14 Haziran 2017 Çarşamba

Korku ve realite üzerine söyleşi


Gerçek'in Titreşimleri - 69

Haziran 2011, David Icke’ın “Scandinavian Media” söyleşisi


Scandinavian Media’nın, dünyanın gerçekleri ve içinde yaşadığımız realite ile ilgili olarak sayısız kitap yazmış olan David Icke ile 15 Ekim, 2011’de yapmış olduğu 35 dakikalık röportaj. http://www.youtube.com/user/scandinav...

Bu röportajda, araştırma ve keşiflerini, noktaları birleştirme özelliği ile sunan David Icke’ın çalışmaları ve kişisel geçmişi yer almaktadır.

David Icke’a aşina değilseniz, çalışmaları ile ilk defa karşılaşıyorsanız, sözleri ve kavramları gözlerinizi açacak ve hayatınızı değiştirecektir.

“Gerçek nedir? Söyleyin, yaşayın, çünkü gerçeği ancak böyle değiştirebilirsiniz, başınızı öne eğerek değil. Bu hiçbir şeyi değiştirmez!” ─ David Icke

ScandinavianMedia adına David Icke ile yaptığımız bu söyleşiyi mümkün olduğu kadar çok kitleye ulaştırmanın gerekli olduğunu düşündük.

Video kayıt: Scandinavian Media Association
Röportaj: Robert Lebon et l heureux

─ Video ─


0:10: (Soru)

Medyumun aktarmasıyla, ifşaatları almaya başlayınca araştırmalar yapmaya ve bu konuda konuşmaya başladınız. Nasıldı? Yüzleşme faslında çevrenizdekilerle ve arkadaşlarınızla neler oldu? Ben de benzer bir deneyim geçirdim, çünkü farklı duygular oluşuyor. Nasıl gelişti, anlatır mısınız?

0:36:

Birdenbire olaylar bir gecede dev bir dalga gibi üzerinize çarpınca neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Tabii bununla baş etmek gerekiyor. Bu bir, “Ben bunu söyleyeceğim, sonuçları de ne olacaksa olur” meselesi değil. 1991’de bir prime time sohbet programı olan “Wogan Show”a çıktım. Ve 15-16 dakika sonra cenabet İngiltere tarihinde belki de en çok alay konusu olan kişi oldum. Gittiğim her yerde bana gülüyorlardı, bara falan gitmek ne mümkün, girdiğim anda kahkaha kopuyordu. Komedyenin sadece adımı söylemesi bile herkesin gülmesine neden oluyordu, hiç espri falan yapmasına gerek kalmıyordu.


1:24:

Birdenbire tamamen farklı bir dünyaya adım atmış gibi olmuştum, çünkü ondan önce saygın bir TV sunucusuydum. Ailem ise neler olduğunu bile anlayamamıştı. Aslında ben de anlamamıştım ya. Hayatım alaşağı olmuştu. Statüko artık bir opsiyon değildi, eski hayatım küllere dönüşmüştü, ama ailem bana sarıldı, destek oldu, çünkü onların babası, eşimin kocasıydım. Başkası olsa herhalde yürüyüp giderdi. Arkadaşları sormuştunuz. Arkadaşlarımın çoğu dönüp gitti. “Valla onun böyle olduğunu hiç bilmiyordum” demişti birçoğu.

2:18:

Ama içimden gelen çok güçlü bir his, kitlelerin alay konusu olmamın bir kaza değil, bir sebepten kaynaklandığını söylüyordu. Mutlaka bir nedeni vardı. Bütün bu alaylara rağmen devam edecektim, çünkü önsezim bir yerlere varacağımı söylüyordu. Ailem açısından, “ öldükleri zaman anlayacaklardır” gibi birşeyler düşünmüştüm. Bu 21 yıl önceydi. Bütün bunların neden olduğunu anlayacaklardı. Şimdi olanları onlara anlatmaya çalışmak için konsantre olup odaklanacak halim yoktu. Bu ne ise nereye götüreceğini görecektim. 21 yıl sonra olaylar çözüldü, herşeye rağmen benimle kalan ailem bunların neden olduğunu şimdi anladı.

3:42:

Kitlelerin alaylarına maruz kalmıştım, ama çocuklarım da okulda aynı şeyle karşı karşıya kalmışlardı. O zaman benim düşündüğümden çok daha fazla sıkıntı yaşamışlardı. Bu, hayatınızın değiştiremeyeceğiniz önemli bir bölümü, ama bu nedenle gerçek.

4:02:

Biz... “Biz” dediğim zaman, kendi zihin-beden seviyemizi kastediyorum. Bu seviyemiz ana rahminden ölüme kadar sembolik bir yolculuk yapıyor. Ölüm ise, sadece bu dünyayı terketmek, o kadar. Yine sembolize edecek olursak bir nehirin denize ulşaması gibi birşey. Zihin o noktada sadece nehirde bir sonraki dönemeci görüyor, “şimdi ne oluyor, labirentte sonraki koridor hangisi, nereye gireceğim v.s.” diye düşünüyor. Ama bir seviye daha var, ben ona bizim “Sonsuz” dediğim bilinçlilik veya farkındalığımız diyorum. İşte o, yolculuğu kaynaktan denize kadar görebiliyor. Burada zihine göre kötü şeyler oluyor, bilince göre ise bu gerekli olan bir deneyim ve muhteşem şeylere ulaştırıyor.

4:57:

Neden olduğunu anlayamamıştım, ama bütün o alaylara maruz kalmış olmamın bir nedeninin olduğunu düşünüyorum. O zaman bilmiyordum, ama şimdi hepsini anlıyorum. Yıllar geçtikçe izlediğim bilgilerin beni iki önemli noktaya götürdüğünü anladım. Biri, insan toplumunu manipüle eden Sürüngen ırka ait olan, insan ve sürüngen form arasında şekil değiştirebildikleri konusuydu. 18 aydır da gökdeki “Ay”ın aslında bizim olduğunu sandığımız şey olmadığını, insan farkındalığı üzerinde teknolojik bir etkisinin olduğunu düşünüyorum. İnsanlar, başkalarının ne düşüneceği, alaylara maruz kalma korkusu ile kendilerini bir hapishaneye hapsetmiş durumdalar, bundan kurtulmaları lazım. Ben buna maruz kaldığım zaman toplumdan kopup saklanacak, ya da ortaya çıkıp; “İstediğiniz kadar gülün, bu benim! Bundan hoşlanmıyorsanız istediğinizi yapın, ama bu benim!” diyecektim. Ben de aynen öyle yaptım. Doksanlı yıllarda inanılmaz boyutlarda alaylara maruz kaldım. Çoğu kişi, “Sürüngen varlıklardan söz edersem veya “Ay” gerçek değil dersem benimle alay ederler” diye endişelenir, ama bana göre bu hiç problem değil!

6:23:

İletişim içinde olduğum kendi kıstasıma göre haklıyım. O kadar. Bunun doğru olduğuna dair belirli bir çizgiyi aştıysam en azından tema doğrudur diye düşünürüm. “Ay, acaba benim için ne düşünürler?” diye bir kaygım kalmadı hiç. Bu nedenle de hiç aldırmam. İnsanlar beni belirli bir çizgide görsünler diye bilgiyi sansürleyecek ya da düzeltecek değilim. Beni nasıl görmek istiyorlarsa öyle görmeye hakları var.

7:00:

Aslında bu kesinlikle, bu özgür akan bilgi için, bu iletişimin yolculuğundaki bilgi kriteri için çok gerekli, çünkü deneyimlemekte olduğumuz bu dünya deneyimlemekte olduğumuzu sandığımızdan çok çok farklı. Bu duyguyu etkilemek veya önyargılı düşünce ve inanç sisteminizi korumak istiyorsanız hiç beklemeyin, unutun gitsin! Bu şekilde “bilgi”nin size rehberlik etmesini asla sağlayamazsınız... O takdirde rehberiniz sadece önyargılı düşünceler veya katı inanç sistemi olur.

7:53:

Örneğin, A.B.D. gibi yerlerde, insanoğlunun küresel olarak köle edildiği konusunu araştıran çok sayıda kişi var, ama onlar hep bankalarda çevrilen dolaplar, planlanmış savaşlar veya terör saldırıları, satılmış medya v.s. gibi konularda çalışıyorlar. Tabii ki bu da son derece gerekli birşey, ama benim sözünü ettiğim şey bundan çok daha öte birşey...

8:27:

Tavşanın deliği çok daha derinlere gidiyor. Onlar da daha derinlere inemiyorlar, çünkü o zaman Hristiyan inanç sistemi tehdit altına girer, “Eğer daha derinlere inip konuşmaya başlarsam benimle alay etmeye başlar ve dikkate bile almazlar, onun için ben bu seviyede kalsam daha iyi olur”diye düşünürler. Tabii ki o da gerekli, onu da bilmemiz gerekiyor, ama bu şekilde insanoğlunun köle edilmesi konusundaki sorulara yanıt bulamayız. Sadece görebildiğimiz, dokunabildiğimiz, tadabildiğimiz, görebildiğimiz seviyeyi araştırıyoruz. Bu bir bakıma bir sinema perdesine benziyor. Film beyaz perdeye vurunca tamam, herşey halledilmiş gibi oluyor. Oysa bu yansımanın nereden geldiğini araştırmamız lazım. Bu, bir global komplo olarak dışavuruyor, ama bu yuvarlak masanın çevresine oturup sonraki adımın ne olacağını tartışan koyu renk takım elbiseli adamların çok ötesinde birşey. Bu araştırmacıların temel olarak araştırdığı bu seviye...

9:40:

Dolayısıyla bu alaylara maruz kalma süreci kesinlikle çok önemliydi. Kendi gerçeklerini söylemekten kaygı duyanlara şunu söylüyorum; pekala, demek insanlar gülecekler, peki neden gülerler? Çünkü benim, onlardan farklı bir görüşümün olması hakkıma saygı duymuyorlar. O zaman neden endişeleneyim ki? Demek ki onlar için bir önemi yok! Birşey daha var, bunu kendi deneyimimden çok iyi biliyorum, hiç merak etmeyin, çünkü mutlaka yarın başka türlü düşüneceklerdir. Şimdi benimle alay etmiş olan çok kişi sözüme geliyor, çünkü önceden söylemiş olduğum herşey hep günlük hayatta gerçekleşiyor.

10:32:

Bunca yıl önce alay edilme korkusu beni kapatmış olsaydı kitaplarımın hiçbirini yazamamış, söylediklerimin hiçbirisini söyleyememiş olacaktım. O zaman da insanlar şimdi; “Hey bir dakika, bu herif bunun olacağını söylememiş miydi?” diyemeyeceklerdi. Çok kişiye söylediğim bir söz vardır: “Birşeyi duymamak diye birşey yoktur. Yani gerçeğinizi ifade ettiğiniz zaman insanlar, “Sen delirmişsin, bu çok saçma!” derler, ama yine de söylediğinizi duymuşlardır. Ve eğer söyledikleriniz geçerliyse sonunda kabul edilecektir. Bana da aynen böyle oldu...

11:12:

Ama gerçeğinizi söylemez ve bunu kabul etmezseniz, insanlar dikkate almazlar ve alay ederler. Gerçi şimdi çoğu kabul ediyor, çünkü sürekli olarak televizyon haberlerinde yer alıyor. Söylediklerimin gerçekleştiğini görüyorlar, dolayısıyla daha ciddiye alınıyorum. Gerçeğimizi araştımamız çok önemli. Mesela, ailelerimiz bile bundan hoşlanmayabilir. Ama bir dakika, sizinkinden farklı da olsa neden benim gerçeğimi söylemem sizin için problem oluşturuyor ki? Başkaları için de aynı şey söz konusu! Hani birisi için birşey söyleriz ya, aslında herzaman birisi hakkında birşeyler söylerken, sadece kendi hakkımızdakini söylemiş oluruz. Başkası hakkında söylediğimiz sadece kendi varlık halimizdir. Dolayısıyla birisinin “farklı” olmasına saygı göstermeyip alay edenler, hedef aldıkları kişi hakkında değil, mutlaka kendi haklarında konuşuyor olurlar.

12:30:

Başkalarının bizim hakkımızda ne düşüneceği korkusuna sahip olduğumuzu kabullenmek çok önemli, çünkü bu korkuyla biz insanların çoğu da kendi hayatımızı, kendi gerçeğimizi veya kendi özümüzü asla yaşamıyor, olmamız istenen başka birilerinin versiyonu oluyoruz.

13:00:

Öyle olmak isterseniz tabii ki diyecek birşey yok, saygı duyarım, o sizin seçiminiz olur, ama o zaman bana hayatımı nasıl yaşayacağım, ne düşüneceğim, ne diyeceğim diye sormayın, çünkü o zaman bana olan saygı çizgisini aşıyorsunuz. Başkalarının ne düşüneceği korkusu insanların kendilerini küçücük bir kutuya hapsetmelerine neden oluyor. Diyoruz ki; “İnanmıyorum, ama içinde kalıyorum, çünkü o zaman çevremdekiler beni kabul ediyorlar”. Pekala, eğer benim çevremdekiler “farklı” olduğum veya farklı düşündüğüm için beni kabul etmiyorlarsa, onları çevremde bile istemem, teşekkür ederim, haydi size güle güle!

13:45: (Soru)

Sözünü ettiğiniz, “Hayat ve başkaları hakkında konuştuğumuz zaman aslında kendimizi anlatıyoruz” konusunu biraz açabilir misiniz?

13:50:

Pekala, bana uymayan birşey söylediği zaman bir kişiyi alaya alacaksam, bu kendi hakkımda şunu düşünüyorum demektir: “Kendimden başka kimsenin görüşüne saygı duymam, dolayısıyla araştırma falan yapmadan o kişiyi dikkate bile almam. %99 dünya hakkında kendi söylediğim doğrudur veya değildir, ama sana saygım yok.”

Tabii ki, dünyanın ve hayatın anlaşılması halen süregelen bir işlem. Bu işlem için, bütün olasılıkları görebilecek, bilgiye ve önsezilere dayalı yargıları ile sürekli olarak açık olacak bir zihin gerekli. Önyargılı olup sürekli olarak realiteyi son derece kısıtlı bir şekilde düzenleyen bir inanç değil.

14:50:

Antik Yunan Filozofu Sokrat’ın söylediği bilinir; “Bilgelik, ne kadar bilmediğimizi bilmektir” der. O noktadan hareket edecek olursak, zihinlerimiz sürekli olarak açık. Tabii ki bu, duyduğumuz herşeye inanmak demek değildir, ama en azından bütün olasılıklara açık olmak demektir. Herşeyi bildiğinizi düşünüp de sizinkinden farklı olan bir görüşle alay ederseniz, o zaman zihininizi bütün olasılıklara kapatmışsınızdır ve küçücük bir olasılık çerçevesinde geziyorsunuz demektir. Bu din, bilimsel bir inanış veya herhangi başka birşey olabilir.

16:02: (Soru)

Hindistan’a gittim, bir yıl bir ay kaldım, bu gezi sırasında birşeyin farkına vardım. Bundan siz de söz ediyorsunuz, ama ben kendi deneyimimde farkettim, bu da bir fark yaratıyor. Diyebilirim ki, insanların yüzde doksan beşi, kendi hayatımdan da biliyorum, hep korku ile hareket ediyor... Bir şeyi kaybetmek, bir şey olması, alay edilmek de başka bir örnek, böyle sürüp gidiyor. Sorum şu; Medya, politika, eğitim, bununla günlük hayatımızı nasıl etkiliyor?

17:03:

Birçok yönden anahtar konumundaki bir noktaya işaret ettiniz. Bunun bir nedeni var. İnsanların göremediği, politikayı kontrol eden medya ve bütün bu kurumlar. Sürekli olarak insanların korku içinde olmaları için, insanların kendilerini güvensiz hissetmeleri için, endişe etmeleri için, kendilerini tedirgin hissetmeleri için birçok sebep oluşturuyorlar. Bazıları tavşan deliğinin çok çok daha derinliklerinde yer alıyor, ama insanların korkmalarının ana sebeplerinden birisi şu; çoğunlukla kendi dışlarında birşeyler veya birisini arıyor, kendilerinden bir şeyin alınması korkusu ile manipüle ediliyorlar. İnsanlar hastalıktan korkuyorlarsa güçlerini doktorlara veriyorlar. Hukuktan, yasalardan korkuyorlarsa, güçlerini avukatlara veriyorlar, ne gibi bir şeyden korkuyorlarsa kendilerini korusunlar diye güçlerini her şeye veya herkese veriyorlar.

18:08:

Hedef nüfus ile mukayese edildiğinde nispeten çok az kişinin oluşturduğu bir grup tarafından yönetilen kontrol sistemi, yani az sayıdaki grup, çok sayıdaki grubu yönetmek istiyorsa, yapması gereken birkaç şey var. Böl ve yönet, sayısı çok olan grubu birbiriyle savaşa sok v.s. Az sayıdaki grubun, çok sayıdaki grubun gücünü de kendisine alması lazım, çünkü insanlar bir güç yapısı ile kontrol altında tutuluyorlar ve bu güç yapısı da insanların bol bol ürettikleri/verdikleri enerji. Dolayısıyla gücümüzü politikacılara, bilimadamlarına, gazetecilere ve neye inanacağımızı söyleyenlere veriyoruz.

18:53:

Korku, çok düşük titreşimli bir enerji hali ve ne kadar yoğun olursa insanlar da o kadar korku ve tedirginlik içerisinde olurlar. “Bugün kendimi çok ağır hissediyorum” denir. O yoğunluk, enerjidir. Bu da; önsezi, yaratıcılık, farkındalık gibi yüksek titreşimli enerji seviyeleriyle olan bağlantımızı koparıp yoğun bir enerji balonunun içinde tutar. Eğer bir kontrol sistemi iseniz, insanları da bireysel ve kollektif olarak kontrol altında tutmak istiyorsanız, enerjisel olarak onları korku içinde tutup, güçlerini otoriteye vermelerini sağlayın. Sizden alınan özgürlüğünüzü korumak için en temel özgürlüklerinizi sizden alırlar. Daha fazla gözetlenmek, hayatınızın gittikçe daha fazla kontrol altına alınması için gücünüz verirsiniz. Gücünüzü, savaşları desteklemek için verirsiniz, böylece bir korku döngüsü oluşur, gücünü ver, korku, gücünü ver, korku, derken kişi gücünü o kadar çok verir ki, benzetme yapacak olursak, sonunda bir robot veya bilgisayar terminali haline gelir.

20:38:

Ama birşey daha var, burada bilinçlilik/bilinç ile akıl arasındaki farkı vurguluyorum. Hepsi aynı bilinç, ama aynı farkındalık seviyesinde değil. Ben bilinci, yani bizim sonsuz olan yanımızı, hareketli bir denize, akılı ise donmuş suya benzetiyorum. Sembolik olarak her ikisi de su, ama farklı haldeler. Birisi çok daha yoğun, daha az farkındalığı var, önsezisel olarak diğerinden daha az akıllı. Okyanus bilincindeyseniz, sonsuz farkındalık iseniz duygularla işiniz olmaz, çünkü korkacak birşey olmadığını bilirsiniz. Sonsuz bilinçsiniz, hep öyleydiniz, bu hep de böyle olacak. Ama akıl seviyesine, beden aklına çekilir, yani bilinç ile bu realite arasındaki arayüz olursanız, hiçbir şeyi “bütün” olarak göremez, her şeyi her şeyden kopuk olarak görürsünüz. O zaman da herşey birbirinden kopuktur ve sıra böl ve yönete gelir. Ardından korku, rekabet ve farklı seviyelerdeki kişilerle savaşırsınız.

22:09:

Dolayısıyla insanları korku ve bilgisizlik içinde tutmak için sistem insanların dikkatini ve odaklanmalarını bilinçten akıla çekiyor. Zaten bizim yaşadığımız da “akıl” egemen bir toplum. Bilinci tamamen son derece düşük seviyedeki bir farkındalık olan 5 duyu yoluyla süzüp dikkati sadece 5 duyu realitesine odaklıyor, dolayısıyla farkındalık ve bilincin yüksek seviyelerinden kopuyoruz. Zihninizi geliştirdiğiniz, zihninizi açtığınız zaman, o buz bloku kırılıyor ve bilinç içeri akıyor, işte o zaman korkunun egemen olamadığı ve etkileyemediği farkındalık seviyelerine geçiyorsunuz. Dolayısıyla da gücünüzü vermeyi bırakıp, “Bunun doğru olduğunu biliyorum, ama korktuğum için yapamıyorum” demeyi bırakıyorsunuz.

23:13:

Hani “sevgi” dediğimiz seviye var, ama insanlar sevgi deyince “zayıflık” diye algılıyorlar, şimdi , “Hadi bakalım, şimdi de sevgiden bahsetmeye başladı, bu adam ne diyor yahu?” diyeceksiniz. Oysa sevgi en büyük güç! Çünkü sevgi her zaman doğru olanı bilir! Sonuçlara saygı duyarsanız, benim sonuçlarım nedir, yani doğru bildiğim şeyi sonuçlara göre mi düşüneceğim? Hayır, doğru bildiğiniz şeyi yaparsınız ve bu konulara geçtiğiniz zaman birşey mi söylemek istiyorsunuz, bir şekilde bir fark mı yaratmak istiyorsunuz, bunu yaparsınız o kadar!

24:04:

Oluşacak sonucun korkusu olmadan... Şimdi korkunun gücü realite duygunuzu tekiliyor, gerçekçi olun, sevgi hiçbir zaman sistemin ne yapacağı ile ilgilenmez, sadece doğru olan neyse onunla ilgilenir. Bu nedenle de gerçek sevgi, “seni seviyorum hayatım, haydi diskoya gidelim” şeklindeki yüzeysel sevgi değil, gerçek sevgi, “doğru olduğunu bildiğim şeyi yapıyorum” der o kadar, hiç tartışmasız! İşte dünyayı değiştirecek olan seviye bu!

24:47:

Dünyayı akıl değiştirmeyecek. Yuvarlak masanın etrafında toplanmış kişiler; Eee, toplantının tutanağını kim tutacak, pekala şimdi ne yapacağız?” demiyecekler. Kendi yaratmış olduğu bir şeye akıl çözüm olamaz. Bunu bilinç yapacak. Bilinç alemine geçip, “akıl”dan kurtulduğumuz zaman, korku ve bölünüp yönetilmekten de kurtuluruz. Gerçek sevgi duygusu ve anlayış ile bu seviyede herşey birdir. Herşey, farklı isimlerle farklı deneyimler yaşayan hep aynı bilinçtir.

25:39: (Soru)

Bu, yaratıcılık ve yeni fikirler verir, bazıları buna “gelişim” der, peki neden öğretmenim ve anne babam bana bunları okulda anlatmadı? Şimdi 24 yaşındayım, 16-18 yıldır okula gidiyorum, neredeyse hayatım okulda geçmiş.

26:17:

Bu çok güzel bir soru oldu, çünkü 21 yıl önce bu soruyu ben de sormuştum. Kendi olağanüstü (metafizik) deneyimimi geçirdiğim zaman bu realite hakkında yeni ve çok farklı bir açıklama olduğunu farkettim. Ve bu dinle veya ana akım bilimle ilgili değildi. Aynı soruyu sordum. “Neden daha önce bunu göremedim?” dedim. Yıllaca sistemin nasıl çalıştığını araştırıp deneyimledikçe bu sorunun cevabı iyice netleşti.

27:11:

Her ülkede kurumların sistemi insanları aydınlatmaya, gerçek potansiyellerine geçmelerini sağlamaya tasarlanmamış. Amaç onları birer yazılım programına dönüştürmek. Bu program insanlara kendilerini ve dünyayı, neler olduğunu anlayamayacak kadar dar bir açıdan baktırıyor. Ama bu açı, çeşitli şekillerde sisteme hizmet etmek için de yeteri derecede geniş. Bizim sisteme hizmet edecek kadar akıllı olmamızı istiyor, ama bunun bir kontrol sistemi olduğunu anlamamamız için de yeterince akıllı olmamızı istemiyorlar. Düşünecek olursak, yuvarlak masaya oturmuşuz, “Bizi manipüle ediyorsunuz” diyoruz. Bir çocuk en küçük yaşında kontrol altına alınıp, ona haftada en az 5 gün on-yirmi yaş arasına kadar hep realitenin bu olduğu söylenirse, yetişkin oldukları zaman kendilerini ve dünyayı, tabii ki kontrol sisteminin işine gelecek şekilde görürler. Birisi çıkar şöyle der; Gerçi bunu kabul etmek istemiyorum, ama diyorum ki en iyi yol şu; bir sistem kuralım, onlara okul ve üniversite adı verelim. Diyelim ki çocukları 4-5 yaşında en küçük yaşta ailelerinden alalım, eğitim denen sistem yoluyla onları 20’li yaşlarına kadar programlayalım.

29:07:

Her durumda değil, ama büyük bir çoğunlukla o işlemin sonucu olarak o yazılım programını alırız. Demin anne babalar hakkında bir soru sormuştunuz. Tabii anne babalar da aynı sistemden geçtikleri için, önceden tarif ettiğim gibi, hiçbir kötü niyetleri olmaksızın çocuklarına neyin ne olduğunu, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğretirler. Bu arada da dini inançlarını da baskıyla aynen dayatırlar. Bu haksızlık, çünkü çocuklar birer sonsuz bilinç, bu realitede sadece bir deneyim yaşıyorlar, pekala teşekkür ederim, ama bu onların deneyimi, sizin değil ki!

30:09:

“Ama annen bir bankada çalışmanı istiyor”. Öyle mi, o halde gitsin kendisi çalışsın, ben bankada çalışmak istemiyorum, bisikletle Hindistan’a gitmek istiyorum. Bankaya sen git, tamam mı? Ben sana bisikletle Hindistan’a git diyor muyum? O halde sen de bana bankada çalış diyemezsin!” Aslında ilk aşamalarda direnip özgünlüğümüzü savunmamız lazım. Bu benim özgün kişiliğim, senden ben olmamı istemiyorum ki. Hayatımı senin planlarına göre yaşayacak değilim. Yine, okullarda küçük yaşlarda bu baskıyı görebilirsiniz, bu genetik bir yazılım programı değil, farklı olan küçücük çocukların bile hedef alındığı bu tür reaksiyonlar gösteriliyor. Bunu yaşadım, deneyimledim. Bu genetikte yer alan bir yazılım, ama bilinç bunu yenebilir.

31:11:

Şimdi şunu görüyoruz. Bundan hiç şüphe yok, dünyada 55 ülke gezdim, insanlarda, gerçek kimliklerine müthiş bir uyanış var, tabii ki tam anlamıyla ruhsal bir gelişim sayılmaz bu, ama sayılar adeta patlıyor. 21 yıl kadar önce , bu ruhsal yolculuğu tek başıma yaparken, inanmazsınız, anlattıklarımı dinleyecek bir telefon kulübesini dolduracak sayıda kişi bile yoktu. Oysa şimdi konferanslarımda binlerce insana hitap ediyorum. Ancak önemli olan şu ki, ne kadar genç olursak olalım, yaşımız ne olursa olsun, gerçeğimizi savunalım.

31:55:

Bunu ne kadar çok kişi yaparsa, realiteyi ne kadar çok kişinin algıladığını anlarız. Çoğu, başkalarının ne düşüneceği korkusu ile söylemeye cesaret edemiyorlar. Bakın size bir hikaye anlatayım.

32:10:

Uyanmaya ilk başladığım dönemde, ilk yazdığım kitabın adı “Truth Vibrations”/Gerçeğin Titreşimleri” idi. Kimse konuyu bilmek istemedi, yayıncılar ise benimle birlikte alaya alınmak istemediler. Birgün Oxford’da bir kitapçıya gittim. Oranın yetkilisi olan kişi çok sempatik bir adamdı. “Biliyor musun, burada çalışanlar arasında ankete benzer birşey yaptım. Bu kitap evinde çalışanların yüzde 80’i hep aynı şekilde düşünüyor, çünkü başkalarının tepkisi ile karşılaşmaktan korkuyorlar”. Bunun bir sonucu olarak tabii ki içlerinde kilitlenmişler. Birisi çıkıp da onların hakkını savunacak olsa, “Aslında ona katılıyorum, bunu başkaları da söylüyor, ama...” İşte bu yüzden bu çok önemli. Başkalarının ne düşüneceğinden korktuğumuzu hiç kabul etmiyoruz. Bu korkuyu kabullenemiyoruz. Oysa insanlar bir gün sonra başka şey düşünürler! Yıllar önce benimle dalga geçmiş olan nice insan, şimdi benim kitaplarımı okuyor! Eğer o korkuyu kabullenmeseydim, şimdi onların okudukları bu kitapları yazamamış olacaktım! Gerçeğiniz ne ise söyleyin, kafanızı eğik tutmayın, öyle hiçbir şeyi değiştiremezsiniz!


1 yorum:

Paylaşım