New Dawn Dergisi Ağustos 2016 ─ Marc Star
|
Gerçeğin Titreşimleri - 63
David Icke, global komplo konusunda ana akım inanç sistemlerini sorgulayanların arasında, bir çalar saat gibi en çok sayıda insanı uyandırmış olan bir ikon... Yazma konusunda çok güçlü ve etkili bir kalemi var. Olağanüstü doğal konuşma yeteneğinden başka kendisinden öncekilerde hiç olmayan bir başka becerisi de birbiriyle hiç bağlantısı yokmuş gibi görünen noktaları birleştirip, ortaya büyük bir tablo çıkarabilmesi. Bu tabloyu açık zihinlere açıkladığı zaman o kişilerin, piksellerden oluşmuş sis perdesinin arasındaki görüntüleri görebilmesini sağlıyor. Bu alandaki araştırmacılar arasında belki de insanların “Vay be! Şimdi anladım!” demesini en çok o sağlamıştır.
2009’da Melbourne’deki konuşmasını dinledikten sonra David Icke’ın şimdi okumakta olduğunuz bu yazıyı yazan kişinin, yani benim üzerinde de büyük bir etkisinin olduğu kesin. En sonunda, 11 Eylül saldırısının çok daha önemli bir dönüm noktası olduğunu ve çok daha kapsamlı bir hikayeye nasıl oturduğunu anladım. Bu, David Icke ‘ın, 26 yıldır araştırıp izini sürdüğü ve gittikçe güçlenen küresel gücün hikayesi. Ancak küresel komplo konusunda, David Icke’ın pek çok araştırmacıdan farklı olan yönü, noktaları birleştirmenin ötesinde, planın nerelere ulaşacağını da görüyor olabilmesi. Kitaplarında ve konuşmalarında verdiği bilgilerin çoğu doğru çıkıyor. Terör savaşı, küresel ekonomik çöküş, elit tabakanın pedofili halkaları, nakitsiz toplum, implant edilen mikroçipler, batının Rusya ve Çin’e karşı gerilimi tırmandırma politikası v.s.
David Icke 26 yıldır, eşzamanlı dışavurumları izleyerek bugün bulunduğu dünya sahnesine ulaştı. O zamanlar dünya bu gerçekleri hazmetmeye hazır olmadığı için, David kendisini müthiş bir alay bombardımanı ve gözden düşürme kampanyasıyla karşı karşıya buldu. Ancak ayakta kalmayı başardı. Araştırmaya, yazmaya ve konuşmaya devam etti.
New Dawn dergisi uzun bir süredir, David Icke’ın çalışmalarına destek vermektedir. Yeni çıkmış olan en son kitabı “Phantom Self” (Hayalet Benlik) ile ona - en son Dünya Turu Konferansları çerçevesinde - Avustralya’ya ‘Hoşgeldin’ diyoruz. Dergimiz 25 yıllık geçmişiyle bir bakıma David’inki ile benzer bir yolculuğu geçirmiş olup, konuların kalbine girme bakımından gerçeğin güvenilir kalelerinden birisidir. Duruşu itibariyle dergimiz de ana akım medyanın eleştirilerinden nasibini almaktadır. Ancak David Icke’ın da vurguladığı gibi, bu, doğru yolda olduğumuzun bir teyididir...
“ New Dawn” Dergisi’nden Marc Star
Marc Star: David, yeni kitabının adı ‘Hayalet Benlik’, ne anlama geliyor?
David Icke: Son kitabıma ‘Hayalet Benlik’ adını, insanların ömürleri boyunca sahip olduklarına inandırıldıkları sahte benliği anlatabilmek için koydum. Sahte benliğe bir isim, bir tarihi geçmiş, bir aile , bir iş adı veriyoruz, sonra da insanlar bu sahte benliği kendileri sanıyorlar. “Hayalet Benlik”, sistemin yüklediği bir programdan başka birşey değil. Oysa biz ‘sonsuz farkındalık’ız. Bedeni unutun, şekli unutun! Bunlar, bu ‘Farkındalık/Bilinç/Öz’ün, farklı realiteler deneyimleyebilmesi için birer araç! ‘Farkındalık/Bilinç’in/‘Öz’ün iki bacağı, iki kolu, başı ve bedeni yoktur. Saf farkındalıktır!
Sistem, sistematik olarak, enkarne olmuş olan ‘Öz’ü/Bilinç/Farkındalık’ ı, ‘Sonsuz Bilinç’ten/Farkındalık’tan tecrit etmek veya koparmak amacıyla bir yapı yaratmıştır ve bunu, insanların dikkatini, fiziksel illüzyonun 5 duyu dünyasına odaklayarak gerçekleştirmektedir. Hepimiz; sonsuz bilgelik, bilgi ve gerçek benliğimizi bilmek gibi kavramlardan uzaklaştırılıyoruz.
Sisteme ve insan hayatına bakıldığı zaman, tamamen 5 duyuya odaklı olduğu görülür. Hepimizde 5 duyuya koşullanmışız, 5 duyuyla ikna olmuşuz, herşeyiyle 5 duyuya çekilmişiz. Bu dünyaya geliyoruz ve doğar doğmaz ana babalarımızın etkisine giriyoruz. Realitemiz ve kimlik duygumuz, onlar tarafından belirleniyor, aynı sistemden geçmiş oldukları için, onlar da bize aynı programı yüklüyorlar. Sonra da aslında tamamen delice olan birçok şey ‘norm’lara uygun, yani ‘normal’ olarak kabul ediliyor, doğal olarak biz de bunu kabulleniyoruz.
Enkarne olmuş olan bu ‘farkındalık’, 3-4 yıl içerisinde kendisini, sistemi temsil eden bir otorite figürünün önündeki sırada buluyor. Bu eğitici figür ona nerede olması gerektiğini, ne zaman orayı terkedebileceğini, ne zaman yiyeceğini, ne zaman konuşacağını, tuvalete ne zaman gidebileceğini, neyin doğru, neyin yanlış, neyin gerçek, neyin gerçek olmadığını söylüyor. Dolayısıyla bütün bu ‘farkındalık’ lara, herşeyin, ‘sistem versiyonu’ empoze ediliyor. Bu yıllarca sürüyor, gençlik yılları derken yetişkinlik dönemi başlıyor. Böylece bütün programlar, enkarne olmuş olan bu ‘farkındalık’a, sistemin istediği şekilde yüklenmeye başlıyor.
Bu ‘Öz/Farkındalık’ orta eğitimden üniversiteye geçiyor, bir de üstelik kendi programlanması için büyük miktarda ödentiler altına giriyor. Sistemin tamamen kendi versiyonu olan yükleme döneminin sonunda da; politika, gazetecilik, hukuk, tıp veya büyük şirketlerdeki görevlere gelip, kendi içindeki çekirdek programlama her ne ise, bütün bu alanlara aynen onu yüklemeye başlıyor. Bazıları bunu görebildikleri için reddediyor/uyanıyorlar, ama çoğu kabulleniyor, hatta benimsiyor.
Bazıları buna sol, bazıları sağ görüş diyorlar, ama en temel konularda bir realite birliği oluşuyor. Bu nedenle sol ve sağ görüşlü politikacılar dünya ve hayat hakkında alternatif açıklamalarda bulunurlarken, birbirinden beter duruma düşüyorlar, çünkü sözünü ettiğimiz “çekirdek program” hepsinde devreye girmiş oluyor.
Mesela çekirdek programa göre hareket eden bir gazeteci de, diyelim ki 25 yılını çeşitli yöntemlerle tedavi etmeye harcamış olan bir kişiye gitmiyor da, bir doktora gidiyor, çünkü ona insan bedeni hakkında herşeyi sadece doktorların bildiği doğrultuda bir program yüklenmiş oluyor. Oysa insan vücudunun asıl holografik doğası hakkında bilgisi olan en son kişiler doktorlar! Aynı şekilde, gazeteciler, realite hakkında bir hikaye isterlerse, yıllarını realiteyi araştırmaya adamış olan kişilere gitmiyorlar da, sistemin eline tutuşturmuş olduğu kağıdı okuyan bilim adamına gidiyorlar.
Size bir kez bu program yüklenmişse, farkına varmadan sistemin ajanı olur ve hep kendi programınızı diğerlerine yüklersiniz. Buna “eşdüzey baskısı” denir. Bu da başka bir seviyedir. Ana akım medya herşeyi, sistemin versiyonu olan şekliyle verir, ama eğitim sistemiyle, hepimiz sadece bunun doğru olduğuna inandırılmışızdır. Milyarlarca insan kendilerini, oldukları sandıkları kimlikleriyle, dünyayı da, yaşadığımız bütün bu saçmalık olarak tanır, herşeyi belirli bir şekilde algılar, buna göre hareket eder, böylece herşeyi, realiteyi kendi algılama şekline göre değerlendirip destekler.
İşte bütün bu unsurları, yani insanların kendilerine verdikleri isimleri, hayat hikayelerini, ırklarını ve bütün bu programlamayı bir araya getirdiğiniz zaman ortaya ‘Hayalet Benlik’ çıkar! Bu, aynada gördüğümüz görüntü, işimiz, gelir düzeyimiz v.s. olduğuna inandığımız benliktir, ama bu, bir ‘yapı’dan başka birşey olmayan ve o olduğuna ikna edildiğimiz ‘sahte benlik’tir. Kitaplarımda sözünü ettiğim sonsuz sayıda başka etken de olmasına rağmen, bütün algıyı en çok olumsuz etkileyen; ‘yapamam’ veya ‘olamam’ gibi sınırlı olma duygusudur.
İşte o zaman şöyle bir durum oluşuyor: Hayalet benlik, bu programın yüklenmiş olduğu diğer hayalet benliklere polislik yapar hale geliyor! Kitaplarımda hep şu benzetmeyi kullanırım; “koyunlara güleriz, çünkü her koyun önündekini izler ve çoban köpeğinden kaçar”. Ama insanlar, ihtiyaçları olmadığı için çoban köpeğini devreden çıkarırlar, çünkü onlar birbirlerine karşı polislik yapar hale gelmişlerdir. Bu biraz, hücredeki mahkumların, özgür olmak istediği için kapıyı açan başka bir mahkuma engel olmalarına benzer. İşte hayalet benlik de aynı şekilde diğer hayalet benliklere polislik yapıp, onları aynı hizada tutuyor. Bunu Avustralya ve Yeni Zelanda’da yapacağım sunumlarda da anlatacağım; artık hayalet benliğimizin, hayalet bir benlik olduğunu farkederek/anlayarak bundan kurtulmamız lazım.
Mark Star: Kitabında trans-humanist planına karşı, trans-fantomizm diye bir kelime kullanmışsın, anlamı nedir? Trans-humanist planı nedir?
David Icke: Kitabımda ‘trans-fantomizm’ diye bir bölüm var. Trans-fantomizm, ‘trans-humanizm’ ile bağlantılı bir kelime. Trans-fantomizm dememin nedeni, ikinci aşama olması. ‘Farkındalık’, hayalet benlik’in de ötesinde, çok minicik, 5 duyunun mikroskopik dünyasında izole ediliyor.
Trans-humanizmin amacı teknolojiyi, daha ziyade nano-teknolojiyi, insan bedenine sokup, zihin/beden/algılama yoluyla insanları Frankenstein haline getirmek.
Mesela Google’dan Ray Kurzweil’in ‘cloud’u gibi... Kurzweil, sözde süper-insanı yaratmak için trans-humanizm’i benimsetmeye çalışan cephenin en önde gelen kişisi... Onun da gayet iyi bildiği üzere, asıl amaç sub-human/insan olmayan bir varlık geliştirmek. Örneğin 2030 itibariyle insan düşüncesinin çoğu, insan zihninden değil, ‘cloud’dan gelecekmiş, çünkü insan beyni/zihni, tıpkı şu anda önümde duran bilgisayarın İnternet’e bağlandığı gibi ‘cloud’a bağlanacakmış!
Uzun süredir kitaplarımda “teknolojik alt realite” dediğim bir planı anlatmaya çalışıyorum. Bu tam Kurzweil ve türevlerinin, ‘cloud’ dedikleri şey. Ana fikir şu; hepimiz teknolojik olarak, bir çeşit Internet’e bağlanacağız ve bizim adımıza düşünme işini o yapacak. Dediğine göre bir zaman sonra insan adına düşünme ve algılama işlemi, insan zihninden ziyade ‘cloud’dan kaynaklanacakmış... O kadar ki sonunda ortada insan kalmayacak, sadece ‘cloud’ olacak!
Dediğim gibi, sözde süper insanı yaratmak için bize bu akıl almaz, artık iyice geliştirilmiş olan kontrol mekanizmasını dayatmaya çalışıyorlar. Bu durumda şu soruyu soruyorum; nesillerden beri binlerce yıldır, insanların tam kontrolünü ele geçirmek isteyen bu saklı global şebekenin temsilcileri, neden insanları süper insan haline getirmek istesinler ki? İsteyebilecekleri en son şey bu!
Şimdi görmekte olduğumuz, aynen benim “totaliter - parmak ucunda sinsi yürüyüş” dediğim şey. Sözde “a”dan başlıyorlar, “z”ye gideceğinizi sanıyorsunuz, ama öyle farklı bir yönde gidiliyor ki, çoğu insanın ruhu bile duymuyor! Ama hergün, benim yaptığım gibi bu gidişatı siz de izleseniz siz de görürsünüz. Planın gittiği yönü görüyorsunuz, dolayısıyla ilk amaç, insanları tamamen teknolojiye bağımlı hale getirmek.
Şimdi herkese söylüyorum; çevrenize şöyle bir bakın. Bir tren istasyonuna, havaalanına, kalabalık olan yerlere bir gidin. Teknolojiye bağımlılık inanılmaz boyutlarda. Genellikle de adının önünde “akıllı” sıfatı olan teknoloji çok önemli. Kitaplarımda ve konuşmalarımda hep açıklıyorum. “Parmak ucunda sinsi yürüyüş adımları planı”nın ilk aşaması; insanları önce teknolojiye bağımlı kılmak. Halen devreye sokulmuş olan ikinci aşama ise “takılabilen” veya “giyilebilen” teknolojiler. Akıllı saatler, Google gözlük, kulağa takılan Bluetooth, bunlar beyini yakmak için birebir! Bu çeşit takılabilen, giyilebilen teknolojinin daha birçok farklı çeşitleri de var!
Sonraki aşama ise implant edilenler! İmplant edilenler bu teknolojiyi insan vücuduna sokmuş oluyor. İmplant edilebilenler, şimdilik gözle görülebilen seviyede, ama çoğu, yukarıda açıklamış olduğum üzere aslında nano-teknoloji ve “akıllı toz” dedikleri birşeyle yapılıyor. Bunlar misroskopik robot türünde bir teknoloji, kendilerini kopyalayabiliyor, inşa edebiliyor, bizim doğal dediğimiz şeyden ziyade bedeni sentetik birşeye dönüştürebiliyor. İşte geliştirilenler bunlar! Yaptığım bu açıklamalara göre dünyamız, tam anlamıyla kendisinin, “sentetik” bir versiyonuna dönüştürülüyor!
İnsanlar bir kez “cloud” denilen bu teknolojiye, bu teknolojik alt realite veya sahte realiteye bağımlı hale gelirlerse, bu enkarne olmuş “Öz/Farkındalık/Bilinç” ile “Sonsuz Bilinç/Farkındalık” arasındaki bağlantı iyice kopacak, gerileyecek ve bu “hayalet benlik” vasıtasıyla şimdikinden daha beter bile hale gelinecek.
İşte insanları bu konuda uyarmamız lazım, çünkü bunu yapmazsak bundan 3-4 yıl sonra bu “trans-humanizm” planı şimdi bulunduğu aşamadan çok daha ilerilere gidecek. Robotların, makinaların insanların yerini aldığı teknolojik değişikliği görmeniz için çevrenize bir bakmanız yeterli olacaktır.
Bu teknoloji zaten uzun zamandır mevcut, plana göre, artık topluma uygulama aşamasına geçtiler. Bu teknolojik “gelişme” gittikçe daha hızlı bir şekilde ilerliyor. 3-4 yıl içerisinde oldukça uzun bir yol katetmiş olacak. “Hayalet Benlik” kitabımı yazarken Forbes dergisinde okudum. İmplant edilebilen teknoloji 3-4 yıl içerisinde “olağan” kabul edilecek bir aşamaya gelmiş olacakmış!
“Nakitsiz toplum” gibi, sistemin diğer planları da o yönde öyle bir hızla ilerliyor ki, bu teknoloji olmadan toplumda hiçbir fonksiyon yerine getirilemez olacak. Hepsi planın parçası!
Önümüzdeki 3-4 yıl için görevimiz bu trans-humanist planının gerçek yüzünü ortaya çıkarmak. Bu, insan denilen varlığın, “yapay zeka”nın teknolojik hapishane hücresine asimilasyonu olacak. Peki “Yapay Zeka” nedir? Hiçkimse bu soruyu sormuyor. İnsanlara, “cloud” aracılığı ile hakim olacak olan bu “Yapay Zeka” nedir?
Ben diyorum ki; “Hayalet Benlik” kitabımda ve “dünya turu” konuşmalarımda açıkladığım üzere, aslında bütün herşeyin arkasında hep bu “Yapay Zeka” vardı, hala da var...
Tşk. Size mail attım cevaplarmisin
YanıtlaSilSevgili Mr.key,
SilDestekleyici mailinize "kocaman bir teşekkür" yazmak için geciktiğimiz için kusurumuza bakmayın. Tamamen gönüllü olarak yaptığımız çalışmalarımız çok zaman gerektirdiğinden haliyle bazen böyle gecikmelerimiz oluyor. İlerisi için,çeviri yapma niyetinizi belirtmişsiniz. Aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyor olmamız son derece memnuniyet verici. Sizler gibi çalışmalarımızı destekleyen değerli okuyucularımız oldukça motivasyonumuz daha da güçlenecektir.Biz de sizlere çok teşekkür ediyor, başarılar diliyoruz.
'Sonsuz Sevgi' lerimizle...
Bizim gibi ingilizcesi yetmediği,Davik Icke orjinalden okuyamayanlar için güzel bir hizmet,bu fedakarlığınız için sonsuz teşekkürler,güzel insan.
YanıtlaSilNe mutlu bizlere...Bu kadar teşvik edici değerlendirmeniz için biz de size sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Sil'Sonsuz Sevgi' lerimizle...