24 Eylül 2014 Çarşamba

Gerçeğin Titreşimleri - 42 - Ay

(David Icke’ın Haziran 2011 tarihli makalesi)


Güneş Sistemimiz Hakkında Ne Biliyoruz?... Neredeyse hiçbir şey…

Genellikle ne kadar çok bilirsek, bilmediğimizi o kadar daha çok farkederiz. Başka bir deyişle ne kadar çok varsayım olduğunu görürüz…
Bu belirli bir noktaya kadar herkes için aynı, çünkü bilinmesi gereken o kadar çok şey var ki. Ancak bu, ‘bilim’in çalışma şekli her bölümünde böyle. Tüberküloz hastalığı bir varsayım olarak biliniyordu, sonra ne oldu... Artık bilim tam bir ‘varsayım’ hastalığına yakalandı.

Sonra sürekli olarak varsayımlar tekrarlanmaya başlandı, okul kitaplarında, teknik ve bilimsel dergilerde yerini aldı ve sürekli olarak tekrarlanma yoluyla ‘o gerçeği zaten herkes biliyor’ noktasına gelindi. Ancak durum böyle değil ve eğer kim ve nerede olduğumuz olduğumuz ‘realite’si hakkında birşey anlamak istiyorsak, gereken şey; içleri varsayımlarla dolu kitaplar değil, sadece boş beyaz kağıtlar ve ‘açık’ zihinler...

Diğerleriyle birlikte güneşin yörüngesinde olan bir gezegende yaşıyoruz, ama başka birşey bildiğimiz yok. Teknoloji güneş sistemini ne kadar çok keşfederse, ortaya, daha önceki bilimsel varsayımların o kadar yanlış olduğu çıkıyor.

Bir de, NASA gibi kuruluşların merkezinde, bizim kendileri kadar bilgi sahibi olmamızı istemeyenlerin yarattığı komplikasyonlar var. Neticede bilim de, kendi kategorisinde bölümlere ayrılmış bir gizli cemiyet niteliğinde...


Ne derlerse desinler, NASA bir askeri ve istihbarat kuruluşu... NASA’yı kontrollerinde tutanlar halka değil, gizli efendilerine sorumlu durumdalar, ama her zaman olduğu gibi, samimiyetle işini yapanların, yani çoğu çalışanın bu durum hakkında en küçük bir fikirleri bile yok. Bizim bilmediğimiz daha kimbilir neler dönüyor, zaten NASA’nın halka açıkladığı bilginin çoğu da, ya doğru değil ya da yanıltma amaçlı...


1969’daki, sözde ‘İnsanlık için büyük adım’ sayılan Ay’a inişin filmi bile gerçek değil! Tabii ki “Ay’a hiç inmediler” demiyorum, sadece 1969’da söyledikleri gibi olmadı. O film, büyük film yönetmeni Stanley Kubrick tarafından, hem de aynı tarihlerde onun ‘2001:A Space Odyssey/Bir Uzay Yolculuğu’adlı filmini çektiği stüdyoda çekildi.

Bu, Amerikalı araştırmacı, film yapımcısı ve bir zamanlar Kubrick ile çalışmış olan Jay Weidner’ın ‘Kubrick’s Odyssey’ adlı DVD belgeselinde çok başarılı bir şekilde açıklanmış.

Birçok konuda, mitolojide ve çeşitli dünya ülkelerinin halk hikayelerinde Güneş Sistemi’nin, çok da uzak olmayan bir zamanda, bugün göründüğü gibi olmadığı vurgulanıyor. Satürn, Jüpiter, Venüs ve Mars gezegenlerinin, tufanlardan önce dünyaya daha yakın oldukları, sonradan hepsinin yeniden farklı bir düzene girmiş oldukları anlatılıyor.

Venüs ve Mars’ı mahveden, Satürn ve Jüpiter’in yerini değiştiren bütün bu karışıklıkların nedeni ‘gökteki tanrıların savaşı’ oluyor ve dünya ayrılıyor. İşte global felaketler ve tufanlar hakkındaki evrensel efsanelerin kaynağı hep bu...
Gökteki ‘tanrıların savaşı’nı tasvir eden bir tablo
Antik zamanlardaki hikayeleri, jeolojik ve biyolojik kayıtlarla karşılaştıracak olursanız, hep aynı ortak temalar birbirlerini teyit ediyor. Örneğin, mitolojide hep parçalanıp yerden yeniden yükselen dağlardan söz ediliyor.

Himalayalar, Alpler ve And dağları bugünkü yüksekliklerine 11.000-13.000 yıl önce ulaşmışlar. Peru-Bolivya sınırındaki Titikaka gölü 13.000 ft ile deniz seviyesinden en yüksekte olan göl... 13.000 yıl önce o bölge deniz seviyesindeymiş...

Neticede, ne olduysa ve bugün ne oluyorsa, bize anlatılanlardan çok farklı. Hepsi, birşey bilmeyen ve ellerine tutturulmuş olan müzik notası gibi kağıtlara bakarak konuşan bilim adamlarından kaynaklanıyor, aslında iç halkadaki ‘kabal’ın üyeleri hepsini biliyor, ama herkesin, kendilerinin ‘gerçek’ diye uydurmuş oldukları masallara inanmasını istiyorlar.

Ay ile olan durum da aynı. NASA başından beri yalan söylüyor. Özellikle de Ay’ın içinde neler olduğu konusunda anlatacak çok şey olmalı. İki yıldır durmadan Ay’la ilgili bütün noktaları birleştiriyorum ve bence ‘Ay’ doğal bir yapı olmadığı gibi, bizi köle bir ırk yapmak amacıyla realite duygumuzu manipüle eden bir kontrol sistemi!

Ay ile ilgili bir sürü anormallikler, onu çevreleyen sırlar var ve orijini hiç bilinmiyor. Tabii ki sunulan resmi ve savunulamaz varsayımları saymayacaksınız. Ay, dünya gibi küçük bir gezegeninin uydusu olamayacak kadar büyük bir kütle. Çapı 2.160 mil olup, Pluto’dan büyük ve güneş sistemindeki en büyük ay... Bu durumda orada olmaması lazım. Harvard Üniversitesi Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Irwin Shapiro’nun dediği gibi; “Ay için söylenebilecek en iyi açıklama; bir gözlem hatası olduğu olabilir-aslında ay yok!”

Ay gerçek değil. Ne?... Evet ya, ama daha durun. Burada önemli bir nokta daha var. Eğer neler olduğunu bilmek istiyorlarsa ve ‘büyük’ ten kastedilen de neyse, bunun için, insanların tamamen boş bir kağıda ihtiyaçları olacak. Unutmayın, insanlar çağlardan beri bir zihin hapishanesinde tutuluyorlar. Şu bir gerçek ki aslında, ‘büyük’ün ne anlam ifade ettiğini de, o kadar olağanüstü büyüklükteki yapıların nasıl üretilmiş olduğunu da, o ölçeğin teknolojisinin (bize göre) nasıl birşey olduğunu da bilmiyoruz.

Çok çok küçük bir algılama balonunun içinde yaşıyoruz, oysa aslında ‘mümkün olan’la kıyaslanacak olursa, bizim gördüğümüz haliyle insanlığın ulaştığı teknoloji daha ‘taş devri’nde denebilir. Geri dönüşü olmayan çizgiyi bir kez aştığınız zaman ise ‘gerçek’ realitenin ne olduğunu, nasıl çalıştığını anlar, teknolojik olarak muazzam adımlarla ilerlersiniz. İşte şimdi sözünü ettiğimiz konu bu...

Teknolojik imkanlar, birçok bilim kurgu konusunu ‘alışılmış’a dönüştürdü. Bu şimdilik, siz bir mağarada oturmuş çakıl taşlarıyla ateş yakmaya çalışırken birisinin gelip size Jumbo Jet’lerden veya ‘Uzay Mekiği’inden söz etmesine benziyor. Buna tabii, ‘imkansız’, hatta ‘delilik’ der, bunu size söyleyeni de çok fazla ‘mamut suyu’ içip kafayı bulmuş olmakla suçlardınız...

Ne var ki, şimdi insanların, mümkün olanı algılama açısından içinde bulundukları ‘çıkmaz’ bu! Bilginin, dolayısıyla da algılamanın baskılanması, komplonun hangi ölçekte saklanmakta olduğunu gösteriyor.

Mesela benim gibi birisi çıkıp da ‘şöyle veya böyle oluyor’ dediği zaman, hemen ‘algılama sansürü’ devreye girip ‘bu imkansız!’ diyor. Oysa evet, bunu yapabilmemiz mümkün! Başkaları da yapabilir ve bazıları yapıyorlar da... ‘Gerçek’i kovalayan ‘içeriden’ bir sürü kişiyle görüştüğümde Satürn’ün çevresinde uzay gemilerinin göründüğü fotoğraflar gördüklerini söylüyorlar, oysa dışarıda bunun mümkün olduğuna pek az kişi inanıyor.

Ay’ın devasa bir uzay gemisi olduğu (tabii ki bizim algılamamız ölçülerinde devasa), 1970 yılında Sovyet Bilim Akademisi’nde üye olan Mikhail Vasin ile Aleksandr Şerbakov tarafından kabul edilmiş. ‘Sovyet Sputnik’ dergisindeki ayrıntılı makalelerinin başlığı; “Ay’ı, bir uzaylı dehası yaratmış olabilir mi?” idi. Bu iki bilim adamı Ay’ın, içi boş bir planetoid/küçük gezegen olup, inanılmaz derecede gelişmiş bir teknoloji ile kayaların eritilerek içeride oyuklar oluşturulmuş olduğunu söylemişler. Anlaşılan o ki bizim bugün aydan çeşitli manzaralar içeren resimlerde gördüğümüz hep, yüzeye serpiştirilmiş olan bu metalik kaya mucuru veya cürufu...

Dr. D.L. Anderson, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’deki sismoloji laboratuvarında çalışan bir jeofizik profesörü olup, bir keresinde, Ay’ın içinin dışına çıkarılmış olduğunu söylemiş. Anlaşılan, iç ve dış düzen tam tersi olmalıydı. Antik uygarlıklar Ay’ı, ‘yumurta’ olarak sembolize ederlermiş, çünkü oyulduğu zaman yumurtanın ‘sarı’sının yok edilmiş olduğu söyleniyormuş.

Ay’ın bilimsel keşfi üzerinde NASA’da çalışmış olan Dr.Faruk Al-Baz ise şöyle demiş: “Ay’ın yüzeyinin altında olduğu düşünülen keşfedilmemiş birçok oyuk var. Bunu anlamak için çeşitli deneyler yapıldı.” (Aynı şeyleri Afrika Zulu kabilesinin şamanı Credo Mutwa da Zulu efsanelerinde Ay’ın içinde bölümler olduğundan söz edildiğini söylemişti).

Bilindiği gibi NASA, Ay’da, sismometreler yerleştirdikten sonra birkaç kere güçlü patlamalar yaptırttı.Böylece Ay’ın içinin oyuk olduğu iyice teyit olmuş oldu. Bir ton TNT’ye eşit güçteki patlamalardan sonraki şok dalgası 8 dakika sürdü ve NASA bilim adamlarının sözleriyle Ay, bir çan gibi çınladı!

Sismik deneyin yardımcı direktörü Maurice Ewing, “Sanki bir kilisenin çan kulesinde birisi çana bir kere vurmuş, çınlamalar yarım saat sürmüş gibiydi” derken, ne olduğunu tam olarak değerlendiremediğini söylemiş. MIT/Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Dr. Frank Press ise düşüncelerini, “Bizim deneyimimizin oldukça ötesinde birşeydi” demiş.

Daha sonra, başarısız bir misyondan sonra artık kullanılmayacak olan ‘Saturn V’ aracı ayın yüzeyine çarptırılarak, 11 ton TNT’ye eşit bir patlama sağlandı. NASA bilim adamlarının ifadesine göre Ay tam bir ‘gong’ gibi çınlamış, titreşimleri 3 saat 25 dakika sürmüş.

Ay’ı Kim İnşa Etti’ adlı kitabın yazarlarından birisi olan Alan Butler, Apollo uçuşları sırasında Veri ve Foto Kontrol Departmanı’nın danışmanı olan Ken Johnson’la bu konuyu konuşurken Johnson, Ay’ın bir çan gibi çınlamaktan daha öte bir şekilde etkilendiğini, içinde devasa hidrolik damper kirişleri varmış gibi yalpaladığını söylemiş.

Sovyet bilim adamları, Ay’ın içini oymak için nükleer enerji kullanılmışsa, o zaman Ay’da Uranyum 236 ve Neptünyum 237’nin bulunmuş olmasının nedeninin anlaşılacağını söylemişler, çünkü Neptünyum 237 radyoaktif bir metalik element, nükleer reaktörlerin ve plutonyumun üretiminin ikincil/yan ürünü. Uranyum 236 ise, tüketilmiş nükleer yakıtta ve yeniden işlenmiş uranyumda bulunan uzun ömürlü bir radyoaktif nükleer atık... Peki bizim ‘doğal’ Ay’da neler oluyor böyle?

Bilim adamları, Ay’ın yüzeyindeki aşırı derecede yüksek titanyum içeriğinin, krom ve zirkonyum ile birlikte bulunmasının, Ay bir ‘yapı’ ise, açıklanabileceğini söylemişler. Bunlar, ısıya ve yıpranmaya inanılmaz derecede dirençli ‘refraktör’ metaller.

Vasin ve Şerbakov’un ifadesine göre bu metaller ısıya karşı çok dayanıklı, dolayısıyla herhangi bir saldırıya karşı koyacak gücü de çok. Kısaca devasa bir yapay uyduyu olumsuz ısı, kozmik radyasyon ve meteor bombardımanından korumak gerekiyorsa ve bunun için de uygun bir materyal kullanılacaksa, işte tam bu metaller seçilirmiş!

Dediklerine göre bu, Ay’daki taş veya kayaların ısı iletkenliğinin çok zayıf olmasının nedenini de açıklıyor. Mühendislere göre bu ‘Ay’ denen ve çok uzun bir geçmişi olan uzay gemisi muhteşem bir şekilde inşa edilmiş. Şöyle devam ediyorlar:

Eğer yapay bir uydu faaliyete geçirecekseniz, içinin oyuk/boş olmasında yarar var. Aynı zamanda böylesine muazzam bir uzay projesi yapabilen birilerinin, böyle devasa boş bir gövdeyi sadece dünyaya yakın bir yörüngeye oturtmakla yetinmeyeceklerini düşünmek saflık olur. Muhtemelen oldukça eski bir uzay gemisi ile karşı karşıyayız. İçi motorlar/makinalar için yakıt, materyal ve onarım ekipmanı, seyir cihazları, gözlem ekipmanı ve çeşitli makinalarla dolu olmalı. Başka bir deyişle, bu evren gemisinin, bütün bir uygarlığa milyonlarca yıl yurt olmak üzere, uzayda milyonlarca mil dolaşacak şekilde Nuh’un istihbarat Gemisi olarak kullanması için gereken herşey mevcut.

Doğal olarak, böyle bir uzay gemisinin kabuğu, meteor yağmurlarına ve aşırı sıcak ve soğuk ortamlar arasındaki dalgalanmalara dayanabilmesi için olağanüstü sert olmalı. Muhtemelen kabuk çift katmanlı, iç katman 20 mil kalınlıkta, dış katman ise ortalama 3 mil kalınlıkta daha gevşek bir yapıda. Deniz ve kraterlerin olduğu belirli bölgelerde üst tabaka ince, bazı yerlerde hiç yok.”

Ay’ın üzerindeki kraterler tabii ki dış katmanın derinliğine bağlı olup, hakkında ancak kabaca tahminler yapılabiliyor, ancak bilim adamları, dışarıdan gelebilecek herhangi bir darbenin önce bu, ‘içine geçirmez’ kara zırh ile karşılaşacağını söylüyorlar.

Vasin ve Şerbakov, ‘maria’düzlükleri denilen, ‘maskon’ olarak bilinen yerçekimi alanlarındaki tuhaf değişikliklerin de ‘yapısal’ açıdan açıklanabilir olduğunu söylüyorlar. Dış katmanda, özellikle de ince olan ‘maria’ düzlüklerinde oluşabilecek bir hasarın, bölgeyi yanardağ lavına benzeyen bir çeşit beton ile dolduracağını belirtiyorlar, zaten bu da dünyadan bakıldığında biraz ‘deniz’e benziyor.

Kitapta, “Bunu yapmak için gereken materyal ve makina stoku kuşkusuz hala duruyor ve bu da yerçekimsel anormallikleri çoğaltmak için yeterli” demişler.

Ay’daki kayaların yaşları arasındaki olağanüstü farklılıklar uzay gemisi Ay’ın kozmik seyahetlerine dayalı olup, çeşitli yerlerden, çeşitli çağlardan kalma olabilirmiş. Gözlemlenmiş olan esrarengiz su buharı bulutları ise, hayatın sürdürülebilmesini sağlayan atmosferi oluşturacak gazların salınımından kaynaklanıyormuş.

Bilim adamlarına göre, Ay’ın uzak tarafındaki yükseklik de, Ay’ın çökmesini engellemek için oluşturulmuş olan çok güçlü bir kabuk şeklinde açıklanabilirmiş.

Ay, en azından yeniden yapılmış şekli ile doğal bir cisim değil, belki de tamamen bir yapı. Kanıtlar o yönü gösteriyorsa bütün bilgileri öğrenmeye açığım...Ay’ımız yalnız da değil. Aynı yapıda daha birçok başka ‘ay’lar olduğuna da eminim...

Yıllardır Mars’ın ‘ay’ı olan Phobos’un da doğal olmayabileceği tartışmaları yapılıyor. Mars iki ‘ay’ı var; Yunanca ‘korku’ anlamına gelen ‘Phobos’ ve ‘panik’ anlamına gelen ‘Deimos’. Bu arada, Rus astrofizikçi Dr. Yosif Şlovski’nin 1959’daki kayıtlarda Phobos’un yapay bir uydu olabileceğini söylediği yer alıyor. Tuhaf yörüngesi nedeniyle, zaten veriler de içinin boş olabileceğini gösterdiği için böyle düşünmüş olmalı. NASA’da Uygulamalı Matematik Bölümü Başkanı olan Raymond H. Wilson Jr. 1963’de Phobos’un Mars’ın yörüngesinde devasa bir üs olabileceğini, NASA’nın da bu olasılığı göz önüne aldığını söylemiş. Aynı şeyi, Başkan Eisenhower’ın uzay araştırmaları danışmanı olan Dr.S. Fred Singer’in de söylemiş olması ilginç...

Avrupa Mars Express uzay aracı, 2010’da Phobos’un yakından fotoğraflarını çekti. Bulgulara göre Phobos, olması gerekenden hafifmiş, içi boş olabilirmiş ve bileşimi bilinen asteroid veya meteorlar gibi değilmiş.

Ay’ın yüzeyindeki açıklanamayan faaliyetler sürekli olarak örtbas ediliyor. Eskiden NASA çalışanları ve çalışmalarla ilgili deneyimleri olanların ifadelerine göre,doğal olmayan görüntüler, kamuoyuna sunulmadan önce hep resimlerden silinmiş. Virginia’daki (CIA) Langley Hava Kuvvetleri Üssü’nde hassas elektronik fotografik onarımcı olarak çalışan Çavuş Karl Wolf, 2001’de Washinton DC’deki bir Ulusal Basın Kulübü toplantısında, 1965’te çekilmiş olan fotoğraflarda, Ay’ın uzak tarafında muazzam yapılar göründüğünü söylemiş. Çavuş, Langley üssünde görev yaptığı sıralarda birgün, teknik bir problemi çözmesi başka bir bölüme çağrılmış. Ay’ın fotoğraflarını büyütmek üzere parçaları bir araya getiriyorlarmış. Fotoğrafları düzenmekte olan bir havacı ona; “Biliyor musun, Ay’ın uzak tarafında bir üs keşfettik” demiş. Sonra ona geometrik şekillerde, küre biçiminde binalar, radar çanaklarına benzeyen çok yüksek kulelerin bulunduğu aydaki üssün resmini göstermiş.

Bazı binaların üzerlerinde yansıtıcı yüzeyler varmış, bazısı ona, elektrik üretim tesislerindeki soğutma kulelerini hatırlatmış. Diğer kuleler düz ve uzun, tepeleri ise düz ya da kubbeliymiş. Çavuş Wolf, toplantıda bu yapıların çoğunun çok çok büyük olduğunu özellikle vurgulamış, (Büyüklük meselesi burada yine karşımıza çıkıyor). bazılarının uzunluğunun ise en az yarım mil olduğunu tahmin ettiğini söylemiş.

Moon Rising/Ay’ın doğuşu’ adlı DVD belgeselinde Jose Escamilla, resimlerde Ay’ın üzerinde, ne olduğu anlaşılmasın diye bulanıklaştırılmış olan cisimleri özellikle belirginleştirmiş. NASA’dan bazı kişiler bu belgeseli yapanlara; “Hep yalan söyledik” demişler. Aşağıdaki resim, incelenmek üzere adli görüntü uzmanı Jim Hoeericks’e gönderilmiş. Onun tahminlerine göre resimlerdeki görüntüler, Los Angeles kadar on tane şehir büyüklüğünde imiş.

Şimdi karşımızda böylesine gelişmiş bir teknoloji var. Yapılan-yapılmakta olanlarla yapılacak olanlar kıyaslanacak gibi de değil! 1970’lerde basılmış olan ‘Ay’ımızın Üzerinde Başka Birileri Var’ adlı bir kitap okudum. Ay’da doğal olmayan birçok sayısız fenomen örnek, bütün ayrıntılarıyla anlatılıyor. Kitabın yazarı olan George E.Leonard, binlerce NASA fotoğrafını incelemiş, NASA’dan muhbirlerle konuşmuş ve astronotların ses kayıtlarını saatlerce dinlemiş. Gördüğü ve duyduğu bir sürü kanıttan sonra Ay’da kesinlikle zeki bir hayat olduğu sonucuna varmış.

Ben de aynen öyle düşünüyorum, ancak dahası var. Asıl aksiyon Ay’ın içinde! NASA, 2009’da Ay’ı, su olup olmadığını anlamak için bombalamış olduklarını söyledi, ama gerçek sebebin bu olmadığından kesinlikle emin olabilirsiniz...

Neler olduğu hakkında bilmediğimiz çok şey var, ama artık, birkaç yıl önce bilmediklerimizden çok daha fazlasını biliyoruz. Bu noktadan ilerisine gidebilmek için de kesinlikle ‘açık’ bir zihin gerekli. Ama zaten hep de öyle değil midir?


Paylaşım