19 Ağustos 2018 Pazar

Beyin ve Akıllı Teknoloji

Gerçek’in Titreşimleri - 86

Beyin ve “Akıllı” Teknolojiye dair...




İngiliz Nörolog Profesör Susan Greenfield İngiltere’de Lordlar Kamarası’nın bir üyesi. 2014’te basılan “Zihin Değişimi” adlı kitabında insan beyninin sosyal medya/akıllı telefon çağından nasıl etkilendiğini anlatıyor. Beyin çevreye adapte oluyor; ama bu çevre sürekli olarak değiştiği için beyin de aynı şekilde kayıtsız şartsız değişiyor. Bilim adamları; “Beyin oluşmuşsa değişmez” derler, ama şimdi öyle olmadığını biliyorlar. Şimdi onlar da biliyorlar ki, beyinin bir çeşit özelliği var ve aldığı bilgiye göre değişir. 
 
George Mason Üniversitesi’nden bir nörolog olan James Olds; “Beynin, birden doğaçlama olarak kendisini yeniden programlama yeteneği var. Çalışma şeklini değiştirebiliyor.” diyor. Canlı türleri, değişen çevreye beyinleri vasıtasıyla adapte oluyorlar ve bu genetik uyumluluk hayatta kalmak için onlara yeni yetenekler sağlıyor. Bu işlem yeterince hızlı gelişirse buna “mutasyon/dönüşüm/değişim” deniyor, ama bu gerçekleşmezse o zaman “tükenme/yok olma” şeklinde ifade ediliyor. 
 
Akıllı telefonlar, Internet ve sosyal medya, çok kısa bir sürede beyinde inanılmaz etkiler yaptı. Japonya’daki Tohoku Ünversitesi’ndeki araştırmacılar, uzun süre ile televizyon izlemenin çocukların beyin yapısına zarar verdiğini saptamışlar. Zaten uzun zamandır bilinen bir gerçek şu ki, televizyon bağımlılık yaratıyor ve insan beynini, hipnoza benzer bir zihin hali olan alfa dalga haline taşıyor ve bilinçaltının sınırsız bir şekilde programlanmasını sağlıyor. 
 
Amerikalı psikofizyolog Dr.Thomas Mulhooland, televizyonun zihin kontrolü potansiyeli üzerinde araştırma ve çalışmalar yapmış. Dediğine göre alfa dalgaları sadece 30 saniye sonra beliriyor ve ardından izleyiciler sanal bir transa giriyorlarmış.


Akıllı teknoloji, bu bilişsel işgale yenilerini de ekledi ve küçük büyük herkesin beyni hem akıllı telefonlar, hem de akıllı televizyonlarla yıpratılıyor. Piyasa araştırma kurumu Childwise, İngiliz çocukların, günde ortalama 5 saat 20 dakika süre ile TV veya bilgisayarın önünde zaman geçirdiklerini saptamış. Bu çok çarpıcı bir gerçek. 
 
Lordlar Kamarası’ndan Susan Greenfield Lordlara şöyle demiş: “Eski nesillere kıyasla, günlük bu şekilde yaşamamızın beyinlerimizi nasıl etkilediğini görmemek imkansız”.
Bence de öyle, ama sistem bunu istiyor... Greenfield; “Korkarım, 21.yüzyılın ortasında insan zihni çocuk yerine konulacak. Çok kısa odaklanma süreleri yüzünden genç nesil “sansasyonalizm ile, vurgulamadan aciz ve sarsak bir kimlik duygusu ile karakterize edilecek.” 
 
Bir kez daha vurguluyorum, amaç zaten bu. Üstelik 21.yüzyıl ortasını beklemeye gerek yok, işlem çoktan devreye sokulmuş durumda...
Lütfen birkaç dakikanızı verin ve sosyal medyayı bir tarayın ve sözde yetişkin yaştaki nice insanın nasıl çocuk gibi davrandığını, son derece trajik koşullardaki insanlara bile nasıl muamele edildiğini, kısaca hiçbir empati duygusunun kalmamış olduğunu gözlerinizle görün. Neyse ki herkes öyle değil, ama bu oran çok yüksek ve gittikçe de yükseliyor... 
 
Greenfield şöyle yazıyor:
Beyinlerimiz, yeni teknolojinin gittikçe gelişen dünyasından çok etkileniyor. Çok kanallı televizyonlar, MP3, İnternet, kablosuz ağlar, Bluetooth linkleri derken liste iyice uzuyor. Elektronik cihazların ve ilaçların, beyinlerimizin mikro hücresel yapısı ve karmaşık biyokimyası üzerinde büyük etkisi var. Bunun bir neticesi olarak kişiliğimiz, davranışlarımız ve özelliklerimiz olumsuz etkileniyor. Kısaca modern dünya, insan kişiliğimizi değiştiriyor”.
... “Daha şimdiden, ekrana dayalı iki boyutlu dünyaya dalmış olan genç ve gittikçe artan sayıda yetişkinin davranışlarında farklılıklar ortaya çıkıyor. Dikkat ya da odaklanma süresi çok az, kişisel iletişim becerileri çok düşük ve bağımsız veya soyut olarak düşünme kapasitelerinde önemli bir düşüş var.
...Bu oyun bağımlısı nesil, dünyayı ekran biçimindeki gözler yoluyla görüyor. Eğer facebook, Bebo veya YouTube’da yer almamışsa veya almıyorsa, birşeyin gerçekleşmiş olduğuna inanmaları neredeyse imkansız gibi”. 
 
Bütün bunların amacı, insanların kendilerini algılamalarını ve insan kimliklerini değiştirmek... Bana kalırsa Dr.Susan Greenfield, bunlarını hepsinin, insanların soyut düşünme yeteneği üzerindeki etksini yeterince vurgulamamış bile... 
 
Soyut”un tanımında; “olaylardan ziyade düşüncede var olma, ama fiziksel ve somut bir var oluş değil” deniyor. Yani olaylardan ziyade düşünceyle ilgili olmak ve belirgin bir nesneden ziyade bir fikir, nitelik veya hal anlamına geliyor. 
 
Soyut düşünmek, daha ziyade sağ beyinin işi. Malum bu; sürüngen ırkın, baskı altına almak istediği, insanların en önemli özellikleri. Soyut düşünceyi ve odaklanmayı bırakınca ve dünyayı gerçekte olduğu şekliyle algılama yeteneğini kaldırınca, insanların algılamasını da Matriks’in beş duyu illüzyonuna hapsetmiş oluyorlar. 
 
Leicester’daki De Montfort Üniversitesi’ndeki araştırmacılar Internet, akıllı telefonlar ve azaltılmış odaklanma süreçleri hakkında aynı sonuca varmışlar. Bulgulara göre bir kişi ne kadar çok Internet’te geziyorsa, o kadar çok bilişsel veya kavramsal bozukluk içinde oluyorlarmış.
Çin’deki üniversite ve hastanelerdeki nörolog ve radyologlar da araştırmalar yapmışlar. Fazlasıyla İnternet kullanan gençlerin beyinlerinin bir kısmının zarar gördüğü MR görüntüleriyle saptamış. 
 
Amerikalı teknoloji uzmanı Nicholas Carr “Sığlıklar: İnternet, Düşünme, Okuma ve Hatırlama şeklimizi nasıl değiştiriyor?” adlı kitabı ve The Atlantic adlı dergide çıkan “Google bizi aptallaştırıyor mu?” başlıklı makalesi ile Greenfield’in fikirlerini destekliyor. 
 
Bu arada bütün bunların sonucunda Nicholas Carr; kendi beyninin nasıl çalıştığı konusunda birşeyin farkına varmış. “Son zamanlarda sanki birileri veya birşey beynimle oynuyor, nörol devrelerimi yeniden yapılandırıyor ve hafızamı yeniden programlıyormuş gibi rahatsız edici bir duygu hissediyorum” demiş. Üstelik bunu başkalarıyla görüştüğü zaman bu konuda yalnız olmadığını da görmüş. Bir doktor arkadaşı ona, İnternet’teki veya baskısı yapılmış uzunca bir makaleyi okuma yeteneğini neredeyse kaybetmiş olduğunu, bazı arkadaşları kitap okumayı tamamen bırakmış olduklarını, bir tanesi de keskin ve kuvvetli bir duygunun, “Savaş ve Barış” gibi kitapları okumasını engellemekte olduğunu söylemiş. 
 
Atlanta Emory Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, kitap okuyan öğrencilerin beyin fonksiyonlarında, bir kitabı okumaya başladıkları birinci gün ile okumayı tamamladıkları beşinci gün arasında gelişme oluştuğunu göstermiş. Kitap okumak, özellikle de kağıt kitap okumak, teknoloji ve İnternet’in yarattığı değişikliğe direnmek için yararlı imiş. Sistemin insanların kitap okumasını neden istemediği belli. Araştırmalar insanların elektronik kitaplardan ziyade, kağıt kitap okurken daha fazla bilgi kaptığını göstermiş. Okulda geleneksel kitap yerine sürekli olarak bilgisayar kullanan çocuklarda okuma ve matematik başarısının düşük olduğu saptanmış. 
 
Nicholas Carr, dil bilimciler, nörolog, psikolog ve psikiyatristlerle görüşmüş, onlardan, İnternet ve sosyal medyanın insan beynini yeniden yapılandırdığına dair bilgiler edinmiş. 
 
California Üniversitesi’nden Psikiyatri Profesörü Gary Small, Internet’i sınırlı miktarda kullananlarla düzenli kullanıcıların beyni arasında kıyaslama yapmış, sınırlı miktarda kullananların beyin faaliyetlerinin arttığını, değişim için bir iki günün yeterli olduğunu görmüş, diğer yanda sürekli kullanıcıların beyinlerindeki değişikliğin ise kalıcı olduğu sonucuna varmış.
Carr, adeta kimyasal bir narkotik gibi İnternet’in, bilinçüstü ve bilinçaltı düşüncelerimizde ite kaka bir uyarıcı gibi kısa devreler yaptırdığını, böylece de zihinlerimizin derinlik, yaratıcılık, hatta empati ve insanlık duygularından uzak bir şekilde düşünmesine yol açtığını söylemiş. 
 
Video oyunları oynayanlar üzerinde yapılan çalışmalarda ise beyinde hafızayı, öğrenmeyi ve duyguları yöneten hippokampusun gri maddesinde düşüş olduğu ve bunama ve depresyon gibi nörolojik ve psikolojik problemlere yol açtığı saptanmış. Bütün bunlar söylenirken, 2015’te Londra Üniversitesi’nden Profesör Anette Karmiloff Smith kalkmış ne demiş biliyor musunuz? Doğumdan itibaren bebeklere tablet bilgisayarlar verilmliymiş ki iyi bir eğitim ve akademik statü insanları akıllı kılarmış! Buyrun bakalım!...
Lordlar Kamarası Üyesi Nörolog Dr.Susan Greenfield, şiddet içeren video oyunlarının kişilik ve algılama üzerindeki etkilerinin kaygı verici olduğunu belirtmiş. Bu oyunların oyuncuları şiddete teşvik etmek için tasarlanmış oldukları besbelli. Beyin ve bilinçaltı, “gerçek” olan ile “uyarılmış/koşullandırılmış” olanı ayırdedemiyor. Çalışmalarda saptanmış olduğu üzere, piyano çalmayı öğrenmeyi düşünen kişi ile gerçekte öğrenmekte olan kişinin beyin tepkileri birbirine çok benzer. 
 
Dr.Greenfield’in dediği gibi, ezeli bir gençlik protestosu olan “Ama anne, bu sadece bir oyun!” söylemi aslında alarm veriyor, çünkü şiddete karşı duyarsızlık, psikopatlığın farklı bir şekli olup kurban veya mağdurlara empati duymama duyguları içeriyor... 

 
David Icke - “Phantom Self/Hayalet Benlik” kitabından...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım