David Icke’ın, 15 Aralık 2013
tarihli makalesi
(Yukarıdaki
resme atfen)
‘Ulaşamayacağımız
hiçbirşey yok’ diyorlar...
Doğru, "Bilinçliliğin" dışında...
Doğru, "Bilinçliliğin" dışında...
1968’da
John Lennon şöyle demiş:
“Sanırım
toplumumuz, çılgınca amaçlar için çılgın kişiler tarafından
yönetiliyor. Bunu onaltı ve oniki yaşında iken anladım, öyle
sürdü gitti ve hayatım boyunca bunu farklı şekillerde ifade
ettim.
Her zaman
aynı şeyi söylüyorum, ama şimdi hepsini bir cümle haline
getirdim; manyaklar tarafından, manyakça amaçlar için manyakça
yönetiliyoruz. Acaba birileri bizim hükümetimizin, Amerikan
hükümetinin, Rus veya Çin hükümetlerinin ne yaptığını bir
kağıda yazarak ifade edebilir mi? Ne yapmaya çalışıyorlar, ne
yaptıklarını sanıyorlar? Ne yaptıklarını sandıklarını
gerçekten çok merak ediyorum. Galiba hepsi çılgın, ama malum,
bunu ifade ettiğim için çılgın diye kendim ilan edilebilirim,
zaten en çılgınca olan da bu!”
Hepsi
çok doğru, hatta şimdi olanlar açısından tamamen doğru... John
Lennon’ın bu söyledikleri, geçenlerde gazetede aşağıdaki şu
başlığı okuyunca aklıma geldi:
“Amerikan
hükümetinin
casusluk ajansı uzaya ne gönderdi? ‘Ulaşamayacağımız
hiçbir şey yok’ diye övünen ‘çok-gizli’ grubu, yörüngeye
özel sınıf bir roket oturttu.”
Bu
casus roketin, resimde de görüldüğü gibi üzerindeki logoda bile
‘Ulaşamayacağımız
hiçbir şey yok’
yazılı. Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın inanılmaz
ölçekteki gözetlemelerinin ifşa olmasından pek de rahatsız
görünmeyen Ulusal Keşif Dairesi, üzerinde büyük bir hızla
çalıştığı total kontrol sistemini, dünyayı sarmış kızgın
bir ahtapot şeklinde sembolize ederken, bir de amaçları ile
böbürleniyor!
Atlas
5 roketi, Vandenberg Hava Kuvvetleri üssünden fırlatılıp, alçak
yörüngeye oturtuldu ve içerdiği teknoloji konusunda da pek az
ayrıntı verildi, ama Ulusal Keşif Dairesi Amerika’nın
istihbarat toplayan uydularını işlettiğine göre, acaba bu
roketin görevi ne olabilir?
Ulusal
Keşif Dairesi ayrıntılar üzerinde sessiz kalıyor, ama fırlatmayı
Twitter’dan canlı olarak verdiler çünkü, Orwell planının
yeni bir sahnesinde, halkın, kendilerinin casuslukta hangi
mertebelere geldiklerini öğrenmesini istiyorlar. Bu nedenle Edward
Snowden’in Ulusal Güvenlik Teşkilatı ile ilgili ifşaatları,
iddia edildiği gibi onlar açısından bir felaket olmadı. Oyunun
ikinci perdesi ise; insanların, kendilerinin ne kadar yoğun bir
şekilde gözetlenmekte olduklarını bilmelerini sağlamak, çünkü
kayıt altına alınıp gözetlendiklerini bilirlerse kontrol
sistemine karşı gelmekten iyice korkup, daha da çok boyun
eğecekler.
Amerikan
Sivil Özgürlükler Birliğinde politika analisti olan Christopher
Soghoian şöyle bir Tweet atmış: “ @ODNI’ye
bir tavsiye: Bu kitlesel casusluk avını önemsizmiş gibi
göstermeye çalışıyorsunuz, ama bu logo hiç size yardımcı
olmuyor.”
Ama
önemli bir noktayı kaçırmış. Ulusal Keşif Dairesi’nin
sözcüsü Karen Furgerson, özgürlük prensibine ve özel hayatı
koruma haklarını çiğneyen bu logoyu şöyle savunmuş:
NROL-39,
becerekli, adapte olabilen ve oldukça akıllı bir hayvan olan
ahtapot ile sembolize ediliyor. Amblemin açıklaması şöyle;
“A.B.D.’nin düşmanları nereye saklanırlarsa saklansınlar
onlara ulaşılabiliriz. ‘Ulaşamayacağımız hiçbir yer yok’
ifadesi, bu görevi tarif ediyor, ülkemize ve dünyanın her yerinde
kahramanca savaşarak ülkemizi koruyan askerlerimize ne kadar değer
verildiğini vurguluyor.”
Bu
inanılmaz derecede gerçek dışı bir beyan olup, aslında
gerçeklerden son derece kopuk bir algılama, hatta benim nazarımda
delilikten de öte! En azından bilinçsizliğin en uç derecesinde
diyebilirim, yani tam bir çılgınlık...
Bugün gördüğümüz
dünyayı ve bilinen insanlık tarihini anlamak için anahtar kelime:
‘bilinç’sizlik’! Karen Furgerson ahtapotun çok akıllı bir
yaratık olduğunu söylüyor. Eğer öyleyse, o halde Ulusal Keşif
Dairesi’ni yöneten ve işletenler için kullanılacak en son
sembol bir ahtapot olmalıydı... Kendileri yaman ve şartlara uygun
olabilirler, ama ne yazık ki zekaları için bunu söyleyemeyeceğim.
Modern
insana baktığımız zaman onun ruhunun bir çeşit fakirlikten
muzdarip olduğu gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz. Bu da, çok açık
bir şekilde, bilimsel ve teknolojik yoğunluk ile ters düşüyor.
Kuşlar gibi havada uçmayı öğrendik,
Balıklar gibi denizde yüzmeyi de öğrendik,
Ama dünyada ‘kardeşler’ gibi yürümeyi öğrenemedik!
Martin Luther King Jr.
Dünyanın her yerinde insanların büyük bir çoğunluğu ‘bilinç’li değil, çünkü dünyanın düzeni ‘bilinç’li olmamak üzere manipüle edilmiş. Özgürlüklerimizi korumak için gözlem altında tutulmamız gerektiğini söyleyen de bu aynı ‘bilinç’sizlik... Bir bilgisayar programının bile herhalde bundan daha fazla özgür düşüncesi vardır.
Bilinçsizliğin
tanımlarından birisi de şöyle: “Bilinçli farkındalığın
veya düşüncenin olmadığı zaman ortaya çıkan”... Bu,
insanların içinde bulunduğu zor durumu az çok açıklıyor.
Bedenin hareket ettiği, ama zihnin hiçbir rolünün olmadığı tam
bir ‘uykuda gezme’ çeşidi.
Cidden
merak ediyorum, acaba kaç kişinin, programlanmış beden
akıllarının, ‘enter tuşuna bas’ gibi olmayan orijinal bir
duygusal tepkisi veya tek bir bilinçli düşüncesi var? Farklı
kültürlerden de olsalar insanların aynı koşullarda, hem de ne
kadar benzer bir şekilde tepki gösterdiklerine bir dikkat edin.
Kültürlerinde ve inançlarında farklar olabilir, bu bir ‘kültür
programı’, ama çoğu aynı ‘insan’ programı...
Gerçeğin
doğası ve kendini anlama duygusu açısından asıl ‘bilinç’siz
olan ise ‘sistem’in arkasındaki gücün ta kendisi... Yani
sistemin çalışma şekli; insanlığı kendisininden de
‘bilinç’siz bir hale getirme tuzağına düşürmek. Yani körler
diyarında tek gözlü olan, kral oluyor...
‘Algılama
Yanılgısı’ adlı son kitabımda bu gizli güç hakkında her
zamankinden daha ayrıntılı bilgiler verdim, ama temel olarak bu;
farkındalığın enerjetik olarak bozulması. Bir dereceye kadar
herşey farkındalık ve zaten enerjinin kendisi de farkındalık!
Dolayısıyla enerjetik bozulmanın da bir farkındalığı var, ama
bu durumda o da bozulmuş farkındalık oluyor... Psikopatlar
farkındalık açısından kendi varlıklarının farkındalar, ama
bunun ötesinde, onların farkındalıkları veya kendilerini ve
realiteyi algılamaları o kadar büyük bir dengesizlik içinde ki,
kendilerini tam olarak empati ve pişmanlıktan yoksun, anti-sosyal
kişilik bozukluğu olan, saldırgan, sapık ve kriminal/suçlu
şeklinde ifade ediyorlar.
Bu
enerjik bozulma, holografik yansıma yoluyla malum formda insanların
aurik alanlarına doğrudan hakim olarak zihinsel ve duygusal
durumlarını manipüle ediyor, dolayısıyla da davranışlarını
etkiliyor. Büyük çapta veya daha az ölçüde sahiplenilmiş
kişileri size tek tek gösterebilirim. Kuzuların Sessizliği’ndeki
Hannibal Lectors gibi en çok sahiplenilmiş psikopatlar belli de,
çoğu kişinin algılaması o kadar çarpık ki, insanlardan
ikincil hasar olarak bahsedebiliyor veya kendi gözetleme ve
baskısını da,“Ulaşamayacağımız hiçbir şey
yok’ sözleri, ülkemize ve bütün dünyada ülkemize kahramanca
hizmet eden ve koruyan askerlerimize verilen değeri ifade
etmektedir” şeklindeki
sözlerle meşru kılmaya çalışıyor.
Yaşadığımızı
sandığımız realiteyi, psikopat zihinin en önemli özelliği olan
‘empatiden yoksun oluş’ yarattı. Empati, bir toplumu bir arada
tutan , birbirlerini kollamalarını sağlayan spiritüel bir
yapıştırıcı gibidir. Bir toplumunun empati duyguları silinirse
o toplum, ‘biz’, ‘onlar’ ve ‘hep ben, ben, ben’
seviyesine düşer.
Neyse
ki kollektif şuurda hala insanlarda muazzam bir empati var, ama ne
yazık ki toplumu politik, ekonomik ve askeri yapının kademelerine
sızmış olanlar yönlendiriyor ve tabii meydan da psikopatlara
kalıyor.
Gizli
manipülatörleri temsil eden özel olarak melezleştirilmiş malum
soyun sahiplenilmesi bu bozulmayı ‘insan’ formuna dönüştürdü
ve bu soyun küresel kontrol komplosu, bozulmayı
askeri-endüstriyel-politik yapıların hepsine doldurdu.
Yeryüzündeki ‘hayat’ denen aracın şoförü bu olunca, tabii
dünya da bu durumda oluyor.
Bu
bozulmanın dengesi insanların ‘sevgi’ dedikleri şey.
Dolayısıyla tarih boyunca karşımıza hep, ‘herşeyin cevabı
sevgidir’ teması çıkmış. ‘Sevgi’nin tanımı ve
algılanması bozulmaya maruz kalmış, bu nedenle de ‘sevgi’
şimdi sadece ‘fiziksel çekim’ olarak tanımlanıyor.
Oysa
en derin anlamıyla ‘sevgi’, sonsuz gerçeğin en derin
ifadesidir, yani ‘Var Olan Herşey’olan farkındalık ve
bilinç..Yani Tek Gerçek Sonsuz Sevgi-gerisi hep illüzyon...
Bağlantı, beden aklı ile değil, kalp yoluyla kurulur.
Zihninizi
açmak, programlanmış realitenin büyüsünü bozacaktır, ama
kalbimizi açmak bizi ebediyen özgür kılacaktır. Açık zihinli,
ama kalplerini açamamış çok kişi tanırım. Dolayısıyla onlar
benim entellektüel spiritüellik dediğim ‘durum’da olurlar,
yani tüm kalp ile bağlanamaz, sadece o duruma gelirler.
Yeni
Çağ, bu entellektüel spiritüellikle dolu. Bu nedenle güzel
hikayeler anlatan, ama çok farklı hayatları olan kişilerle
karşılaşırsınız. Böyle kişilerle çok yakın sayısız
deneyimim oldu, bu Yeni Çağ’da salgın bir hastalık gibi.
Kalbinizi
gerçekten açar ve sonsuz benliğinizle bağlantı kurabilirseniz,
gerçeği, tek gerçeği, yani hepimizin ‘Bir’, ‘Sonsuz Sevgi’
olduğumuzu, gerisinin illüzyon olduğunu hatırlarsınız...
Önce
kendi olma duygunuz, buna bağlı olarak da deneyimlediğiniz herşey
değişir.
Farkındalığınızı
geliştirdikçe, sadece bölümleri değil, bütünü görürsünüz
ve noktalar birleşmeye başlar. Rastgele kişiler ve olaylar olarak
düşündüğünüz herşeyi, artık kesintisiz bir bir dokuma gibi,
olduğu gibi görürsünüz.
Farkındalığınız
geliştikçe bakış açınız ve odaklanmanız da değişir. Sadece
beş duyuya dayalı illüzyona odaklanmak yerine boyutlar kateder,
dünyayı farklı bir gözle görürsünüz. Artık insan hayatının
programlanmış algılaması solmaya ve sahte bir realite inşa etme
gücünü kaybetmeye başladı.
Bu
genişlemenin, kalbin ve zihnin bu açıklığı, enerji rezonansının
yüksek frekansı ile ifade ediliyor. Artık bu parazitsi bozulma
tarafından işgal edilmiş olan düşük frekanslı alemlerden
etkilenmeyeceğiniz gibi, varlığınıza da sahip olunamayacak.
Komplo
araştırma alanı, parazitsi güçlerin varlığını kuşatır da,
vasıtasıyla onların pençesinden kurtulursak, gerçek anlamda açık
kalpli ‘sevgi’, bütün problemi ortaya çıkaracak ve sonsuz
özgürlüğün yolunu açacaktır.
Komplo
araştırma topluluğundakilerin çoğu birçok açıdan, en az ifşa
ettiği komplo kadar ‘bilinç’siz. Beş duyu alemini farklı
şekillerde görüyorlar, ama deşifre ettikleri dünya ve her iki
tarafın da beş duyusu, neredeyse aynı illüzyonun ifadeleri.
İnsanlar
komplonun gerçek derinliğini ve nereden geldiğini iyice
anlayıncaya kadar, sebep için hiçbir şey yapılmayıp birşey
sadece belirtilerle düzeltilmeye çalışılırsa nereye
varılabilir ki? Gerçekle yüzleşme günü geliyor, işte o zaman
elimizde bütün bu saçmalığa son verecek araçlarımız olacak...