8 Mayıs 2020 Cuma

Algılar ve frekanslar üzerine

“Gerçek”in Titreşimleri – 96 

Nisan 2020



Bilincim veya zihnim farklı bir seviyeye açıldı. Bu herkese olabilir. Bu kült, bizim bunu bilmemizi istemiyor. Bir algılama balonunun içinden hareket ederken birdenbire, hiç bir uyarı yapmadan birisi ortaya çıkıp balonu patlatıveriyor.

Şimdilerde “elektromanyetik alan” olarak adlandırdığım şeyi o zaman böyle hissettim. Bana ne olduğunu bilmiyordum. Ayaklarımın yere mıknatısla çekilir gibi çekildiğini hissettim, bir o taraftan, bir bu taraftan giren çok güçlü bir enerji hissediyordum, başımın tepesinden ayaklarım yoluyla yere gidiyordu. Bilincime daha önce hiç olmadığı kadar çok miktarda bilgi, kavramlar ve her şey adeta sağanak gibi yağıyordu. Gizli cemiyetler, genel insan nüfusundan neden bunları saklıyorlar? Artık her şeyi görebiliyor ve daha önce görememiş olduğum noktaları birleştiriyordum.

Gördüğümüz dünya, “görülebilen ışık” denilen inanılmaz derecede dar olan bir frekans bandı, bir elektromanyetik spektrum. Ana akım bilime göre, elektromanyetik spektrum ve görülebilen ışık, görebildiğimiz tek realite ve üstelik de elektromanyetik spektrumun çok küçük bir kısmı. Ana akım bilim, görünür ışığın evrende var olanın yüzde 0.005’ini temsil ettiğini söylüyor. Dolayısıyla dünyada değil, bir frekans bandında yaşıyoruz. Bedenimiz veya beynimiz, yani şifre sistemi holografik bir realiteye deşifre oluyor veya holografik bir realiteyi deşifre ediyor.


İnsan bedeni bir bilgi alanı ve biz de bu alanları deşifre ediyoruz. Wi-Fi alanını bir düşünün. İnsan vücudu da Wi-Fi bilgi alanı olsun. Vücudumuzu holografik realiteye deşifre ediyoruz. Vücudumuz bizim deşifre duyularımız sayesinde var oluyor. Yani bilginin elektromanyetik alanı, dalga formunda.

Şimdi bilgisayarlara ve yaşadığımız teknolojik Wi-Fi alemine bakarsanız, tıpkı gerçek hayata benzeyen teknolojik bir realite görürsünüz. Bu nasıl yaratılıyor? Bir Wi-Fi alanımız var, pekala, nerede? Bana gösterebilir misiniz? Gösteremezsiniz, çünkü göremiyorsunuz, öyle değil mi?

Bilgisayar diye bir aleti hiç görmemiş olduğunuzu, bilmediğinizi düşünelim. Ben de deniz gibi bir bilgi alanında yüzdüğümüzü söylesem, ne derdiniz? “İyi ama, hani, nerede?”diye sorardınız değil mi? Göremiyorsunuz, o halde öyle birşey olamaz! Ama bilgisayar denen aleti bildiğinize göre, “Böyle bir bilgi alanı var ve onu dişefre edebilirsin” dersem, hemen “Evet, evet, Wi-Fi’yı biliyorum, biliyorum, haklısın!” dersiniz öyle değil mi? İşte bilmek! Biliş! Bilgi o. Burada önemli olan da neyi deneyimlemekte olduğunu bilmek! Ve realite olarak neden bahsettiğini bilmek! O halde bilgisayar ne yapar?

Temel olarak radyasyon formunda bilgi dolu bir Wi-Fi alanı var. Ve bilgisayar onu ekrana deşifre ediyor. İnsanlara sorarsınız: “Bana İnternet’i tarif et.” “Biliyorum, işte resimler, grafikler, metinler, websiteleri v.s.”derler. Evet, öyle, ama sadece ekranda. Olabileceği tek yer ekran, İnternet sadece o formda var olur. Her yeri, her şeyi elektronik kodlar ve Wi-Fi.

İşte biz de realiteyi aynen böyle deşifre ediyoruz. Beş duyumuz dalga formundaki bilgiyi alıyor, şimdi Wi-Fi’yı düşünün, o bilgiyi elektriksel bilgiye dönüştürüyor, beyine iletiyor. Beyinin farklı duyuları deşifre eden farklı bölümleri var, dolayısıyla o elektriksel bilgiyi holografik dijital bilgiye deşifre ediyor. Böylece çevremizdeki dünyayı bu şekilde deneyimliyoruz. Tabii ki aslında çevremizde falan değil, içimizde. Tıpkı İnternet’in bilgisayarın içinde olması gibi hepsi bizim de içimizde! Oysa her şeyi dışarıda arıyoruz. Örnek: bir şeyi tadıyorsunuz diyelim. Onu dilinizle tatmıyorsunuz, diliniz vasıtasıyla tadıyorsunuz. Diliniz (5 duyu), lezzeti temsil eden elektriksel bilgiyi veya frekansı beyine gönderiyor, beyin deşifre ediyor, biz de ağzımızdakinin lezzetli veya lezzetsiz birşey olduğunu algılamış oluyoruz!

İşitme duyularını ele alalım. İletişim içerisindeyken aramızda kelimeler değil, ses telleri aracılığı ile yaratılan dalga alanı frekansı oluyor. Bunlar kulaklar tarafından algılanıyor, elektriksel bilgiye dönüştürülüyor, beyine gidiyor ve ancak beyin deşfire ederse o sözleri duyabiliyoruz.

Bir örnek verelim: devrilen bir ağaç ses çıkarır mı? Tabii ki onu duyarsanız ses çıkarmıştır. Bir ağacın devrilmesi elektro manyetik bir alan oluşturur ve hareket ederken daha geniş bir elektromanyetik alan yaratır. O bozulmayı deşifre edecek kimse yoksa, devrilen ağaç ses çıkarmamış olur. Eğer orada birisi varsa, o elektromanyetik bozukluğu kulaklarıyla algılar ve devrilen bir ağacın çıkardığı ses olarak deşifre eder. Bu bir illüzyondur.

İşte bu kült, bu nedenle, bunu bilmemizi istemiyor, çünkü insanoğlunu kontrol altında tutmak için illüzyonu manipüle ediyor. Yani her şeyin illüzyon olduğu bilgisini bizden saklamaya çalışıyorlar. O zaman “sonsuzluk” bizim göremediğimiz daracık frekans bandının dışında kalıyor. Bu tıpkı radyo veya televizyon kanallarını izlerken sadece o frekansı, o istasyonu veya o realiteyi deneyimlemeye benziyor. Elimizdeki kumanda ile zaplarken farklı bir frekansa geçiyor, hızla farklı bir realiteyi deneyimliyor, bunlara da farklı kanallar diyoruz.

Bu farklı realiteler, farklı frekans bandlarında yer alıyorlar. Tıpkı radyo frekansları gibi. Kadranda birbirlerine çok yakın olmadıkları sürece diğerlerini etkilemeden aynı yeri paylaşabiliyorlar ve birbirlerinin varlığından haberleri olmuyor. Biz de temel olarak, dünya dediğimiz bir holografik televizyon kanalını deneyimliyoruz. Oysa onun dışında, sonsuz realitenin diğer realiteleri var. Bu realiteler kadranda bu frekansa yaklaşırsa müdahale oluyor. Bu müdahale alanlarının birisi de “hayalet” dediğimiz kavram şeklinde dışavuruyor. Paranormal olaylar v.s.

İki radyo istasyonu kadranda birbirine yaklaşırsa müdahale veya karışma oluşur. Birisi egemendir, onu duyarsınız, diğerini çok iyi duyamazsınız, ama karışmakta olduğunu işitebilirsiniz. Görsel formda da bu, hayalet formunda görünür. Belirli bir frekanstadır, tam olarak bizim deneyimlemekte olduğumuz realitede değildir, dolayısıyla da bizim frekansımızdaki gibi katı görünmez, ama özellikle de frekansınız hassas ise veya enerjisel hassasiyetiniz varsa ve frekans yeterince karışırsa onu görebilirsiniz.

Yıllardır, bulunduğumuz minicik frekans bandının ötesine geçirecek farkındalık geliştirme kavramını gerçekleştirdiğimiz takdirde inanılmaz miktarda bilgilere ulaşılacağına dair deneyimler yaşıyorum. Bunu herkes yapabilir, ama bu kült, bunu başarmamızı asla istemiyor. Bu yüzden de dünyayı sadece beş duyu ile, yani sadece görünen “görülebilen ışık” denilen daracık frekans bandı aracılığı ile algılamamız için sürekli olarak baskılıyor.

Hepimiz, sonsuz farkındalılığın odaklanmaları, aynı bütünün parçalarıyız. Başka bir deyişle aynı okyanusun damlalarıyız. Damla da biziz, okyanus da...

(Evrenin sırlarına ulaşmak isterseniz, enerji, frekans ve titreşim açısından bakarak düşünün. - Nikola Tesla)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşım