1 Şubat 2015 Pazar

Gerçeğin Titreşimleri - 46 - Farkındalığa açılmak

(David Icke’ın, 2007’de basılmış olan ‘Global Komplo ve buna bir son vermek için David Icke Rehberi’ adlı kitabından)

Farkındalığa açılmak...
Bundan yıllar önce de, kitaplarımda bu ‘realite’ye çağlayan gibi akmakta olan enerjiler karşısında seçilecek iki yol olduğunu anlatmıştım. Birisi, hızla akmakta olan nehir benzetmesinde olduğu gibi, gevşeyip akıntıyla hareket eden kayığın içine uzanıp keyfini çıkarmak, diğeri ise akıntıya karşı suda ayakta durmaya çalışmaktı. Bir noktada akıntı o kadar güçlenecekti ki, ayaklarımız akıntıya karşı koyamayacak hale gelecek ve dalgalar bizi sürükleyip götürecekti.

Evrenin sırlarını öğrenmek isterseniz,
herşeyi enerji, frekans ve titreşim 
olarak düşünün. Nikola Tesla
Programlanmış olduğumuz ‘zihin programı’ndan uyanmakta olan herhangi bir insan, betonlaşmış realite çatlamaya başladığı zaman ne olacağını bilir. Kişinin hayatı değişir, çoğunlukla da parçalanır, dolayısıyla sadece ‘spiritüel’ olmaya çalışırken, neden bu kadar büyük mücadelelere girmiş olduğunu merak eder. Ne var ki bütün bunlar, çok iyi bir sebepten kaynaklanır.

Mevcut zihinsel, duygusal ve spiritüel halimizi aksettiren bir titreşim alanı yansıtırız. ‘Var Olan/Mümkün Olan Herşey’ bünyesinde, bizim biyolojik bilgisayarımızın neyi ‘okuyup’ neyi ‘okumayacağını’ tayin eden işte bu inanç sistemidir. İnsan algılamasına egemen olan düşük yoğunluktaki inanç sistemi, yani korku, depresyon, bölünme, rekabet, din, politika, ‘biz-onlar’ zihniyeti, insanların; ‘Mümkün Olan Herşey’in sadece minicik bir bölümünü okuyabilmelerine izin verir. Korku; bütün inanç ve ‘hal’lerin, insan potansiyelini en çok kısıtlayan şeklidir, çünkü bu hal, onların titreşimsel veya enerjetik olarak dona kalıp çok yoğun bir titreşimsel kabuğa çekilmelerine neden olur. Bu durumda da kendimize, korkutuğumuz ne ise onu çekeriz. Bardağının yarısının boş olduğunu düşündükçe bardağın yarısı hep boş olur. İşte bu nedenle de ‘sistem’, insanları hep ‘korku hali’ içinde tutmaya çalışır.

Bilinçli olarak veya bilinçaltımızda neye inanırsak kendimize yarattığımız realite de hep o temele dayanır. Birşeye bilinçli olarak inanıyor gibi gözükebiliriz, ama bu aslında, bilinçaltımızda ne varsa onu saklamak için bir paravandır. Mesela kendilerinden çok emin görünen kişilerde de bu vardır. Yani aslında onların bilinçaltında büyük bir güvensizlik yatar. Bu tür ‘okuma’veya deşifre etme, benim ‘titreşimsel manyetizma’ dediğim şekilde oluşur ve ‘enerji’ benzer titreşimi çeker. Bu enerjilere; insanlar, yerler, ‘iş’ler, ilişkiler, deneyimler v.s. deriz. Hayat’larımızı yaratan veya etrafımızı sarmış olan, içinde bulunduğumuz koza veya matriks, biz insanlar başka bir farkındalık seviyesine geçtiğimiz zaman kırılmaya veya değişmeye başlar. Böyle olunca insanların, yerlerin, işlerin, deneyimlerin dışarıya yansıması da aynı olur. Yani ‘iç’ değişirse, ‘dış’ da değişir, çünkü hep biri diğerinin yansımasıdır. Hayatımız çöküyor gibi görünse de, aslında yeni bir realiteye, dolayısıyla da yeni bir hayat deneyimine geçiyoruzdur.

Hep aynı şeyi yaparsanız, hep aynı şeyi ne elde edersiniz. Elde edeceğinizi değiştirmek için, her zaman yaptığınızı da, kendinizi de değiştirmeniz gerekir. Bu belki, o kadar da kolay ya da hoş olmayabilir, ama yenisinin oluşması için eski kozamızın veya etrafımızı saran ‘matriks’in yıkılması gerekir. Şimdi gözle görülür bir şekilde farketmeye başladığımız üzere dünyada, yani kollektif alemde de benzer şeyler oluyor, bu çoğunlukla da nahoş bir şekilde gerçekleşiyor, ama yine de artık eski yapı çöküyor. Bizi; ‘Tek gerçek ‘Sonsuz Sevgi’dir, gerisi hep illüzyondur’ anlayışını yansıtan bir dünya bekliyor. Bir başka kollektif realitenin yeniden doğuşu için, eski koza veya matriksin çökmesi gerektiği için, şimdilerde buna tanık oluyoruz.

Şimdi herkes için bir seçim yapma zamanı. Bizim mevcut seçimimiz, aşina olduğumuz koşullarda güvenli olan neyse onu bulma çabası içinde, bir takım illüzyonsu inançlara tutunmak oldu. Eğer hala bu seçime tutunup kalırsak, gittikçe daha büyük bir hızla akmakta olan nehirde ayakta kalmaya çalışırken, daha yorgun, daha endişeli ve daha korkuyla dolu olacağız. Diğer seçimde ise zihinlerimizi ve kalplerimizi açıp, huzurlu bir şekilde kendimizi enerjinin akışına, ya da başka bir deyişle, kendimizi başka bir realitenin dışa vurumuna bırakacağız. Bu iki ‘hal’ arasındaki fark şu: Ya ‘Sonsuz Farkındalığı’ ya da ‘bilgisayar zihni’ni seçeceğiz. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, bu ‘düşünme’ ile ‘bilme’ arasında bir fark yapmak olacak. Çoğu kişi için düşünen zihin, algılamanın ve davranışın yöneticisidir. Rene Descartes’in dediği gibi: ‘Düşünüyorum, o halde varım’. Eğer realitenin, bilgisayar seviyesinde iseniz evet, ‘bilme’yi değil, düşünmeyi seçersiniz. ‘Bilme’, önsezidir, ‘Sonsuz Farkındalık’a bağlar. Düşünce ise, aynen duygu benzeri bir elektrokimyasal fenomendir.

Zihinsel hal duygulardan veya tam tersini söyleyecek olursak, duygular zihinsel halden etkilenir, çünkü birbirinin elektrokimyasal dengesini değiştirirler. Aşırı duygusallaştığımız zaman doğru dürüst düşünemeyiz. Belirli düşünce şekillerine girdiğimiz zaman, duygusal olarak çok etkileniriz. Bir an, en çok korktuğunuz şeyi veya en mutlu olduğunuz bir anınızı düşünün, dikkat edin gözlemleyin, duygularınız derhal değişecektir. Vücudunuz korktuğunuz şeyi hatırlayınca farklı, mutlu olduğunuz şeyi hatırlayınca farklı tepki verecektir. Duygularınız, elektrokimyasal ve enerjetik açıdan ‘beden bilgisayar sistemi’ne bağlıdırlar, dolayısıyla da cıva, yüksek gerilim hatları, baz istasyonları, gıdalardaki katkı maddeleri gibi etkenlerle elektrokimyasal ve titreşimsel yapılarında çok derin bozukluklar oluşur. ‘Biliş’ veya önsezi, düşünce ve duyguları bypass eden farkındalığın ve karar verişin farklı bir ifadesidir. Bilgisayarın ürettiği duyguları değil de önseziyi izlemeyi seçersek, olumsuz düşünce ve duyguları en azından yenebilir veya aşabiliriz.

Aldığınız ve verdiğiniz enerjinin 

bilinçli olarak farkında iseniz,
o zaman o enerjiyi değiştirme
ve yönlendirme becerisine de
sahipsiniz demektir.
Kimbilir yaşamınızda yapmayı ‘istediğiniz’ ile yapmayı ‘düşündüğünüz’ şeyler kaç kere anlaşmazlığa düşmüştür? Birşey yapmak istersiniz, kalbiniz olasılıklar karşısında şarkılar söyler, gelgelelim zihin/akıl teslim olmamanız için dürtmeye başlar. Beden bilgisayarı önseziye engel olma konusunda müthiş beceriklidir ve genellikle de taarruza ‘Bunu yapamazsın, çünkü...........’ söylemiyle başlar. Sizi bir kere kendi realite bölgesine çektikten sonra da sürekli olarak engeller. Neden engellemesin ki? Program, doğduğunuzdan beri dırdır ediyordur, zaten algılamanın kontrol altında tutulması için en etkin şekil de, tekrarlamadır. ‘Beden bilgisayar realitesi’ni ve ‘mantık’ı anlarsınız, çünkü uzun yıllardır birlikte yaşamışsınızdır. “Eğer önsezini izlersen o zaman sonuç A, B ve C olur” dendiği zaman, onu izleyen tedirginlik, suçluluk ve korku zaten sezgilerinizi çoktan susturmuş olur. “Yapmayı çok isterdim, ama..........” sözleri, sorumluluğun gerçek dünyasına dönmeden önceki klasik hesaplaşma aşamasıdır.

Sonsuz Farkındalık’, bizimle önsezilerimiz yoluyla konuşur. Önsezilerimiz düşünmek zorunda değildir, çünkü zaten ‘bilir’. Düşünmek, ‘Mümkün Olan Herşey’ olmadığınızı kabul ediyorsunuz demektir ve bu sizi bilgisayar realitesinin içine hapseder. Burada, ‘herşeyin bütün ayrıntılarını bilirsiniz’ demiyorum, gerçi farkındalığın en yüksek seviyelerinde bu da mümkün, ama bu alemde ‘biliş’in diğer seviyeleri ile de çalışabiliriz. Özsezisel biliş, sadece birşeyi bildiğimizi hissetmemizdir, ama bunun nedenini veya nereden geldiğini bilmeyiz. Örneğin benim bütün bilgileri bir araya getirişim ve bütün bu kitapları yazışım sadece oturup düşünerek olmadı. Önsezilerimi izleyince, bütün bilgiler bana, dünyada neler olduğunu gösteren kişilerle, kitaplarla, anlatılanlarla ve deneyimlerle inanılmaz bir eşzamanlılık içinde ulaştı. İnsanlar önsezilerini izlerlerse, birden hayatlarının güzel ‘tesadüf’lerle dolduğunu farkederler. Emelleri veya rüyalarının yerine gelmesi için ne gerekiyorsa, ‘Sonsuz Farkındalık’ın akışı onlara rehberlik eder. Bu, algılama imkanının çok kısıtlı olduğu, realitenin bilgisayar seviyesindeki ölçekte gerçekleşmez. Bu bilgisayar seviyesindeki algılama programı, önseziyi izlemez, bilakis onu çökertmek ister.

Eşzamanlılıkların/tesadüflerin kısıtlı olmasının nedeni ağır, yoğun enerjinin, özgürce akan farkındalık enerjisi gibi güçlü bir çekim gücüne sahip olmayışıdır. ‘Sonsuz Farkındalık’a açılmak, istediğiniz herşeyi kendinize çekme gücünüzü arttırır ve istediğiniz herşeyi fiziksel deneyiminize getirmenizi sağlar.

Kişi kalbinde ne taşıyosa, dünyada onu görür. Goethe
Birçok kişiden duymuşunuzdur; tam duş yaparken veya banyo küvetinin içinde yatarken, zihinlerinde birdenbire, nereden geldiği belli bile olmayan bir düşünce belirdiğini söylerler. Bazıları ise en derin anlayışa, araba sürerken ulaştıklarını anlatırlar. Bütün bu durumlarda, düşlere dalmışızdır, bütün kanallarımız açıktır. Dikkat ederseniz önsezi birdenbire ‘pat’ diye beliriverir. “Vay, şimdi anladım!” dersiniz. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi; ‘Sonsuz Farkındalık’ ‘Herşeyi Bilen’dir. Öylece ve sadece bilir. İkincisi; ‘zaman’ beş duyu aleminde bir illüzyondur, dolayısıyla bu alemin dışında kalan ‘farkındalık’, aslında var olan tek an ile yani ‘şimdi’ ile iletişimdedir. Düşünceler dizisi, ‘zaman’ illüzyonunun bir ifadesidir. Önsezi ve bilgelik ise ‘şimdi’de vardır. Onlar tam ihtiyacımız olduğu zamanda gelirler, çünkü ‘zaman’ın olmadığı yerden gelmektedirler... Farkındalık, bir tür titreşimsel bağlantıdır. Dolayısyla, eğer titreşimsel halinizi değiştirebilirseniz manyetizmanız, eski çemberden çıkıp, ‘yeni’ olanları çekmeye başlar. Bu nedenle sizinle birlikte değişebilenler, sizinle birlikte kalabilirler. İşin püf noktası, önsezilerinize güvenmenizdedir. Sonunda sizi nereye götürdüğünü görmeye başlarsınız. Değişimin, ‘korku’ haline yakalanırsanız, korktuğunuz şey neyse ona uygun bir realite yaratmaya başlarsınız. Unutmayın, kıtlık yok, sonsuz bir bereket var. Kıtlık olduğuna inandığımız için kıtlık var, bu inanca bir son verirsek, kaybolacaktır. Bu fiziksel alemdeki herşey enerjinin dışavurduğu birşeydir, enerji de sonsuzdur. Peki kıtlık nasıl olur? O illüzyonu yaratmak için realiteyi o şekilde deşifre edersek olur...

Bilgisayar zihniniz, tıpkı nehirde sadece ilk dönemeci görebilecek bir şekilde boyuna kürek çeken bir adama benzer. Rüzgar ve akıntı onu kıyıya doğru savurdukça, deli gibi akıntıya karşı kürek sallamaya devam eder. Sonunda kıyıya çıkmaya mecbur kalır, “Neden ben? Neden bu kadar şanssızım?” der, rüzgara, tekneyi yapana, küreklere kızar, Tanrı’nın kendisini yüzüstü bıraktığını düşünür. Zaten ne zaman birşey ters gitse, hemen suçlayacak birisini buluruz. Adam sövüp sayarken birden kıyıda birisi belirir ve adama ne kadar şanslı olduğunu söyler, çünkü dönemecin sonu çok büyük bir şelaledir ve mutlak bir ölümden kurtulmuştur. Bu gibi durumlarda, “Ah, şimdi korunduğumu anladım” deriz. Evet, sizi yüzüstü bırakmış sandığınız güç korumuştur. İnanın, bunu daha güçlü bir şekilde nasıl vurgulayabileceğimi bilemiyorum. Bu önsezilere güvenmemiz lazım, çünkü bilgisayar realitesi sadece nehirdeki dönemeci görürken, ‘Farkındalık’ nehrin kaynağından, denize döküldüğü yere kadar herşeyi görür. Bazen ‘problem’ gibi görünen birşey, keşfedilmeyi bekleyen muhteşem bir fırsat olabilir. Zamanında medyum aracılığı ile bana gelmiş olan bir mesajda şöyle diyordu:

Sonsuz Sevgi’, her zaman alıcıya almak istediğini vermeyebilir, ama verdiği, mutlaka o kişi için en hayırlı olanıdır. Bu nedenle sevsen de sevmesen de aldığın herşeyi kabullen. Hoşlanmadığın ne ise üstüne git ve neden gerekli olduğunu gör. O zaman kabullenmek çok daha kolay olur.”

Değişim dediğimiz şey aslında bir ‘programı silme işlemi’dir. Programı silmek için çok şey öğrenmeye gerek yoktur. Biz her zaman ‘Sonsuz Biliç’ olduk, ama manipülasyon ve programlama bizi o anlayıştan kopardı. Bir çukura gömülmüşseniz, ki bu durumda biz titreşimsel bir çukura gömülmüş sayılıyoruz, dışarıya çıkmanın yolu, gün ışığı ile aranızdaki toprağı kazmaktır. Bunu yaparsanız özgürlüğünüze kavuşursunuz. Kendimizi inançların içine kapatmışız ve bunlar enerjetik olarak yoğun elektromanyetik alanlar şeklinde dışavuruyor. Bu yumurta kabuğu bizim gün ışığını görmemizi ve ‘Sonsuz Farkındalık’a bağlanmamızı engelliyor.

Bir kez kutudan çıkmaya karar verirsek, deneyimlerimiz, ‘inanç’ yoğunluklarını çökertir, böylece ‘ışığı’ görebiliriz. Bu olursa, yüksek farkındalığımız bilgisayar realitesinin içine girer ve bilgisayar, programlanmış algılamalarının yeniden yazılmaya başlamasıyla değişmeye başlar. Beden genel olarak, özgürlüğün ve sonsuz farkındalığın düşmanı olarak programlanmıştır. Ama aslında böyle olmasına hiç gerek yok! İkisi uyum içerisinde birlikte gelişebilir. Bir süre sonra bazen hoş, bazen nahoş deneyimlerinize bağlı olarak, hayatınızda iyiye doğru bir değişim olur ve bilgisayar bu sefer bu programı yüklemeye başlar, yani kendi kısıtlanmış programını değiştirir. Farkındalığın daha yüksek seviyelerine ne kadar çok bağlanırsanız, enerji de beden bilgisayarınızı yüksek algılama ile daha çok programlar. Beden, zihin ve ruh ‘Bir’ olur, önsezi ile bilgisayar zihni arasındaki savaş sona erer...


1 yorum:

  1. David İcke'n okuduğum ilk yazısı ve oldu, ve bu kadarı bile o kadar çok şey öğretti ki (fark ettirdi) Muhteşem çeviriniz için teşekkürler.

    YanıtlaSil

Paylaşım