedeni de, programlanmaya karşı ‘bilinç’in gücünden kaynaklanıyor.
Bu makaleyi okuduktan sonra, o yılın okul birincisi olan bir kız öğrencinin, mezuniyet töreninde sistemi yerden yere vuran konuşmasını izleyin. (‘Valedictorian Out Against Schooling’.) Ancak ne yazık ki öğrencilerin çoğu onun gibi değiller ve programlama işlemi onlar üzerinde çok iyi çalışıyor.
Frankfurt Sosyal Yönetim Okulu da dahil olmak üzere Rothschild’ların kontrolünde olan bir organizasyonlar ağı, ‘eğitim’ olarak bilinen bu programlama sistemi yoluyla, insan nüfusunun algılama, inanç ve düşüncelerini değiştirmek üzere büyük faaliyet içerisinde.
Önce bir hiyerarşi, sonra da bu hiyerarşi ile yönetilecek kuruluşlar yaratıyorlar, zaten öyle olunca da sisten kendi kendine yürümeye başlıyor. Geleceğin öğretmenleri ve akademisyenleri, önce kendileri birer çocuk, sonra da gençler olarak bu sistemden geçip dünyayı kendilerinden istenen şekilde görmeye başlıyorlar. Daha ileri derecedeki programlanma için öğretmen eğitme kurumlarına geçiyorlar, orada sınavlar yoluyla sonraki nesili nasıl programlayacaklarını öğreniyorlar. Bu sınavlar, sürekli faaliyet halindeki bu eğitim denen makinada başkalarını programlamak için kendilerinin de yeterince programlanmış olduklarını teyit ediyor. Sonra ise bir okul ve üniversiteye gidip öğrencilerine ‘curriculum/müfredat’ denen birşeyin sınırları içerisinde öğrenciler yetiştirirler. Bu, herkesin aynı şekilde programlanması için, bütün ülkelerin devletleri tarafından kurgulanır. Eğitim alanında kariyer yapmak isteyen bir öğretmen, sistemin istediği yoldan saparsa hapı yuttu demektir!
Algılamaları en güçlü şekilde programlanmış olan kişilere örnek; çok başarılı (?) üniversite öğrencileri ve onların saygıdeğer akademisyenleridir. Oxford Üniversitesi’nden Richard (dogma) Dawkins ve Londra Goldsmiths Üniversitesi’nden Prof. Chris French ilk aklıma gelen örnekler. Her ikisi ile de tanıştım. Entellektüel birer ‘dev’ olmaları gerekirken, entellektüel birer ‘cüce’ olduklarını gördüm. Belki ben bir şeyler kaçırmış olabilirim. Her ikisi de çok aşina olduğum; ‘habersiz veya bilgisiz’ oluşlarını küstahlıkla örterek, realitenin alternatif görüşlerine veya şifa yöntemlerine şiddetle saldırıyorlar.
Dawkins Oxford, New College’dan emekli profesör ve benim büyük çaptaki şaşkınlığıma karşın 1995-2008 yılları arasında hep Oxford Üniversitesi’nde Bilimin Kamu Anlayışı konusunda çalışmış. Benim anlayamadığım şey ise, kendi anlamadığı birşeyi kamuya nasıl anlatmış olabileceği!
Chris French ise, sistemin kendisine tapmak üzere programlamış olduğu normlardan sapan her şeye karşı kuşku duyan bir profesyonel... Zaten İngiltere’deki Skeptik adlı derginin de editörü. Bunun için Dawkins hariç, ondan daha uygun bir kişi düşünemiyorum. İkisi de sol beyine mahkum klasik tipler olup, genelde hep ‘kuşkucu’durlar. Herkes ‘kuşkucu olmak iyidir’ der, oysa hiç de öyle değildir. Tabii ki bilgiyi sorgulamak, araştırmak ve süzmek gereklidir, ama ‘kuşkucu’lar hiç de böyle yapmıyorlar. Yaptıkları tek şey, kandi yazılım programlarına uymayan herşeyi kötülemek! Amaç bir şeyi sorgulayıp dikkatle araştırmak değil, onun inanılırlığını tamamen yok etmek! Bir şeyin geçerli olabileceği hiç umurlarında bile değil, amaçları insanların ona inanmamasını sağlamak.
Akademisyen durumunda olan birisinin araştırma yapmamış olması çok şaşırtıcı ve izleyicileri de küçümsemekten başka birşey değil. Ona kitaplarımı okumadığı halde benim anlattıklarım hakkında nasıl iddiada bulunabildiğini sorduğum zaman daha da kötüsü oldu,
‘Gazete okudum’ cevabı verdi!
‘Gazete okudum’ cevabı verdi!
Dawkins ve Chris French, sol beyinin, sağ beyinin önsezilerine girememesi için girişi bloke eden akademik muhafızlara fevkalade birer örnektir. Sağ beyinin önsezileri, Dawkins ve French gibi kişilerin, neden parapsikolojik psikoloji dilinin bilinen herşeyden daha mantıklı olduğuna inandıklarını açıklar. Dawkins ve French gibi akademisyen ve bilim adamları kendilerini çok akıllı sanırlar, oysa sistem onları kahvaltıda, yemekte, hatta çayda bile yiyip yutar. Önemli olan, daha büyük bir anlayış konusunda hiçbir fikirleri yokken, onların kendilerini akıllı sanmalarını sağlamaktır. Bu konuda yalnız olmadıkları da kesin...
Onlar, akademisyenlere, bilim adamlarına, doktor ve gazetecilere yüklenmiş olan yazılım programının birer modeli... Sol beyin realiteyi asla kendi başına anlayamaz, oysa sağ beyin anlar, çünkü noktaları birleştirir ve bütünü görür, parçaları değil...
Charlotte Iserbyt, Ronald Reagen’ın ilk başkanlık döneminde Amerikan Eğitim Bakanlığı’nın Eğitim Araştırma ve Geliştirme Dairesi’nde üst düzey bir danışmandı, ama Dışişleri Bakanlığı için de görev yapıyordu. O dönemdeki gözlem ve deneyimlerini çok ayrıntılı araştırmalar izledi ve onun ‘Amerika’nın Seviyesinin Kasıtlı Olarak Düşürülmesi’ adlı kitabı yazmasına yol açtı. Kitabın adı, tam olarak içeriğini açıklıyor. Bu makaleden sonra ‘The Miseducation of America’ adlı videoyu Youtube’dan izleyebilirsiniz.
Dünyanın bütün ülkeleri hakkında anlatılabilecek bir hikayenin ayrıntılarını veriyor, çünkü Kabal şebekesi hep aynı global planı izliyor. Iserbyt’in kitabı, o zamanlar çalıştığı, Washington’daki Eğitim Bakanlığı’nın dosyalarından alınmış olan belgelere dayanıyor. Belgeler, eğitim sisteminin, cahil ve itaatkar yetişkinler yaratmak için kitlelerin algılamalarını programlayan bir araca dönüştürülmesi planını ifşa ediyor. Bu yetişkinler, verilen emirleri hiç sorgulamayan robotlar halinde devlete ve şirketlere hizmet edecek ve bir dünya hükümeti yoluyla insanların kontrolünün merkezden sağlanacağı bir planın destekleyicileri olacaklar.
Aslında eğitim, bütün ahlaki, psikolojik ve algılama bariyerlerini kaldırarak istenen sosyal değişiklikliğin sağlanması ve insanların köle haline dönüşmeleri için kendilerini ve dünyayı algılayışlarının koşullandırılması. Sistem, aşağıdaki ömür boyu algılamaları aşılamak üzere tasarlanmış:
- Gerçek, otoriteden gelir.
- Akıl, hatırlamam ve tekrarlama yeteneğidir.
- Düzgün hafıza ve tekrarlama ödüllendirilir.
- İtaatsizlik cezalandırılır.
- Zihinsel ve sosyal uyum gerekir.
Çocuklar ve gençler merkezden yönetilen bir makinadaki dişliden farksız varlıklar olmaya hazırlanıyorlar. Gittikçe daha fazla gruba dayalı bir eğitim görüyoruz, çünkü amaç çocuklara grup düşüncesini kabul ettirmek, sınıfta uyum göstermek istemeyenler üzerinde daha ağır bir baskı sağlamak.
Bu, uyum eksikliği şeklinde değerlendiriliyor, çünkü grupla öğrenme stratejisi uygulanıyor. Gruptaki her çocuğun amaca ulaşması gerekiyor. Bu ‘Sonuç Almaya Dayalı Eğitim’ terimi, herkes için aynı amaca, yani programlanmış bir zihine ulaşılması anlamına geliyor... Bu gruba yönlendirilme, ‘Sonuç Almaya Dayalı Eğitim’ sistemini, kişinin eğitimi için değil, grubun davranışını değiştirmek için kullanılan bir sisteme dönüştürüyor. Bu, rekabetin engellendiği ve kişinin grubun kendilerinden daha önemli olduğunu öğrendiği kollektif bir değişim oluyor. ‘Davranış Bilimi’nden bilim adamları ve toplum mühendisleri, en büyük düşman olarak kişisellik, seçim ve özgürlük konularını dayatmak üzere görevlendiriliyorlar.
Amerika’nın eğitimini değiştirme konusunda en önde gelen kişilerden birisi de, Rockefeller’ler tarafından finanse edilen Wilhelm Maximillian Wundt’dur. (1832-1920) Wundt, Rothschild Almanya’sının Leipzig Üniversitesi’nde profesör olup modern psikolojinin kurucularından oluşu ile tanınır. O, insanları, deneyimlerinin toplamı, dolayısyla da bizim bugün bilgisayar dediğimiz alet gibi programlanabilir olarak görmüş...
Wilhelm Maximillian Wundt |
Bu yaklaşımı beş duyuya dayalı bu seviye için doğru, ama bu, ancak ‘bilinç’in, yani gerçek benliğin etkisi olmazsa mümkün oluyor. Eğitimin dayalı olduğu felsefe budur, ama bu sadece A.B.D.’nde değil, İngiltere için de söz konusu. Bertrand Russell (1872-1970), tanınmış Russell soyundan gelen bir aristokrat, sosyal hicivci, filozof ve yazar olup büyük babası John Russel, Kraliçe Victoria zamanında Başbakanlık yapmıştır. Anne babası Amberley Vikont Kont ve kontestir. Russell 1951 baskılı kitabı ‘Bilimin Topluma Etkisi’ adlı kitabında şöyle yazmış:
...Eğitim özgür iradeyi yok etmeyi amaçlamalıdır, böylece öğrenciler hayatlarının sonuna kadar öğretmenlerinin öğrettiğinden daha farklı davranamasınlar. Evin etkisi engelleyicidir, öğrencileri şartlandırmak için müzikleştirilmiş sözlerin sürekli olarak tekrarlanmaları çok etkin olur.
...Bu sözleri yerine getirmek ve ‘kar’ın beyaz değil siyah olduğuna çocukların inandırılmalarının kafa başına kaça mal olacağını keşfetmek geleceğin bilim adamlarının işidir. Teknik mükemmelleştirildiği zaman, bir nesil süresinden daha fazla bir süre ile eğitime egemen olan her hükümet, o zaman hiçbir ordu veya polis kuvvetine gerek kalmadan kontrolü hep elinde tutabilecektir.
Görüldüğü gibi yukarıdaki iki paragraf, eğitim ne amaçla yaratıldığını ve bugün en aşırı şekliyle nasıl uygulanmakta olduğunu anlatıyor.
Erich Fromm |
‘Halkla İlişkiler’in babası denilen ve yine bir Rothschilde Zionist olan Edward Bernays ise müşterilerine, propoganda için hep bilim adamları ve doktorlar gibi ‘uzman’ları tutmalarını söylemiştir, çünkü halkın onlara çok saygı gösterdiği bilinmektedir.
Herşeyi bilen ‘uzman’lar olarak algılanan kişilere boyun eğmek, tam ‘Kabal’ın dayatmak istediği teknokratik toplumla büyük bir paralellik gösteriyor. Eski Başkan Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı ve yine ‘Kabal’ın David Rockefeller ile birlikte Trilateral/Üçlü Komisyon’unun kurucularından olan Zbigniew Brzezinski, kırk yıl önce gittikçe yaklaşmakta olan teknokratik toplum hakkında şöyle yazmış:
“Teknotronik çağ, daha fazla kontrol altında tutulan bir toplumun en son aşamadaki görüntüsüdür. Böyle bir topluma, geleneksel değerler tarafından durdurulmayan bir ‘elit’ egemen olur. Bir süre sonra her vatandaşın üzerinde, hemen hemen sürekli bir gözetleme imkanı olur ve o vatandaş hakkında en kişisel, en özel bilgileri bile içeren son derece aktüel dosyalar hazırlanır. Bu dosyalar, yetkililerin istedikleri anda önlerine getirilebilecektir”.
Eğitim, gençleri böyle bir toplumu kabullenmeye koşullandırmak için sistematik olarak manipüle etmektedir. Bugün dünyanın dört bir yanında, medya tarafından sürekli olarak önümüze sürülen ‘uzman’ yağmuruna bir bakın, hergün bize neye inanmamız ve ne düşünmemiz gerktiğini söylüyorlar. İnsanlar devlete, üstelik de hem kendilerinin, hem de çocuklarının köle olmalarını sağlamak için, gelirlerinin büyük bir bölümünü eğitim için hükümetlere öderlerken hükümetler ise bu paraları, istihdam ettikleri toplum mühendislerinin, eğitimi zombilerin, yani yaşayan ölülerin konveyörüne dönüştürmeleri için harcıyorlar!
‘Gerçek’leri açıklayan Charlotte Iserbyt, Amerikan hükümetinin belgelerinde, çocuk ve öğrencilerin beynine devlet ebeveynliğinin yerleşmesi için ebeveyn etkisinin nasıl silindiğini ifşa ediyor. (Aldous Huxley’nin ‘Cesur Yeni Dünya’ adlı kitabına bakınız).
Benim de 1990’da kendi araştırmalarımdan bildiğim gibi, Charlotte Isebyt kitabında Rothschild’ların kontrolündeki Gelişmiş Eğitim için Andrew Carnegie Vakfı ve Rockefeller Genel Eğitim Kurulu’nun dünya çocuklarının akıllarını gaspetmek için bu komploya nasıl toplum mühendislerini ve diğer oyuncuları soktuğunu anlatıyor.
Rockefeller’ler gibi bütün ‘Kabal’ aileleri, planlarını ve amaçlarını gerçekleştirmek için hep ‘hayırseverlik’ ve ‘kamu yararına’ maskesi altında vergiden muaf birçok vakıf kuruyor, bu yolla üstelik de hiçbir vergi ödemeden planlarını kalleşçe uygulayabiliyorlar.
‘Vergiden muaf’ vakıf hilesi 1950’lerde, A.B.D. Senato Seçim Komitesi’ne vergiden muaf vakıf ve benzeri organizasyonlar için soruşturma önergesi verildiği zaman ayrıntılı olarak ifşa edilmişti. Aslında bu Başkan B.Carroll Reece’’den sonra onun adı verilerek ‘Reece Komitesi’ olarak tanındı. Soruşturma Komitesi’nin başkanı olan Norman Dodd,vakıfların hala hizmet etmekte olduklarını ifşa ederek müthiş bir iş yapmıştı, bu hala sürüyor. ‘Kabal’ın şirketleri, uzun zamandan beri hükümetler ve hükümet kuruluşlarında olduğu gibi eğitime de kanca atmış durumdalar. Goldman Sachs’ın biyotek versiyonu olan Monsanto gibi iğrenç kuruluşlar üniversiteleri finanse ediyor, kendi adamlarını eğitim kurullarına sokarak- onların insanları öldürmenin kendi versiyonları olan- genetiği ile oynanmış gıdalar, tarım ilaçları ve ot öldürücülerle hem akademik onay, hem de kabul gören eğitim sistemleri kazanıyorlar.
Michael Gove |
“Tabii ki, halkı bunun ideolojik bir poziyondan kaynaklanmadığına ikna etmek önemli, yani bir şekilde özel olmak, kamuya ait olmaktan daha iyi birşey. Ve muhalefettekiler para kazanmak amacıyla özelleştirmeyi destekliyorlar. Bu doğru değil. Bu hassas ve katı bir politika olup alternatif finans kaynaklarındaki çeşitliliğin ve ülkemizdeki eğitim kalitesinin artmasını sağlıyor ve kullanım, devlet eğitiminin ‘parasız/bedava’ kalmasını temin ediyor.”
Şimdi hepsi açıklığa kavuşuyor. Şirketlerin planı herşeyin kontrolünü ele geçirmek, zaten bu şimdi son derece açık bir şekilde gerçekleşiyor. Charlotte Iserbyt, Orwell tarzı düzene geçişi hızlandırmak için sistemin ‘Problem-Tepki-Çözüm’ yöntemini nasıl kullandığını açıklıyor. Sistemin düzenlediği bir ‘eğitim krizini’ diğeri izliyor ve her seferinde de çözüm; ‘algılama programı’nın ölçeğinin biraz daha artttırılıyor olması oluyor...
Problem-Tepki-Çözüm’ yönteminin yaşam gücü tabii ki problemler veya krizler...Bunlar doğal olarak oluşmadıkları için de sistem sürekli olarak yapay problem veya krizler çıkartıyor. Bunun insan toplumunun bütün alanlarını kapsadığı hepimizce malum.
Programlamaya kolaylıkla uyum göstermeyen çocuklarda ‘öğrenme zorluğu’, ‘davranış bozukluğu’ veya dikkatlerini odaklayamama gibi hastalıklar olduğu söyleniyor. Bense bunu sadece ‘içgüdüsel farkındalık’ olduğunu söylüyorum, gerisi hepsi palavra....
Adı konulmamış olsa da, bunları ben de kısa okul hayatım boyunca çok çektim. Derslerde pencereden dışarıyı seyrederek kendi kendime bir tedavi uygulamıştım. Bugün ise, bu uydurulmuş hastalıklara, psikolojik davranış problemleri deyip çocuklara leblebi gibi Ritalin ve psikolojilerini bozucu bir sürü ilaç veriyorlar, yani söyledikleri şu: “Eğer bu çocuklar programa uyum göstermezlerse biz de onları uyuşturur öyle programlarız!” A.B.D.’nde 4 milyon çocuk Ritalin kullanıyor. İngiltere gibi ülkelerde de, kitleler halinde son on yıldır çocuklar için yazılan Ritalin reçeteleri on katınna çıkmış durumda.
Eğitim artık Pentagon ve NATO için de bir propaganda aracı olarak kullanılıyor.İnsanları terörizmden koruma adına kendi işgal savaşlarını desteklemeleri için öğrencileri koşullandırıyorlar. Bu yazıyı okuduktan sonra izlemenizi önereceğim bir video var: Moulding Young Minds: American Schools Preaching the Virtues of a War On Iran/ Genç beyinler kalıplanıyor: Amerikan okullarında İran’a karşı yapılacak savaşın erdemleri telkin ediliyor.”
Bir öğretmen (programlamacı), ‘tartışma’ dersinde öğrencilere Amerika ve İsrail’in İran’a askeri müdahale yapmasını destekleyici konuşmalar yapıyormuş. İran’a hiçbir şey yapılmaması görüşüne ise izin yokmuş!
Parlak bir öğrenci buna karşı çıkmış ve A.B.D.’nin nükleer silahları olan bütün ülkeleri bombalayan tek ülke olduğunu belirtince ‘beyini ölü’ olan öğretmeni ona, bunun konu dışı olduğunu söylemiş... Öğrenci görüşünü belirtir belirtmez Müdür’ün odasına çağırılmış, çünkü sınıf kamera ile yönetim tarafından gözetleniyormuş! Bu aynen Orwell’in 1984 adlı kitabından fırlamış bir sahne olmalı!
Hedef kitleden tepki gelmeyince böyle bir sistemi kurmak kolay olur. Yapacağınız tek şey psikopatları, sosyopatları, kontrol kaçıkları ve moronları istihdam edip okul ve kuruluşları onlara yönettirmektir. Henüz sistemin içlerine sızamamış olduğu son derece değerli öğretmenler de var, ama herhalde onlar da hergün ayrı bir şaşkınlık ve kuşku kabusu yaşıyorlardır.
Bu eğitim sisteminin bütün amacı-tabii ki gölgelerin arasındakiler açısından- sol beyinin kapısını tamamen kapatıp anahtarı da savurup atmak. Ne kadar çok çocuk, genç ve yetişkin böyle olursa, sağ beyini bir antidot olarak koşullandırarak faaliyetler bir o kadar daha iyi hale getirilebilir. Şu ‘ev ödevi’ hikayesi de sadece zaman tüketmek için tasarlanmış birşey. Yani 15 yıl boyunca haftada beş gün 6-7 saat yetmiyor, çocukların bir de eve gittikten sonra çalışmaları gerekiyor!
Sanat ve müziğin ölçeğinin ve eğitim sistemine finans sağlanmasının da ne kadar azaltılmış olduğuna bir dikkat edin. Artık çocuklar, sol beyin eğitimine küçücük yaştan itibaren başlatılıyorlar. Sanat ve müzik, sağ beyini destekleyici bir potansiyele sahip ve çocuklar ‘yapı’lar tarafından istismar edilmeden onların hayal güçlerinin akmasını sağlıyor. Oysa sistem bunu bloke etmek ve sol beyini öne çıkarmak istiyor, çünkü böyle olursa sol beyin realitenin yenilmez gücü olarak ömürlerinin sonuna kadar onların realitesinin belirleyicisi olur. Genel olarak öğretmenler bunu yaptıklarının farkında değiller, çünkü kendileri de aynı program makinasından geçmişler, ama sistemi dayatanlar ‘oyun’un ne olduğunu çok iyi biliyorlar.
Bana kalırsa çocuklar, 7-8 yaşından önce akademik çevreye, hele bugünkü eğitim gibi hiç tanınmaz hale gelmiş olan böyle bir çevreye hiç sokulmamalı! O zamana kadar oyunlarını oynamalı, yaratıcı hayal güçleri devreye girinceye kadar doğaçlama ve özgür düşünce içinde olmaları sağlanmalıdır. İşte o zaman sol beyin ‘efendi/yöneten’ olmaktan çıkıp sağ beyinin hizmetkarı olarak doğru olan yerini bulacaktır.
A.B.D.’nde uygulanmakta olan yeni yönetmelik, kitapların % 70’inin kurgusal olmayan türde olmasını zorunlu kılıyor, böylece sağ beyinin yaratıcı gücünden kaynaklanan yaratıcı kitaplar ortadan kaldırılıyor. Hepsinin yerini, öğrencileri işyeri ortamına hazırlamaya daha uygun olan teknik kitaplar alıyor.
Bunu çok duydum...Gençleri gelecekteki iş yeri eğitimine hazırlama ihtiyacı veya işverenlerin istediği becerileri öğretmek için eğitimi değiştirme meselesi. Bu, çocukların hiç özgürce düşünme kapasitesine sahip olmadan, tıpkı makinadaki bir dişli gibi olacakları şekilde hazırlanacakları anlamına geliyor, böylece içsel yaratıcılıkları tıkanacak veya zihinleri, noktaların nasıl birleştiğini göremeyecek kadar kapalı olacak.
Sol beyin bizi ‘dış’ dünya olarak algıladığımız kavrama bağlıyor, tamam, ama eğer bu ‘dışsal’ dünyanın algılanmasında diktatör o olursa, o zaman sorun başlıyor. Mesela, bilgisayarınız size, e-posta’larınız hakkında ne yapacağınızı veya Internet’e neye gireceğinizi söylese hoşunuza gider miydi? Tabii ki hayır, ama şimdi olan bu... İnsanlar beden akıllarının, özellikle de beyinlerinin sol tarafının, realite duygularına hükmetmesine izin veriyorlar. Eğer bir okul açacak olsaydım, benim okulum herhalde şöyle birşey olurdu:
Bütün çocuklar neredeler?
|
Burada...
|
Burada...
|
Ve burada...
|
Ve buradalar...
|
Çocuklara ne öğretildiği ve sınıfların büyüklüğü konularında sayısız tartışma duyuyorum, ama onlara ne amaçla, ne öğretildiği konularında hiçbir yorum duymuyorum. Şimdi çoğu kişi bu konuda hiçbirşey düşünmek istemiyor, ama düşünecekleri vakit geldiği zaman da çoktan iş işten geçmiş olacak!