9 Kasım 2016 Çarşamba

Gerçeğin Titreşimleri - 61 - Özgürlüğe Giden Yol

Yazımız üstteki videonun metnidir.
Müzik: Christopher Lloyd Clark. Dinlemek için tıklayın


David Icke ~ Özgürlüğe Giden Yol!

4 Haziran 2016

Eğer evrene yeniden bağlanacaksak, eğer “Gerçek kendim olmak ve varolan herşeye yeniden bağlanmak istiyorum” dersek, o niyetimiz daima, bize bunun için gerekli olan deneyimleri çekecektir. Her zaman... Ve o bağlantıyı kurabilmek için ihtiyacımız olan tek şey de o düşük titreşimli olumsuz duyguların ‘foseptik’ seviyesinden temizlenmektir. Oysa bütün yaptığımız şu; içimizdeki bütün o şeyleri inkar ediyor, “Boşver, gel konuyu değiştirelim arkadaş, bu konuya girmek istemiyorum!” diyor, sonra da bu işi başarmamıza engel olacak ne kadar deneyim ve kişi varsa, kendimize hep onları çekiyoruz.
Gerçekte olduğumuz varlığımız neyse, bizi ondan koparan bütün o düşük titreşimli duygusal molozları temizlememiz lazım. Eğer bu yolculuğa çıkmak üzere hazırsak ve mücadeleler başladığı zaman “Valla, spiritüelliği seviyorum, ama o kadar da çok değil, teşekkür ederim, ben almayayım” dersek, olmaz. Aslında bizi özgür kılacak olan bu mücadeleler...
Bir adım geriye çekilip, bizi asıl özgür kılacak olan şeyin bu deneyim olduğunu farketmemiz lazım. Bunlar, sanki bizler iyi insanlar değilmişiz de kötü olaylar geçiriyormuşuz gibi algılanıyor. Hep duyuyorum, bazıları; “Önceki hayatımda çok kötü birşey yapmış olmalıyım!”diyorlar.

Oysa bu bağlantı ve mücadeleler, temizlenmemizi sağlayarak özgürlüğümüze yardımcı oluyorlar. Bunu anlamamız çok önemli. Tanıdığım ‘Yeni Çağ’cı birçok kişi, bu ruhsal konunun iyice içinde oldukları halde, hala gerçekte kim oldukları konusunun sadece küçücük bir diliminde faaliyet gösteriyorlar, çünkü yapmaları gereken şeyi yapmaya hazır değiller, yani içimizde olanlarla yüzleşme mücadelesine girmeye korkuyorlar, halbuki içimizdeki bütün bu sorunları temizleyip işleme sokmamız lazım... Ancak bunu yapabildiğimiz zaman özgürlükten bahsedebiliriz. Ve ilerledikçe yeniden hep aynı konuya dönüyoruz. Özgürlüğe giden yol...
Atılacak ilk adım ise önce başkalarının bizim hakkında ne düşüneceği korkusundan kurtulmak.
Birkaç kişi bana “başkalarının hakkımda ne düşüneceği korkusu”nu nasıl yenmiş olduğumu sormuştu. Diyeceğim şu ki; o duyguyu yenmek için önce o korkuyu tetiklemek lazım! Yani, öyle bir durumda; “Pekala bunu söylemeyi çok isterim, ama acaba ne derler?” deme, söyle! Sadece ‘söyle’ gitsin!
Eğer çevrendekiler senin ‘sen’ olma hakkına saygı duymuyorlarsa, zaten geriye endişelenecek ne kalıyor ki? Senin hakkında daha önce ne düşünüyorlardı? “Bunu yapmayı seviyorum, bunu yapmak isterdim, ama sonra ne derler?” diye düşünme. Yap gitsin! Söyle gitsin! Zaten o moda girince son derece ilginç şeyler olmaya başlıyor. Öncelikle önsezini, kalbini ve ‘ora’ ile bağlantını izlemiş oluyorsun, dolayısıyla da sana rehberlik edilmesine izin vermiş oluyorsun. Önsezinle yap gitsin, söyle gitsin!...
Bir süre sonra, kendi hayatımdan biliyorum, kafanız çığlık çığlığa bağırıyor; “Aman Tanrım, ne yapıyorsun böyle?..”
Sonunda önsezini izlediğin zaman, çeşitli mücadeleler başlasa bile, bir yandan “Aman Tanrım, ben ne yaptım böyle?” diye düşünüyorsun, ama diğer yandan da bunların, sana pozitif bir son getirmesi için ne kadar gerekli olduğunu anlıyorsun.
Bunu yaptıktan bir süre sonra, zihnin, kafan herşeyi görmeye başlıyor. Yani önsezini izlediğin takdirde, bu bir mücadele de olsa, herşey çok iyi sonuçlanıyor. Sonra ne oluyor? Kafa ve kalp eşitleniyor, düşündüğün ve hissettiğin birlikte gidiyor. İşte o zaman gerçek benliğinle ve kendi kaderini dışa vuracak olan gücünün gerçek doğasıyla bağlantın kuruluyor. Yap! O neyse, onu mutlaka yap!
Bütün anlattıklarımı özetlediği için hikayenin özellikle bu kısmında hep söylerim, hani insanlar ruhtan bahsederler ya. Hani, bir ruhumuz olduğu gerçeği... Bence ruh dediğimiz, kendimizin, ‘Sonsuz, Saf Sevgi’ içindeki en yüksek ifadesi oluyor. Kim olduğun, geçmişin, ne yapmış olduğun hiç önemli değil, ister Henry Kissinger, George Bush, David Rockefeller veya Kraliçe Elizabeth veya dünyayı manipüle eden ve hala da manipüle etmekte olan tipler ol, o seviyede hep “saf sevgi”sin. Herkes öyle.
Ama o sevgi seviyesinden kopuyoruz ve o kopukluk içerisinde saf sevgi olamıyoruz. Oysa hepimizin aslı o! Koptuğumuz zaman da problemler, dengesizlikler ve dengesiz davranışlar başlıyor. Oysa fiziksel bedene doğduğumuz zaman, o “saf sevgi ruhu bağlantısı”nı muhafaza edersek, dengeli bir yaşam için gereken herşeye sahip oluruz. Görsel ve işitsel bilgiler gelir, bize çevremizdeki dünya ile ilgili bilgiler verir, ruh, özsezi, yani büyük tablo ile bağlanırız. Bize farklı bir açıdan rehberlik eden, benim burada sembolik olarak benzettiğim “Görev Kontrol Merkezi’ ile önsezimiz birlik olur.
Şöyle bir benzetme yapalım, aydaki astronotu düşünelim. Onun kocaman uzay elbisesini giymiş olalım, buna ‘bedenimiz’ diyelim, uzay elbisesindeki, göz ve kulaklarımıza karşılık gelen donanım da, ayda ne olup bittiğinin anlaşılmasını sağlıyor olsun. Ama bir yanda da dünyadaki ‘Görev Kontrol Merkezi’ var, bize büyük tablonun rehberliğini yapıyor. Olan da bu... Planda da bu var. Sembolik olarak bu da‘önsezi’miz olsun! 
Şimdi düşünün, birisi gelip astronotun ‘Görev Kontrol Merkezi’ ile olan bağlantısını kesse veya en aza indirse ne olur? Birdenbire, eldeki tek bilgi ve anda olanların belirsiz anısı bu olur. Kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu sadece bu bilgi saptar. Astronotun davranışı birkaç saniye veya birkaç dakikada kökten değişir. İşte bu sembolik benzetmeyle, bu dünyaya geldiğimiz zaman bize olan da bu!
Doğduğumuz anda koşullandırma başlar, programlama bizi ‘Görev Kontrol Merkezi’nden, büyük tablodan, ruhtan koparmaya başlar, böylece etrafımızdaki yumurtanın kabuğu oluşur. Kendimizi sadece fiziksel beden olarak görmeye koşullanır, çeşitli Tanrılara veya adına ne derseniz ona bağlanırız. Programlama, bilinçlendiğimiz andan itibaren başlar.
Bir arkadaşım bir keresinde şöyle demişti, çok da doğruydu: “Seni seven anne baban sana 2+2=5 der, sevgili öğretmenlerin sana 2+2=5 derler, üniversiteye gidersin, adlarının arkasında bir sürü akademik ünvanları olan profesörler sana 2+2=5 derler veya yaşıtların sana aynı şeyi söylerler, çünkü onlar da aynı sistemden geçmişlerdir. Medya zaten sürekli olarak 2+2=5 diyordur, dolayısıyla büyük bir çoğunluk, koşullanarak 2+2’nin eşittir 5 olduğuna inanır. O kadar ki bu koşullandırılmış inanç, bizi gerçekte kim olduğumuzdan koparır.
Eğer yumurtamızın kabuğunu kırabilir, kimliğimizin gerçek doğasını ifade edebilir ve “olmamız istenen versiyon”umuzu değil de, “asıl kendimiz”i yaşarsak yumurtanın kabuğu çatlar, ‘Görev Kontrol Merkezi’ne yeniden bağlanabiliriz. O noktada gerçek özgürlüğün tadına varırız. İşte şimdi bunun mücadelesi içerisindeyiz. Bu şansa da hepimiz sahibiz...
Çinlilerin hem ‘tehlike’, hem de ‘fırsat’ anlamına gelen bir kelimeleri var. Şimdi biz de tam o seçim noktasındayız, çünkü hayat bu... Yani bir seçim, farklı seçimler yapmak, bu seçimin sonuçlarından birşeyler öğrenmek... Ruhsal tekamül/gelişim budur! Şimdi öyle bir noktadayız ki, bu 26.000 yıllık devir sona ererken inanılmaz adımlar atabiliriz.
Sonraki 15 yıl dünyadaki hayatı değiştirecek. Algılama doğamızı değiştirecek, belki biraz fiziksel dünyaya da değişiklikler getirecek. Kesin olan şu ki, müthiş bir mücadele olacak, ama ne kadar zorlu bir mücadele olursa olsun değişmeyen tek birşey var, biz sonsuza kadar yaşarız, biz herşeyiz ve herşey de biz. Şu anda ne deneyimliyor olursak olalım, bu sadece bir deneyim, sonsuza kadar yaşarız. Kim olduğumuza odaklanmış olarak kalabilirsek, sokaktaki “Hiçbir gücüm yok” diyen sıradan kadın ve erkek olmaktan çıkar, “Ben herşeyim, istediğim herşeyi gerçekleştirebilir ve yaratabilirim”e dönüşürüz. Bizler birer dahiyiz, “dahi” olduğumuzu unuttuk, bu nedenle de dünyayı çok küçük bir grup yönetiyor.

Amerika’dan bir şarkıcı, milli marşa yeni sözler yazmış, buna ‘Dünya’nın Marşı’ adını vermiş, ben de sözlerimi onunla bitirmek istiyorum. Burada tarif ettiği dünya bir düşünce ötede, sadece açık bir kalp ötede, sadece bir algılama değişimi ötede. Nefret veya sevgi düşünürsek, nefret ve sevginin ağır bastığı bir dünya yaratırız. Ya da sevgi ve şefkatin ağır bastığı bir dünya yaratırız, bu bir seçim. Hepimiz bu şansa sahibiz. Kendimizi iyileştirirsek , dünyayı de iyi ederiz, kendimizi değiştirirsek, dünyayı da değiştiririz. Kendimizi seversek dünyayı da severiz. Dünyayı sevdiğimiz zaman dünya çok farklı bir şekilde dışa vurur. Deminden beri sözünü etmekte olduğum binlerce yıllık manipülasyonun olduğu dünyadan çok daha farklı bir dünya olur. Özgürlük bir el uzanımı ötemizde/içimizde... Ona uzanıp da tutmanın zamanı geldi...

3 yorum:

  1. David icke sonsuza kadar varız demesi tam olarak nedir yani sonsuza kadar ölüp tekrar bir fiziksel bedendenmi dünyaya gelicez hep bununu demek istiyor....

    YanıtlaSil
  2. David Icke hep asıl varlığımızı baz alarak konuşur. Yani öz, yeni ruh. Bu nedenle ölümsüzüz. Tekrar bedenlenebiliriz ama bu kesin mi ve yeniden Dünya da mı? Bilemeyiz. Oyunsa seçimlerimize, sınav ve tekamülse ihtiyaçlarımuza bağlı olsa gerek.

    YanıtlaSil
  3. Tüm kitaplarının Türkçeye çevrilmesini arzu ediyorum

    YanıtlaSil

Paylaşım