17 Eylül 2015 Perşembe

Gerçeğin Titreşimleri - 53 - Ne görüyorsanız, onu ediniyorsunuz





Gerçek’in Titreşimleri – 53 – Ne görüyorsanız, onu ediniyorsunuz
Albert Einstein, eski dostu Besso’nun ölümünden sonra şöyle demiş: “Şimdi Besso bu tuhaf dünyadan, benden biraz daha önce gitti. Bu önemli birşey değil. Bizim gibi kişiler, geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki farkın çok ısrarlı bir illüzyon olduğunu bilirler.” (Yapılan araştırmalar Einstein’ın haklı olduğunu gösteriyor: Ölüm bir illüzyon.)

(David Icke’ın Temmuz 2015 tarihli videosunun metni)

Ne görüyorsanız, onu ediniyorsunuz...
Kitaplarımı okumuş olanlar bilirler, yıllardır hep bu dünyanın bir illüzyon olduğu gerçeğini anlatmaya çalışırım. ‘Realite’ olarak bir illüzyonu algılıyoruz. Dünya tabii ki var, ama gerçek dünya dediğimiz hergün deneyimlediğimiz formda değil. Asıl bu dünya ‘gerçek değil’ durumunda... Fizikalite konusunda vurguladığım gerçek itibariyle, bu ‘katı’ dünya bir illüzyon, temel olarak holografik ve fizikselliği de sanal!... Şimdi bazıları verdiğim bu bilgilere bakıp destekleyecek, kimileri de her zamanki programlanmış refleks hareketleriyle “Bu David Icke kaçık!” diyecektir.

Çok ilginç, bu hafta “Kuantum Fizik” alanında çalışan bilim adamlarının medyaya verdikleri bir rapor itibariyle bu dünya, onu gördüğümüz için varmış, çünkü onu baktığımız için görüyormuşuz! Rapor şöyle diyor; başlık da şu: “Hayatınızın tamamı bir illüzyon! Yeni yapılan testlere göre dünya biz baktığımız sürece var!” Hey, sanki böyle birşeyi önceden duymuş gibiyim, öyle değil mi?

Bu rapor, “Kuantum Mekaniği, realitenin ölçülmeden var olmadığını söylüyor” diyor. Aslında ben olsam, “ölçme” kelimesi yerine başka bir kelime kullanırdım. Mesela deşifre veya yansıma gibi. Yani rapor; “Kuantum Mekaniği realitenin deşifre edilmeden var olmadığını söylüyor” diyebilirdi. Yine ben olsam; “Arkamda duran şu bilgisayarın görsel olmayan haldeki bilgiyi deşifre ettiği gibi aynı şekilde deşifre ettiği sürece” şeklinde açıklardım... Kısaca resimler, kelimeler ve grafikler halinde değil, sadece şifre ve bilgi halinde. Bilgisayar bütün bunları ekrana yanıtıyor. Peki o zaman hepsi nerede mevcut? Ekranda?


Rapor şöyle devam ediyor. “Atom ve lazer ışınları kullanılarak yapılan deneylerde dünyayı baktığımız zaman yaratıyoruz”, ama bu formda değil! Bu, Kuantum Mekaniği’ndeki bir teoriye göre böyle. Yani Kuantum Mekaniği parçacıkların önceki davranışı. Bizim gördüğümüz neyse ona göre değişiyor. Önceki davranış olmadığına göre, o zaman geçmiş yok, gelecek yok. Hepsi de ‘şimdi’ denilen zaman kavramındaki algılamalar. Geçmiş ve geleceği, ‘şimdi’de algılıyoruz,‘şimdi’de deneyimliyoruz, çünkü yapabileceğiniz herşey burada!

Yani bilim adamları bu teorinin, atom ölçeğinde doğru olduğunu kanıtlayan yeni bir deney yapmışlar. Kuantum Mekaniği kurallarına göre, oradaki dünya ile bizim kendi kişisel bilincimiz bulanıklaşmış. Bence aslında bence bulanıklaşmamıştır, çünkü ‘orada’ dışarıdaki ile ‘orada’ içeride olan, birbirinin birer ifadesi... Bulanıklaşmış ifadesinden kasıt ise, birinin diğeri olduğu nokta... ‘Burada/içeride’ olan realiteye karşın, ‘orada/dışarıda’ olan realiteyi ölçmeye başlıyorlar, dolayısıyla o nokta bulanıklaşmış alan gibi görünüyor, ama değil... Olan şu: aynı şeyin bir ifadesi, aynı şeyin başka bir ifadesiymiş gibi dışavuruyor. Bu böylece sürüp gidiyor, ama Kuantum Fizik diyor ki; dalga ışığının hareketini de gözlemleseniz, parçacık hareketini de gözlemleseniz, bu sadece hareketinizin bu yolculuğun sonunda nasıl ölçüldüğüne bağlı oluyor. Burada yine ben olsam ‘ölçüldüğü’ yerine ‘deşifre edildiği’ derdim.

Bu, ölçümün herşey olduğunu kanıtlıyor, ama hayır, herşey deşifre etmeye bağlı. Doçent Andrew Truscot “Eğer bakmıyorsanız, kuantum seviyede realite yok” diyor. Yani deşifre etmiyorsanız realite yok. Burada çok önemli birşeyden söz ediliyor ve bu önemli yeni haber kenara atılıyor. Öyle ya, önemli değil! Çünkü malum, medyada baş sayfalarda hep politika veya ünlülere ait haber ve skandallar vardır. Bunun gibi, deneyimlemekte olduğumuz realitenin doğasını anlatan haberlerin ne gibi bir önemi olabilir ki? Realitenin doğası, nasıl yaratıldığı, nasıl dışavurulduğu, dolayısıyla onu nasıl değiştirebileceğimiz herşeyden daha önemli bir konu olduğu halde hiç sözü edilmez. Hele medyada göz önüne bile alınmaz.

Bu yolculuğa çeyrek asır önce başladığım zaman, hep realitenin doğasının neden okullarda hiç öğretilmediğini, medyada neden hiç yer almadığını, hayatta ne kadar büyük bir öneminin olduğunu, nasıl yaşadığımızı ve nasıl algıladığımızı sorguluyordum. Neyse ki 25 yıldan fazla bir süre içerisinde bunu neden medyanın baş sayfalarında görmemiş olduğumuz, neden eğitimde verilmemiş olduğu, realitenin temelleri ve onu nasıl yarattığımız konuları açıklığa kavuştu. İnsan toplumunu yönlendiren gölgelerdeki sistem bunu bilmemizi istemiyordu, çünkü eğer bu dünyanın bir illüzyon olduğunu farketseydik herşey değişirdi. Oysa biz insanlar hep, gücümüzü farketmek yerine günlük hayat dediğimiz sanal deneyimde “Oh, onlar çok güçlü, biz neyiz ki?” gibi bir realite yaratıyoruz.

Politikaya gelince. Politika ve geçirilen kanunlar, alınan kararlar hep deneyimlemekte olduğumuz şekliyle bu dünyanın katı ve gerçek olduğu temeli üzerine kurulmuş. ‘Algılama Yanılması’ adlı son kitabımda belirtmiş olduğum üzere, politik, bilimsel, eğitim ve tıbbi açılardan en derin algılamanız her ne ise hepsi sahte. Geçirdiğiniz kanunlar, tedaviler, blimsel çalışmalar hepsi derinlemesine sahte! Yine ‘Algılama Yanılması’ kitabımda söz etmiş olduğum gibi; “saçmalık saçmalığı getirir.” Herşey konusundaki algılamanız saçma ise , o zaman onunla bağlantılı herşey de saçma olur. İşte şimdi tam olarak dünyayı tarif etmiş oldum...

Tıbbı ele alalım. Eğer insan bedenini katı olarak algılarsanız, o zaman hastalıklara da aynı şekilde yaklaşırsınız. Katı olarak algılarsanız dünya dediğimiz sanal holografik yansımaya ilaç verir veya bir bistüri alıp katı olarak algıladığınız bedeni yontarsınız. Bu yaptığınız, tam anlamıyla bir illüzyona illüzyon ile müdahale etmektir. Bedeni tedavi edebilmek için illüzyonun, yani fiziksel olanın yansıdığı yerden bakmak gerekir, çünkü eğer bu doğruysa yansıma da doğrudur, dengede ise yansıma da dengededir.

Ama toplum dünyanın katı olduğu düşüncesine dayandığı için öyle kısır bir tedavi şeklimiz oluyor ki; “Kusura bakma, bunun için birşey yapamıyoruz, üzgünüm, yaşamak için altı ayınız var.” Tedavimiz çok kısıtlı, çünkü hepsi realitenin yanılgısına, onu nasıl dışavurduğumuza, sağlık ve birçok açıdan da nasıl değiştireceğimize dayalı. Bilimi de fiziksellik illüzyonu kotrol altında tutuyor. Bu verilen yeni haber itibariyle bilim adamları aslında şöyle diyorlar: “Hepsi bir illüzyon!”... Bu nedenle bu bir çelişki değil, çünkü bilimin kabusu olan Kuantum Fizik diye birşey var ve eğer doğruysa bu bilimin tamamen değişmesi lazım.

Kuantum bilimi, deneyimlediğimiz şekliyle bu dünyanın illüzyon olduğunu bir kez gösterirse, bütün diğer bilimler en temel seviyeden etkileneceklerdir. Ama hiç böyle birşey olmuyor, sağır gibi davranıp görmezden geliyor ve eskisi gibi devam ediyorlar. İşte bu nedenle bilimin çoğu saçma. Ama okullarda, liselerde, üniversitelerde ne öğretiyorlar? Ağırlıklı olarak hep ana akım bilim bilgileri veriliyor.

Bu konudaki ironiler uzayıp gider, çünkü binlerce yıldır ‘zaman’ dediğimiz illüzyonda bilim, eski insanları hep ilkel ve vahşi savaşçılar olarak algılamıştı, oysa şamanlar, büyücü denilen yerli doktorlar, mistikler hep, hepsinin bir illüzyon olduğunu biliyorlardı... Ana akım bilim, burunları havada bir pozla onlara hep küçümseyerek bakar. Ve şimdi bilimin ‘kuantum fizik’ dediğimiz bu gelişmiş alanı sayesinde, artık ilkel insanların ve benim gibi ‘kaçık’ ların haklı olduğunu görülmeye başladı. Sonra da dünyada neler olduğunu bilmek için sormak lazım. Realitenin algılanmasının gaspedilmesi... Bu kibirle mi oluyor, bilgisizlikle mi oluyor? Yoksa ikisi birden mi?

Bir seviyede, her hergün laboratuvarlarda ve üniversitelerdeki bilimsel projelerde hem küstahlık, hem cehalet var... Küstahlık; bilimin herşeyi bildiği iddiası, cehalet ise bilimin bunu bilmiyor oluşu! Bilimin ‘inanılan’ olarak dikte edildiği alanlardaki gölgelerin arasına giderseniz aslında ‘inanılmayan’ bilim durumunda olduğunu ve küstahlıktan da ne yaptıklarını hiç bildiklerini görürsünüz. Oysa yaptıkları, realite konusundaki bilgiyi gaspetmek, çünkü hayatı ve evreni sanal fizikalitesi açısından alternatif yollarla anlatmaya çalışan herkesi baskılayıp, acımasızca saldırıyorlar.Tabii ki bunun önemli bir nedeni var, yani bu; insanların nasıl kontrol altında tutulduklarının bir başka delili.

Şimdi yine geriye dönelim; bu gazete haberinde, ölçülmediği takdirde bu realitenin var olmadığından söz ediliyor. Demin de dediğim gibi, ben olsam “ölçmek” değil, “deşifre etmek” kelimesini kullanır, “bu realite deşifre edildiği takdirde vardır” derdim. Realitemizin aslı, tıpkı bilgisayar sistemlerinde olduğu gibi enerji ve veriye dayalı. Bilgisayara bilgi şifreleniyor, o da bütün bu verileri deşifre ederek ekrana yansıtıyor. Bilgisayar bunu neden yapıyor? Çünkü o bilgiyi veya veriyi, belirli bir şekilde deşifre etmek üzere programlamış oluyor. Dolayısıyla bilgisayar arıza yapmadıkça hep neye programlanmış ise onu yapıyor. Şimdi biraz iyiye doğru gidiş olduğunu varsaysak bile, insanların da hala büyük bir çoğunluğu aynı durumda. Eğer bilgi veya veri şifreliyorsanız, o şifrelenmenin en can alıcı ve belirgin kavramı nedir? Aynı şekilde dünyaya da ne şifrelenmiş ise dışavuran o oluyor! Kuantum Fizik ile ilgili bu haberde, bu çalışmada bu realitenin, ancak ölçüldüğü zaman var olduğundan söz ediliyor. Oysa aslında yaptıkları ‘deşifre’ etmek. Dediklerine göre bu realite sadece baktığımız zaman var oluyormuş. Bence bu tam değil, kısmen doğru. Evren, biz ona bakmadığımız zaman da var! Ama bu formda değil. Bu enerjisel bir bilgi formu. Dolayısıyla evren, biz baksak da bakmasak da hep dışavurulmayı bekleyen bir enerji, bir bilgi, bir potansiyel, bir olasılık... Ne şekilde dışavuruluyor? Biz nasıl deşifre ediyorsak öyle dışavuruyor. Eğer evreni belirli bir şekilde deşifre ediyorsam o şekilde dışavuruyor veya tam tersi. Başka şekilde deşifre edersem de başka bir şekilde dışavurur. Bunu anlatmamdaki neden şu: dünya kollektif bir programanma şeklinde kontrol altında tutuluyor, insanların bilinci de realiteyi istenilen şekilde deşifre etmeleri için baskılanıyor.

Tabii ki ‘özel’ olduğunuz için değil, ama bunun olmasına izin verdiğiniz, bunu seçmiş olduğunuz, doğal halinizi aktive etmiş olduğunuz için gelişmiş bir farkındalığınız varsa, o zaman dünyayı belirli bir şekilde, yani bu potansiyeli holografik bir realite olarak deşifre ediyorsunuzdur. O zaman kapalı bilinçlerin/zihinlerin görebildiğinin çok ötesindeki şeyleri görürsünüz. Görmek de değil de, deşifre etmek demek lazım...O zaman hepsini deli, çılgın, kaçık olarak görürsünüz, çünkü günlük hayat deneyimlerinde, insanların büyük bir çoğunluğu sembolik olarak bu hal içerisinde oldukları için, bu realitenin normal olduğu söylenir ve teyit edilir. Deşifre edebilen ise ‘tuhaf’ ya da ‘kaçık’tır.

Eğer insanları kontrol altında tutmak istiyor, onların kendi güçlerinin farkına varmalarını istemiyorsanız onları küçücük bir zihin kutusunun içinde tutarsınız. Gölgelerin arasındaki güçler, realitenin insan algılamasını programladıkları için, insan toplumu dünyayı böyle görüyor. Realitenin bu şekilde algılanması yoluyla biz de onların amaçlarını gerçekleştirmiş oluyoruz, çünkü realiteyi deşifre ediş ve yansıtış şeklimiz aynen bu... Şuna bakın. Dini inançlarımız, ateist inançlarımız, politik inançlarımız, tıbbi inançlarımız, hatta en dar halde bilimsel inançlarımız var. Tabii bütün bu inanç sistemleri, insanların realiteyi deşifre edişlerini etkiliyor. Holografik deneyim ve algılamaya yönlendirdikleri o potansiyel ne oluyor? İşte hepsi dışavuruluyor. 11 Eylül saldırısı gibi, manipüle edilen savaşlar gibi, bankacılık dalavereleri gibi olayları ifşa eden bir alternatif medya da var, ama bunun hepsi bir bilinç meselesi. Bilincimizin derinliklerine inip bunu anlamadıkça hiçbirşey değişmez. Yani alternatif medya bile bu illüzyonun içinde, gerçek sandığı bir illüzyonu değiştirmeye çalışıyor. Dolayısıyla bu sadece aynı şeyin başka bir görünüşü. Alternatif medyada bile, neler olduğunun anlaşılması açısından, saçmalık saçmalığı getiriyor.

Beşikten mezara kadar realiteye belirli bir şekilde inanmaya programlanmışsanız, inancınız neye inanıyorsa deneyimleyeceğiniz bu potansiyeli deşifre edişinizi de o tayin ediyor. Yıllardır bilim adamlarının deneyleri yapış şekillerinin deneylerin sonuçlarını etkilediği konuşulur. Şimdi bu haberde de kuantum fizikçilerin söylediğine bakarsak nasıl yapıldığını görürüz. Bir deney için belirli bir sonuca inanıyorsanız, deşifre edeceğiniz şeyi o inanç etkiler, deney ortaya böyle çıkar. Eğer o sonuç konusunda kuşkuluysanız, o zaman aynı şekilde bir deney yapar, diğer kişinin sonucuna ulaşırsınız. İşte hep böyle oluyor. Bu sebep sonuç böyle çalışıyor. Hayatınızda istediğiniz şeyin olacağından emin bir şekilde ilerliyorsanız, o zaman o inanç, o potansiyeli deşifre ediş şeklinizi etkiliyor. Evreni deşifre ederken ne olacağına inanıyorsanız, dışavuran o oluyor. Ama “Zaten neye elimi atsam ters gider, işe yarayan hiçbirşey yapamam ki!” diye düşünürseniz, “İşte gördünüz mü, yine ters gitti!”şeklinde deşifre olup dışavurur. Sistemin, sizin bilmenizi istemediği müthiş gerçek budur!...Sistemi işleten, sistemin savunucuları ve sistemin ajanları bile bunu bilmezler, çünkü hep karanlıkta tutulurlar, çünkü öyle olması gerekir... Yapının en altındaki herkes karanlıkta tutulur. Ama gölgelerde saklananlar bunu çok iyi bilirler!

Dar kafalı insanlardan söz etmiştk. Eğer dar kafalıysanız, o zaman dar bir potansiyel bandı, veya deneyimi veya başarısı, adına her ne derseniz onu deşifre ederek dışavurursunuz. Eğer açık zihinliyseniz, durum tam tersi olur. Dar kafalılar onların algıladıklarını algılayamazlar, çünkü evrenin potansiyelliğini deşifre edemezler.
Dediğim gibi, buna baktığınız zaman müthiş birşey. Toplumun bütün kuruluşları, onların inancı, onların işlemi ve onların eylemlerine dayalı olup, hepsi realiteyi son derece kandırılmış bir şekilde algılarlar.

Biliyorsunuz, dünya bir sürü “yapamam, yapamayız, imkansız” gibi kısıtlama ifadeleriyle dolu, çünkü dünyayı ‘katı’ olarak algılıyorsunuz, dolayısıyla o kısıtlamalar doğru oluyor: “Onu yapamazsın, bunu yapamazsın, bu imkansız”... Ama bu doğru değil, yapabilirsiniz! Mümkün! Ama bu sadece; realitenin nasıl işlediğini, onunla nasıl etkileşim içinde olduğumuzu, onu nası dışavurduğumuzu, dolayısıyla da onu istediğimiz birşeye nasıl dönüştürebileceğimizi anlarsanız mümkün olur.

Burada ana fikir sadece bu dünyanın nasıl kontrol altında tutulup manpüle edildiği değil, buna nasıl son verebileceğimiz, gücümüzü tekrar nasıl geri alacağımız. Olan şu; kişisel ve kollektif realitemizi kendimiz yaratıyoruz! Hepsi böyle işliyor, ama en büyük fark, realitemizi büyük potansiyelden; istediğimiz, algıladığımız, anladığımız temele dayalı olarak mı, yoksa büyük bir çoğunluğun programlanmış algılamasının süzgecinden geçirerek mi yaratıyoruz? Deşifre mekanizmasını, yani insan algılamasını programlıyorsunuz, sizin için işi bu yapıyor, çünkü ortada bir programlama olunca, programlananlar algılamayı sizin istediğiniz çizgideki bir realite olarak dışavuruyor...

Çok ilginç, bu hafta bir film izledim. “Yarının/Geleceğin Diyarı”. Başrolde George Clooney var. Bu bir ‘Disney’ filmi. Tam şimdi benim sözünü ettiğim konuda. Zaten son on yıldır bu tip konular irdeleniyor. Totaliter bir devlet var, toplum krizler ve kaos içinde. Bunun da bir nedeni var tabii. Hep bu konular dediğim zaman, insanların kontrol altında tutulduğu (1984)’ün yazarı George Orwell’e atfen Orwell tarzı bir toplum. Bunun bir sebebi var, sürekli olarak bu tip filmler çevriliyor, çünkü film şirketlerine bu senaryolar verilmiyor, film şirketleri bu türleri özellikle seçiyorlar. Neden hep aynı konudaki filmler çevriliyor? Çünkü bu filmlerde amaç şu: gölgelerdekiler, insanların göremediği varlıklar, filmin sonunda yaratmak istedikleri şeyi yaratıyor, bize realite olarak, fiziksel olarak algıladığımız bir dünyayı deşifre ettiriyorlar. Yani deşifre işlemlerimizi, istedikleri o dünyayı dışavuracak şekilde programlıyorlar!

Dolayısıyla bu tür filmler de bizim algılama duyumuzu programlıyor. Bundan sonra ne olacak? Olacağı şu; dünya, bizim bilinçli veya bilinçsiz olarak realiteyi algılama noktamıza ulaşacak. Böylece deşifre işlemimizi, inanmaya programlanmış olduğumuz doğrultuda yapacağız. Realitemiz, dışavurulan realite olacak.

25 yılı aşkın bir zamandır bu araştırmaları, global kontrolün bu ortak sonucu için manipüle edildiği doğrultuda yaparken, insan toplumunun büyük panoramasına, büyük tablosuna bakınca, biyoteki, politik komploları, bankacılık komplolarını, manipüle edilmiş savaş komplolarını, dünya nüfusunu azaltma amaçlı komploları gördüm. Lütfen şu hedef alanlara, şu olanlara bir bakar mısınız? Gerekli bütün iç bağlantılarla dünyanın her yerinde bütün bu olanlara sebep olan nasıl bir organizasyon olabilir? Bir masanın çevresine oturup, çoğu insanın algıladığı şekilde algılarsanız olacağı budur. Bunu nasıl mı yapıyoruz? Bu kaos toplumu nasıl mı oluşuyor? İşin aslı nereden başlıyor? Bu arada gizli cemiyetlerin, gizli grupların ve yarı-gizli grupların yapısı ile karıştırmadan, bu Orwell tarzı Küresel Devleti yaratan nedir bir görelim;

Realiteyi, enerjisel bilgi ‘hali’nden holografik ‘hal’e deşifre ettiğimiz zaman, belirli işlemler yer alıyor. Ana akım bilim, hala parçalar üzerinde “bu çekirdek, bu atom, bu elektron”a öyle bir odaklanıyor ki, işin aslı gözden kaçıyor. Baktıkları işlemler enerjisel halden fiziksel hale geçişle oluyor, dönüşümün enerjisel bir kısmı var. Enerjisel demekten kastım, ‘fiziksel olmayan’. Sonunda akış, sadece enerji parçacıkları olan atomlarla holografik hale geliyor ve belirli bir halde oluşan ve ‘fiziksel alem’ dediğimiz fiziksel toplum oluyor. Dolayısıyla atomlar, elektronlar v.b. bütün bunların hepsi enerjisel, fiziksel olmayan halden, fiziksel bir hologram olarak algıladığımız bir dışavuruma dönüşüyor.

Hemen hemen bütün kitaplarımda değinmiş olduğum gizli cemiyetlere, gizli gruplara v.b. oluşumlara bakarsak, tıpkı elektron veya atomlar gibi olduklarını görürüz. Bir benzetme yapacak olursak onlar, bu kaos toplumunun, holorafik realite şeklinde bir dışavurumu oluyor. Hatta onlar bile çok derinlerde bunu kendilerinin yarattığını sanıyorlar, oysa yaratmıyorlar, onlar da sadece bu yaratma işleminin bir parçası...Aslında neyin yaratıldığını gölgelerin çok çok derinliklerinde olanlar biliyorlar. Gölgelerden, realitenin diğer alemlerinin ötesine, bunu dışavurmanın tek yolu bizim realiteyi kendi istedikleri şekilde deşifre etmemizi sağlamak!

Yarının/Geleceğin Diyarı filmine gelince. O da birçok başka film gibi aynı konuyu işlemiş. Temel olarak bugünün dünyasında nasıl bir senaryo varsa, aynen; savaşlar, açlık, çevresel tahribat derken algılama da aynı; “Yapılacak birşey yok, hepsi kaçınılmaz, bunları hiçbirşey durduramaz”. Bize satmaya çalıştıkları birşey daha var ki, aslında ısınma olmayan küresel ısınma. Bu da bir dalavere...

Filmdeki genç kız çok iyimser ve asla vazgeçmiyor. Filmdeki, şimdi dünyadaki çoğunluğun inancı doğrultusunda olan ilginç bir replik var: ‘Herşey bitti dostum, yapabileceğimiz hiçbirşey yok!’ Bu sözler, bunların olmasına izin vermek, olanlara seyirci kalmak gerektiği şeklinde bir algılama yaratıyor. Zaten bunları kabullenmek de kaosa götürüyor. Kimse birşey beklemiyor, tabii ki bu da sistem açısından çok iyi birşey... İnsanlarda, “Kaçınılmaz olduğu için hiçbirşey yapmam gerekmiyor” algılaması yaratılıyor.

Filmde anahtar tema olarak, bu tür filmlerde sürekli olarak yaratılan başka bir ‘boyut’ var. Sonra güvenlik güçlerinde kullanılan yüksek teknoloji içeren robotlar dünyası. Bunlar sadece mekanik tipler değil, aynı insanlara benzeyen biyolojik makinalar da var.

Neticede filmdeki, pes etmeyip, “bu işi nasıl başaracağız” diyen genç kız, bu dünyaya ulaşıyor ve dünyadaki realitenin aynen bizimki gibi olduğunu anlıyor. Kıyamet Günü senaryoları, çevresel felaketler, kıtlık, savaş ve tahribat aslında yokmuş da, bu diğer dünyadan oraya yapılan bir yayınmış, insanlar da o yayını algılayıp, onu kendi realiteleri sanıyorlarmış. Yani işin aslı, insanların realiteyi deşifre etmeleri gaspedilmiş!

Benim ‘Algılama Yanılması’ *** adlı son kitabımı ve diğer kitaplarımı okuyacak olursanız, hepsi benim anlattığım şeyler... Realite duygumuz gaspediliyor! Bizim görebildiğimiz realite boyutunun ötesinden, dünya için bir kaynaktan yayın yapılıyor, insanlar da realite olarak bunu algılıyorlar. İşte ‘Geleceğin Diyarı’ adlı filmde karakterize edilmiş olduğu gibi yaklaşmakta olan kaos toplumu, başka bir boyuttan yayınlanan bir veri kaynağı ile sağlanıyor. Sonunda bu yayının kaynağını yok ediyorlar, dünyadaki insanlar da, içinde tahribat olmayan, çok daha güzel, hayat ve neşe dolu başka bir realite deşifre ediyorlar.

Yıllar içerisinde çok kez bahsetmiş olduğum gibi, bir de B sınıfı filmler arasında ‘They Live’/Onlar Yaşıyorlar adlı birisi daha var ki, sembolize ettiği tema verdiğim bilgilerle son derece örtüşüyor. Onunla ilgili bir de video hazırlamıştım, halen web sitemdeki arşivde duruyor, arzu eden izleyebilir. Filmin konusu, insan olmayan varlıkların insan toplumunu manipüle etmesi çerçevesinde geçiyor. Bunlar, insanların ulaşabilecekleri güce ulaşıp neler olduğunu anlamalarını engellemek ve onları bu dar bantta tutabilmek için belirli bir kaynaktan yayın yapıyorlar.

Filmin sonunda birileri bu yayının kaynağını yok edince birdenbire insanlar daha önce görememiş oldukları herşeyi görmeye başlıyorlar. Şimdi aynı temayı ‘Geleceğin Diyarı’ adlı filmin konusuyla karşılaştırın, bunun nasıl yapıldığı ortaya çıkıyor. Bu hep sürüyor. İnsanları bu 5 duyuya dayalı hapishanede tutmak istiyorlar. Şu insan toplumuna bir bakın, hepsi akıl çelmeye, tuzaklara, 5 duyuya koşullandırmaya dayalı, çünkü bizi hep bu realite seviyesinde tutmak istiyorlar.

Bir kez bunu aşıp, mistik, özgür düşünen veya başına buyruk ne derseniz, bu tür insanlar bir sürü alay ve kınamaya maruz kalıyor, adeta suçlu ilan ediliyorlar, çünkü sistem bunu kimsenin görmesini istemiyor, görenlerin, gördükleri bilgileri başkalarına aktarmalarını istemiyor. Oysa insanlar önünde sonunda herşeyi görecekler...

Sonuç olarak bütün bunların cevabı özgürlük için savaşmak değil. Savaşmamızı onlar istiyorlar. Oysa bütün bunların arkasında olanlara karşı yapılacak şey düşmanlık değil, öfke değil, intikam değil, sadece deşifre işlemimizi geri almak...Böylece realite duygumuzu kendimiz deşifre edelim, bize yayınlanan programı yansıtmayalım... Çünkü bütün yayınlarda olduğu gibi evrendeki herşey, ama herşey, frekans ya da frekans bandı...

Kitaplarımda görürsünüz, ben bu yayının, belirli bir bant üzerinden ‘Ay’ ve ‘Saturn’ den yapıldığını söylüyorum. Yayın şöyle: belirli bir frekans bandı var, bu daraldığı zaman bilinciniz daralıyor, zaten biz de realite olarak onu algılıyoruz; “Gerçek dünya bu, dostum!” diyorlar bize. Oysa devrim topla tüfekle değil, bu bandı genişletme ile olacak. Bilincimizi açmalı, zihnimizi programlanma bağlarından çözmeliyiz ki böylece bu realitenin ötesindeki ‘Sonsuz Bilinç’e, asıl biz olan bilince ulaşalım!

Buna ‘spiritüellik’ diyorlar. Din değil, çünkü din de bu programın bir parçası. Spiritüellik, ‘Sonsuz Bilinç’e bağlanma. Zaten insanları bu duruma, ‘Sonsuz Sevgi’/’Sonsuz Bilinç’ten kopmaları için manipüle edilmiş olmaları getirdi.

Benim gibi bunu söyleyen kişilerin nasıl alaya alınıp gözden düşürülmeye çalışıldıklarını gördüğünüz zaman hala gidilecek çok yol olduğunu görüyorsunuz. Ama merak etmeyin, ben başladığımda hiç böyle değildi, bu yolda çok ilerledik. Yolda ne kadar ilerleme sağlanacağı tamamen, bunu yapacak olanların çokluk sayısına bağlı. Bu, bant geniş olursa mümkün. Dar olursa herkes yerinde sayar. Bizi hala burada tutan etkenler olduğu halde bu böyle olacak. Sonunda bu bir seçim meselesi. Özgürlük mü istiyorsunuz? Bandı geniş tutun. İstemiyor musunuz? O zaman bant dar kalır. Bu bir seçim, ama çok da zor birşey değil. Ben olsam bandı geniş tutardım...


*** David Icke’ın, ‘Perception Deception’/Algılama Yanılması adlı son kitabının çevirisi halen, okumakta olduğunuz bu satırları da çeviren çevirmen tarafından yapılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım