Gerçek’in Titreşimleri - 76
Ay Matriksi Video Metni
Ay Matriksi - Bölüm 1
“Ay Matriksi” Bölüm: 1 (Mayıs 2011)
Robert Perala: (LookHereAndWakeUp kanalından)
Şimdi Kaliforniya’da Marine Center’dayız. Ben Robert Perala, David Icke’ı sunuyorum. Dikkatleri David Icke’a çeviren “İnsanoğlu Ayağa Kalk” adlı kitabının derinliklerine bakıyoruz. Dediğine göre, muhteşem sonuçlardan yaralanmalarını sağlamak üzere akılcı kararlar veren insanlara onları ürkütmeden öncülük yapmak çok zor bir iş. David bir “yol gösterici”. O, değişim/dönüşüm ekibinin bir parçası ve “değişim” sağlayanlardan birisi. Sanırım keyif ve bilgi sağlayıcı bu YouTube sunumunu oldukça ilginç bulacaksınız. Teşekkürler, röportajı keyifle izlemeniz dileklerimizle...
0:50:
David, “İnsanoğlu Ayağa Kalk” adlı kitabını okuduğum zaman en çok ilgimi çeken, kayıtlı tarihten çok önceden beri, ayın “içi oyuk” bir yapı olup, insan DNA’sı ile etkileşim içinde olduğunun anlatıldığı kısım oldu. Bence bu ancak 300 yılda bir gelecek bir bulgu, bu konuda ne hissediyorsun?
1:21:
Bu soruyu cevaplayabilmek için, hayatımın son 20 yılına bakmak lazım. 20 yıl önce müthiş bir uyanış yaşadım. Bir medyuma gittiğimde hala bir televizyon sunucusu ve İngiliz Yeşiller Partisi’nin ulusal sözcüsüydüm ve bu konularla hiçbir ilgim yoktu. Medyumda dünya sahnesine çıkıp büyük sırlar ifşa edeceğimi öğrendim. O sıralarda beni yeniden “reset” yapan “onlar”, her kim iseler, beni bilgiye yönlendiriyor ve bilgiyi aklıma yerleştiriyorlardı.
1:58:
Ve 20 yıldır hep de böyle oldu. O andan itibaren görünmeyen güçlerin, bilmecenin parçalarını elime verdiği bir yolculuğa çıktım. 20 yıl sonra bu “dizin”in nasıl çalıştığını öğreniyorsunuz; “Şuna bak, buna bak” v.s.
2:23:
Yıllardan beri süregelen şey şu; birden pat diye hayatıma bir konu giriyor ve o andan itibaren bütün yönlerden o konuyla ilgili bilgiler akmaya başlıyor. Yazdığım bütün kitaplar aynı şekilde oluştu. Kitaplara, belgelere yönlendiriliyorum, kişisel deneyimler geçiriyorum, aynı şey farklı kişilerden, farklı yollarla, sürekli olarak tekrarlanarak teyit ediliyor...
2:48:
Sadece bu bilgileri bir araya getiriyorum. Bu “ay” ile ilgili olay da öyle başladı. Yine aynı dizin oluştu. O gün yine kitabı yazmak üzere bilgisayarın önüne oturmuştum ki birden odadaki enerji değişti, “Haydi bakalım yine başladı, bunu artık öğrendim” dedim. Sonra birdenbire son derece güçlü bir şekilde aklımda o cümle belirdi; “ Ay senin olduğunu düşündüğün gibi değil! Ay, insanların sandığı gibi doğal bir oluşum değil!”... Hemen Internet’e birkaç kelime koydum ve önüme “Ay’ı kim inşa etti?” adlı bir kitap çıktı. Daha önce hiç duymamıştım bile. 2 araştırmacı daha başka kitaplar da yazmışlardı.
3:40:
Elime geçer geçmez bir solukta okudum ve birden farkına vardım. Şöyle birşey var ; dünyaya geldiğimiz zaman, dünyada ne varsa onu aynen olduğu gibi kabullenme eğiliminde oluyoruz. Hiçbir zaman sorgulamıyoruz. Bu şununla bağlantılı: Mesela bizler, dünyayı özgürlük koşullarında görebilmiş olan son nesiliz. Oysa şimdi, bütün bu gözetlemeler, izlemeler, parmak izleri, göz taramaları v.s. bugünün çocuklarının aynen olduğu gibi kabullendikleri birşey.
4:27:
(Robert P.):
Koşullandırma o kadar derin ki, aynen öyle olduğunu düşünüyoruz.
4:32:
Evet, bunu başka birşeyle karşılaştırmak mümkün değil. Şimdi bunu aynen “ay”a uygulayın...
4:34:
Dünyaya gelmişiz ve her gece, yıllar boyunca akşamları ay çıkıyor ve asla sorgulamıyoruz.
4:45:
Hep bu anlattığım şekilde düşündüğümüz için, bu kez aya baktığım zaman “Bunun böyle olduğunu hiç bilmiyordum doğrusu!” dedim. Bilimsel bir gerçek olarak kabul ettiğimiz şey şu: “Dostum, ay işte bu şekilde oluşmuş!” Oysa bilgileri işlemden geçirince sadece bir teori olduğunu görürsünüz. Aslında bilimin, ayın nereden geldiği hakkında hiçbir fikri yok!
5.16:
Bir bilim adamının haklı olarak söylediği gibi; “Ay hakkında kesin olarak diyebileceğiniz tek şey, gözlemsel bir hata olmasıdır!” Orada olmaması gerekir, kütlesi çok büyük ve “Ay’ı Kim İnşa Etti” kitabında işaret edildiği gibi, ay, dünya ve güneşin arasındaki geometri ve matematik kesinlikle inanılmaz birşey, o kadar ki ay, dünyadan bakıldığı zaman güneşle aynı büyüklükte görünüyor, zaten tutulma da öyle oluyor.
5:50:
Sonra da öyle bir aşamaya geliyor ki, Ay Matriksi’nden öte, ayın sadece orada olması bile insan hayatı üzerinde büyük çapta etki yapıyor.
6:08:
Dünyanın açısı, tur hızı bizim zaman ile olan bağlantımızı da etkiliyor, çünkü ayın, hormonal sisteme ve çakra sistemine bağlı olan ekdokrin sistemi üzerinde büyük etkisi var. Pineal bez/epifiz bezi, 3.gözün bir bölümü üzerinde ciddi bir etkisi var. Bu 5 duyu realitesinin ötesine geçiş. Ayrıca tabii ki dünyanın gel git sisteminde de derinliğine etkisi var. İnsanların % 60-70 ‘ su, o seviyede onu da etkiliyor tabii.
6:46:
Bu yolda ilerlerken, bütün bu anormallikleri gördüm. Sonra aya büyük bir parça çarpınca bilim bütün bunları kaydetmiş, ne olmuş, ay bir çan veya bir gong gibi çınlamış. Bir bilim adamı, bu kitabın yazarlarına; sanki ayın içi boşmuş da, içinde de sanki bir hidrolik sistem varmış gibi titrediğini söylemiş. Sonra ayda, dünyada olmadığı kadar çok fazla miktarda titanyum bulunduğu bilgisi var. Bilimin resmi açıklamasına göre ay dünyadan kopmuş... Mars büyüklüğünde bir gezegen dünyaya çarpıyor, büyük bir parça kopuyor, ay oluşuyor buna “Büyük Çarpma Teorisi” diyorlar. O fizik çalışmayınca bu sefer ortaya “Çifte Büyük Vuruş/Çarpma teorisi” çıkıyor. Mars tipi bir gezegen dünyaya çarpıyor, herhalde kendine getirmek için olmalı, sonra bir daha çarpıyor! Bu koşullarda konu hakkında bilimin hiçbir fikri yok demektir...
8:07:
Bütün bu bilgileri bir araya getirince bana göre ay gerçek değil! Ortası oyuk bir küçük bir gezegen veya sanki projesi çizilmiş bir yapı! Biz insanlar, dünyada neler olduğunun doğasını öğrenmek istiyorsak önce bunu anlamamız lazım. Bu durum insanlar için, teknolojik veya potansiyel mi dersiniz her neyse, gerçeğin en önemli keskin kenarı... İnsan bir şaşırır, derin nefes alıp geriye doğru bir kaykılır, şoke olmuştur... Ama aslında neyin mümkün olduğunu bilseniz bunun öyle keskin kenar bir gerçek olmadığını da anlarsınız. İnsanların imkansızı algılama duygularını, sonra da görünenden çok daha fazlasının mümkün olduğunu anlamaları için bilgileri baskılarsanız, işte aynen böyle olur.
9:11:
Örnek: Yer çekimi Kanununu insanlardan gizlerseniz, dünyanın düz olduğu fikri saçmadır, çünkü yer kürenin alt kısmındaki insanlar aşağıya düşerler. O zaman ”Bu imkansız, o zaman düz olması gerekir arkadaş!” dersiniz. Sonra “Ama bir dakika, yuvarlak, ama yer çekimi kanunu var, aahh, şimdi anladım. Dolayısıyla imkansız görünen, saçma, tuhaf olan “”haa, şimdi anladım”a dönüşür. İşte şimdi ulaştığımız bilginin ölçeği budur.
Ay Matriksi - Bölüm 2
“Ay Matriksi” Bölüm: 2
0:10:
Credo Mutwa’yı aradım, o Afrika Zulu yerlilerinin Şamanı ve önceden etkilememek için ona “Bak ben şöyle düşünüyorum” falan demeden, sadece “Bana ay hakkındaki Zulu efsanelerini anlatabilir misin?” dedim.
0:21:
Dedi ki; malum, Afrika’da kabileler var. Çoğu, “Bizim tarihimiz, ay gelmeden öncesine dayanır” derler. “Zulu efsanelerine göre ay bir yumurta!” Tabii, bir antropolojist hemen ne der; “Bu delilik, ne kadar ilkel bir düşünce!”... Oysa neden yumurta diyorlar, çünkü içi oyuk!
0:49:
Çok çok uzakta evrenin derinliklerinde, sürüngen varlıklar tarafından içi oyulmuş. Zulu efsanelerine bakacak olursanız evrende dünyaya doğru yuvarlanmış ve afetlere neden olmuş. Şimdi o koca nesne buraya geliyor ve tabii ki başlangıçta dünyaya çok zarar veriyor, herşey hareket halinde... Bu efsaneleri dünyanın her yerinde var.
1:20:
Bir “Altın Çağ’dan söz ediliyor. O zamanlar insanlar çok müthiş bir gelişmişlik ve olasılıklar içerisindelermiş. Afetler, yoğun depremler, dünyanın sular altında kalması ile bu çağ sona ermiş. Dünyanın dört bir yanındaki farklı kültürlerde hep aynı şey farklı şekillerde anlatılıyor.
1:42: (Robert Perala)
Sanskrit, Gita belgelerinde, İncil’de, Musevilikte, Sümer tabletlerinde... Credo Mutwa’dan bahsettin, folklorik hikayeyi daha iyi biliyorsun, hani şu “sırların kolyesi”. Biraz onu açıklayabilir misin?
2:04:
Credo Mutwa ile 1996-97-98’de görüştüm. O zaman içerisinde 2-3 kere bir araya geldik ve yakın dost olduk. Hayatının uzunca bir bölümü Afrika’da yeraltı şaman ağının içinde geçmiş. 90’lı yaşlarında. Çok eskiden, bu gizlilikle aktarılan bilgiye erişmiş. Bu gizli şebekeler Avrupa’lılar geldiği zaman oluşturulmuş, ağırlıklı olarak da İngilizler geldiği zaman tabii ki. İngilizler, bu bilginin sürmesini istememiş, yok etmek istemişler. Yerine Hristiyanlığı getirmek istemişler ve birçok ülkede olduğu gibi Şamanlığı hedef almışlar. Amaçları bilginin aktarılmasına engel olmakmış.
2:56:
Sonunda bilgi yeraltına çekilmiş. Credo ile karşılaştığım zaman oldukça yaşlıydı. Biliyorsunuz Amerika ve benzeri yerlerde insanların bu tür bilgilere ulaşma imkanları var, istedikleri zaman buluyor, sonra da başka arayışlara geçiyorlar. Güney Afrika veya Afrika’nın farklı yerlerinde gelişmekte olan birçok ülkede bu hala bir rüya, bir amaç, bir başarı sembolü. Batı modelinde ise başarı sembolü Nike vs gibi markalar...
3:38:
Credo’nun taşıdığı bilgi önemliydi. Demek istiyorum ki kendi halkından bile birçok kişi ona inanmıyor, ama o bunu aktarmak için yollar arıyordu. Artık öyle bir noktaya varmıştı ki, şöyle diyordu; “Dünyanın durumu öyle bir aşamaya geldi ki, sırrı aktarmaktan öte, ortaya dökmek gerekiyor! “ Biliyorsunuz, ona bir platform sağlayarak mümkün olduğu kadar yardımcı olmaya çalıştım. Benimle çok şey paylaştı.
4:10:
Malum insanlar Amerika’daki yerlileri araştırırlar, Güney ve Orta Amerika’da Mayalar falan. Asya ve dünyanın çeşitli yerlerini araştırmışlardır, ama Afrika tamamen ihmal edilmiş, adeta unutulmuş... Afrika’nın aslında tarihe kattığı çok önemli bilgiler var, Credo da orada yaşıyor ve adam adeta ayaklı bir kütüphane. Sanki bana bilmecenin parçalarını sunuyor gibiydi.
4:49:
Birgün geliyor; “Şunu da anlatayım!” diyordu. Credo Mutwa’nın çok yardımını gördüm.
4:55: (Robert)
Zaten kaçırılmasından belli. Bir süre alıkoyulmuş ve sırların kolyesi çalınmıştı değil mi?
5:00:
Evet, sırların kolyesini bana, onunla ilk karşılaştığım zaman göstermişti. Ona kolye deniyor, çünkü omuzlarında taşıyordu ve çok ağırdı. Ama o yaşta bile onu hiç üzerinden çıkarmazdı. Bir de AY kolyesi dediği bir kolye vardı. Aslında gerçek olmayan birçok ayın bulunduğunu söylerdi.
5:24:
Bu kolyeden sarkan, kendisinin ve kendisinden öncekilerin kullandığı semboller vardı. En az bin yıllık geçmişi olan bir kolyeydi. Bu kolyeyi sadece Afrika’daki değil, bütün dünyadaki hikayeyi anlatmak için kullanırdı. En önde bir kadın ve insan olmayan bir varlığın figürü asılıydı. Bunların bedenleri birbirine geçmişti.
5:52:
Kolyedeki efsaneye göre insan ırkı ile insan olmayan ırkın birleşmesinden, hibrid bir soy çıkmıştı. Yıllardır açıklamaya çalıştığım gibi, bunlar tarih boyunca var olan Rothschild, Rockefeller ve İngiliz Kraliyet ailesinin oluşturduğu İllüminati soyu. Bu yarı tanrılar, kendilerini nüfusun geri kalan kısmından ayrı, genetik açıdan seçilmiş/elit görüyorlar. İnsanlar genellikle bu konuları kurcalıyorlar, noktaları birleştirdikçe, kitapta da var, bu aylar hedef seçilen bir gezegene getirilmişler. Yıldız Savaşları filminin yapımcısı, kesinlikle “içeriden biri” olan George Lucas. Filmde ise ay, “Ölüm Yıldızı” olarak sembolize edilir.
7:09:
Bu ayları getirirler. Hedef gezegene ne olur? Durumu, toplumu, hayat tarzı yok olur, çünkü gezegen olumsuz etkilenir, herşey ölmeye başlar, sonra 2.aşamaya sıra gelir. Şekiller değiştirilir, bu durumda insan toplumu değişir, bu kontrol sistemine hizmet eden köle ırk, köle toplum olur.
7:50:
Şimdi yaptığım araştırmalara Satürn takıldı. Satürn çok sayıdaki aylarıyla meşhur. Bu konuya da dikkatle eğilmek gerektiğini düşünüyorum. O aylar aslında ne acaba?
8:06:
Malum, geçmişte de dikkat çekilmişti, şimdi de Mars’ın uydusu/ayı olan Phobos’un da içinin oyuk bir yapı olduğu görülüyor. Robert, buraya gelmeden önce şöyle birşey oldu. İngiltere’deyken TV’de, ana akım bilimin bir astronomi programını izledim. Sanırım dünyada en uzun süren programlardan birisi, belki en uzunu. Adı da; “Geceleyin gökyüzü”...
8:34:
Belgeseldeki sunucu, Avrupa Ekspresi uzay aracının, Phobos’un yakınından fotoğraflarını çektiğini anlatıyor. Alınan sonuç şu: büyük bir ihtimalle içi oyuk. Meteorit veya asteroid yapısına hiç uymuyor.
9:05:
Yıllar içerisinde sanırım Richard Holmans bahsetmişti, Phobos’un sanıldığı gibi olmadığı söylendi. Bir çeşit gemi gibiymiş. Belirli bir işleyiş şekli var. Gökyüzünde... Ve ay, bizim ayımız da onun bir çeşidi. Ayın büyüklüğüne, dünyanın elektromanyetik alanına ve ölçeğine bakınca, dünyanın da uydusu olamaz, olursa da küçük olmalı. Bu nedenle ay, 2160 millik çevresiyle Pluto’dan büyük! Bazı bilim adamları gezegen-uydu bağlantısından değil de, ikili gezegen ilişkisinden söz ediyorlar.
9:59:
Yıllar içerisinde, bu gizli projelerde çalışmış olan “içeriden” kişilerle konuştuğunuz zaman farkına vardığınız ortak nokta, hepsinin bir uzay gemisi görmüş oldukları ve bunun büyüklüğü oluyor. Şimdi yine önceki söylediğim şeye dönelim. Hepimizin içine hapsedilmiş olduğumuz zihinsel kutudan çıkıp “Herşey Mümkün Algılamamız”ı geliştirmemiz lazım. O kutuda kaldıkça “yapamam” deriz, o zaman da yapamayız. Bunu yapamamamız için hep baskılanmış, hep cahil bırakılmışız.
10:42:
Kesinlikle “mümkün olan gerçeği” nin yanından bile geçemiyor, hep” yapamam, edemem” diye düşünüyoruz. Birşeyi görmezden gelmek için “yapamam” deriz. Tabii ki bu bir seçim. O halde size şans dilerim, haydi gidip bir bardak bira içelim, ama işte o zaman da o kadar çok şey kaçırıyorsunuz ki !...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder