15 Haziran 2014 Pazar

Gerçeğin Titreşimleri - 37 - Halkın soyulması ve kölelik

(David Icke’ın 11 Ağustos 2013 tarihli makalesi)
HALKIN SOYULMASI... KÖLELİĞE DOĞRU...

Bugünlerde İngiltere’de, genel olarak dünya için yapılmış olan planı ifşa edici birçok örnek yer alıyor. Orwell tarzı birçok olaydan oluşan uzun listenin en sonuncusunun adı da, ‘sıfır saat sözleşmeleri’. Bu, epeydir ortalarda olan bir konu ve tahminlere göre milyonlarca insan, köleliğin bu modern şekline yakalanacak. Bu örneklerin sayıları çok çok yüksek ve eğer biz öyle olmasına izin verirsek bu sözleşmeler, ‘delilerin’ küresel olarak iş yerlerini yeniden yapılandırma planlarının bir bölümü haline gelecek. Aynı tekniği Kraliçe Victoria zamanında ve 1930’ların ‘Büyük Bunalım’ından önce de görmüştük. O zamanlar, umutsuz durumdaki insan kitleleri, her gün iş bulma umuduyla saatlerce kuyruklarda beklerler, işverenler ise işe sadece işlerine gelenleri alır ve canları ne kadar isterse o kadar para verirlerdi ve tabii ki bu genellikle de en düşük ücret olurdu.

Uzak Doğu’da ve çok kötü çalışma koşullarında işçi çalıştıran kültürlerde on milyonlaca insan şimdiden köle edilmiş durumda, ama artık özgür ve liberal Batı da, insan kitlelerini dizlerinin üzerine çökertmek üzere, sistematik bir şekilde ve büyük bir hızla ekonomik bunalım yoluna sokuluyor.
Bu ‘sıfır saat sözleşme’leri, insanları hiçbir garantileri olmadan çalışmaya zorluyor. İnsanlar sürekli olarak bu ödeme yapılmayan işlerde çalışırlarken onlara başka teklifler de yapılamayacak, başkası için de çalışamayacaklar. Tatil yok, sağlık ödemeleri yok, ev kiralamak veya satın almak yok, düzenli bir gelirleri yok ve şikayet edecek olan olursa, şikayet etmeyenlerin lehine, çalışma saatleri reddedilmek suretiyle cezalandırılacaklar. Bu resmen kölelik, başka hiçbirşey değil!


Ancak hükümetler buna bayılıyorlar tabii, çünkü (a) kitleleri, efendilerinin istedikleri gibi eziyor, (b) işsizliğin gerçek seviyesinin belli olmamasını sağlıyorlar.
Düşük gelirliler için de çalışan ‘Çözüm Vakfı’, sıfır saat sözleşmesi yapanlara aynı iş için tam gün çalışanlardan çok daha az ödeme yapıldığını açıkladı. Haftada ortalama 236 Pounda karşılık 482 Pound...

Sports Direct.com’un sahibi olan Mike Ashley’in yaklaşık 20.000 kişiyi sıfır saat sözleşmeli olarak çalıştırdığı bildirilirken, kendisinin 200 milyon Pound kar elde etmekte olduğu açıklandı. Bu sayı, onun çalışanlarının yüzde doksanını temsil ediyor. Ashley, ekonomik sıkıntıda olan İngiltere’nin kuzey doğusundaki Newcastle United futbol kulübünün de sahibi. Kulübün sponsoru ise; çok cazip faiz oranlarıyla ekonomik sıkıntıda olanlara kısa dönemde kredi vaad edenleri istismar eden Wonga.com. (Sadece 30 gün için 400 Pound kredi al, sonra onlara 527.15 Pound geri öde). Mike Ashley gibi humanistlerimizin oluşu ne kadar iyi değil mi?

Sports Direct’te çalışan bir ‘sıfır saat sözleşme’li kişi şöyle demiş:
Hiç vardiyasız iki hafta boyunca durmadan çalıştım ve paramı ne zaman alacağım konusunda da hiçbir bilgim olamadı. Bazen işçileri sadece bir iki saat çalıştırıp evlerine gönderiyorlar. Ne kadar para kazanacağımı bilmiyorum, çünkü ne kadar süre ile çalışacağımı bilmiyorum, bu durumda fatura ve borçlarımı ödemem de iyice zorlaşıyor.”
İngiliz parfümeri zinciri Boots, yakın zamanda Amerika’daki Walgreens ile birleşti, ‘sıfır saat’ sözleşmeli personelini, ailelerini bırakıp yurt dışında ki İngiliz mağazalarına seyahat etmek üzere her an hazır olmaya zorluyor. Boots ile sözleşme yapmış olan birisi şöyle anlatıyor: “Haftada minimum saat sayısı sağlamayı bile garanti etmedikleri gibi şirket, çalışmamız gereken saat ve günleri değiştirme hakkını da elinde tutuyor.”

Bilmem İngiliz hükümetinin, yerel yönetimlerin ve kraliyet ailesinin de sıfır saat sözleşmeli işçileri çalıştırdıklarını belirtmeye gerek var mı? Ulusal Sağlık Servisi/NHS de öyle. Otel ve yemek ticaretindeki işçilerin hakkı verilmiyor. Sadece çok yoğun zamanlarda beklemede olanlara diyeceğim yok tabii ki, ama doğru dürüst istihdam edilmeyip de bir de çalışma saatlerine ilave bindirilince bu insanlar nasıl yaşayacaklar?


İnsanları sömürerek kendi kontrolü altında tutma amacında
olan sistem, büyük bir soğukkanlılıkla işsizlik yaratıyor
.
İngiltere’deki Unison Sendikası’nın Genel Sekreteri Dave Prentis şöyle diyor: “İşçilerin büyük bir çoğunluğu bu sözleşmeleri, başka seçenekleri olmadığı için kabul ediyorlar. Birkaç kişiye esneklik sağlayabilirler, ama güçlerin dengesi işverenden yana ve işçilere şikayet hakkı bile tanınmıyor. Haftalarca, yiyecek temini ve faturaları ödemek için ne kadar para alacağını bile bilmemek son derece sinir bozucu bir durum.”

Trade Union Congress/Sendika Kongresi Genel Sekreteri Frances O’Grady ise şöyle söylüyor: “Ekonomiye iyice yerleşmiş olan bu sıfır saat sözleşmeleri, insanların bu hükümetin altında çalışmalarının ne kadar zor olduğunu gösteriyor. İnsanlar; parayı, önerilen koşulları veya çalışma şartlarını bile düşünemeden, elde edecekleri herhangi bir iş için bile minnet duymaya zorlanıyorlar.”

Bütün bunlar olurken, artık plan iyice açığa çıkıyor. Bütün bu olanlar, asıl planın farklı bir bölümünü içeriyor, dolayısıyla bu konudan sendikaların da hiç haberleri yok.
Ünlü sinema filmi ‘Hunger Games/Açlık Oyunları’, ‘Sistem’in dünya için planlamış olduğu hali sembolize ediyor. Küçük grup mega zenginler ‘Capitol’de yüksek teknoloji içeren bir lüks içerisinde yaşarlarken, mega yoksullar da efendilerinin yüksek çitlerle ayrılmış bölgelerinden uzak yerlerde, ‘elit tabakaya’ hizmet etmek için çeşitli işlerde çalışıyorlar. Bu statüko da, zalim bir polis devleti tarafından korunuyor. Eğer bugün büyük bir hızla bu duruma doğru yol almakta olduğumuzu hala görmeyen varse biraz gözlerini açsın artık...
Bu günlük kölelik ve sıfır saat sözleşmelerinin sürekli olarak gelişmesi, bu karanlık ve aşağılayıcı yoldaki çok önemli basamaklardan birisini oluşturuyor.

Global ekonomi, onlarca yıllık hazırlıktan sonra finans düzenindeki güçler ayrılığının aralıksız olarak yok edilmesi yoluyla 2008’de çökertildi. Komplocular, zaten kendi kontrolleri altındaki hükümetlerin sayesinde bankalarının kurtarılacağını biliyorlardı. Halktan alınan para, hükümetler ve bankaları kurtarma operasyonları yoluyla, inanılmaz bir transferle finansal ‘elit’e geçirildi.

Bunun sonucu olarak tahakkuk etmiş olan hükümet borcu, kemer sıkma programlarını meşru kılmak için kullanıldı, böylece çok sayıda insan dizlerinin üzerine çöktü, aileleri evsiz, işsiz ve aç kaldı. Bunların hepsi, tam anlamıyla bir ‘Açlık Oyunları Toplumu’nu dayatmak üzere büyük bir soğukkanlılıkla planlandı.

Gittikçe daha çok artan gözetleme sistemleri ile insanların hayatlarını iyice baskılayarak tiranlığa karşı baş kaldırmalarını engelleyecek olan polis devletleri, tam anlamıyla buna bir hazırlık niteliğinde... Amaç, dünyadaki herkesin fiziksel, zihinsel ve duygusal kontrollerini ele geçirmek.

İnsanlar, hiçbir seçme hakkı kullanmadan kendilerine nerede çalışacakları söylenirse orada çalışacaklar. ‘Özgürlük’ gibi ‘seçme hakkı’da, tıpkı George Orwell’in ‘içeriden’ edinmiş olduğu bilgilerle öngörmüş olduğu üzere sözlüklerden silinecek... Amazon’un dev dağıtım ambarlarında çalışan kişilerin deneyimleri itibariyle robot toplumda, gittikçe artan sayıda robot insanlar göze ilişmeye başladı. Bu arada belirtmekte yarar var; Amazon, sıfır saat sözleşmeli ana istismar şirketlerinden birisidir.

Bu haber, İngiltere’nin Financial Times ve Daily Mail gazetelerinde çıkan makalelerde, ‘Amazon’un İnsan Robotları’ başlığı altında verilmiş. İşçiler o ruhsuz dev gibi ambarda günde 15 mil yürüyerek iş yapıyor,yaptıkları her hareket küçük bilgisayarlarla saptanıyor, emirler veriliyor ve iyi çalışıp çalışmadıkları izleniyormuş. Makalede şöyle deniyor;

...dokuz futbol sahası büyüklüğündeki ambarlarda, ellerindeki uydu seyir sistemli bilgisayarların ekranlarına bakan turuncu yelekli yüzlerce insana, daha sonra nereye yürüyecekleri ve hedeflerine vardıkları zaman da hangi ürünü alacakları emrediliyor. İşten kaytarmaları imkansız, çünkü ellerindeki cihazlar aynı zamanda performanslarını da ölçüyor. İhtimal her birisi günde 7-15 mil yürüyordur. Hem 30 dakikalık ‘ara’da, hem kantine gitmeden önce, hem de sekiz saatlik mesai sonunda evlerine gitmeden önce hep, herhangi birşey çalıp çalmamış olduklarının kontrol edilebilmesi için havaalanlarındaki güvenlik tarayıcıları gibi cihazlardan geçmeleri gerekiyor.



Makalede; “İngiltere’deki işyerlerinin geleceği böyle mi olacak?” diye soruluyor. Valla görünüşe bakılırsa öyle gibi, ama sadece İngiltere’de değil, her ülkede öyle olacak. Alman ARD televizyon kanalı, bir belgeselde Rothschild Zionist Amazon’un Avrupa’da, Alman ambalaj ve dağıtım merkezlerindeki 5000 küsür geçici işçiyi kontrol altında tutmak için neo-Nazi muhafızlar kullanmakta olduğunu iddia ediyor.

Programda; askeri saç modeli, siyah üniforma ve çizmeleri olan HESS Güvenlik elemanlarının, (şirket adının da Hitler’in yardımcısı Rudolf Hess’ten esinlenilmiş olduğu düşünülüyor) pansiyon ve ucuz otellerde kalan işçilere polislik yapmak üzere istihdam edildikleri anlatılıyor. Aslında bu, dünyadaki her ülke için hazırlanmış olan bir plan. ARD program yapımcıları, çoğu işçinin çok korktuğunu söylüyor, muhafızların yabancı işçilerin yatak odalarını ve mutfaklarını düzenli bir şekilde kontrol ettiklerini gösteren fotoğraflar gösteriyorlar. Hatta bazılarının üstünü arayıp kahvaltıdan sandviç alıp almadıklarını anlamak için taciz bile ediyorlarmış. İnanın bu, bütün dünya için planlanan tablonun sadece bir bölümü...

Bütün bunların ardında olanlar tek bir kelime ile özetlenebilir: soygunculuk... Bu kelime, “Şiddet ve sindirme yoluyla birisinden parasının veya malının alınması” şeklinde ifade ediliyor. Benim burada soygun kelimesinden kastım paradan başka insan onurunun, enejisinin ve özgürlüğünün çalınmasıdır. Sıfır saat sözleşmeleri, tam anlamıyla bütün işçileri soyuyor!

Aslında hedef kitlenin parasının alınmasının başka yolları da var. Bankaların kurtarılması, vergiler, enflasyon, işsizlik, çalışma şartları çok kötü olan işyerlerinde işçi çalıştırma, gittikçe artan suçlar için, gittikçe artan para cezaları v.s, v.s....

Halk vergi borçları veya önemsiz suçlar için büyük para cezaları öderken, büyük şirketler ve bankalar hiç vergi bile ödemiyorlar. Paranın yoksullardan mega zenginlere geçişi için yaratılan bir dümen de budur. ‘Kim Olduğunuzu Hatırlayın’ adlı kitabımda bunun bankalar ve şirketlerle olan bağlantısını ayrıntıları ile ele almıştım. O zamandan beri Starbucks, Google, Apple ve Amazon’un, İngiltere’deki karları üzerinden pek az ya da hiç, denizaşırı çalışan Amerikan bankalarının ise hiç vergi vermedikleri açığa çıktı.

Bu onların, İngiliz ve Amerikan halkının ve ekonominin kanını emen parazitler olduklarını gösteriyor. Global komplonun ardındaki ‘soy aile şebekeleri’, insan nüfusunun iş gücü ve enerjisi ile beslenen genetik parazitler.


Kan emiciler: Demek kredi istiyorsun, öyle mi?
Bank of America, Cayman Adaları’nda 200’den fazla bağlı kuruluş açmış. Bunlar hiç vergi vermedikleri gibi, Internal Revenue Service/Milli Gelirler İdaresi, onlara 1.9 milyar dolar vergi indirimi yapmış. Oysa aynı Milli Gelirler İdaresi acımasızca halkı hedef alabiliyor!

Amerikan vergilendirme sisteminde aynı şekilde JP Morgan Chase 4.9 milyar dolar, Goldman Sachs ise 3.3 milyar dolar kazanç sağlamış. Citigroup , 2008’en sonra Federal Reserve’ün kurtarma fonundan toplam 2.5 trilyon dolar aldığından beri dört yıldır hiçbir federal gelir vergisi ödememiş. Büyük şirketler 2011 vergilerinde kazançlarının sadece %12.1’ini ödemişler. Bunların arasından 25 şirket ise, ödemeleri gereken gelir vergisinin miktarından daha fazlasını CEO’larına sunmuşlar!

İngiltere Vergi ve Gümrük Bakanı Lin Homer, İngiliz Hükümeti’nin, uluslararası şirketlerin, İngiltere’de tahakkuk etse bile karlarını çok düşük oranla beyan etmelerini durduramadıklarını söylüyor. Sadece Google’ın, İngiltere’de bir yılda 10 milyar Sterlin’lik vergi öncesi karının yaklaşık % 80’ini, Bermuda’daki bir paravan şirkete kaydırdığı ortaya çıkmış.

Microsoft’un kurucusu ve başkanı, ‘içeri’den biri olan Bill Gates, Lüksemburg ve İrlanda kanalıyla İngiltere kurum vergisinden 159 milyon Sterlin’lik karı Bermuda’ya aktarmış. Amazon’un İngiltere şubesi, 7.1 milyar yıllık satıştan sadece 2.3 milyon Sterlin, Google ise İngiltere’de yaptığı 2.5 milyar satış için sadece 2.3 milyon Sterlin ödemiş.



Starbucks
Yasal adres: İngiltere
İng.cirosu: 398 milyonSterlin
İng.kurum vergi ödemesi:Yok

Yıl: 2011

Google
Yasal adres: İrlanda
İng.cirosu: 2.6 milyar Sterlin
İng. Kurum vergi öd.:6 milyon S.
Yıl: 2011


Amazon
Yasal adres: Lüksemburg
İng.cirosu:3.3 milyar Sterlin
İng. Kurum vergi öd.:Yok

Yıl: 2010

Starbucks İngiltere’ye 1998’de geldiğinden beri satış geliri 3 milyar Sterlin olduğu halde, 2012’de Starbucks’ın, gelir vergisinden sadece 8.6 milyon Sterlin ödemiş olduğu ortaya çıktı. Halkın tepkisi karşısında Starbucks yılda 10 milyon Sterlin ödemeye ‘gönüllü’ oldu. Siz hiç ödemeniz gereken vergi için ‘gönüllü’ olmuş muydunuz?

Corporate Watch/Şirket Gözlemcisi organizasyonu, yapmış olduğu ayrıntılı araştırmalar sonucunda İngiltere’de faaliyet gösteren altı tane su şirketinin, İngiliz hükümetinin kapatmadığı yasal boşluktan yararlanarak gelirlerini vergisiz ülkelere yönlendirerek milyonlarca Sterlin ödemekten kaçındıklarını ifşa etti. Bu, su faturaları zavallı halkın sırtına daha güçlü bir şekilde bindirilmeye başlayınca ortaya çıktı. Aynı şekilde İngiltere’deki Elektrik İdaresi’nde de müşteriler için yüksek fiyatta ücretler ilan edilirken enerji şirketlerinin çok yüksek karlara ulaştıkları anlaşıldı.

Gıda gibi ‘en temel ihtiyaç maddesi’ fiyatlarının yükseltilmesi de halkı sistematik olarak sıkıştırma yöntemlerinden birisi. Ve tabii yine bu arada paralar dünya nüfusunun yüzde birinden daha düşük sayıdaki grubun cebine giriyor...

Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var: bütün bu, global/uluslararası şirketlerin vergi kaçırmalarının altında yatan asıl oyun, elit soyun, ‘çözüm’ olarak dünyanın finans yapısına ‘global’ bir vergi sistemi empoze etmek! Bunu da kim kontrol edecek? Tabii ki global bir hükümet... Bakmayın siz, vergi kaçırdığı için Google’ı kınayan politikacıların çoğu, Google’ın çeşitli faaliyetlerinde yer almaya gelince hep VIP listesinin başında yer alırlar.

Küçük şirketler, vergi vermeyen dev şirketlere karşı ayakta durmaya çalışırlarken, son kuruşlarına kadar soyuluyorlar. Yozlaşmış İngiliz vergi otoriteleri ise büyük şirketlerin küstahlıklarına karşı hiçbirşey yapmayıp, berber/kuaför ve tesisatçılık gibi küçük şirketleri afişe edip mahçup ediyorlar. Hikayenin özeti; halkın canına oku, bırak mega zenginler istediklerini yapsınlar zihniyeti...

İngiliz vergi tahsildarları, Land Registry gibi başka veri tabanlarıyla bağlantılı olarak çalışan savunma müteahhiti BAE Systems tarafından tasarlanmış olan Connect adlı 45 milyon poundluk bilgisayar sistemi yoluyla, insanları sosyal paylaşım sitelerinin, gazetelerin sitelerine sokuyor. İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre, ayrıca halkın birbirini ihbar etmesi için kurulmuş bir ücretsiz hat varmış ve 2012’de bu hat üzerinden 74.000 arama yapılmış. İhbarcılara 20.000 Pound’a kadar ödeme bile yapılmış. Kitleler üzerinde bu savaşı yönetenlerin çoğu aynı kitlenin içinde olanlar. Sistemin korunmasını bıraktıkları anda, başkalarının üzerine empoze etmek için uğraştıkları aynı şey kendi başlarına da gelecek... Acaba bu kişiler, büyük şirketler işçilere gizli hayat sigortası yaptırıp öldükleri zaman bütün paraları iç ederken kendileri hakkında farklı düşünüldüğünü mü sanıyorlar? Bu şirketler, insanları öldükten sonra bile sömürüyorlar. İnanılmaz değil mi? Daha bitmedi.

Wallstreeton parade.com adlı siteden bir rapor: Çoğu Amerikalının, büyük şirketlerin ve bankaların gizli gizli işçileri için milyonlarca hayat sigortası yaptırıp işçinin haberi olmadan onların ölümünden kazanç elde ettiklerinden haberi bile yok! Bireysel poliçeler genellikle yüzbinlerce, hatta bazen milyonlarca dolar değerinde...

Şirketten ayrılan işçilerin izlerini kaybetmemek için ölümler rutin bir şekilde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından izleniyor. Politikalar ‘ölü köylü’ veya ‘hizmetli’ politikası olarak bilinir oldu, çünkü şirketler, ‘hizmetliler’de dahil olmak üzere haberleri olmadan veya onayları alınmadan milyonlarca düşük ücretli işçinin hayat sigortasından çıkar sağlıyorlar. Sigorta, şirket karları açısından iyi bir destek, çünkü vergi kaçırmada kolaylık sağlıyor, buna, bu plandaki nakit arttırmanın kazanç olarak rapor edilmesi de dahil, ama vergiden muaf oluyor, çünkü hayat sigortası politikası altında korunuyor; ayrıca işçi öldüğü zaman şirketin eline geçen nakit ödeme de, halen mevcut olan vergi kanununa göre vergiden muaf oluyor.

Bu insanların hepsi hasta, çok çok hasta...Ve bizim dünyayımızı onlar idare ediyorlar.

Süper zenginler, sömürdükleri halkın üzerinden daha da zengin olurlarken, öte yanda yoksulların, kronik hastalıkları olanların ve engellilerin gırtlağına çöküp paralarını alıyorlar. İngiliz hükümeti ‘yatak odası vergisi’ denilen bir vergi dayattı. Sözü konusu yoksulların, kronik hastalıkları olanların ve engellilerin evlerinde fazladan birer oda varsa sosyal yardım ödeneklerini kaybediyorlar. Buna, evlerindeki fazla odalarda kendileri için gerekli ekipmanı tutan veya kendilerine eşlik eden yardımcılarının kalacağı odalara sahip olan tekerlekli sandalyeye mahkum kişiler de dahil.

Yozlaşmış’ Başbakan David Cameron’un ‘yozlaşmış’ hükümeti, bu vergiden mağdur olan yaklaşık 100.000 kişiye kendilerine daha az sayıda yatak odası olan evler bulmalarını, aksi takdirde sosyal yardım ödeneklerinin kesileceğini söyledi. Ancak bu mümkün değil, çünkü istenen sayının sadece 3.8’i bunu yapabiliyor, dolayısıyla kiracılar oldukları yerde kalmaya zorlanıyor ve yüzde 14 oranında düşen ödenekleriyle ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Hükümetin ve hükümeti perde arkasından yönetenlerin amacı, bunun ‘akıl’a bir hakaret niteliğinde olacağını düşünemedi. Gerçi sonuç en hassas ve kırılgan olanları daha da kötü duruma düşürtmek oldu. Zaten bu da tam ‘Açlık Oyunları’ planına uygun olarak gelişiyor.
Ses tellerim ‘merhamet’ dileyecek hale gelinceye kadar tekrarlayıp duruyorum; ancak din, ırk, kültür ve gelir düzeyi ayrımı yapmadan biraraya gelirsek, bu total kontrol ve ezici baskıya son verebiliriz.

Bu zorbaların sadece tek bir din, ırk, kültür ve gelir ölçeğine mensup kişileri hedef aldığını mı sanıyorsunuz? Belki şimdilik yoksul, hasta ve engellileri hedef almış gibi görünüyor olabilirler, ama yarın bu herkes için söz konusu olacak!

Amaç bir ‘Global Açlık Oyunları Toplumu’ yaratmak, böylece küçük bir grup- mega zengin yöneten kesim, arada sadece bir polis devletinin eşkiyaları ile mega yoksul bir toplumu yönetecek. Evet, şimdilik durumları fena sayılmayanlara sesleniyorum, her an kendinizi birdenbire bu mega yoksul grubun içinde bulabilirsiniz!

Orta sınıf’ın gittikçe daha yoğun bir biçimde hedef alınması, toplumun köleliğe taşınmakta olduğunun bir habercisi niteliğinde... Kendilerini sistemin hak sahipleri ve galipleri olarak görenler, küçük ve orta ölçekli işleri çökerterek ve sıkıştırarak yok ediyorlar.
İstatistiksel olarak bakıldığında sayılar; evsiz olup, sosyal yardım desteği verilmesi gereken kişilerin çoğunun orta sınıftan olduğunu gösteriyor. Kıbrıs’taki örnek hatırlanacak olursa, bankaların kurtarılması yoluyla, halkın kişisel hesaplarındaki paralar, zaten keyfi yerinde tuzu kuru olan zenginlerin cebine gitti.

Onlar yalnız para değil, ‘herşey’i istiyorlar.

Bu durumda yoksulların ve engellilerin çökertilmekte olması onların problemi değil, bizim problemimiz. Şimdiden yüzleşmemiz gereken bir gerçek bu! Başımızı diğer tarafa çevirip olanları yine görmezden gelecek olursak, bütün bu olanlar bizi daha büyük bir hızla, daha yıkıcı aşamalara getirecektir.

Hepsi bir seçim ve sonuç meselesi...Seçimler ve sonuçları...Zaten hep öyle olmadı mı?

Paylaşım