David
Icke’ın 2012 Temmuz tarihinde yazmış olduğu makale:
Ve
Tanrı dedi ki; (parmağı Alaska’daki düğmeye basılı
olarak)
“Size kuraklık, seller ve salgınlar vereceğim!”
(Oysa
bu ‘küresel ısınma falan değil, sadece ‘Agenda
21/Plan
21’
uygulanıyor!)
2012
Temmuz... Ben bu satırları yazarken benim yaşadığım,
İngiltere’nin güneyindeki Wight Adası’nda güneş pırıl
pırıl parlıyor. Dediklerine göre bu, yağmursuz geçen en uzun
dönem olmuş. Nisan’daki inanılmaz ısı, bu vıcık vıcık yazı
getirdi. Yazın havanın nasıl olacağı konusuyla çok ilgiliyim,
çünkü oğlum kriket oynuyor ve malum, bu oyunun oynanması için
havanın kesinlikle yağmurlu olmaması gerekiyor. Şimdi gökyüzünde
hiç yağmur belirtisi yok, çünkü daha önce haftalarca sağanak
yağdı, çoğunlukla da pencere pervazlarını oynatacak şiddette
bir rüzgar ona eşlik etti.
Wight
Adası İngiltere’nin en güney kıyısında olduğu için
gelirinin çoğunu, adanın plajlarından ve kırlık alanından
yararlanmaya gelen turistlerden sağlıyor. Ancak bu yıl fazla
turist gelmedi, gelenler de zamanlarının çoğunu yağmurdan
kurulanmaya çalışarak geçirmek zorunda kaldılar. İngiltere’de
en kuru geçmesi gereken zamanda sürekli olarak ‘sel’ uyarıları
yapıldı. Malum, İngiltere’nin havasına hiç güven olmaz, zaten
bu nedenle de çok ünlüdür, ama bu sefer durum çok farklı...
Plaja hoşgeldiniz. Yüzmek isteyen var mı?
Aynı
sıralarda A.B.D. ve Kanada’da ise bunun tam tersi oldu ve bu
ülkelerin kalbinde, yani en çok tarım yapılan alanlarda büyük
bir kuraklık oldu. Bu, tıpkı Avrupa’da yağmurların yaptığı
gibi ilkbaharda başladı. Kar yağmadığı için, toprak eriyen
karların sağladığı yarardan da mahrum kaldı. Bunun nedeni Kuzey
Amerika’daki olağan iklim değişikliklerinden kaynaklandı,
ardından rekor seviyede bir sıcak dalgası başladı ve yağmur
yağmadığı için toprağın emmiş olduğu az miktardaki nem de
buharlaştı.
Yağmur
sirkülasyonu ile sağlanan nem de gittikçe kötüleşen bir kısır
döngüye girdi. Artık toprak o kadar sertleşti ki yağmur yağdığı
zaman bile suyu ememiyor, bu da ani sel baskınına neden oluyor,
çünkü su toprağın altına gitmeyip üstte kalıyor. Dolayısıyla
A.B.D.’nde, 29 eyaletteki 1300 tane şehir ve kasaba doğal afet
bölgesi ilan edildi. Geçen yıl Missouri gibi büyük
nehirlerdeki su seviyesinin düşük olması nedeniyle nehir ticareti
de olumsuz etkilendi. Kısaca herşey ters gitti.
A.B.D.
kuraklık izleme haritası (açık sarıdan koyu sarıya: Kuru, orta,
şiddetli, aşırı, olağanüstü.)
Meteoroloji
uzmanları, İngiltere’deki yaz selinin nedeninin, Atlantik
üzerinden İngiltere ve İskandinavya’ya yönelen ağır, ama
yüksek hıza sahip bir hava akımından kaynaklandığını
bildirdiler, ama bu yıl böyle olmadı. Dediklerine göre bu akım,
yağmurun ivmesini durduran büyük dalgalar oluşturup İngiltere’de
yoğunlaşıyormuş. Bir uzman şöyle anlatıyor:
“Dolaşmış
bir ip gibi düşünün, önce güneye insin, sonra kuzeye dönsün.
Hava akımına yakalanan herşey bu döngünün içinde kalıyor.
Bu
hava akımı iklim sistemlerini itemeyince yağmur ve fırtınaya
neden oluyor.”
Atlantik’in
iki yakasındaki sonuçlara bakınca bayağı bağlantılı
görülüyor, şimdi bunun nedenlerini açıklayacağım:
A.B.D.’nde
tek bir hafta içerisinde ısı rekorları aşıldı ve nasılsa
kuraklık, tam da yılın mısır polenleme açısından en kritik
dönemine rast geldi. Bir raporda Amerikan mısır üreticilerinin
tam bir felaketin eşiğinde oldukları ve finansal açıdan
çöktükleri bildiriliyor. İşte, tam planlandığı gibi...
Mısır
stokları ciddi bir şekilde azalıyor ve Amerika’daki mısır
içeren yiyeceklerin maliyetleri yükseliyor. Hayvan yemi maliyeti
yükseldikçe de et ve süt ürünlerinin fiyatları artıyor.
İngiltere
ve İrlanda’da raporlar tahılların su altında kaldığını,
çiftçilerin, sahip oldukları hayvanlarını, stoklamış oldukları
yemlerle hem de evlerinde beslemek zorunda kaldıklarını
bildiriyor. İrlanda Çiftçiler Birliği Başkan yardımcısı Eddie
Downey iki hafta önce şöyle söylüyordu:
“Hava
düzelmezse kötü bir hasat dönemi yaşayacağız. Toprağın
durumu kötü olduğu için çiftçiler hasat kaldıramayacaklar.
Hava koşulları düzelirse, bir felaketi önlemek için çok iş
yapılabilir, ama şu anda enkaz halinde bir bölgedeyiz. Avrupa ve
Kuzey İngiltere’de çiftçiler su baskınına uğradı, Polonya ve
Amerika’daki çiftçiler de perişan durumdalar. Dünyada ciddi
boyutlarda tahıl ve et kıtlığı var ve iklim koşulları yiyecek
fiyatlarına büyük bir darbe vurabilir.”
Buraya
kadar, iklimle ilgili aşırılıkların getirdiği bazı anahtar
sonuçlara geldik. 1) Küçük ve orta ölçekli ve aile çiftlikleri
dar boğazda. 2) Temel gıdalarda kıtlık var, 3) nüfusun çoğunluğu
açısından zaten muazzam ekonomik zorluklar yaşanırken, yiyecek
fiyatlarında da sürekli olarak artış oluyor.
Şimdi
ise, ‘Plan
21’
denilen planın amaçlarına değinelim: halen yazmakta olduğum
kitapta da yapmış olduğum gibi, bu konuda saatlerce yazı
yazabilirim, ama şimdilik sadece çiftçiler ve yiyecekler ile ilgili
kısmına odaklanalım.
Plan
21, insan toplumunu global bir hapishaneye dönüştürme planı
olup, Birleşmiş Milletler yoluyla adım adım insanlığa
dayatılmaktadır. Hep bölge halklarının rızası ile oluşturulmuş
olduğu iddia edilse de, ‘Plan 21’ yerel girişimcileri’
paravanı ardına saklanmakta, plan, bütün dünyada
‘ICLE/International
Council of Local Environmental Initiatives/Bölgesel Çevre
Girişimcileri Uluslararası Konseyi’
denilen bir organizasyon tarafından acımasızca koordine
edilmektedir.
Biraz
araştırınca, benim yaşadığım Wight Adası yönetiminin de 2000
yılından beri, ilişkilerini bu ‘Plan 21’e uygun olarak
yürüttüğü ortaya çıktı. Websitesinde, bu kararları bölge
halkının aldığı iddia ediliyor. Ada yetkililerinin, 12 yıldan
beri ‘Plan 21’in dümen suyunda gittiğini öğrenince,
karşılaştığım bütün ada sakinlerine bundan haberlerinin olup
olmadığını sormaya başladım, ama şimdiye kadar haberi olan tek
bir kişiye bile rastlamadım! Kesinlikle bölge halkının haberi
yok, ama dizginler çoktan, planlanan dünya hükümetinin bölgesel
alt şebekeleri yoluyla global kontrol sisteminin eline geçmiş
bile!
İyi bir vatandaş olun ve Dünya’nın
hayrı için geberin! ‘Plan 21’ |
‘Plan
21’, 1992’de, Brezilya, Rio de Janeiro’da Birleşmiş Milletler
Çevre ve Gelişim Konferansı’nda imzalanmış. Ev sahipliğini
ise, uzun zamandan beri Rothschilds ve Rockefeller’ların paravan
kişisi olan Kanadalı petrol zengini, işadamı Maurice Strong
yapmış!
Maurice
Strong, Bilderberg Grubu, Trilateral Commission/Üçlü Komisyon ve
Council on Foreign Relations/Dış İlişkiler Konseyi’ni de içeren
ve şebekenin gizli eli olan Club of Rome üyesi... Strong, Plan 21’i
destekleyici konuşmasında; “Bu
dünya için tek ümit, endüstrileşmiş uygarlığın çökmesi
değil midir? Bizim sorumluluğumuz da bunu sağlamayı gerektirmez
mi?”
demiş...
Şimdi
yine insan yapmı küresel ısınma veya bize sözde ‘sürekliliği
olan bir gelişme’ ve ‘biyolojik çeşitlilik’ dayatan ve Plan
21’in öncüsü olan iklim değişikliği hakkındaki ‘Büyük
Yalan’a geliyoruz. Bu terimler, herzamanki gibi soy ailelerin ve
onların işbirlikçi kartellerinin, yüzyıllarca farklı maskenin
ardında dayanıklılığı ve çeşitliliği asıl yok eden ve
insanları tamamiyle yanlış yönlendiren terimleri.
Yerine
konulabilecek olandan daha fazlasının kullanılmaması konusunda
sürekliliği ve çeşitlerin serpilmesinin sağlanması açısından
biyolojik çeşitliliği her açıdan ben de desteklerim, ama soy
ailelere ait karteller, özellikle de Dünya Bankası, IMF ve
bankacılık sistemi aracılığı ile bunun tam tersini yapıyor ve
bütün ülkelerin yaşam gücünü hortumluyorlar.
Onların,
insanlara genetiği ile oynanmış, zehirli, tam Frankenstein
tahılları tüketmeye dayatan Monsanto gibi şirketleri de var.
Bunlar tahıl, hayvan ve kuş yaşamındaki cins çeşitliliğinin
geleceğini de tehdit ediyorlar, ama çoğu programlanmış zihinlere
ve birer yazılım programı gibi inanca sahip olan‘Yeşiller’
adeta kör gibiler. Ezelden beri çevreyi yok eden tiran grup,
nasılsa birdenbire ağaçları kucaklayan yeşiller’lerle sarmaş
dolaş oluyor, ama yeşiller bu son derece açık seçik yüzsüzlüğü
bir türlü göremiyorlar.
Maurice
Strong gibi petrol zengini adamlar, başına bunca çorap örmüş
oldukları dünyayı, Rockefellers gibi petrol zenginleri ve
orkestrayı yöneten Rothschilds gibi yöneticilerle birlikte
kurtaracaklar öyle mi? Ya, mutlaka öyledir, ben de inandım!
‘Plan
21’ bütün ülkelerin, bütün özel mülklerin, bütün su
kaynaklarının ve dağıtımının, insanlarla ilgili akla
gelebilecek bütün kaynakların, bütün enerji kaynaklarının ve
dağıtımının ve bütün yiyecek üretiminin ve dağıtımının,
‘merkezi global kontrolü’nü ele geçirmek istiyor. Plan 21’e,
‘21.Yüzyıl İçin Plan’ diyorlar. Bu plan, global faşit veya
komünist bir plan. Özetle, ‘Plan 21/Sürekliliğin Geliştirilmesi
/Biyolojik Çeşitlilik’in asıl amaçları şunlar:
-Ulusal
bağımsızlıklara son verilmesi.
-Bütün
toprak kaynakları, ekosistem, çöller, ormanlar, dağlar,
okyanuslar, içme suyu, tarım, şehircilik, biyoteknolojinin devlet
planlaması ve yönetimi ve ‘eşitlik’sağlanması, yani kölelik.
-İş
ve finans kaynaklarının rol dağılımının tek ‘Devlet’tarafından
tayini.
-Özel
mülklerin kaldırılması, çünkü bunların sürekliliği yok.
-Aile
biriminin yeniden yapılandırılması,
-Çocukların
‘Devlet’ tarafından yetiştirilmesi,
-İnsanlara
görevlerinin ne olacağının söylenmesi,
-Hareket
özgürlüğünün kısıtlanması,
-İnsanlar
için ‘özel’ yerleşim bölgelerinin yaratılması,
-
İnsanların halen yaşamakta oldukları bölgelerden sürülmeleri
ve onlara kitleler halinde yerleşim sağlanması,
-Eğitimin
kalitesinin düşürülmesi,
-Yukarıdakilerin
sağlanması için de kitlesel olarak global nüfusun azaltılması.
Plan
21, yaklaşık 200 ülkeyi yasal olarak bağlayan ‘Biyolojik
Çeşitlilik Anlaşması’denilen bir anlaşma... A.B.D. anlaşmayı
imzaladı, ama neyseki Dr. Michael Coffman gibi ekologlar ve
ekosistem bilim adamları sayesinde Senato tarafından onaylanmadı.
Coffman, 1980’lerde ve 1990’larda planın, çevreyi koruma
bahanesiyle A.B.D. topraklarının yarısını istimlak edeceğini
farkettikten sonra uygulamaların gerçek amacını ifşa etti.
Benzer planlar bütün ülkeleri içeriyor. A.B.D. anlaşmayı
onaylamadı, ama kontrolü elinde tutan elit grup, uygulamayı
destekliyor ve neredeyse her hafta onların sayelerinde uygulanıyor
bile!
Kitlesel
olarak nüfusun azaltılması planın gerçekleştirilmekte
olduğundan şüphesi olan varsa, ‘Biyolojik Çeşitlilik’i
gösteren Amerika haritasına bir baksınlar ve Amerikan
topraklarının büyük bir çoğunluğuna ulaşmaları engellenen
mevcut 300 milyon insanın nerede yaşayacağını sorsunlar. Kırmızı
kısımlar insanların kullanımına açık değil, sarı bölgeler
son derece düzenli belirli bir kullanım için, genel olarak
insanların kullanabileceği kısımlar ise sadece yeşil renkli
bölgeler.
Peki
insanların kullanımı için tasarlanmamış olan yerlerde
yaşarsanız ne olur? Kısaca belirtelim, yaşayamazsınız! Durum bu
hale geldi. Gözlerimizi Simon Cowell tarafından ortaya atılmış
olan bu son saçmalıktan ayırmadıkça ve bu abesliğe karşı
koymadıkça daha da yaşayamayız.
Kuşkusuz,
‘Plan 21’ kabusu, hemen bir gecede uygulanmaya başlamayacak.
Değişim o kadar muazzam ki, adım adım onlarca yıla yayılarak
gerçekleştiriliyor. Bu süreç henüz, çok uzakmış gibi
görünüyor olabilir, ama şu da bir gerçek ki, dünyada
milyonlarca insanın hayatına çok kötü etki yapacak kadar da
sinsice yaklaşıyor.
Plan
21’in önemli bölümlerinden birisi de insanları araziden sürüp
mega-kentlere tıkmak. Plan 21 jargonunda buna ‘insan yerleşim
bölgeleri’deniliyor. Bu çok katlı, yüksek yoğunluklu kentler;
‘yaşam alanları’ndan, daha doğrusu insanların yaşamaları
için küçücük kutulardan oluşuyorlar.
Eğer
biraz uyanık ve Plan 21 hakkında bilgi sahibi iseniz, parçaların
tek tek yerlerine oturtulmakta olduğunu görürsünüz. New York’un
süper zengin belediye başkanı Michael Bloomberg, yakın zamanda
ilk aşamada arabaların yasaklandığı, ulaşımın yürüyüş,
bisiklet veya transit trenlerle sağlanacağı 165.000 tane çok
küçük yaşam birimlerinin yapılacağını ilan etti. Bu, tam
anlamıyla Plan 21 doğrultusunda olup, kitle ulaşımını büyük
çapta kısıtlayacak bir tasarım. Bloomberg, bu elbise dolabı gibi
birimlere ‘stüdyo daire’ diyebilir, ama resimde yerdeki sarı
çizgilerle belirtilen sınırlara bakılırsa, bu stüdyolara değil
şövale/ressam sehpası, fazladan bir resim fırçası bile sığmaz.
Banyo,
mutfak, oturma odası, 9 m. X 3 m. Bloomberg’in şehir evleri:
5 katlı, 3810 metre kare,
tahmini fiyatı: 30 milyon dolar. Bekar
evleri: Eni: 3 m., uzunluğu: 9.1 m., 9 metre kare,
fiyatı: ayda
2.000 doların altında.
Plan
21’in bir başka ifadesi de, Kaliforniya’daki bina
düzenlemelerinde yapılan değişikliklerle dönüm başına izin
verilen miktarın iyice azaltılmış olması. Ancak bu mega kentler
gerçekleşmeden önce, kırsal kesimdeki insanların oralardan mega
kentlere sürülmeleri gerekiyor. Bu, kırsal nüfusun hayatını
fazlasıyla zorlaştırmak suretiyle onların mega kentlere zorunlu
göçlerini sağlamak gibi çeşitli şekillerde gerçekleşiyor.
Örneğin, kırsal kesimlerde va ormanlarda binlerce yol kapatılıyor
ve protesto kampanyacılarının anlattıklarına göre binlerce
baraj boşaltılarak o bölgelerde çiftçilik ve tarım yapılması
engelleniyor.
Şimdi
Amerika’da kırsal alanlarda, bir zamanlar otoyol trafiğine
yiyecek içecek sağlayarak ayakta durmuş, ama artık hayalet şehir
olmuş yerler var, çünkü yetkililer onları besleyen yol
bağlantılarını kaldırdılar. Kırsal toplumların ekonomisini
ayakta tutan yerlerin yerini şimdi yeni yol bağlantıları üzerinde
mantar gibi biten McDonalds, Burger King ve benzeri ‘beslenme’
zincirleri aldı. Yetkililer, kırsal kesimdeki insanların
mülklerini satın almak için, önce onların işlerini köstekliyor,
sonra da ‘aptalca’ denilebilecek kadar düşük fiyatlar teklif
ediyorlar. Eğer mülk sahibi veya çiftçi bu fiyatı kabul etmezse
veya yerini hiçbir fiyat karşılığında terketmek istemezse, ya
mahkemeye veriliyor ya da malına el konuluyor, ama bu arada mahkeme
masraflarını da ödemek zorunda bırakılıyor.
Rosa
Koire, ‘Yeşil
Maskenin Arkasında: B.M.Plan 21’
adlı kitabın yazarı ve Santa Rosa Komşuluk Birliği ve
‘Süreklilik Sonrası’ Enstitüsü’nün kurucularından. Plan
21 uygulamalarına göre kırsal kesimlerdeki yolların
düzeltilmedikleri gibi daha da bozulduklarını, yetkililerin
insanları nasıl topraklarından sürdüklerini anlatıyor.
Mazeretleri ise parasızlıkmış- zaten‘organize edilmiş ekonomik
kriz’in bahanesi de hep budur!
Bunun
sonucu olarak kırsal kesimdeki ev fiyatları çökmüş durumda!
İnsanlar 7/24 sürekli olarak gözetleme altında olacakları
şehirlere göç etmeye zorlanıyorlar. Yani tam, ‘Plan 21’ için
planlanmış olduğu gibi. Düzgün yollar, ‘sürekliliği olmayan
insan faaliyetleri’ listesinin içinde yer aldığı için, tabii
ki göz önüne de alınmaması gerekiyor.
Kırsal
kesimlerdeki postaneler ve banka şubeleri kapatılıyor veya
İngiltere’de olduğu gibi çalışma saatleri azaltılıyor. Plan,
insanlar mega kentlere göç etsinler diye kırsal kesimdeki
yaşantıyı süreksiz hale getirmek. Amaç Bloomberg’in, tamamen
Plan 21’e göre tasarlanmış olan tavşan deliğine benzeyen
evlerinin kullanımını meşrulaştıracak olan bir baskı yaratmak.
Geleceğin hayat damarı olan kırsal kesimin gençleri ise, bu
organize edilmiş modaya uyarak Amerika’nın kırsal kesimlerini
terkedip, şehirlere yerleşiyorlar. Kırsal toplumlara hitap eden
Daily Yonder adlı internet gazetesinde Kenneth Johnston şöyle
yazmış:
...Amerika’nın
bazı kırsal kesimlerinde, onlarca yıldan beri ölümler doğumları
aştı. Kansas kırsal kesim bakanı tarafından verilen bu bilgiye
göre, her yeni doğan bebek vaftizine dört tane cenaze düşüyormuş.
Kırsal Amerika’daki bu doğal azalmadaki artış, büyük çapta
gözden kaçırılıyor. Bu, Amerika’nın kenarda köşede kalmış
kırsal kesimlerinde, soyutlanmış bir gerçek olmaktan çıkmış
durumda. Geçen yıl, Amerikan kırsal kesiminin % 24’ünde doğal
bir azalma oldu. Ve Amerika tarihinde ilk kez ölümler, bütün bir
eyalette gerçekleşen doğumları aştı.2000-2009 arasında Batı
Virginia’da yer alan ölümler, doğan çocuk sayısını aşıyor.
Ne
var ki, ‘doğal azalma, Plan 21 için yeterince hızlı değil.
‘Elit soy’ ailelere ait şirketlerin kontrolünde olan Çevre
Koruma Ajansı (EPA) ve Gıda-İlaç Yönetimi (FDA) gittikçe artan
sıkı kanunlarla kırsal toplumları ve çiftlikleri acımasızca
hedef alarak kırsal hayatı ve buralardaki iş olanaklarını
imkansız hale getiriyor. Aynı şey, İngiltere de dahil olmak üzere
bütün ülkelerde gerçekleşiyor.
Bütün
bu bilgilerden sonra herhalde artık siz de, Atlantik okyanusunun iki
yakasındaki kırsal kesimlerde, bağımsız ve aile çiftçiliği
yapan çiftçileri mağdur eden ‘aşırı iklim koşulları
masalları’na inanmayacaksınız. Bunların hepsi Plan 21’in
cilveleri ve doğrusu artık bu rastlantı senaryoları da
inandırıcılıktan pek uzak kalıyor...
Bu
plan, kırsal kesim topluluklarını mega kentlere göçe zorlamakla
kalmıyor, aynı zamanda soy ailelere ait şirketlerin, terkedilmiş
olan yerleri ucuza kapatıp- önceden tasarlanmış olduğu üzere-
global gıda kontrolünü ellerinde tutmalarını sağlıyor. Bu
işlemin sürdürülmesine izin verilirse, bir süre sonra herşeyi
ele geçirecek ve rakipsiz olacaklar.
Ayrıca,
basit bir gerçek daha var; iklim manipüle ediliyor! Şimdi
ellerinde Alaska’daki HAARP/High
Frequency Active Auroral Research Program/Yüksek Frekanslı Aktif
Auroral Araştırma Programı
gibi, müthiş bir teknoloji içeren bir oyuncak var. ‘Kim
Olduğunuzu Hatırlayın’
adlı kitabımda, 1969’da Rockefeller ailesine yakın ve
Rockefeller’lerin finase ettiği ‘Planlı Ebeveynlik’
kuruluşunun başkanı olan Dr.Richard Day’in Pittsburgh,
Pennysylvania’daki pediatri toplantısında doktorlara yapmış
olduğu bir konuşmaya yer vermiştim. Dr.Day konuşmasında,
dünyanın gizli bir plana uygun olarak müthiş bir değişime
uğrayacağını anlatıyordu.
Dr.Day’in
yaptığı uzun listedeki ‘değişiklik’ ve ‘uygulama’lar tam
40 yıl sonra gerçekleşti, hala da gerçekleşiyor. Bunların
arasında iklimin değiştirileceği ve bunun kıtlık ve kuraklık
yaratmak üzere bir savaş silahı olarak kullanılacağı konuları
da vardı. Aslında bu Dr.Day’in uzman olduğu bir konuydu, çünkü
o, II.Dünya Savaşı’nda bir ‘iklim manipülasyonu operatörü’
idi!
Bu,
iklim manipülasyonunun ne kadar gerilere dayandığını gösteriyor,
bu yüzden ülkeler iklim işine bulaşmasınlar diye, bir takım
‘Birleşmiş Milletler Anlaşmaları’ yapılmış. Demek ülkeler
iklim manipülasyonu yapıyorlar ki böyle bir anlaşma yapma
ihtiyacı duyulmuş!
Mucit,
mühendis ve teknoloji dahisi Nikola Tesla (1856-1943), 20.yüzyılın
ilk yarısında iklimi manipüle edebiliyordu, işte zaten HAARP da
bu teknolojiye dayanıyor. Petrol devi Atlantic Richfield’in alt
şirketi olan ARCO Power Technologies Incorporated (APTI) gıyabında
HAARP lisansını tutan Bernard Eastlund, HAARP ile ilgili
bildirimlerinde hep Tesla’dan söz etmektedir.
Tesla
şimşek üretmiş ve yeri öyle bir sarsmış ki, bir keresinde
makinasını kapatamadan bölgedeki bin tane pencerenin kırılmasına
neden olmuş. Onun yapay olarak üretmiş olduğu yıldırımlar,
istemeden yüzlerce orman yangını başlatmış ve iki ayrı
eyaletteki elektrik şebekelerini patlatmış.
Bir
asır sonra şimdi HAARP, Tesla’nın yapmış olduğunu, hatta daha
da fazlasını yapıyor. Çok güçlü radyo dalgalarını,
atmosferin yüksek tabakası iyonosfere gönderiyor, bu da
iyonosferin HAARP ışınlarıyla titreşmesini sağlıyor. Radyo
dalgaları büyük çapta güçlenmiş bir halde yeryüzüne geri
yansıtıldığı zaman depremlere neden oluyor, ışın ne şekilde
şifrelenmişse ona göre iklim değişikliği oluyor. ‘Kim
Olduğunuzu Hatırlayın’
adlı kitabımda, HAARP’ın yüksek hızdaki hava akımlarını
manipüle edebildiğini, yüksek veya düşük basıncın, batıdan
doğuya yönelen doğal yolunu değiştirebildiğini ayrıntılarıyla
anlatmıştım. Meteoroloji uzmanları ise bu yaz İngiltere’deki
sellerin sebebi olarak hep bunu gösteriyorlar. Yüksek hızdaki hava
akımları, dünyanın dönüşü ve atmosferdeki ısınma ile
oluşuyor, HAARP teknolojisi ise iyonosferi fazlasıyla ısıtıyor.
Rekor kıran kötü hava koşulları tamamen bu teknolojinin eseri...
25-28 Nisan 2011’deki 300 kasırga yüzünden A.B.D.’nde 300’den
fazla insan hayatını kaybetti. Bir ara 24 saatte 118 tane kasırga
oluştu.
Bu
yaz Amerika’daki korkunç kuraklık da, İngiltere’deki seller
de, dünyanın her yerinde olanlar da hep HAARP bağlantılı
teknolojinin eseri. Bazılarının bu değişikliklerin güneşten
kaynaklandığını söylediklerini biliyorum, gerçekten de
güneşteki değişikliklerin de bunda rolü var, ancak bu yaz
olanlar beni hep ‘Plan 21’in sonuçlarına götürüyor, çünkü
manipülatörlerin bu konudaki ‘istek’ listesinde hep ‘şunlar,
bunlar olmalı’ ifadeleri var. Aile çiftlikleri, ekonomik olarak
dizlerinin üzerine çökmüş durumda. Tahılların bozulması, gıda
kıtlığına ve fiyatların çok artmasına yol açtı. Bu arada
sözde ‘insan yapımı iklim değişikliği’ için de büyük
ölçüde propogandalar yapılıyor.
Bu
berbat yaz, zaten yasalardaki değişiklikler nedeniyle gelirleri
düşmüş olan İngiliz çiftçilerin başını yaktı. Çiftçilikte
bağlı ortaklıkların büyük bir kısmı işini büyük tarım
şirketlerine kaptırdı. Deloitte&Touche tarafından yapılan
yıllık anketlerde, çiftlikten gelen net gelir 1995/96’da 80.000
Pound iken, 2000 yılında 8000 Pound’a düşmüş. 2001’deki şap
salgını sırasında ise 2500 Pound’a kadar inmiş. O zamandan
beri ortalama çiftlik gelirleri 2001/2002’de 10.000 Pound kadar,
2002/2003’te ise 10.100 Pound kadar bir iyileşme gösterebilmiş.
Ancak
küçük çiftçilerin gelir düzeyi hala mimimumda. Çiftçilerin
%69’u hala tarıma dayalı, ama gittikçe artan sayıda çiftçi,
işini desteklemek amacıyla tarım dışı işlerden medet umuyor.
Ayakta
kalabilmek için ikinci bir iş edinmek zorunda kalırsanız son
yakın demektir, ama zaten sistemin amacı da bu. İngiltere’deki
kırsal kesimi yok etmek nispeten zor, çünkü mesafeler kısa ve
nüfus çok, ama işte yine de oluyor...
Başbakan
Cameron 2010’da iktidara geldiği zaman İngiltere’nin bütün
ormanlarını şirketlere satma niyetinden söz ederek herkesi çok
şaşırtmıştı, ama tabii ki seçim kampanyasında bundan hiç
bahsetmemişti, çünkü bu çok büyük bir hata olurdu. Bunun
yerine, çoğu politikacının iktidara gelir gelmez yaptığını
yapmaya çalıştı, yani ilk balayı döneminde oldukça nahoş
politikalar güttü, ama halktan büyük tepki alınca durakladı.
Ancak Plan 21’in bir parçası olduğu için, ormanları nasıl
olsa bir şekilde yine satacak, bu plan doğrultusundaki ‘Büyük
Toplum’ yaratma konusundaki şifreli konuşmasını gerçekleştirmek
için de elinden geleni yapacaktır.
‘Yeşil’
gruplar, İngiltere’deki ‘iklim değişikliği’ konusunda çok
çalışmış olsalar bile ormanların kurtarılması konusunda
hiçbir varlık göstermediler, çünkü hepsi de ‘Plan 21’in
maşaları haline geldiler. Kısaca yeşiller, çevre politikası ile
ilgili konularda ne yazık ki artık çok açık bir şekilde bekçi
köpeği durumundan finoluğa düştüler...
Eğer
insanlar ‘Plan 21’ konusunda ciddi bir şekilde bilgilenmezlerse,
dünyada ve yaşadıkları toplumlarda neler olduğu, nelerin, neden
ve hangi amaç için tasarlanmış olduğu konularında hiçbir
fikirleri olamayacak...
Herzaman
olduğu gibi, bilmek ve farkındalık herşey...Çünkü herşey
ondan geliyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder